| Mayıs 1934 HALK MASALLARI Kel oğlan hamamda iken nasıl paşa oldu Kel oğlan, adam akıllı afallamıştı, tİnından şakır şakır ter boşanıyordu Bir gün Kel oğlan küfecilik ::n".k kazandığı paranın bir 1 ile hamama gitti. Hamam - İ| © Kel oğlanı fakir olduğu için “Mmamını en fena yerine götür - | Yötü, Zayallı Kel oğ'an çok yor Ndu, Hiç itiraz etmeden sessiz- | te Yıkanmıya başladı. &m başını sabunlamaya başla- 'ği esnada hamamın iç tarafın - Müthiş bir gürültü koptu. Kel Han bunun sebebini an'amak i- ': hemen içeri tarafa doğru koş _]çerdg göbek taşının — üstünde adam, boylu boyuna uzanmış YALIYOr ve hiç kımıldamıyordu. Biraz daha baktığı zaman ada - ;nuı ölmüş olduğunu gördü. Etra- Mma bir sürü tellâk, hamamcı top tamıştı. Hamamm sahibi dizleri- N döğüyor ve: /— Eyvah, mahvolduk. 'Adam im kabahatimiz — neticesinde| ildü, Şimdi ne yapacağız? Paşa h'ln!.lc:ı-inin ölümüne sebep ol - $ muz için bizi mutlaka asar - » diye söyleniyordu. Kel oğlan orada duran hamam “lardan birine sordu: — Bu ölen paşanın ismi nedir? — Ona Süleyman paşa- derler. 'N tane konağı, yirmi tane çiftli-! » Yüzlerce cariyesi, atı, ırıbuı! ;?'— Hazinesinin değerini kimse| Ühoz. Kısıca bu memleketin en gin adamıdır. — Peki, neden öldü?. — Bizim kabahatimizden. A- *:îln başını sabunlarken boğul - O Canada hamamiın — sahibi de Tdilerine — doğru yaklaştı. Kel ş:lıı görünce durdu ve birden - » — Buldum! diye bağırdı. Diğer " NLN yaklaştılar. Hamamcı Kel .&hı göstererek devam etti: > Tamam, kurtulduk. Dikkat b bu adam Süleyman paşaya âde benziyor. S Senin ismin ne?. SKel oğlan.. '.x Anan, baban, akraban Filân 'nı?, “Kimsem yok. S Alâ.. Ne iş yapıyorsun?. S Küfecilik.. — İsabet, isabet.. Hamamda da ».0 kimse yok. Paşanın cesedi- )"_':IİCe gömer, Kel oğlanı onun &' koruz. — Kimse farket - S%'rleri de bunu pek müna - düler. Bunun üzerine ha- © Kel oğlana: $imdi dinle, dedi. Bu Süley- UDN Pasa memleketin en zengin M kdır. Bir sürü konakları, u - ! K » Cariyeleri var. Elimizden " tsizlik yüzünden bir kaza b. dlmmğııın ölmesine se - n duk. Sen de tesadüfen ken- $ok benziyorsun. Dünyada ve kimsesizsin. Seni onun ye- ?ıcığıı. Kat'iyyen belli * Smrünün sonuna kadar ra- Mes'ut yaşarsın. Biz de i- damdan kurtuluruz. Yalnız dik - kat etmek lâzım, bir pot laruuııl n ahvoluruz. Iyi ama ben bu adamın hiç bir hususiyetini bilmiyorum. — Aldırma canım, idare eder - sin olur biter, — Peki, o halde. Bunun üzerine derhal Süley- man paşanın cesedini ortadan kal dırdılar. Kel oğlanı hamamın en güzel yerine getirdiler. Tellâk'ar en güzel, kokulu sabunlarla vücu- dunu oğdular, yıkadılar. Yıkadıktan sonra koltuğuna gi- rerek kendisini istirahat etmek ü- zere mükemmel bir odaya götür- düler. Orada diğer adamları ken- disini bekliyorlardı. Kel oğlanı gö rünce yerlere kadar iğilerek: — Sıhhatler olsun beyefendi - miz, Güle güle kirlenin diye etek öptüler. Süleyman paşanın baştan aşağı altın ve sırma içinde olan elbisele- ri de Kel oğlana tamam geldi. Bir saat sonra tamamen hazırlandı. Ve gene debdebe ile hamamdan çıkarak kendisini bekliyen sekiz beyaz arap atı koşulmuş arabaya kuruldu. Ve konağın yolunu tuttu- lar> Arkalarından kendisini takip eden on tane araba daha geliyor- du. Bu ihtişımlı hayat Kel oğlanın çok hoşuna gidiyordu ama, içinde de büyük bir korku vardı. Ya fo - yası meydana çıkarsa?. Bunu düşünürken araba büyük bir konağın önünde durdu. Derhal kapı açıldı. Adamlardan iki kişi koltuğuna girerek kendisini ara - | badan indirdiler. Kapıdan içeri girer girmez, etrafını elli, altmış | tane güzel kız aldı. Kel oğlan için- den: — Acaba hangisi karrm? Sakm bir pot İtırmıyıyım diye terlerken, merdivenin başından beyaz tül - den bir elbise giymiş çok güzel bir kadın inmeye başladı. Diğer kızlar derhal kendisine yol ıı;lılır.l Kel oğlan da ona doğru ilerledi: — Sevgili karım, diye elini tut- mak istedi. Derhal etraftan: —ALATAN. diye hayret sesle- ri yükseldi. Kel oğlan pot kırdı - ömı anladı: — Şey.. dedi.. Sevgili şeyim. Kızım diyecektim de. Hayret ses- leri tekrar yükseldi. Kadın da ken disine hayretle bakıyordu. — Ayol sana ne oldu?. karde- şim, Muhakkak hamamın sıcaklığı başına vurdu, — Evet evet kardeşim. İstiraha- te ihtiyacım var. Bunun üzerine cariyeler Kel oğ- lanım koluna girerek kendisini bü- yük bir odaya aldılar. Elbisesini soymıya başladılar. Kardeşi oldu- ğgunu anladığı kadın da cariyelere nezaret ediyordu. Kel oğlan lâf olsun diye sordu: — Karım nerede?.. — A?..Sen ciâden bun-mışsın? Paşa babasının yanına gittiğini bilmiyor musun?, — Hangi paşa babası?. — Allah allah.. Nasıl bilmezsin carım?, Abdürrahman paşa, — Ha, ha, evet.. Şey.. Bütün cariyeler kendisine tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Zavallı Kel oğ lan da ecel terleri döküyor ve için- den: “Keşki kabul etmeseydim,, diye söyleniyordu. Bu esnada kapı açılarak içeri - ye iki kişi girdi. Yerlere kadar iği- lerek Kel oğ'anı selâmladılar. E- leğini öptüler. Adamlardan biri koynundan kâğıt kalem çıkardı ve Kel oğlana: — Paşa hazretleri, sabahleyin takdim etmiş olduğum mektubun cevabını söyleseniz de yazsam. — Başka gün olsa olmaz mı?. — Aman efendim ,nasıl olur? Padişahımız efendimiz mektubun sonuna akşama kadar muhakkak surette cevap veriniz diye bilhassa kaydetmişti. Kel oğlan ecel teri dökmeye başladı. Şimdi ne yapsın?. — Mektup iyice hafızamda de- ğil, şunu tekrar okur musun?. — Efendimiz galiba biraz yor - gunlar. Mektubu bizzat hıfzetmiş olduklarmı unutuyorlar galiba. — Ha, ha. Evet.. Ceplerini karıştırmıya başladı: — Yaz bakalım: Fermanmızı aldım. Derhal.. Derhal.. O esnada diğer adam söze ka - rıştı. — Paşa hazretleri affedersiniz. Bendenizin işi müstacel. Geçen gün ısmarladığınız koyunlar gel - di. Hepsini teslim aldım. Adam para istiyor. İşi varmış da.. — Peki., Vekilharca haber ve - rin. Bu söz üzerine etraftan tekrar hayret nidaları yükseldi: — Aman paşa hazretleri, vekil- harç benim. Bilirsiniz ki, bendenizde para kalmadı. Bu sabah zatıâlinize ver- diğim on bin altından masraf için bendenize daha para vermediniz. — Evet, evet.. Doğru. Birden şa| şırdım da.. Şey.. Parayı verelim. Al çekmeceden. — Hangi çekmeceden?, — Şey, odada.. — Hangisinde.. — Oradakinde canım.. Nasıl derler?. — Konsolda mı?. — Evet.. Hayır.. Bak bir kere. — Hangisine bakayım, — Üstündekinin altında bulun- mıyan şu ortaya doğrukinde. — Anlamadım, bunda mı?. — Evet evet.. Hayır. Belki. A - çın bir defa.. — Anahtarı verir misiniz?. — Anahtar mı?. Ha.. Tabil ta - bil. Nereye koydum acaba. Bu esnada cebinde bir anahtar buldu. Uzattı. Etraftan bu sefer bir kahkaha yükseldi. Kız kardeşi kaşlarını çatarak: — Paşa.. Galibı delirdin sen. O odanm anahtarı. Hem bana ba- kar mısın?, —HABER — Akşam Postası Vahabiler ve Vahabilik Şerif Hüseyin boş yere unvanlar takınıyordu Müzakere sonunda bütün Suudiler: “Yürüyelim! Hicaz üzerine yürüyelimi,, diye bağrıştılar Vahabiler kral Hüseyini mağ - lüp ettkiten sonra İrak hududuna da ikidebirde tecavüz ediyorlardı. Tik taraf brak ile Necit arasında hududu çizmek lâzımdı. Onun i - çin 1922 senesi teşrinisanisinde A- kirde bir kongre toplandı. İrak mu rahhasları, — sırmalarla işlenmiş, ' Vahabiler kıldan örülmüş çadırla-| rında oturuyorlardı. Ara yerde İngilizlerin çadırla- rı görülmekteydi. İngilterenin | - rak fevkalâde komiseri Sir Persi Koks, Sultan Abdülâziz Süut ile görüşmeye gelmişti. Görüşülecek meseleler şunlardı: 1 — Şerif Hüseyin oğulları me- selesi, 2 — Musul meselesi yüzünden Türkiye ile İngiltere arasında bir| harp çıktığı takdirde tutulacak hattı hareket, 3 — İrakla Necit arasındaki hu- dut meselesi. Irak fevkalâde komiseri birçok siyasiler, mütehassıslar getirmiş, Necit ile Küveyt arasındaki ihti - lâfları da halletmek istemiş, onun için Küveyt şeyhlerinden birini de birlikte getirmişti. Kral Faysalın kendisi de, Süut| oğluna bir mektup yazarak Necit ile Hicaz, Necit ile İrak arasında sulh ve müsalemetin devammı is- tediğini yazmıştı. Sir Persi Koks Necitle İrak hu - dudunu çizmeye muvaffak olmuş, iki taraf anlaşmışlardı. Fakat bu anlaşma üzerine bir - kaç ay geçmeden iki taraf arasm- da karşılıklı hareketler yeniden başladı. Necitten kaçan bazı kabileler ikide birde Necit tarafına tecavüz | ediyor, ve bu tecavüzler karşılık - sız kalmıyordu. Süut oğlu, İrak hükümetinin tedbir almasını ve idaresi altında yaşıyan kabileleri tecavüzden me- netmesini ısrarla istediği halde | - rak hükümeti bir şey yapamıyor - du, Diğer taraftan Maveraüşşeria - daki kabileler de ikide bir Necit taraflarına sarkıyor, ve bu suretle ihtilâf büyüdükçe büyüyordu. Necit ile İrak, Necit ile Hicaz, Necit ile Maveraüşşeria biribirle-| riyle mücadele halindeydiler. Bu- | nun sebebi vazıhtı. İrak ve Mave- raüşşeriada Şerif Hüseyinin oğul - ları bulunmaktaydı. Bunlar da ba- balarının sözünden çıkmıyorlardı. İhtilâfı kaldırmak için vukubulan her teşebbüs akamete uğruyordu. Kadın gözlerini Kel oğlanın gözlerine dikti. Odada bulunan di- gerleri de etrafını aldılar. Kel oğ- lanın alnından şakır şakır. terler boşanıyordu. Birdenbire arkasına kuvvetli bir tekme yedi. Gayri ihtiyari ge- riye döndü. Hamamcı bağrıyordu. — Buraya yıkanmıya mı geldin, uyumıya mı7, Meğer zavallı Kel oğlanın bütün bu gördükleri rüya değil mişmiş?. Maamafih bunun bir rüya olduğu- na memnun oldu. Gözlüklü adam Şerif Hüseyin bu sırada, (1924) Hicazdan kalkmış, Ammana git - mişti. Ammana vardığı zaman kendisini Suriyeden, Filistinden gelen heyetler, kabileler, Arap İn giliz bir sürü memurlar; Mısır - dan, Kudüsten, Berut ve Şamdan gelen gazeteciler kendisini bekli- yorlardı. Şerif Hüseyinin treni is- tasyona vardığı zaman bütün bu karşılayıcılar onu alıkşladılar ve hepsi bağırdı: — Yaşasın bütün arapların pa - dişahı! Yaşasın kurtarıcı! İstikbal hararetli idi. Mektep çocukları neşideler okuyor, bede - viler hecinler üzerinde türlü tür - lü hünerler gösteriyor, ve fezada ingiliz tayyareleri uçuyordu. Hatipler, şairler, nutuklar, kasi- deler irat ettiler. İngilizlere, Fran- sızlara, hatta bütün Avrupalılara meydan okudular, Herkes bağrıyordu: — Yaşasın Arabistan padişahı, kahrolsun düşmanları! Kahrolsun müstemlekeciler. Nihayet Şerif Hüseyin de cevap verdi ve bir nutuk söyledi: — Memleketin haklarından bi - rini de bırakacak değilim! Mem- leketi parçalamayı, herhangi par- çasını manda altında bulundurma- yı kabul etmiyeceğim. İngilterenin bütün sözlerini yerine getirmesi için ısrar edeceğim. İngiltere sö - zünü yerine getirmezse muahede - yi imzalamıyacağım, Arap ümera- siyle anlaşarak arap birliği, arap - larım tam istiklâlini temin edece- ğim. Arap bükümetinin merkezi nerede olacağı meselesi bence mü him değildir. Arabistanın merkezi Hicazda da, Suriyede de, İraktı da Necitte de olabilir.. Şerif Hüseyin, bu nutku irat et- tikten sonra orada bulunanların hepsi kendisine biat ettiler. Onu müslümanların halifesi tanıdık - larmı söylediler! . » * Şerif Hüseyin, arapların padi - şahı, arapların kurtarıcısı unvan « larından başka kendine bir unvan daha kattı: Müslümanların halife- si! Fakat onun padişahlığı da, kur tarıcılığı da bomboş birer unvan olduğu gibi yeni unvanı da bom - boştu. Bunun böyle olduğu çok geçmeden belli oldu. * * * Şerif Hüseyin, Ammandan Mek keye döndü. Tam bu sırada Ne - cidin göbeğinde bir içtima akto- lundu. İçtimaa, Süut oğlu Abdülâzi - zin babası riyaset ediyordu. Reis içtimar şu sözlerle açtı: “— Halk hacca gitmek istiyor. Konuşmak istediğimiz mesele bu - dur. Halkın hacca gitmesi için bir müösi var mı?, Reisin bu sözlerinden sonra aza dan biri vaziyeti anlattı: — Evet, biz hacca gitmek isti - yoruz. Mekke, bir kimsenin malı değildir. Hiçbir kimse, müslüman- larr hacca gitmekten menedemez. Şerif Hüseyin bize karşı gelirse ( Devamı 7 nci sayıfada )