4 İ HABR'in hikâyeleri Mektepte beraberdik, Bir sınıf- taokuduk. Benini gibi o da liseyi buirmeden hayatını kazınmağa mecbu: oldu. Bir zaman belediye - | de, sonra bir tüccarın yanında ça- Eştı. Buhran çıkınca bir çokları gi- bi o da işsiz kaldı. Üç senedir iş a- rıyordu. Ben de aradım, fakat bir türlü açık kapı bulamadık. Bir ara- | lık ortadan kayboldu. Bir ay kadar evvel adliye daire- sinin önünde karşılaştık, Evvelce papuçları, üstüste vurulan pençe- lerle komik Şarlonun papuçlarını andırıyordu. Şimdi ise kenarları yırtılmış ve sarkan tabanı sicimle tutturulmuştu. Evvelce pantalonu- nun dizleri balon gibi kabarıktı. Şimdi bu şişkinliğinin üzerinde bi- rer de yama vardı. Paçalar tırıl tı- rıl olmuş; ceket kısalmış ve yırtıl- mış; şapka bir limon kabuğuna dönmüş ve kenarları yağ içinde. Onu istemeksizin baştan aşağı - ya kadar süzdüm, sonra: — Bu ne hal, azizim? Diye sordum. Omuzlarını silkti; ellerini yana | açtı: — Onu sonra konuşuruz. Sen şimdi bana saatin kaç olduğunu söyle! Biliyorsun ki ben saatimi o- kutalı iki sene oluyor. Saatime baktım: — Dokuzu on geçiyor. — Çok erken davranmışım. — Mahkemey daha elli dakika — var. Aşağı yukarı bir saat, İşte saatsiz | — olmanın cezası, —— Dünya umurunda değildi. Me- Yak ettim ve sordum: — Ne mahkemesi? — Benim mahkeme, Haberin — yok mu? Meoşhur tüccardan kaşıkçı — zade Nevzat Bey beni dava etmiş. Ceza ve tazminat istiyor. Cezayı anladık, Fakat tazminat istemenin e mânasını bir türlü kavrıyamadım. | Her tuttuğu şeyden bir kazanç | almanın verdiği sersemlik olacak. Sen ne dersin? — Kim bilir? Belki öyledir. Lâ- in neden seni dava etmiş? — Kanunun cezalandıramıya - cağı bir suçunu ben cezalandırdım, - onun için, R — Ne yaptın? — Güzel bir dayak attım, işit- medin mi? ' — Hayır! — Buna şaşıyorum, Zira sen, bulunduğun işten dolayı kaşıkçı za — deyi yakından tanırsın, Koluma girdi; denize doğru yü- yüdük. Sözüne devam etti: — — Mahkemeyevakit varken ba- — ma şurada, deniz kenayındaki üs- — tü açık kahvede bir çay ısmarla. “Anlatacağım şeyler vereceğin pa- /" rayı fazlasile öder, — — Bunasıl ağız, carım, bir ça- yımı bile karşılığını vererek mi ka- “bul edeceksin? Hattâ sana daha ziyade... Södümü kesti, — Anlaşıldı. Ne - söyliyeceğini biliyorum: Fakat ben artık bu ha- yata alıştım. Karım ve çocuğum Aydında kaynatamım evinde, ge- çinip gidiyorlar. Ben de... Durdu. Küçük hasır iskemleler- den birihi altma çekti. Durgun de- ize karşı yan yana oturduk. Gidip gelen insanlarım, atlı tramvayların, “Gtomobil ve otobüslerin gürültüsü- NÜ arkurza Stık. Bu suretl> ha - yata sıttrmısı çevirmiş gibiydik. — Çayları sözledik, Arkadaşım: — Be- -ıtık bahsedilmeğe değ- mem, Eğe, sormiasaydın mahkame- ye seben “İan vak'ayı da anlatacek Teğildim. Tavsiye mektubu Dedi. Kuru, kısık ve isyan eden bir sesle anlattı: * V ü Biliyorsun ki üç senedenberi iş- siz kaldım. Her tarafa baş vurdum. Her uğradığım kaynak beni görür görmez kuruyordu sanki. Benim ayarımda insanlardan, benim ka - dar uzun zaman işsiz kalan birini tanımıyordum. Belki son yıllarda üstüme bir uğursuzluk çöktü. Bundan hemen hemen altı ay evveldi. Burada otururken yerde bir gazete parçası gördüm. Can sı- kıntısını dağıtmak için aldım ve şöyle göz gezdirdim. Bu, parça yer li bir gazetenin üç ve dördüncü sayfalarına aitti. Havadis yoktu. Bir iki zabıta haberi, ve bir kaç ilân, İlânların arasında bir tanesini görünce gözlerim ümitle parladı: Maruf bir fabrika bir muhasip istiyordu. Orta tahsil görmüş ola - cak, ticarethanede veya herhangi bir yerin hesap işlerinde çalışmış, yazısı, düzgün bulunacak, otuz ya- şından yukarı olmıyacak, istenilen yere gidebilecek ve kefalet verebi- lecek, İstiyenler İzmir mümessili kaşıkçı zade Nevzat Beye müraca- at etsinler. Alâ! Bütün şartlar bende vardı. Büyük bir merakla gazetenin tari- hine baktım. Eski değildi. Ancak iki günlük. Bunu o gün bir dostuma açtım. Bana; — Çok iyi, buraya — doğrudan doğruya müracaat etme de, bir tav siye mektubu bulalım. Öyle ki, mü racaatimiz herhalde kabul edilsin. — Canım ne lüzum var? Şartla. rın hepsi bende... — Olsun, gene bir tavsiye mek- tubu herşeyden daha faydalıdır. Bu fabrika ne de olsa hususi bir| müessesedir. Aldığı adamın, gü- | vendiği bir kimse tarafından tav- siyesine ehemmiyet verir, Herhan- gi birisini, ne kadar zeki ve kabili- yetli olsa, rastgele almak istemez. Bu, dünyanın her yerinde böyle - dir. Sen de birisiyle iş yapmak iste- | sen herhalde onun nasıl adam ol - | duğunu inandığın adamlara sorar- sın, değil mi? Dostuma hak verdim. — Peki ama, benim böyle tavsi- ye mektubu verecek bir tanıdığım yok. ” — Düşünelim; herhalde bulu - ruz. Ne düşünecektim? Eğer dayan- dığım birisi olsa ben üç sene kapı kapı gezerek papuç eskitir miy- dim? Elbet bir baltaya sap olur- dum, Bir saniye bile düşünmedim. Arkadaşım birdenbire bana dön- dü: — Müteahhit Emin Nuri, kaşık- çı zade ile çok ahbaptır. Ona söy- liyeyim. Hemen şimdi beraber gi- delim, — Hemen gitmiyelim, Biraz üs- tüme başıma çeki düzen vereyim, |Fıkra müsabakası | En iyi, en güzel fıkraları bize gön- dereceklerin yazıları; burada neşredi- lecektir. Yalnız bu fıkraların uzun ol- maması, seçme olması ve — okunaklı yazılması lâzımdır. 197 — Rakı olsaydı Bir gün yağmura tutulan Mustafa sırsıklam olmuş, elbiselerine bakarak: — Hey allahım! demiş. Hiç değil. se su yerine rakı yağsaydı, insan bun- ları yalardı.. Üsküdar Hale sineması: Bedia Sami 198 — Adam seisi Bir gün şehrin ağalarından biri, köy eşrafından bir kürdü bayram mü nasebetile malikânesine çağırır. Yedi- rir içirir ve bir de hamama göndermeyi münasip görür. Uşağını yanına katıp hamama yollar. Kürt doğalı hamam görmediğinden içeri girince şaşalar, fakat bir şey söy- lemez. Uşak soyundurup içeri sokar ve terlesin diye otutturur. Kürt — bu dehşetli sıcaktan bunalmış, etrafına ba kmırken, adam yıkayan tellâğı görür. O sırada uşak ve tellâk dışarıya çıkar- lar, Kürdün tahammülü kalmaz. Ba- yılma haline gelir. Dışarıya çıkmak ister, kapıyı göremez. Çıkacağım zan- nile halvetlere girer, çıkar. Kürdün bu hal boğazına kadar geldiğinden başlar haykırmıya: — Adam seisi ... Tahtadan papuç- lu adam scisi Içim bizikti a.. (1) Cirgenini (2) getir de bir temek (3) delem de çıham.., T) Bızıkmak — Sıkılmak 2) Cirgen — Duvar delecek alet 3) Temek — Delik . Pangaltr Cedidiye sokağı No: 79 GA - KE 199 — Köylü ile maymun Zengin ve çirgin bir yahudinin bir maymunu vardı. Maymuna sırmalı el- biseler giydirmişlerdi. Evin içinde ge- zerdi. Bir gün komşu çiftliğin sahibi- nin hizmetçisi efendisi tarafından gön- derilen bir sepet dolusu yemiş getirdi. Hizmetçi merdivenlerden çıktığı vakit karşısına maymun çıktı, hizmetçi may- munu sırmalı elbiseli görünce adam sa narak selâmladı. Açık göz maymun sepetin içinde yemiş Tolduğunu” anla- * mıştı. hizmetçiyi dürdüttu ve seyetin içindeki incirleri yemeğe başladı. O strada ev sahibi geldi. Hizmetçi onu görünce ösyö, dedi, tahibim bu sepe- Hi gönderdi. İçinde ayva ve incir var- dı, fakat incirleri oğlunuz yedi... Armine Honuklon eğlence yerleri | SİNEMALAR : İBLPEK: Sarışın kukla SARAY: Sefiller birinci kısım MELEK: Bir gönülde iki sevda ELHAMRA: Leblebici Horhor ağa TURK: Altın arıyan kızlar ASRI: Aşk kelepçeleri SUMER: Dağların kızı ŞIK: — Niçin öldürdüm ŞARK: Hayatı Isâ ALKAZAR: Kırık kanatlar, ALEMDAR: Yürüyüş YILDIZ: Adalar çiçeği LLi: Gülen Paris, Vatandaş silâh başın 1 HILAL: Denizaltı cehennemi KEMAL BEY: Iki yüzlü adam HALE: (ÜUsküdar) King kong. FERAH: Hayatı Tsâ TAN: (Şişlide) Karık kanatlar Dedimse de dostum bunları din- lemedi ve gittik. Emin Nuri Bey kibar bir adam. Bizi iyi kabul etti. Maksadımızı ar- kadaşım anlattı ve şu — cevabi al - dık: — Kaşıkçı zadeyi kaşıkçı zade yapan benim. Hattâ fabrikanın aümessilliğini almak için de ona ben yardım ettim de oldu. Hemen bir mektup yazayım. Herhalde ya- per. Bu işi olmuş bilin! — | Artık fena günlerin biteceğini, | karınıla çocuğumu yarımda göre -» | ceğimi düşündüm. Yeniden dünya- ya gelmiş kadar oldum. Tıv.ıiye mektubunu aldım. He - men kaşıkçı zade Nuri Nevzat Beyi yazıhanesinde ziyaret ettim. Yük - sek Amerikan yazı masasının ba - şında gözlüklerinin üstünden beni süzdü: — Ne istiyorsunuz? Mektubu uzattım. Aldı. Zarfın üstündeki firmaya baktı. — Başını kaldırdı. Bir daha baktı. Yer gös- terdi ve oturmamı rica etti. Kendi kendime şöyle düşündüm: Yazan: Kadir Can | oğlunuzdan hiç bir haber almadı- | nız mı?, | almış kızm (apaltaman) ları var- | ye ona göre yazalım.. sene evel kı]betf t İ oğlunu arayan adam “Sağ yanağında bir çiçek deliği vardI gözündede arpacık çıkmıştı şimdi belki otomobili vardır..,, Evvelki gün öğleden sonra matbaada otururken ağır ağır ka- pı açıldı. İçeriye ilk önce bir değ- nek, değneğin ucunda bir el ve e- lin nihayetinde de köylü kıyafetli bir adam girdi. —Yetmiş, seksen yaşlarında vardı. Yüzünü beyaz bir sakal çerçevelemişti. Başında şapkayım — iddiasında — bulunan külâh ta kendisi kadar”yıpranmış görünüyordu. Bu esnada pratik hayat bilgisi | sütunundaki arı kelimesini yaz- makta olan Gayyur Bey sordu: — Kimi istiyorsunuz?. — Oğlumu kaybettim de — bul- mak için gazeteye bir yazı yazma- nızı rica etmeğe geldim.. Gayyur Bey bu — vazifeyi bana havale etti. İhtiyar adam karşıma oturdu. — Vah, vah.. Nerede kaybetti- niz?. — Taksimde... — Çok ta kalabalık bir yer.. Bu- gün mü kaybettiniz?, — Yok epey oldu.. Askere gittiği kestirmişti.. — Vücudunda yüzünde bir alâmet var mı?. — Var.. Sağ yanağında bir çi | çek deliği vardı. — Başka?, — Bir de sol gözünde arpacık | çıkmıştı.. — Peki... Oğlunun okumusl! falan var mıydı?. zaman dibind — Elbet vardı.. — Nerede okudu?. — Onu köyde iken ben okut muştum.. Böyle olduğuma bakm yın.. Beni bundan elli iki sene vel görmeliydiniz.. O zıman bah riyeliydim. Tersanade askerliği mi yapıyordum.. O zaman bütü ben yazardım. — Oğlunuzun ne olduğunu min ediyorsunuz?. —— Her halde büyük bir tüc oldu diyorum.. Büyük ap — Kaç gün... — Kaç gün olduğunu bilmiyon. — Bayramda mı?, — Daha evvel.. — Peki ne kadar vakit oldu?. | Düşündü;, düşündü.. Parmakla- rını iki defa saydı: — Yirmi üç sene.. * SAnlamadım.. ” ” S — Yirmi üç sene evvel kaybol- du. 324 de askerlik için İstanbula gitti. Bir daba geriye dönmedi.. — Ya? Peki künyesini biliyor musunuz?. Yüzlerce defa tekrar ettiği belli olan bir hızla söyledi: | — Taksim Topçu — kışlasında | üçüncü alay, üçüncü tabur, üçüncü | bölük, dördüncü manga Ayancıklı Ali Osman.. — Demek Ayanclıklısınız?. — Ayancığın Kuşçular karye- sinden... — İsminiz nedir?. — Bana yorgancı oğlu Veli da- yı derler.. — Peki bu yirmi üç senedenberi — Aldım, bundan on sene ev- vel bizim köyden — bir dayı İsatnbulda görmüş: — Nerede eğleniyon? (duru- yorsun) diye sormuş.. —Karaköyde eğleniyon, demiş. Dayı daha bazı şeyler söyledi. Oğ- lum Beyoğlunda zengin bir kız mış., — Deseniz e, sizin oğlan turna- | yı gözünden vurmuş.. — Öyle ya, öyle ya.. — Peki amma oğlunuz nasıldı? Boyunu, posunu anlatın da gazete- Kendisini tanıyan olursa bilsin.. — Orta boylu, narin yapılı idi. — Gözleri ne renkti?. Mavi gözlerini göstererek : — Benim gibi çakır ,dedi. — Ya saçları?. — Ne vakit İstanbula geldini: — Üç ay oldu.. — Başka çocuğunuz var mı? — Daha 'iki'oğlula Yar Küç ğü on yaşında, öbürü — askerliğini yapıyor. Şimdi o da zengin bir kız bulur evlenirse diye çok ko yorum. e burada bitti. Soli » Megözünde arpacik Dulunaa, yaşındıki oğlunu arayan - ihtiyar adam ayağa kalktı, dua ederek dir şarı çıktı. Ey muhterem okuyucular, Veli dayının anlattığına göre halen be$ on apartıman sahibi olmaşı lâzım gelen Ayancıklı Ali- Osman Bey- | efendiyi tanıyorsanız Aaşağıdaki adrese mektupla bildirir ve zaval- hi ihtiyarın duasını alırsınız. Adresi şöyle imiş: Küçükpa- zırda Ayancık — kahvesinde yor- | gancı oğlu Veli dayı.. Sertoğlu Türk lisesi son sınıf veda müsa* meresi tertip heyetine: 5— 4 — 334 Persembe günü sa- at yedi buçukta Beyoğlu Hi ğ de verdiğiniz veda — müsameresini ayni yerde isşim günüm münaseb |tile verdiğim çaya tesadüf ettird ğginizden dolayı âleni teşekkürleri* | mi arzederim. Türk lisesi son sınıfından Nusret İbrahim Bulgaristanda Eski Zağre lise* sinden 1445 numaralı şehadetna* memi kaybettim, Suretini çıkara” cağımdan eskisinin hükmü yok” tur. — Memduh (2177) Mevlüdu şerif Trabzon eşrafından ve S tüccarı muteberesinden Ye z Zade Sükrü B. merhumun ruhunt& ittihaf olunmak üzere yarımki CW ma günü Beyazıt camii şerifind Cuma namazmı müteakıp mevlüdü nebevi kıraat edileceğinden ihvaf — Valalhi saçlarını bilmiyon... din davet olunur. bizim hemşehrilerin mektuplarını. ları, (otomofili), uşakları vardır..