K .— g — yuyordum. İlk zamanlarda gene 'V rasgele işliyordu. Mektuplar biri- — bir mektup Van dosyısında çıkın- — tuplar biribirine karışmadı. — sabah imza defterine yetişmek i- / ziyade, depoculuk halini alıyordu. Bir gece, bir gecedir... hikâyeleri l Ava eksik barutla çıkan bir av- | cı gibi hayata atıldım. Henüz ne | kendimi, ne de dünyayı biliyor. dum. Bir komisyoncunun yanında ! çalıştım. Rıhtımda kantarcı pala- mut çuvallarını tartarak: “— Otuz sekiz, elli.. Kırk beş, | yetmiş beş.. Kırk kii, yirmi beş...,, | diye çatlak sesiyle bağırırken ben de çeki fakat defteri görmüyordum bile.. | K-famda yüksek fikirler, kulya ve ihtiras'ar, fırtınaya tutulan bir yı- ğın kâğıt parçası gibi darmadağın havalanıyorlardı. Kemisyoncuda çok z-man kalamadım. Zira çeki ler hep yanlış oluyordu; bana yol verdiler. Dudeak büktüm: “— Siz benim gibi memur bu- lun da, öpüp başımıza koyun!,, dedim. defterina yazıyordum; Uzun zaman bekledim; sanki kapıma gelip de beni çağıracak- lar: “— Aman, şu işi yapacık bir a- dam bulamadık. Ocağına düştük, | gel, bizi kurtar!,, diyecekler sa» nıyordum. Yatı mekteplerinde, bir papas gibi yaşamanım, hele bir köylü ço- culu olmanın sonu elbet budur. "anıdıkları raslayınca boşta ol- dudumu söylemek de — gururuma dokunuyor: “— Haber gazetesine mu - | harrir olacağım.. Bugün yarın işe “Obaşlarım!,, Yahut: “— İş bankasma gireceğim. Mu hasip olsrak.. İmtihan oldum. Nerdeyse emrim gelir!,, Diyor, onları inandırıyordum, En'sonra gazeteye muharrir o- lanzadan amaa birkaç imtihandan sonra Ziraat bankasımna muhasip olarak girdim. Muhasip dedimse böyle bir şeyden anladığımı sanmayınız! Hesabın zimmetini matlubuna, matlubunu izmmetine — yazmak korkusuyla eriyip gittim ve birçok yanlışlar yaptım. Masadan masa - | a dolaştım. Kimse bana bir şey öğretmiyordu. Zira ben, hiç kim - seye, hiçbir şey sormuyordum. Geze geze nihayet dosya me- tmurluğunda karar kıldım: “— Beni anlıyamıyorlar. Beni anlıyamıyorlar!,, diyor, sağa sola olur olmaz sebeplerle çatıyordum. Kendi beceriksizliğimi, toyluğu - mu aklıma getirmiyor hep başka- larını kabahatli buluyordum. Seneler hep böyle geçti. Her çin soluk soluğa bankaya koşuyor, öğleye kadar ayak üstünde, mek- tupları tasnif ediyor, dosyalara ko | eskisi gibi ellerim işliyor, fakat birin2 karışıyor, iş dosyacılıktan | <a kıyamst koptu. Bir haftalık | /—maaşım kesildi ve bir daha mek- Bir gün İstanbuldan gelen mühim -Hayat hep böyle tatsız geçiyor- du. Hele bekârlık canıma tak de- mişti. Güel gazinoların, barlarm, İ maların önünden geçerken i- ilere imrenerek bakar: "Lbİşte yaşamak!,, derdim. — Sonra ilâve ederdim: *“— Biz.. Biz sürünüyoruz.. Ya- | yışlı değildim. | emelimden bzhsetmedim. Hindis- | gölge arıyoruz. Her saniye gizli | işık yok ve ayaklarımız - şişmiş!... şamıyoruz ki biz!..,, Düşündüm: Dünyada bir asır böyle sürün- mektense bir gün yaşamak daha evlâdır. Madem ki bu böyledir ben de hiç olmazsa bir gün yaşamalıyım ve sonra ölüp gitmeliyim. | “Billâh yaşamak yerde sürüklen - meye değmez!., Kerdimce hes-pladım. İnsanın bir gün insan gibi yaşıyabilmek için en aşağı yirmi beş lira parası olmalı, Dört beş gün yaşamak için de yüz yirmi beş lira kadar lâ- zımdı. | Karar verdim: Her türlü ihtiyaç larımı mümkün olduğu kadar kr sacağım ve hiç olmazsa on gün | yaşamıya çalışacağım. Banka memuruyıım diye çok para aldığım sanı'masım.. Elime geçen parı kırk iki lira kadar tw tuyordu. Çeşit çeşit tevkifattan sonra elimize bu kadar geçtiğine de şükretmek lâzımdı ya. O za- | man bu derece anlayışlı ve kavra- Bu kararı verdiğim zaman son- bahardı. Yaza kadar aşağı yuka- rı on ay vardı. Bu zaman içinde hiç bir şikâyette bulunmadım. Hiç durmadan çok güzel ve çok iyi çalıştım. Amirlerim bile bana şaş- mıya başladılar. Onlara büyük tanı fethe çıkan hükümdar kadar sırlı ve mağrurdum. Dört gözle beklediğim Temimuz | ayrı geldi. Senelik izinimi aldım. ' İlk vapurla İstanbula doğru yola çıklım. Felsefe ehramımı çoktan - kur- Müuştum: “— Hayat, acı çekmektir. Acı duymamak için nasıl morfin yapı- yorlarsa yaşıyabilmek için de ken- dimizi ümitlendiriyoruz. Dalgalı bir çölde koşuyoruz. Kaynak ve bir ses bize: “— Yürü!.. Az kaldı. İşte şu tes penin ardında!,, diyor. Yürüyo- ruz, Dudaklarımız yarılmış, ağız- larımız köpürmüş, — gözlerimizde Neredeyse kumlar bizi çiğniye - cek. Fakat o gizli ses kesilmiyor. Hep ayni sözleri söylüyor. Sesin- de öyle derin bir sihir var — ki... Dinliyoruz ve dinledikçe işte böy« le sürünüyoruz. | Ümit, Romanın kanlı imparato- | ru gibidir: Bizi tabiatla boğaz bo- | ğaza uğraştırır, kızıştırır fakat so- nunda yekdiğerimizi görmekten ( duyduğu zevk pek büyüktür. Ben gl>dyatör olmıyacağım. Ümidin tahtını başma geçir- |£ dim ve zafere gidiyorum işte!.. İstiklâl caddesinden ağır ağır 2 Nisan 1.84 Fıkra müsabakası Tarihin kanlı safhaların yaşamış olan teşekkül Staviskinin esrarının şimdiye kadar meydana çıkmaması kendisinin Fran mason olduğundanmış En iyi, en güzel fıkraları bize gön- dereceklerin yazıları; burada nqndı- lecektir. Yalnız bu fıkraların uzun ol- maması, seçme olması ve okunaklı yazılması lâzımdır. 193 — Pantalon tamiri Arnavudun biri bir arife günü çocuklarmnın, büyük kızınım, karısı nın ve gelininin siparişlerini alır... Kendisine de bir pantalon almış. Yalnız pantalonun paçası biraz u- zun olduğu için kısaltılmasını ka - rısından rica eder, karısı aldırmaz. Kızına söyler, aldırmaz. Gelinine söyler aldırmaz, hepsi odalarına gidince zavallı Arnavut naçar ken- disi pantalonunun paçasını mikta- rı kâfi düzeltir. Ve o da odasına gider, yatar... Bir müddet sonra karısı kendine: Zavalı adamcağızın bunca — se- nedir ekmeğini yedim. Bari şu | pantalonunu kısaltayım...,, — diye- rek o da pantalondan biraz keser, tekrar yatağına gider... Bu sefer kızı babacığımım hatı- rını kiırmıyayım, diye o da panta- londan bir az keser, yatar... En nihayet gelini de bu adam- cağız benim istediğimii aldı haber- sizce şunun pantalonunu düzelte- yim de yarın sevinerek giysin, der ve o da pantalondan keserek oda- sma gider,« Zavallı arnavut, sabahleyin bay- ram namazına gidecekmiş panta- lonu giyer, bir de ne görsün, pan- talon, diz kapaklarında! Cibali Fabrikası: Hurçıt Yunus ai kendi — Balkan paktı Ankara, 1 (A.A.) — B.M.M. yarınki ruznamesinde — aşağıdaki kanun lâyihaları da bulunmakta-| dır: Türkiye cümhuriyet ile Fransa hükümeti arasında Türkiye — Su- riye hududu üzerindeki demiryol- ların işletilmesi tarzına dair akte- dilen mukavelenin — tasdikine ve Suriyede Türklere ve Türkiyede Suriyelilere ait emlâk — hakkında Fransa ile münakit itilâfnzme ile Türkiye cümhuriyeti ile Sosyalist Sövyet cümhuriyetleri ittihadı ara- sında hududda ihtilâfların tetkik- ve halli usulüne ait muakvelename müddetlerinin uzatılmasına ait ka- nun lâyihaları bulunmaktadır. Bundan — maada, ruznamede Türkiye — Amerika birleşik dev- letleri arasında imza edilen iadei mücrimin muaredenamesinin tas- dikma ait kanun da vardır. SZTEEDETMNNİNTETDDDIDEMEDSESDARSTİDERDDN 7 Gidilebilecek ! eğlence yerleri B SİNEMALAR : HiPEK: Sarışın kukla. z SARAY: Sefiller son kısım. ;ı MELEK: Macar Marşı. HELHAMRA: Leblebici Horhor ağa B TURK: Mumyalar müzesi gidiyordum. Etrafımda ne canlı ve ne kadar çekici bir hayat vardı. Şık adamlar, şen delikanlılar, çe- | şit çeşit ve hepsi biribirinden gü - zel nefis kadınlar.. Olgun kalçalar rın, kıvrılan bellerin, köpürmüş | gibi fırlıyan göğüslerin ve kıpkır- mızı dudaklarla iri siyah kirpiklı | derin gözlerin sar'ası beni tut- muştu. Günlerce aç kalmış bir ada mın, fırında kızarmış bir. tavuk karşısındaki haline benzemiştim. Hepsi bana sürtünerek geçiyorlar fakat bakmıyorlardı bile.. Yazan: Kadir Can (Arkası var) —..:r::::mıı:::x :ı::':.::::' Ökonmimumerumunaccnnnunnndi ASRI: Beş kocalr kadın SUMER: Evlendirmeli mi?, ŞARK: Çırıl çıplak. ALKAZAR; Kırık kanatlar. ALEMDAR: ken, Bir saatlik milyoner. $ YILDIZ: Adalar çiçeği ŞMİLLI: Gülen Paris, Vatandaş silâh| başını Istanbuldan geçer - İ HILAL: — Deniz altında 1' KEMAL BEY: 77 mumaralı ev ';ıw.ı:— (Üsküdar) King kong. İİFERAH: - Şehir ışıkları ğnm (Şişlide) Beyaz rahibe mmmwm:ınnmımuq u Şüphe yok ki dünyade mevcut Fran- masonluk namındaki bir — teşekkülün mevycut — olduğunu işitmişsinizdir... Ayni zamanda bu teşekkülün — fevi de vasi olup bir takım kısımlardan te. | rekküp ettiğini ve bir çok meşhur ze- vatın bu teşekküle dahil — olduklarını elbette ki duymuşsunuzdur. Acaba bu teşekkülün mahiyeli nedir? Ne yap- mak istiyor? Bu heyete kimler dahil- dir? Ne maksatla çalışıyor? Mason- ların eserleri olan meşhur — hâdiseler nelerdir? İşte son zamanların; bir muharrir franmasonluğun en fazla ve en kuvvet- Ki olarak yerleştiği Fransada bu — gi: cemiyetin en salâhiyettar adamlariyle konuşarak efkârı umumiyece bir sır o- lan bu noktalara cevap vermiye çalış- mışlır. Muharrir diyor ki: “Franmasonluk tarihin kanlı safha- Tarımı yaşamış bir teşekküldür. O, yaşı- yabilmek için bir çok düşmanlarla çar- pışimak mecburiyetinde kalmış ve bu uğurda bir çok kan dökmüştür. İşte bugüne kadar duyulmamış ve | hiç bir gazetede aokurnmamış büyük bir sır, Staviski rezaleti bir franmasonluk | | meselesinden başka bir yey değildir. Staviskinin yaptığı harukulâde sahte- kârlıklarını ve cürümlerini — saklamak istiyen Bayon belediye reisi, caki baş- vekil M. Camille Chaotemps Franma- sondur. Bu itibarla Stavişkini: lardan olması ve esrarının bugüne ka- dar çözülmemesine bais olmuştur. Gerek Staviski meseleşinin ve ge- rek Prince meselesinin iç yüzünü fran- maşon emniyeti umumiye dairesinden başka kimse bilemez .. Bu meseleyi tahkik etmek — üzere Fransa franmason teşekkül reisi olan sabik meclis reis vekili — mebuslardan M. Arthur Groussier ile görüştüm. Ba- na dedi ki: — Evet, evet.. Bizim teşkilâtımız eski Romadaki hırıstiyanların teşkilâtı kadar gizli görülür. Haddizatında pek çok şubelerimiz ilmi ve felsefi bir çok mahfellerimiz vardır. Her hangi bir tehlike — karsısında yekvücut olunur. En büyük kuvveti- miz budur. — Franmasonluğa kaydolunanların yazılı oldukları listeler var mıdır? — Vardır .. — Bazı isimler sorabilir miyim. — Bu çok güç, diye M. Grossier mı- rıldandı: — Maamafih söyliyeyim. Staviski, büyük hilekâr bizden değildi. — Fakat olacaktı. Sonra Stavistkinin bütün ce- | zaletlerini idare eden'Dubarry de ma- | alâkamız yoktur. son değildi, fakat o da olacaktı. Harp- tenberi kaç hükümet adamımın mason olduğunu biliyor musunuz? Ben size söylüiyeyim, Bir Heriot, bir Caillaux ve bir de Francois'den maadası hep masondur. — Suikasta uğrıyan Dumerg?. — Onun da mason olduğu söyleni- yordu. Yalnız ben taydini” piRrmmellariş. — M. Camille Chautemps? M. Grossier cevap vermedi. Fakat yanında bulunan kâtibi umumisi başı- n tasdik makamında salladı. M. Grossier devam etti: — Bizi, Staviski meselesini örtbas etmiye çalışmak cürmile itham ediyor- lar. Halbuki bu itham doğru değildir. Biz bilâkis bu mesele hakkında — her hangi bir bilgisi olanın zabıtaya haber vermesini ilân ettik. Bir hakikatin te- zahürü masonluk için de ideal bir şey- dir . — Peki, Hâkim Prince —mese- lesi ve cesedinin yanında bulunan işa- retli bıçak? — Bizim Prince meselesiyle hiç bir Onu tanımıyoruz. Umumi kâtip M. Terröde gene söze karıştı: — Ah, eğer şu Prince cinayeti halle- dilseydi ne kadar iyi — olacaktı. Uze- Rebsitambur | rimizden bütün şüpheler kalkacaktı? — Prince cinayeti üzerine, ertesi gün bir çok franmasonların istifa et. tikleri doğru mudur? — Yalan, katiyen yalst .. — Bütün bu dolaplar içimize maalesef karışmış olan rakip teşekküllerin — casuslarının işidir. Ve bunu herkes bilir. — Ya, demek aranızda hainler de var? — Maalesef evet . Ve bunların mev- cudiyeti son zamanlarda çoğalmıştır, fakat onlara karşı koyacağız. — Peki, madem ki gayeniz ve yolu- nuz gayet açıktır. Neden açıkça çalış- miyorsunuz da bir takım gizli yolları tercih ediyorsunuz? Bu sualime M. Groussier çok he yecanlı olarak şu cevabı verdi: — Biz gizli bir cemiyet değiliz. Yal- nız geveze olmiyan, sir saklıyan ve ke- tüm bir cemiyetiz. Yalnız muayyen bir prensipimiz vardır: Aramıza biz- | den ayrılabilecek ve çıkabilecekleri ale mamak . . M. Groussier sözlerine şöyle nihar yet verdi. — Bununla beraber franmasonluk prensip ve gayelerine sadık, ahlaki ve içtimai amdelerinden şaşmıyan bir teşokküldür. — Vatan muhabbeti ve cumhuriyetin müdafaası da en ıııl prensiplerindendir,