IC Eylul 1939 Lucie Paul Marguerite'den Geıc süvari yüzbaşısı Edmon Reyyi, [nefenin hazırladığı bir kotletle bir bardak aydan ibaret öğle yemeğini yedikten snra, mihanikî bir hareketle sigarasını srıyordu. Yalnızlık aşkı kadar bütçesini darlığı da ona yalnız akşam yemekleni zabitan lokantasında yemek imkânını veriyordu; zira, zengin zabitler arasıncı fakir fakat şerefile mütenasib yaşamsı lâzımdı. Bu mütevazı çalışma odasını sessizliğinden hoşlamyor, ve etrafındai eşyanın aşinalığı, geçmişteki güzel iinleri hatırlatması ona yalnızlığırıı his'ttirmiyordu. Sigarsmı yaktıktan sonra pencereyi açtı, bakona yaslandı. Caddenin gürültülü manarası sayesinde, günlerdir kafasını kurdıyan düşünceyi koğmak isteği, alnmda bliren kırışıktan belliydi. Birkaç dakikadaneri yağjnur durmuştu, beyaz yumaklaril damları sıyıran bulutları rüzgâr süpüryor, semanm masmaviliğini meydana çcarıyordu. Gözleri, pencerenin yanında asılı duran küçük akvime kaydı. Paskalya ve c onunla bera>er tatil günleri yaklaşıyordu. 4 nisan tarii mavi kalemle çizilmişti: O gün kızları ;elecekti. Bu onun için mühim bir günlü, zira onlan pek az görüyordu. Anneleriniı ölümünde kızlarmdan ayrılmağa mecbır olan Reyyi (üç senedenberi duldu) azifesindeki fazla meşguliyeti yüzünder onlan pansiyona koymuştu, fakat gecderi pek uzun buluyordu. Kendi kencine: «Birşey değil, on gün kaldı» diye fekrarladı, sanki bu ümid bir endişeyi tertaraf ediyordu. İtidalle düşündü. Mennuniyetsizliği nereden geliyordu? Esefettiği birşey yoktu, şeflerinin teveccühüıü kazanacak kadar kusursuzdu, arkadşlarımn takdirine mazhardı. Acaba? Şüpıesiz! Hepsinin kendisine karşı sempatis olmasaydı bile, gene kendisini saymıytrlar mıydı? Vicdanına, vazifenin kendnce manasına göre hareket etmek ve başkalarının ne düşündüğüne ehemmiyet vermemek! Bütün mesele burada. Küçük mülâzim Gerlon, aralannda geçen br münakaşadan sonra düello teklifinde tulunmuş idise ve Reyyi bunu reddetmış idise, henüz kanı kaynıyan bu tecrübesiz mülâzim şimdi onunla karşılaşmaktan kaçıyor ve mecbur olmadıkça selâm vermiyor idise, bu, üzülecek birşey miydi? Her halde bu kadar ehemmiyetsiz bir şeye üzülmeğe değmezdi. Düelloyu reddetmesinde korkaklığın dahli yoktu, Gerlon'un mahir bir escrimci olduğunu bildiği halde, düelloyu reddetmesi ehemmiyetsiz bir münakaşayı bu şekilde bitirmeyi lüzumsuz addetmesindendi. Haysiyet ve şeref mevzuubahs olduğu zaman şüphesiz reddetmezdi. Fakat gülünc bir münakaşa ve asabiyet saikasile sarfedilmiş birkaç ağır söz için düello etmek saçma idi. Reyyi düelloyu, Kiç birşey ispat etmiyen, hiç birşeye son vermiyen, yaralanmadığınız takdirde gülünc, kan akıttığmız takdirde iğrenc, vahşet devirlerinden kalma bir âdet telâkki ederdi. Zabitler arasında düelloyu bu gözle görenler az olduğu için, ekserisinin ona hmcı vardı. Birkaç kişi Reyyi'yi tasdika cesaret etmiş, büyük bir kısmı Gerlon tarafını tutmuş, geriye kalanı da hiçbır tarafı iltizam etmemişti. Fakat Reyyi, hepsinde kendisine karşı bir uzaklık, bir soğukluk hissediyordu. Onu aralanna almaktan çekiniyormuş gibi bir halleri vardı. Bu, Reyyi'yi üzüyordu. Kendi kendine: «Ne aptalca bir izzeti nefis! dedi. Bütün fiillerimizi başkalarının da beğenmesini istemek neye? Fiillerimizin bizi memnun ve müsterih etmesi kâfi değil mi?». Bakısı, kızlarının şömine üzerindeki fotografmı aradı: Kızları, omuz omza vermiş, kendisine gülümsüyorlardl. Gene düşündü: «Bu düelloya girmediğime iyi etmişim! Bana aid olmıyan bir hayatı tehlikeye koymak doğru olmazdı; vatandaş ve asker vazifemi ifa için hayatımı feda etmek lâzım gelirse bir gün, o zaman hayatımı seve seve veririm, zira fedakârlık yerinde yapılmış olur.» Bu düşüncelerle sükunet bulan Reyyi, karargâha gitmek için çıktı. Caddede hafiflediğini duydu, hava güzeldi, ağacların küçülmüş yapraklan ıslak ışıltılarla sallanıyordu. Bir sene evvel, Sen Klu ormanında kızlarile yaptığı bir gezintiyi hatırladı. İkisi de ayni boyda idi ve her biri bir tarafında yürüyordu. Reyyi kendi kendine: «Yakında yetişmiş kızlar olacaklar! dedi. Asıl o zaman bana ihtiyadarı olacak, onlan gezdirmek, sosyete âlemlerine götürmek bana düşecek! Talibleri çıkıp da...» Karşıdan gelen bir zabit acele bir selâm verip yoluna devam etti. Reyyi, içi burkularak: «Bu da Gerlon partisinden!» dedi. Birdenbire bir is kokusu genzînî istilâ etti; civarda bir yangın mi vardı acaba? Adamların koşuştuğunu gördü. Bisikletle geçen biri: «Süvari karargâhında yangm var!» dedi. Reyyi adımlannı hızlandırdı, demir parmaklıklı büyük kapıyı geçti ve semaya yükselen bir duman yığınile karşılaştı. Bir mülâzimden öğrendi: «Yangın ikinci bölüğün ahırlanndan çıktı. Ilkin farkına varılmadı, fakat samanlığı sarınca!» İkinci bölük kendi bölüğü idi. 1leri atıldı. Her taraftan koşuşanlar vardı, birbirini nakzeden emirler çarpışıyordu. Ateş ambardan çıkmış, rüzgârla körüklenerek sür'atle yayılıyordu: Alevler damdan atlıyarak kızıl dillerile duvarlan yalıyorlardı. Neferlerin tuttuğu atlar kişniyor, birkaçı da ahırdan çıkmış kaçıyorlardı. Diğer askerler büyük kol hareketlerile birbirlerine birşeyler anlatıyor, kazayı herbiri kendine göre naklediyordu. Telefonla çağırılmış itfaiye sayesinde söndürme teşebbüslerine başlanıyordu. Reyyi, sabırsızlığından tepiniyordu; aczi onu sinirlendiriyordu; kımıldamak, hareket etmek ihtiyacını hissediyordu". O sırada, alevlerin istilâsına henüz ugramamış bir pencerede, imdad jestleri yapan biri göründü. Bu, bir neferdi, ümidsiz hareketler yapıyor, odada mahsur kaldığını, rüzgârın kapıyı şiddetle kapadığını ve anahtan aşağı düşürdüğünü anlatmağa çalışıyordu. Kaçmak mümkün değildi. Pencereden atlamağa hazırlandı, fakat epey yüksekti; kaburga kemiklerini kırabilirdi. Zabitler, kararsız bir vaziyette, birbirlerine bakıyorlardı. Yanlarına gelmiş olan Gerlon, bir merdiven, bir döşek teklif ediyordu; bunlar muvafık bir hal sureti görünmüyordu. Bir tek hal sureti vaıdı, fakat tehlikeliydi; bunu da Reyyi düsündü. Penceredeki adama seslendi: «Kımıldama! Geliyorum!» Hızla ahıra daldı, alevlerin kızgm akislerile önünü görmıyerekten merdivenleri dörder dörder çıktı. Koridorun ucunda, nefesi yarı tıkılmış halde, yere düşen anahtan el yordamüe ınyordu. Nihayet anahtan buldu, deliğe sokmağa muvaffak oldu ve kapıyı açtı. Nefer, son bir gayretten sonra, kapının jnünde yere serilmişti. Reyyi, onu tutup kaldırdı, nefes alması için pencereye kadar götürdü. Ve vakit kaybetmeksizin, zavallı neferi, geldiği yoldan aşağı indirdi. Tam vaktinde inmişlerdi. Ateş almış Cesaret Liman işçilerinin hallolunamayan derdi Şimdi de dağılmış olan işçiler toplanamıyor Liman işçilerinin bir türlü hallolunamıyan vergi işlerinden dolayı limanda kömür tahmil ve tahliyesi ve ihrakiye işi kısmen akamete uğramıştır. Liman kömür işçilerinin yevmiyeîeri 120 kuruş üzerinden hesab edilir ve 20 kuruş vergi olarak tevkif olunurdu. Fakat sonradan İstanbul Defterdarlığının vergi cibayet şeklini değiştirmesi neticesi olarak işçilerin eline 80 kuruş geçmeğe başlamıstır. Birçok işçiler esasen çok ağır bir iş olan kömür isçiliğinde 80 kuruşa çalışmıyarak aynlmışlardır. Limanımızda 900 kömür işçisi vardır. Bunun 600 ü vapurla mavnalarda, 300 ü ise mavnalardan karaya tahlıye işinde çalışmaktadırlar. Çekilen amele bu ikinci sınıftan olduğundan ve adedleri 130 a kadar indiğinden kömür tahmîl ve tahliye işi esaslı şekilde aksamıstır. Bunun üzerine Uman idaresi bu işçilere evvelki akşam gene 100 kuruş tam ücret verileceğini bildirmiş, fakat dağılmış olan işçileri dün toplamak kabi] olamamıştır. RADVO Pariste gösterilen yeni filimlerden aksamki program^ Türklye Radyodlıüzyon Postalan DALGA UZUNLUGTJ 1639 m. 183 Kcs. 120 Kw. T. A. Q. 19.74 m. 15195 Kcs. 20 Kw. T. A. P. 31.70 m. 9465 Kcs 20 Kw. 12,30 proğram 12,35 Türk müziği (fasıl heyeti) 13,00 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri 13,15 müzik (küçuk orkestra şef: Necib Aşkın) 14,15 14,30 müzik (dans müziği Pl.) 18,30 program 18,35 müzik 'pazar çayı Pl.) 19,05 çocuk saati 19.35 Türk müziği (fasıl heyeti) 20.10 müzik (dans müziği Pl) 20.30 memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri 20,45 Türk müziki Çalanlar: Refik Fersan, Fahire Fersan, Resad Erer. Okuyan: Mefharet Sağnak. 1 Şevkefza peşrevi. 2 Nikogos Şevkefza sarkı (Greçip de karşıma gözlerin süzme), 3 Reşad Erer Acem aşiran şarkı (Ey benim güzel kuşum). 4 Udî Ahmed Acem Kürdî şarkı (Edeli atfı nazar haltme çeşmin dilber). 5 Bedri Hoşgör Uşak şarkı (Gel âşık gücenme). II Okuyan Necmi Rıza Ahıskan: 1 Mahmud Celâleddin Paşa Bayatî şarkı (Nan firkat şublepaş oldukça). 2 Suphi Ziya Hüseynî şarkı (Feryad ediyor bil gül için bülbülü şey da). 3 Enderunî Yusuf Hüseynî şarkı (Saçm bukumltjrij. 4 Fahire Fersan Kemençe taksimi 5 Şevki Bey Hüseynî şarkı (Hicran oku). 6 Dede Gülizar şarkı (Nazlı nazn sekip gider). 21,30 müzik (Riyaseticumhur bandosu Şef: İhsan Künçer). 22.20 müzik (cazband Pl # ). 22,45 23,00 son ajans haberleri ve yarınkl program. « Felâket yolu » Doktor Freud'un psychanalyse esaslarma dayanılarak vücude getirilmiş olan bu eseri artistler çok iyi temsil etmişlerdir Paristen yazılıyor : Sinemacıhkta doktor Freud'un Psy chanalyse esaslanndan pek nadir istifade edilir. İşte «Felâket yolu» filmi de bu müstesnalardan biridir. Eserde rüya ve izahı gayrikabil bir çok hâdiseler en mühim amiller olarak kullanılmıştır. Bir kail hapisaneden kaçıyor ve kendini uzak bir memlekete götürecek olan vapuru beklemek üzere boş zannettiği bir eve giriyor. Halbuki villâ boş değildir. Sahibi bir psychanalyse profesörüdür. Akşam üzebir kaç ahpabile birlikte pazar tatilini geçirmek üzere oraya geliyor. Misafirler, katili görünce korkuyorlar, fakat profesör onları bırakıp bu bedbaht deli canlı ile meşgul olmayı tercih ediyor. Saaha kadar karşı karşıya oturup konu >uyorlar. Filmin en güzel sahneleri buraandır. Eser, ancak onlann sayesinde aelâde bir filim olmaktan çıkmış ve müsemmellik sınıfına dahil olmuştur. Katil, avaş yavaş ve arada anî sükutlarla pro'esöre bütün hayatını anlatıyor. Çocuk uğundanberi her gece muntazam kâbusarla uykusundan uyandığını söylüyor, bütün bu fena hatıralan zihninden defetmek istediği halde tahteşşuurunda yerleip kaldığını ilâve ediyor. Fakat profesöün telkinleri sayesinde bütün o fena hiserin aksülâmelinden kurtuluyor. Artık umseyi öldürmesine imkân yoktur. Ka tilliğe olan istidadını da kaybetmiştir. Ruhuna bu temayülün yerleştiği ertesi sabah cereyan eden vukuatla pek güzel sabit oluyor. Katilin orada olduğunu haber alan zabıta memurları köşkü sanyorlar. Katil, silâhı elinde kaçmak istiyor. Heyhat, kendisini göğüsliyen polise rö ,'olverini tevcih etmiş olduğu halde tetiği bir türlü çekemiyor. Halbuki zabıta memuru tabancasını çekiyor, ve onu öldürüor. Amerikanîn en yakışıklı jönprömîyelerinden biri olan Ralph Bellamy katil rolünü fevkalâde temsil ediyor. Chester Vlorris de profesörü mükemmelen yaşatıor. Bir âlime yakışan sakin, sabırlı ve mütevekkil bir tip olarak seyircileri teshir ediyor. Güzel Ann Dvorak da katilin Izmitte bir hırsızlık îzmit (Hususî) Başiskele mevkiinde fınncı Mehmet Aydın isimli bir zat ceketini bir ağaca asmış, bunu gören Osman oğlu Muharrem admdaki sabıkalı da ceketi aldığı gibi Adapazanna kaçmıştır. Ceketin içindeki cüzdanda iki bin lira olduğu için hemen tahkikata başlanarak hırsız Muharrem Adapazarmda yakalanmıştır. îki bin liradan yalnız iki yüz lira kadar bir para yenmiştir. Geri kalan meblâğ sahibine iade edilmiştir. «Felâket yolu» nun baş mümessili Ralph Bellamy kansı rolünü partönerlerine lâyık bir tarzda oynuyor. Bir Ikl satırla L A LE Daima çıldırtıcı filimler yaratan Bugün Mülga meclisi maliya azasmdan merhum Bay Muhtar oğlu askerî mütekaıdlerinden ve Liman idaresi memurbnndan Japon lisanı muallimi ve mütercimi Bay Ali Okan pek kısa bir müddet rahatıszlığı mütekıb vefat etmiştir. Cenazesi evvelki gün Kurtuluştaki hanesinden kaldırılarak cenaze namazı badeleda Feriköy kabristanına defnedilmiştir. Kendisine rahmetler dileriz. Ailesi samanlar korkunc alevler halinde peşlerine düşmüştü. Kapıdan çıkmışlardı ki tavanın bir kısmı çöküyordu. Kaşlan ve saçlannın bir kısmı yanmış larak yerden kaldınldığı zaman Reyyi, kendini sağ salim buldu, endişeli yüzlerin, üzerine iğildiğini gördü. Hiçbiri onun yukandaki neferi kurtarmağa gitmesine mâni olmamıştı, fakat gaybubeti pek uzun sürmüştü ve onu tekrar aralannda gördüklerine hepsi samimî bir sevinc duyuyor, cesur yüzbaşıyı hararetle tebrik ediyorlardı. Gerlon, şaşkın ve mahçub, geride duruyordu. Gene mülâzimin ruhunda hayranlık kinin yerini almıştı: Demek Reyyi cesur ve erkekti, hem de onu takibe cesaret edemiyen kendisinden daha fedakâr. Ehemmiyetsiz bir münakaşa yüzünden çıkan o düello hâdisesine esef etti. Bir düello mu? Reyyi, kendisini, düello etmeksizin, yenmiş değil miydi? Ve fedakâr yüzbaşıya yaklaşarak: «Hakikî haysiyet ve şerefin ne demek olduğunu imdi sizden öğrendim. Hakikî vazifeyi iz bana öğrettiniz. Beni affetmenizi ve dostluğumu kabul etmenizi rica ederim» dedi. Reyyi, Gerlon'un uzattığı eli heyecan ve memnuniyetle sıktı, dünkü rakibinin sıkışında kendini affettirmek arzusunun samimiyetini ve sıcaklığını duyuyordu. Çeviren: c ÖLÜM jç Fransızların en mühim vilâyetlerinden biri olan «Alsace» da ilk defa olarak sesli bir filim vücude getirilmiştir. Adı «Belediye Reisi» dir. Bu, kırk senedenberi orada muvaffakiyetle oynanmakta olan bir piyesten iktibas edilmiştir. Baş rolleri hep «Alsace» lı artistler oynamış ve haricî sahneleri de hep o vilâyette alınmıştır. •jf Pierre Renoir, Jules Berry ve Vaentine Tessier'nin baş rollerini oynamakta olduklan «Tuzak» filmine aid faaliyetler son devresine gelmiştir. Eser yakında tamam olacaktır. •Jf Fransanm resmî gazetesi ecnebi filimlerinin bundan böyle Fransaya ithali serbest olduğunu ve kontenjanlmana tâbi olmadığını ilân etmiştir. Bu haber Fransız filim âmillerini hayli telâşa düşünnüşse de harbin çıkması ve Amerika Avrupa münakalâtımn inkıtaa uğraması üzerine verilen serbestinin yerli filimlerle rekabet edecek derecede ithalât yapılamıyacağı şüphesizdir. Sinemasında 1 V1VIANE ROMANCE Her zaman kudretini gosteren PİERRE FRESNAY ARKA SOKAK l Ayrıca : 1 Metro Jurnal 2 Renkli Mickey yarattıkları büyük Fransız filmi Bugün saat 11 ve 1 de halk matineleri TARZAN ADASI Pek yakında : 9 3» 94O Mevsiminin ilk büyük filmi Yeni R. C. A. " ULTRA VIOLETS „ Makinesinin ses tekemmülü ve ALKAZAR Sinemasında MIREILLE BALIN JEAN MURAT CASUS AVCISI S A R A Y sinemasının Bu ilk açılış programı, seyirciler için bediî bir gÖz ve Kulak ziyafeti teşkil etmektedir. Bugün saat 11 ve 1 de Halk matineleri . h K tarafından fevkalâde bir tarzda yaratbkları TİYATROSU Bu gece Tepebaşmda GAİB ARANIYOR Vodvil 4 perde RAŞİD RIZA E. SADİ TEK Fllminln heyecan ve helecanı ... Derln teessürll ... Usküdar HÂLE Sineması LOREL HARDİ PERİLER DİYARINDA ve ÎSTANBUL SENFONİSİ Türkçe sözlü LOREL HARDİ KODESTE TÜRKÇE hayret ediyorum. Her gün ölüp diriliyorum. Hem onu o kadar şiddetle seviyordum ki... Arkasından yaşamamalı, ölmeliydim. Fakat ben, korkağm. alçağın birıyim. Buna cesaretim yok. Hem kendim azab içinde yaşıyorum; hem de başkalarını arkamdan sürüklüyorum. Hakikati öğrendiniz. Doğru söyleyin, ben, nefret edilecek bir mahluk değil miyim? Teselliye, tedaviye lâyık mıyım ben? Gene adam, düşünceli ve dalgm: Bana, vak'ayı, cereyan ettiği gibi anlatımz, dedi. Ay, bulutlann arasında kaybolmuştu. Karanlık içinde kalmışlardı. Birbirlerinin yüzünü pek iyi göremiyorlardı. Kız ce\ab vermedi. Galib: Sizi dinliyorum... Diye tekrar etti. Nur, ağır bir sesle: Çok azab çekiyorum, dedi, hatırlamak bile beni mahvediyor. Anlatırsam belki fena olacağım. Korkunc, çok korkunc birşey bu... Galib: Anlatımz, dedi, belki ferahladığınızı göreceksiniz. Hem de kısa anlatımz. Yalnız o geceyi anlatsanız kâfi... Benden çekinmeyiniz ve herşeye rağmen sizi mazur görebilecek bir dostla derdleştiğinizi de unutmayınız. Ben teselliye lâyık Dayanılmaz derecede gülünc ve eğlence " büyUk IİIm CEVAD SAD1K İlâveten : Şanlı Ordumuzun T R A K Y A Manevralan Hakikî sesli Türkçe sözlü 1000 metre m^^^^^mm^m Bugiin saat 11 ve 1 de Halk matineleri ^^a^m^m^m^m^ nır ve benden daha çok nefret edersiniz. İsmi: Mehmed Münifti. İstanbulun en beğenilen, en güzel genclermden bin... Ah zavallı sevgilim, zavallı sevgilim... Galibin gözlerinde garib bir ışık yanıp sönmüştü. Dudaklarından, tebessüme benzer bir titreme gelip geçti. Oturduğu yere yerleşti. Bacaklarını oynattı ve sJtkin gözlerle kıza bakarak: Herhalde bu işi yapmanızda bir sebeb vardı... dedi. değilim, diyorsunuz; yanlış. Istırab çeken insanlar daima teselli ve şefkate hem lâyık, hem de muhtacdırlar. Nur, derin derin içini çekti: Anlatacağım, dedi, hepsini anlatacağım. Ah yarabbim! Durdu. Başını semaya doğru kaldırdı. Dudaklarım kısmıştı. Gözlerini, ağlamamak için sık sık kırpıyordu. Bir an hareketsiz kaldı. Sonra başını önüne iğdi, ellerini dizlerinin üzerinde kavuşturdu ve sık sık duraklıyarak, konuşmaya başladı: Onu çılgın gibi seviyordum. Onun da beni sevdiğine emindim. Çok güzel bir adamdı. Etrafında birçok kadınlar vardı. Ve o, herkese beni tercih etmişti. Bu bana gurur da veriyordu. Terbiyeli, nazik bir insandı. Bilmediği şey yoktu. Bir kadına nasıl muamele edilir, biliyordu. Bir gene kız bütün aradıklarmı orıda bulabilirdi. İlk zamanlar, gizli gizli gö~ rüştük. Sonra evden duymuşlar, menettiler. Herkes onu kıskanıyordu. Bu yüzden birçok iftiralara uğramıştı: Guya butün halleri yapmacıkmış, kalbsizin biriymiş, kâğıd oyunlarına fazla düşkünmüş, ve daha birtakım şeyler... İArkası varl Edebî roman : 16 Bazan söylenmiyecek, insanm kendisine bıle sık sık itiraftan çekindigi şeyler vardır. Galib, onun sesinin titrediğini farketti. Omuzlarını silkti: İnsan karşısmdakine itimad ettikten sonra mesele kalmaz. Kız, iyıce yüzünü ona çevirdi. Gözleri parlıyor, dudakları titriyordu. Ben... Ben... Diye mırıldandı, durdu. Sıkmtıh bir nefes aldı. Galib, onun devam etmesine yardım etmek için derhal atıldı: Siz de sevdiniz değil mi? Denıin söylüyordunuz. Çok mu sevdiniz? Kim bılır bu yüzden nekadar ıstırab çektiniz. Ah, ben bılirım, derdinızi şımdı öyle iyi anlıyorum ki... Kız tekrar başını önüne iğdi. Fısıltı gibi bir sesle: Neticenin böyle olabileceğini hi<; düşünmemiştim, dedi. İlk zamanlar c'' mes'uddum. Seviyor ve seviliyordum. Yazan : Peride Celâl Sustu. Galib: «İşin evveliyatım biliyorum» diyemedi. Kızın şüpheye düşmesinden ve tekrar sükuta gömülmesinden korkuyordu. Nur, ayni fısıltı gibi hafif sesle devam etti: Onu nekadar seviyordum. Bana karşı o kadar müşfik ve iyi idi ki... Herşeyime tahammül ederdi. İtiraf ediyorum. Ben ona karşı daima haksız ve zalim hareket ettim. Kız birdenbire ellerinî yüzüne kapaınıştı. Omuzları sarsılıyordu. Galib: «Şimdi herşeyi söyliyecek» diye düşündü. Garib bir sevincle titredi. Ve elinı uzattı, onun omzunu tuttu: Zavallı yavrum, zavallı yavrum, Jiye mırıldandı. Bu söz, kızı coşturdu: Ben çok fena bir insanım, diye inledi. Ellerini yüzünden çekti. Gözleri korkunc bir r'''!de parlivarak gene adama baktı. Ve kısık bir sesle, boğulur gibi ilâve etti: Ben onu Öldürdüm... Galib yerinden sıçramamak için kendini güç tuttu. Kaşlan yukan doğru kalkmış, gözleri büyümüştü. Mühim bir itiraf beklemekle beraber, bu kadar ağırını tahmin etmemişti. Pek çabuk kendini topladı, yüzü düzeldi ve sakinleşti. Kendi kendine söylüyormuş gibi: Ya!.. diye mırıldandı. Kız, tekrar ellerini yüzüne kapamış, omuzları sarsılmaya başlamıştı. Galib, sesinin, heyecanını belli etmemesine çalışarak: İyi anlıyamadığımı sanıyorum, dedi. Sevdiğiniz adamı nasıl öldürürsünüz? Durdu ve birşey unutmuş gibi elini alnma vurdu: Peki, ismi ne idi, ismi ne idi, kimdi bu adam? Kız, ellerini yüzünden çekti. Yüzü karmakarışık olmuştu. Yanc1 'ırında yaşlar parlıyordu: İnanamıyorsunuz değil mi? dedi. İnandığmız dakikada ise benden nefret edeceksiniz. Benim şifa bulmamın imkânsız olduğunu anlıyacaksınız. Evet, sevdiğim adamı, öldürdüm ve nâlâ da onu seviyorum. İsmini mi öğrenmek istiyorsunuz? Peki, onu da söyliyeyim. Belki ta O: Buna sebeb denmez ki, diye inledi. Birtakım şüphelerle dolup taştığım bir endı. Âsabım fazla bozuktu. O da beni çığırımdan çıkaracak şevler söyledi. Sustu. Gene ağlıyordu. Galib, birşey sormadı ve onun hıçkırıklannm tamamıle dınmesini bekledi. Biraz sonra Nurun hıçkırıkları kesüdi. Gözyaşları diner gibi oldu. Galib çıkardı, ona mendilini verdi. Kız sesini çıkarmıyarak, mendili alıp gözlerini kuruladı. Sonra onu asabî parmaklan arasında didikleyip buruşturarak konuşmaya başladı: Evet, ben katilim; ben adam öldürdüm. Şimdi meseleyi anlıyorsunuz değil mi? Çok feci, çok feci bu... Aklıma geldikçe, nasıl büsbütün çıldırmadığıma