6 Ağustos 1938 CUMHURtYET Bursa meKtubu 1 Bursanın yapılacak yeni imar plânı Birçok tarihî eserler meydana çıkarılacak Bursa (Hususî muhabirimizden) Son zamanlarda İstanbul turizm hinterlandına dahil bulunan Bursanın, filhakika muhtelif bakımlardan yerli ve yabancı her çeşid turisti kendine çekebilecek cazib eserleri, âbideleri ve hususiyetleri vardır. Meselâ: Avrupah turist buraya 2200 sene evvelki tarihî Pruzyayı ve onun kalelerini, daha sonra Apolyondu, İzniği, Olimpi (Uludağı) görmeğe, yani bu suretle tarih sahifelerini kitabdan değil yüzünden okumağa geliyor. Onu alâkadar eden bir de mimarî tarihimiz vardır. Yeşil cami ve türbesile diğer bazı türbeler bu ikinci plâna dahil eserlerdir. Avrupalıyı, bizdeki imar ve sanayi leşme hareketleri yalnız eskisile yenisini mukayese cihetinden afakî olarak alâkalandırıyor. Bu itibarla onları görmek ve gezmek için harcıyacağı zamanı bir kayıb sayıyor. Tercümanlar, kendılerini bu yeni san'at ve imar membalarına götürmeğe kalktıkları gün: «Biz bunlann mebzul olduğu diyardan gelivoruz. Bizi yeni bir yolunuz, büyük bir fabrikamz, güzel bir binanız enterese etmez..» cevabını alıyorlar. Hulâsa, Avrupah turist memleketimize kendi güzelliğinin çerçevesinden bakmağa geliyor. Avrupalıyı bu çerçeve dışma çıkarmak beyhude ve neticesiz bir külfet olur. Yerli turiste gelince: Onu burada haftalarca meşgul edecek bin bir mevzu vardır. Eski Osmanlı tarihinin«canlı âbideleri, ticaret kervansarayları, kaplıcalar, yollar. fabrikalar. sular, mesire ler, mahsuller ve saire ve saire... Şu halde, Bursanın Profesör Prost tarafından yapılacak yeni plânında acaba hangi tip turistin zevkine göre hareket edilecektir? İşte, Bursa plSnı için günün en ziyade tetkik ve tahlile değer kısmı budur. Şimdi bu maksadla Beledivede büyük bir komisyon toplanmaktadır. Valimizin riyaset edeceği bu komisyonda plânın hangi esaslar üzerinde tanzim edileceği tesbit olunacaktır. Bu plânda ;yerli turistin kıymet vereceği eserlerle Avrupah turisti alâkadar eden eserlerin mezcedilerek meydana çıka rılması mevzuubahstir. Yani plânın bilhassa tarih bakımından turizmi alâka landıran noktalar üzerinde karar kıl ması esas tutulacağa benzivor. Plânın £u şekline göre: Yerli ve Avrupah turisti müştereken cezıbedecek yeni yeni pek cok eser ve âbide meydana çıkacak demektir. Burada aklımıza gelen birkac misal zikredelim: Yeşil camii gibi dünyanın en nefis bir mimarî pırlantasını yaratan Ivaz Paşanın mezarı Pınarbaşı denilen uzak ve metruk bir köşededir. Şimdiye ka dar, bu şaheser san'at âbidesinin mimarını soranlara ve onun mezarını görmek istivenlere karşı daima kaçamaklı ce vablar verilmiş ve bu mezar gösterilmemiştir. Şimdi onu meydana çıkarmak veya âbidesinin yanında kendisine lâyık olduğu yeri vermek hem bir kadirsinaslık oİacak. hem de merakla sorulan ve aranan bu zatın mezarı turist için cazib bir mevzu teşkil edecektir. Eski Bitinyalılarm surlanna turizm cephesinden bir kıymet ve ehemmiyet verdirilmek için onların da meydana çıkanlması ve plânda yer alması ayni zamanda bu surların muhafazası icab ediyor. Karagöz, yalnız bizim için değil, ayni zamanda yabancılar için de cazib bir mevzudur. Karagöz ister yaşamış bir sahsiyet, isterse bir efsane olsun; halk nazarmda başhbaşma bir kıymet olan Karagöze. onu dillendiren Şeyh Küşterisile birlikte, temsilî de olsa, bir yer verilmek çok yerinde ve Bursa için faydalı bir hareket olacaktır. Zira, Bursaya gelen herkes. hâlâ Karagözün mezarını arayıp sormaktadır. Yüzlerce yıl önce bugünkü sade Türk diline yakın bir üslubla mevlud yazmış olan Süleyman Çelebi, Nigbolu kahramanı Doğan Bey gibi kültür ve tarih cephesinden tanınmış sahsiyetler de yerli turisti ügilendiren kıymetlerdir. Eskiden mühim bir ticaret kervansarayı olarak kullanılan ve içine o zaman 250 deve sığan meşhur Pirinc hanı da bugünkü halinden daha başka bir şekle sokularak plânda meydana çıkarılacak değerli bir eserdir. Hasılı. daha bunlara benzer yeni plânda meydana çıkarılması lâzım ve Bursaya gelecekleri günlerce oyahyacak pek çok eser, kıymet ve sahsiyet bulunduğu için bunlann, alâîcadarlarca bugünlerde tesbitine çahşılmağa başlanmışken, Bursa tarihile ve Bursa ile alâkah her münevverin bu güzel ve Bursanın müstakbel eserine yardım etmesi ictimaî bir vazifesi olmak gerektir. MUSA ATAŞ Sağlık Notlari KÖŞE PENCERESINDEN Okumak ve inanmak Başlarken İslâm şarkla hıristiyan garb arasında çektığımiz tercih sıkmtısı Tanzimattan evvel başlar. Gülhane hattı da, Jöntürk inkılâbı da, bize aid herşeyi ikiye bölerek, alaturka ve alafranga iki Türk ve iki Türkiye doğuran bu tereddüdü kökünden söküp atamadı. Osmanlı İmpa ratorluğunun inhitat devrinde bu ikıhk, Türk düşüncesinin en büyük meselesi ve Türk ruhunun en büyük ışkencesi olmuştu: Bütün ıslahat hamleleri ve ona ket vuran bütün irtica hareketleri, bütün fikir ve politika mücadeleleri bu ayrılıktan doğuyordu. Yalnız kültürümüzü ve yalnız meselâ §u musiki bahsinde olduğu gibi güzel san'atlarımızı değil, köşe minderıle Avrupa kanapesi veya mintanla frenkgömleği arasmdaki ayrılığa büe sirayet ederek evlerimizin eşyasını ve kılıklarımızı da birbirine düşüren bu ikilik, islâm ve hıristiyan medeniyetleri arasındaki farkın her iki taraf softaları tara fından da şiddetle mubalâğa edilmesi yüzünden, bir türlü ortadan kaldırılamamıştı. Atatürk, bir kılıc vuruşile, onu kö künden biçti; fakat, hâlâ da, iki medeniyet arasında asırlarca süren bu ihtilâfı onun bir hamlede nasıl bitirdiğini izaha teşebbüs edenimiz olmadı. islâm şarkı hırıstiyan garbla barıştırarak tesirlerini Irana, Efganistana, Hindistana, Iraka, Suriyeye ve Mısıra kadar yayan Türk inkı'"bının dünya tarihinde ilk defa görülen bu orijinal tecrübesinin muvaffakiyet sırrını medeniyetlerin ve kültürlerin mukayesesinde arayan bir tek eser çıkmadı. Bundan yüz sekiz sene evvel, Kaptanıdcrya Halil Paşa, Rusyadan dönüşünde, «Avrupayı derhal taklid etmezsek Asyaya avdete mecbur olacağız.» demişti. Bu «derhal» yüz sene sürdü. Bütün tarihimizde, Avrupanın ortasma kadar gittiğimiz halde, onu daima kendimizden ayrı birşey gibi gördük. Bugün gene bir ayağımızı Avrupadan çekme miş olduğumuz halde o görüşümüz devam ediyor: Bize göre Avrupa hâlâ başka bir dünya ve Avrupah hâlâ başka bır insandır. Çünkü Avrupa derken biz, hiç de haksız olmıyarak, bir kıt'a değil, bir medenivet anlıyoruz. Bir medeniyet ki, Renan'ın meşhuı tabirile, Yunan mucizesinden doğmuş tur ve Greko Lâtin kültürile büyümüştür; bir medeniyet ki rönesansı idrak etmiştir ve bir medeniyet ki hıristiyandır. Fakat biz ki bu mucizeyi hiç yaşamamış görünüyoruz ve Arab Acem kültürü icinde pişmişiz; biz ki rönesansm farkında bile olmamışız ve biz ki müslümanız, Kanunî zamanında olduğu gibi sade bir coğrafya Avrupalısı değil, bütün kültürü ve cemiyet müesseselerile bir medeniyet Avpupalısı da olabilir miyiz? Atatürk buna «evet!» dedi ve memleket, on beş senedenberi, bütün ruhu ve bütün taşı toprağile bu eveti yaşadı, bu eveti ikrar etti ve bu eveti gerçekleştir mek humması içindedir. Fakat biz bu diriltici, sıçratıcı ve koşturucu evetin bilgisini ve idrakini tamamlamak için iki medeniyet manzumesi arasmdaki münase bet üstünde çok dtırmağa mecburuz: Dağınık ve bozuk birer mefhum oldukları halde, düşünce tarihimiz içinde, birçok millî zaruretlerin delâletile sadeleşerek birer kutub sarahatile beliren «Şark» ve «Garb» tabirlerini eşelemeğe, islâmhıristiyan an'aneleri ve kültürleri arasmdaki aynlıkları ve beraberlikleri tayin etmeğe, iki âlem arasında sıkışan öz Türk düşüncesinin garb kültürünü benimsiyebilmesi için taşıdığı büyük tarihî istidadları seçmeğe başlamak zamanı gelmemiş midir? düşünmemiş veya ne düşündüklerini bellı etmemiş olmalarına bir mana vermek isterken kimbilir nekadar ve nasıl şaşıp kalacaklardır. Yapılanlann çokluğu ve harikulâdeliği karşısında yazılanların azlığını ve alelâdeliğini mazur gösterebilscek bir inkılâb hızının baş dönmesi bu kadar uzun sürmeli miydi? Bugüne kadar Türk inkılâbına dair yazılan kitabların hepsi, din, kültür ve medeniyet bahislerini fazla kurcalamadan geçen birer hukukî ve siyasî tarih notudurlar. Ilkmekteblerde okutulan yurd bilgilerınin biraz daha mufassalından başka birsey olmıyan bu eserlerde inkılâbın ancak hukukî ve siyasî bfinyesi tesbit ve tasvir edilmiş olmakla kaldı. Felsefeci, içtimaiyatçı, ruhiyatçı ve daha bilmem neci olup da kendilerine topyekun fıkir adamı dedığimiz güzidelerin bu alâkasızlıkları, en büyük meselemizi, şimdiye kadar yazılanların sadelıği içinde halledilmiş gördükleri için midir, yoksa, kavranamıyacak ve dıbine dalınamıyacak kadar genıs ve derin bir mevzuun uçurumu önündeki baş dönmeleri hâlâ sonuna gelmediği için midir? On beş senedenberi, otuz iki dişini kilidliyerek yutkunan ve susan Türk mütefekkirlerinin önüne tarihın yığdığı mescleler, daha içindeki sırları değil, dışındaki bağlan bile çözülmemiş sıra sıra d«nkler halinde duruyor; bunlann isimleri bile Türk inkılâbı için neşredilmemiş bir tek cildi dolduracak kadar çoktur. Gözün kendi kendisini görememesi mazereti bir ayna parçası karşısında iflâs eder. Türk milletinin kendi kendisini görmesine delâlet edecek bir izah aynasına sahib olmıyan Türk mütefekkirlerinin millî meselelere sıfırı tüketmiş bir tecessüsle arkalannı dönerlerken, bize kendimizden sonra alâka vermesi lâzım gelen dünya problemleri içinde ne aradıklarını sora'oiliriz. Henüz bütün cihanın felsefî akideleri ve siyasî ideolojilerinin üstünde, ortaya bir «Türk meselesi» koyamadık. Fikir adamı, san'atkâr ve edebiyatçı, başına aid muammaların hallini, millî ve hayatî prensiplerin dışında, mücerred ve üniversel izah sistemlerinde anyor; ressam, Göksu deresinin dibindeki yosunlu, tortulu ve alaca suyun rengile paleti arasmdaki tereddüdün izalesini Henri Matisse'den soruyor; edebiyatçı yalnız bu toprağın ve bu iklimin verdiği tuğyanların manasını ve ifade tarzını Valery'y e danışıyor; fikir adamı hâlâ Türk muammasma yalnız Kant'dan, Hegel'den, Marx'dan veya Meyerson'dan cevab bekliyor. En güzel ve en ulvî davamız olan inkılâbımız için de böyle. Yalnız Almanyada veya Fransada Kemalizme dair yazılan eserlerin bizdekilerden daha çok olması, yerli düşüncenin kıtlığı ve yoksulluğu aleyhıne ne utandırıcı bir nisbettir! ün güne§, yerinde görünüyordu amma muhakkak ki içımizde dolaşıyordu. Çünkü hava değil, ateş teneffüs ediyorduk. Terlemiyor, kıvılcım döküyorduk. Bu durumda işten aman bulanlar deniz kıyılarına koşuyorlardı. Be.n de onlardan bıri oldum, işimi bitirir bitirmez Suadıyeye can attım. Deniz, kendine sığınanların teıini kumtmağa hazır bir mendil gibi serin serin uzânmıştı, tatlı tatlı kımıldıyordu. Kalabahk ayrı yer bulmayı imkânsızlaştırdığından bir masayı tanımadığıra kıranta bir zatla paylaşmak zorunda kaldım. Meçhul ortağım bu zarurî şirkete sessizce muvafakat etti, yüzüme bile bakmadan rakısını içmeğe koyuldu. Denize sırtmı çevirmişri, sık sık kadeh boşaltıyordu ve dalgın dalgın kitab okuyordu. Biraz serinledikten sonra gözümün ucüe onun elindeki kitaba baktım, manzum bir eser olduğunu gördüm. Ya dudağmda dolu bir kadeh, ya ağzında hatırlıca bir lokma olarak gözlerine içirmekte veya yedirmekte olduğu manzume ise şu başlığı taşıyordu: Nehyi âlayişi cami işret. Onun okuduğu yazı şu başlığa göre işret aleyhinde birşey demekti ve böyle bir yazınm rakı içile içile, meze yenile yenile okunması gerçekten tuhaf bir işti. Tabiatile meraka düştüm, yan gözle masa ortağımın okuma işine de ortak oldum. Manzume şöyle başhyordu: Olma dilbestei câmi gülfam Ki eder âdemi rüsvayi enam Halk içinde sebebi nejret olur Kati bi hürmetü bi izzet olur Elhazer olma sakm badeperest Ki ede renci humar ademi mest Eyleme ümmü habisle safa Ki tevvellüd ede envai belâ • Şayi olur el içinde mekri Sana sarhoş diyeler ya bekrî Ben bu yazılarımda üstüne el dokanmamış mevzuları ortaya sermekten ve bunlann düşünce prensiplerini çizmekten ibaret bir hedefe doğru yollanacağım; belki de bu meseleleri halletmek için yakalıyabildiğim ipuçlarını daha mütehassıs ellere teslim etmekle kalacağım. Benden yana başlamak. Atatürk mucizesini kavramak teşebbüsünün icab ettirdiği bir giriş vardır: İnkılâbdan evvelki fikir cereyanlarının galerisine bir göz atmak. Meşrutiyetten sonraki dolgunluğu, taşkınlığı, zenginliği ve coşkunluğile bu, çok canlı bir fikir ve iddia panayırıdır. Onu gezmeden, hiçbir ayağı yere basmıyan ve muallâkta şahlanan bir masal küheylanına bakar gibi Türk inkılâbmın harikası önünde apışıp kalmaktan başka ne yapılabilir? Oradan başlıyacağım. Yarınki nesiller, Türk inkılâbmın en Devamı yarın büyük meselesi üstünde, bugünkü fikir PEYAM1 SAFA adamlarının on beş senedenberi hiçbir şey ı Kraliçe Marinin mezarını ziyaret J Kiraz, çılek, birbiri ardınca sıralanır kum ve taşlannı hfir; erıtıyor, hem kum yaz yemişleri. Sonra hepsi kaybolur. ve taş olmasının önünü alıyor. Fransızlar Bir nim neşe say bu eihanın baharını bu bakımdan Kalıfcrniya'dan gelenlerle Bir sagari keşideye tut lâlezarını kendi elmalarını karşılaştırıyorlar, kendiYemişler renklerı, kokuları, tadlarile lerininkilerini beğenıyorlar. Bizimkiler, duygularımızı şenlendirır; vücudümüzü Amasya, Ferik, Gümüşane elmaları, benbesler. Bir de ılâç gibi tesirleri vardır. zerı var mı cıhanda hiç!... Kiraz şişmanlara yarar. Kayısı karaciğeÜzüm. Üzümle tedavı usulü hayli esrin yerini tutar, dıyor. Dcktor Vipel, ki. Plin'in, Parurels'in kitablarında bu " kansızlarda. Unlü Fransız şaırı Buvalo na dair yazılar var. Şımdı ıse günün mekeskin bir gırtlak illıhabına tutulmuş; za selesi. Salkım salkım ye; bardak bardak manın hekimlerı kayısı şurubile ıyi etmiş şırasını iç. Şırayı bozulmadan saklamak ler de elinden kurtulmuşlar. Buvalo de usulü bulunduğu için kışın da içebilirsiMoliyer gibi azılı bır hekım düşmanıydı. nız. Avrupada üzunı istasyonlan kurulYemişi kar.a olur, frenk üzümünün bir muş, halk, oralara gidiyorlar ve doya dotürlüsü var, geçen asrın sonlarında doktor ya üzüm yiyorlar. Hüsar bunu romahzmalılara seve seve Uzümün türlü türlü hassaları var. tavsiye etmişti. Ağaç çileği birçok hassa Idrar verır, tabiat! kolaylaştırır, asid lanndan başka romatizmaya da iyi geli ürikin nisbetini azaltır. Asid ürik, bedenî yor. sefaletlerin suçlusu sayılır. Üzüm. safra" Yemiş kürünün inkâr olunamıyacak nın akışını kolayla^t.rır ve hepsınin üs birçok hassaları var. Bir kere hastayı ye tünde gıdaî değeri var. Kimlere iyi gelemeden içmeden büsbütün mahrum etmi ceğini anlarsınız. Peklik çekenler, artriyerek yalnız yiyeceklerinı tahdid etmek tıkler, karacığenne kan oturanlar; bar lduğu için kolay tatbik olunur. Bir şiş" sakları bozuk olanlar, karaciğerleri kum mana, bir romatizmalıya, bir tansiyonlu yapanlar, üzümden iyilik görürler. Üzüm ya, damarlan sert'eşmeğe başlamış bir kürü yapmak için hergün sabah, öğle, akkimseye bir gün birşey yemıyeceksiniz, o şam beşer yüz gram üzüm yemeli. ruç tutacaksmız, derseniz dediğınızi yapGelelım portaka'a; Hesperid bahçelemaz. Ama bir gümi yalnız yemişie geçi rının altın elmasma. Avrupa, portakalı receksiniz derseniz, ses çıkarmaz Boyun Onaltıncı asırda tanıdı. Bizim eski kitabeğer. Herkesle beraber sofraya oturur; larda turuncdan, ağaç kavunundan bahher tabağa el sürmez; şu var ki seyirci sediliyor; portakala rastlamadım. Avrugibi de durmaz, yenıişlerie avunur, biraz palılar tadını tattk'arı gündenber; hassa" da beslenir. larını övmeğe başladılar. Nelere deva Yemişler insanı besler. Bunu beyninr olmaz, güzelim portakal. Mesane taşını ze yerleştiriniz. Çok beslemez, fakat her eritir. Hatta yiyenlere, hiç solmıyan ebedî halde besler. Şekeri ile besler, içindeki bır genclik verir, dıyenler var. Portakal, canlı maddelerle besler. Bu canlı madde •vücudümüzün pasını t'emızler. Bu yas bır lere vitamin diyoruz. Bu vitaminler bizim çok hastalıklara sebeb olur. için gıdaî bir servet oldu. Yemişlerde şePortakalda vitamin çok bulunuyor. ker önemli bir miktarda bulunuyor. Hele Kaynamış sütle beslenen çocuklara bil bazı üzüm şıralarında yuzde yırmı beşi hassa tavsiye olunur. Kaynamış, takım buluyor. edilmiş süt ölü sayılır. Bu süte biraz porGıdaî maddeleri şöyle bir yana koyun, takal suyu katılırsa dirilmiş olur. Limon yemişlerin bir de s?lüloz dediğımiz po suyu da böyle sutlere can verir. Limonun sası var. Bu posaları hazmedip vücudü " iskorpıt illetine iyi geldiğin; eski zamanmüze sindire sindire yiyorsak bunlar bar larda bilirlerdi. Yalnız neden iyi geldi saklarımızın içini sılip süpürüyor, barsak ğıni bilmezlerdi. larımızı işletiyor Bedenımizdekı suların Sonraları lımon rcmatizmanm ilâcı ol" ve örgülerin ekşıliğmi indırmekte olmasi du. Çok ılenye gıttıler, hastalara günde le yemişler büyük bır değer kazanırlar. otuz limon yedirdıler. Şımdi romatizmaHesab etmişler, bir kilogram çılek, uzvi lılara bardak bardak limonata içiriliyor. yette 9 gram bikarbcnad dö sudun yapa" *** cağı kalevıliği yopıyor. Bir kilogram üzüm Çılekle elmay; bi. yana koyarsanız, öiçin bu sayı 6 grama düşüyor. Bu da bır tekı yemişler aşağı yukan birbirınin ye rini tutarlar. Çilekle, elmada, ötekilerde şey. *** bulunmıyan şeyler var. Çılekte salisilat Tabiat, yemişleri sıra ile önümüze se dö sud, elmada malotlar... Yemiş kürü bir ölçü, sıhhî bir inzibat rıyor; mevsim, mevsun; birinin mevsımi sayılır. Uzviyetimizi bu :nzibata bağlargeçer bir hatıra gibi kalır. Ötekı bır ü mid gibi gelecek. Bu yazıda, biz de o sak fayda görürüz. Hergün hayatıcnıza katılan sun'ilıklere; beslenmek hususunsırayı güdüyoruz. Çılek, kokusuna bayıldığımız çileği daki cins ve miktarca uygunsuzluklara sevmiyenler de var. Çılek yedıkten son karşı alınmış akıllıca bir tedbir yerine ra görseniz onlan haklı bulursunuz. Çi" geçer. Çok mahrumiyete katlanmaksızın lek yedıkten sonra, başlıcas; kurdeşen ol yemeklerimizi tahdide; taze ve diri cevmak üzere denleri türlü türlü döküntü herleri vücudümu'7" sokmağa vesile olur. lerle nakışlanır. Bu hâdiss sansıbihzasyon Hümorlerde ekşılığı eksılt'.r. Yaşayış tardedığimiz keyfiyetten ileri geliyor. Ar " zımızın çok kere kırdığı sıhhî müvazeneyi tritik olanlara çilek kürü yarar. Romatiz düzeltir... Eski hekimler derlerdi: Tabiat hastamalılara da tavsiye olunur. Tabiatçi, Li" lıklarla beraber ilâclarını da yaymış yernen'in nikrisi çilek yemekle geçmiş, derler. Artritizmin her çeşid görünüşlerinde yüzüne. Onlar kadar optimist olmamakla beraber şunu da görüyoruz. Fıtrat, ot • çilek yiyenler pek çok. Çilek kürü yapmak için hergün sabah, lara, çiçeklere, yerrişlere şifaî hassalar öğle, akşam yemeklerden önce üçer yüz vermiş, onlardan istifade etmezsek ne yazık..." gram çilek yemeli. Dr. Rusçuklu Hakkı Çilekten sonra, elma, nikrisle böbrek Dikkat ettim, masa ortağım son beyitler üzerinde bilhassa duruyordu ve her mısraı beş on kere okuyordu. Ben de şimdi onun gözlerile elleri arasında kurduSu müvazeneyi gözden geçiriyordum. Eller kadehi sarsmadan dudaklara yükseiiyor ve gözler şaşırmadan kelimeleri süzüyordu. Ne yalan söyliyeyim, işret aleyhinde yazılmış bir yazıyı işret sofrasında meze yapmak hoşuma gitmişti. Uzun uzun bu saheneye baktım ve okumanm inannmk olmadığına bir kere daha inandım. M. TURHAN TAN Tuz fiatları yeniden ucuzladı Sofra tuzunun kilosu ayın 15 inden itibaren 11 kurusa satılacak İnhisarlar idaresi, hükumetin hayatı ucuzlatmak hususundaki direktiflerine uyarak, bütün mamulâtını ucuzlatmağa çalışmaktadır. Bu cümleden olarak ab;Terı sofra tuzu fiatları da yeniden indirilrr.iştir. Daima kuru, daima ince olan inhi«arlar sofra tuzunun kilosu 15 ağustos 938 den itibaren Istanbulda inhisarlar ambarından Derakende olarak bir kurus tenzllâtile 1 1 kuru«a tpdariV pd'lebilecektir. Bir genc pencereden düştü Sırkecide Nöbethane caddesinde büyük Eskişehir otelinde babasile birlik te oturan 15 yaşında Bursalı Ömer, evvelki gece 24,30 da oturduğu otelin üçüncü kat pencerelerinden birinden sokağa düşmüs, sol kolu ve sol bacağı kırıldığından Cerrahpaşa hastanesine kaldırılmıştır. Bir çocuğun şüpheli ölümü Beşiktaşta Küçükhamam arkası Şairveysi sokağmın 41 numarah evinde oturan Fatma Kadriyenin 1.5 yasındakî çocuğu Ayşeye, e\rvelki gün Beşiktaş ' dispanserlığinde enjeksiyon vapılmış, bir müddet sonra da çocuk ölmüştür. Beledive doktoru, ölümü manidar bul « duğundan cesedin Morga kaldırılmasına lüzum göstermiştir. { Klipper tayyaresînden ümid kesiliyor ı Yedi kumarbaz tutuldu Beyoğlunda Suterazisi sokağmda bulunan Manifaturacılar cemıyetmde kumar oynandığı haber alınmış, evvelki gece, bir cürmü meşhud yapılmıştır. Cürmü meşhud neticesinde zeytinyağ tüccarı Aleksandros, tütüncü Meruz, berber İsak, radyocu Alberle Semih, Muallâ ve Mürü\^\et ismindeki yedi kumarbaz yakalanmış, 90 lira para musadere edilmiştir. Bir amelenin ölümü Kasımpaşada oturan İsmail isminde birisi, dün, Eyüb civarındaki Tuğla harmanlarmda çahşırken birdenbire hastalanmış, Beyoğlu hastanesine kalBükreş Kral Karol refakatinde Veliahd Prens Mişel, Prens Nikola ve dırıhrken yolda ölmüştür. Tabibi Adlî Hamburg Arşidükü Antuan olduğu halde Kral Ferdinan'ın yanında defne cesedi muayene etmiş ve Morga kaldırılmasına lüzum göstermiştir. dilen Kraliçe Mari'nin mezarını ziyarete giderken. Manil (Filipin) 5 20 temmuzda denize düşmüş olan Havai Klipper tayyaresinm bulunm^sı ümidleri tamamile kesilmiştir. Tayyareyi buhnak içm yapılmakta olan araştırmalar bırakılmıştır. CUMHURİYET Yukanki resim, dünyanın en büyük yolcu tayyarelerinden biri olan Havai Klipper'i Manila ile Kaliforniya arasında ilk seferini yaptığı zaman ahnmıştır. Tayyare kaybolduğu sırada içinde yalnız dokuz kışiden mürekkeb mürettebatı bulunuyordu. Fundalık yangını Kadıköye bağh Kuçükbakkal köyünde evvelki gun saat 14 te yangın çıkarak 12 dönüm fundalık yandıktan sonra İtfaiye tarafından söndürülmüştür. Yapılan tahkikatta, yangmın. ayni köyden 13 yaşmda Hasan isminde bir ço cuğun yaktığı ateşten zuhur ettiği an * laşılmıştır.