13 Temmuz 1938 CUMHURİYET ALMANYA MEKTUBLARl Bir Tuna yolculuğu Üç nehrin ağzındaki Passau şehri Passau dünkü Almanya Avusturya hududunda kücük fakat güzel bir şehir. Daracık sokakları, gotık binalarile burada hâlâ kurunu vusta yaşıyor. Üç nehir de burada birleşmiş: Tuna, Inn, Ilz. Tunanın rengi bulanık sarı. Inn sodalı su gıbi akıyor. Şehrin solundan kıvrılan Ilz da koyu yesil. Fakat Tuna iki yoldaşına adı gibi rengini de vermiş. Passau'un önünde birlesen bu üç su artık Karadenize kadar Tunadır. Bulanık sarı Tuna. Passau'a Alman kütübhanecilerile gittim. Senelik kongreleri için bu güzel şehri seçmişler. 250 kütübhane mütehassısı nın istirakile açılan kongre üç gün devam etti. İki yüz €İIi Alman arasmda misafir olarak bir Japon kütübhaneci vardı. Bir de ben. Memleketlerini yabancılara sevdir mekten ze»k duyan bütün münevver Almanlar gibi bizimle birçokları meşgul oldu. Programda Alman kütübhaneciüginin yeni meselelerine dair on iki münakaşalı konferans ve ayrıca bir sürü tebliğler vardı. Hatibler arasında Viyana millî kütübhanesini temsil eden doktor Te ichl'in şahsmda ana vatana dönen Avusturya uzun uzun alkışlandı. Kongrenin devamı müddetince Pas sau'un görülecek yerleri de belediyenin tayin ettigi rehberlerle geziüyordu. Bu arada Domda dünyanm en büyük orgile mesafir kütübhanecilere bir konser verildi. Cenubî Almanyayı ziyaret edeceklere Passau a da uğramalarını ve dünyanın bu en büyük musiki âletiriî' dinlemelerinî bilhassa tavsiye ederim. Passau'dan sonra dört buçuk saat süren bir Tuna yolculuğile hep beraber Linz'e gidildi. Tuna buralarda bize yabancı. Romanyadan Berline gidip geJirken aştığım bulanık su bana neler neler hatırlatmamıştı. Bu Linz seyahatinde Tuna beni sarmadı. 110 bin nüfusile Linz dünkü Avus turyanın en mühim şehirlerinden biıiydi. Bugün bir de tarihî hüviyet kazanmış: Anslus'u diinyaya ilân eden kanun iinz otellerinden birinde kaleme ahndıgı için. Bizi gezdiren Avusturyah heyecanla anlatıyordu: İşte Führer otele şu kapıdan girdi. Evvelâ şu pencerede göründü. Sonra şu balkona çıktı. Şu odada bir buçuk saat çalıştı. Ve sonra bir sinema makinesi sadakatile gördüklerini nakledıyordu. Yandancarklı Tuna gemisi Passau ö nündeki eski hududu geçer geçmez "eni bir dekorla karsılasacağimı sanmış, se vinmiştim. Inkisarı hayale uğradım. A vusturya bir iki.ay içinde nasıl Alman lasmış, nasıl kendi hüviyetini kaybedivermis.! Tarihî zaruretleri bilmiyen bir insan haklı olarak sorabilir: Bu memleket mi bu kadar uzun asırlar ayrı yaşamağa tahammül etmiş? Linz'de Yahudi düşmanlığı en şiddetli devresini yaşıyor. Yahudi dükkânları sar> Londra Otway ve Osiris denizaltı yaftaları, bosalmış vitrinlerile küskün küsgemıleri denize indırilmiştir. kün son günlerini bekliyorlar. Linz'de unutamıyacağım bir güzel dağ treni yolculuğu da yaptım. Yirmi dakikalık bir rırmanmadan sonra şehri kuşbakışı görmek, uçsuz bucaksız zümrüd gibi bir ovada Tunanın kıvrıla kıvnla gidişini seyretmek ve nihayet seyahat denilen zevki bir defa da Pöstlingberg'in serin ve rüzgârlı gölgelikleri içinde yudum yudum .tatmak8yıllardanbeji, dinlenmiyen, ,huzu# ra susayan beynim için bir nevi şiîa oldu. Lınz*den dönüşte 'Nürenberg e veLeip*» zig'e de uğradım. 15 günlük aynlıktan sonra işte şimdi gene Berlindeyim. Seyahatten bıkılmıyor. Fakat bu uzun yollar olmasa. Tıpkı eski Maarif Nazırlarından birinin söylediği gibi: Şu mektebler olmasa maarifi ne güzel idare edeceğiz. Viyana Beynelmılel şan müsabakasında operası muganniyesi Maria Fon Barç. bınncüıği kazanan Köln Stokholm İsveç Veliahdı Prens Gustav Adolf hastalanmıştır. Resmimiz Prensi yatağmda gosterıyor. Nevyork Dünyanın en küçük adamı Nevyork'lu Paul del Rio'dur. 18 yaşmda olan cücenin boyu ancak 45 santmıetredir. Resmimiz cüceler şampiyonunu elmde ırı bir püro olduğu halde kemali ciddiyetle koltuğuna yeıleşmiş vazıyette gosterıyor. Berlin «Alman san'at gunü» münasebetıle Münihte büyuk bir sergi açılmıştır. Resmimiz, sergıde teşhir edilen eserlerden 400 bin kişi istiab ede cek olan Nürenberg stadyomunun maketini gösteriyor. J I A. C. ötüken Londra Başmuddeiumumî Lord Hewart fakirler menfaatine tertib edilen bir gardenparti esnasında disk atarken. Londra Rahman Bey Yogı adında bir Avusturyalı 51 dakı*a 61 sanıye Kalküta Bengal umura valisî suyun altında yaşamak suretile doktorları hayrette bırakan b*r muvaffakiyet elde etmıştir. Resmimiz Rahman Beyi ağzı kapah olarak denize in Lord Brabourne karısile beraber at yerine insanların çektığı arabalarla dirildıği demir sandığm içinde gösteriyor. bir gezinti esnasında. Sandıkh Halkevinin köy gezileri 9rwmmm Sandıkh (Hususî) Halevimiz tarafından tertib edilen köy gezileri Londra Hava tehlikelerine karşı sık sık devam etmete ve köylü için çok faideli olmaktadır. Gönderdiğim Roma Mussolmi, kurutulan Pontins tedbir alan teşkilât reisi M. Jofry Loit resim Halkevi kafilesini Ekinhisar köyünde köylülerle beraber gösterbataklığı yerinde kurulan Aprilia şehBerlin Profesör Focke'nin yaptığı yeni sistem bir tayyare saatte 230 Londradaki yçraltı sığınaklarım teftiş mektedir. ederken. kilometre mesafe katetmek suretile beynelmilel bir rekor tesıs etmiştir. rinde hasad bayramını açıyor. mesin hele bir... Ne çabuk kötü olduk be?.. Gidi kancık dünya... Berikiler de yüz çevirmeğe başladılar. Ulan kahvede başlarını tavladan kaldırıp da suratıma bir kere bakmadılar be... îşsiz kaldık diye mi bu? Yuh be, yuh sizin insaniyetliğinize... Topunuzla görüşürüm, yakında... Ben Haydarsam böyle kal mam, aklıma koyduğumu yaparım, gö Yazan: SERVER BED1 rüşürüm topunuzla...» Kahveden çıktığı zaman akşam olu beş, para etmez herif için başı belâya giyordu. Bahkpazarma doğru yollandı ve recekti. meyhanelerden birine daldı. Mezelerle Cadde tarafına dönerek sandalyesine karafa önüne dizildiği zaman, Meleği yerleşti. Gözlerini kaldırımdan geçenlere dikmişti. Bir kadın geçtikçe «acaba de bir iki saat sonra görebileceğini umarak biraz keyiflenmeğe başlamıştı. Karı Melek mi?» diye sıçrıyordu. Şeytana bu gece de gelmezse Yusufun Çayını içtikten sonra gene Tarlabaşıda fena içerlıyeceğıni düşündü. Meleği na doğru yollandı, gene Meleği bulamaberaber aramağa mecbur olacaklardı. dı, oralarda bir kahveye cturdu, akşama Çünkü o sıska, uyuz karılarla bann sökkadar belki on defa gitti, sordu. Artık ıhtiyar kadın, başını pencereden uzatır u miyeceğini Yusuf bılirdi. Yalnız Melek zatmaz içeri çekiliyor: «Gelmedi, gel için gelenler vardı. Ne hinoğlu hindır o Yusuf... Amma, Haydardan yüz çevirmedi» diye bağırıyordu. Karıların bara geldiği saate kadar miyen bir odur işte... Herif iyilık unutbeklemek lâzımdı. Melek oraya da gel muyor... Bir gece, Sakızağacındaki dükmezse Haydar zıvanadan çıkacaktı. kânda, belâlı müşterilerden biri Yusufun «Koydunsa bul!..» dedi, sonra kahvede üstüne çullanmıştı. Haydar orada idi, içinden delidolu söylenmeğe başladı: Yusufu müdafaa etmek için müşterinin «Başımı belâya sokacak... Elime geç çenesine öyle bir yumruk indirdi ki herif ağzından kan boşanarak yere yuvarlandı. Haydar sabaha kadar karakolda yattı. Başka bir gün de bu Şeytan barında sarhoşun biri üç şişe şarab açtırdıktan sonra para vermeden tüymek istemişti. Gene Haydar imdada yetişti, herifi merdıvenin önünde kurbanlık koyun gibi yere yıktı, cebinden zorla cüzdanmı çekip aldı, Yusufun parasını kurtardı. Sonra kaç defa Haydar Yusufun vilâyetteki, adliyedeki işlerine koşmuş, saatlerce koridorlarda bekliyerek evrak çıkartaıştı. Şimdiye kadar hep iyi geçindiler, aralannda hiç hır çıkmadı. Haydarın korkuluk gibi Meleğin başucunda durması da Yusufun işine geliyordu. Yoksa o sapıtık, oynak karı bir işte üç aydan fazla durmazdı. Bir iki fırsatta Haydar mâni oldu: «Şanolarda yalancıktan konak hanımı oldun da cebine kaç para girdi, ayağında pabuc yok!» diyor, sonra da yalvarıyordu: «Kölen olayım, beni bırakıp gitme be... Sensiz gözüme dünya zindan olur.» Melek, Haydarın kendisini kıyasıya sevdığini biliyordu. Erkek numaraların dan çok canı yanan kadm, bütün ömründe, bir bu adamın kendisme candan bağlı olduğunu görmüşlü, kaç defa ona dedi ki: «Serseri! Senin gibi bıçkma dişi köpek bile sokulmaz amma, ne yapalım, kara sevdayı ben sende gördüm.» Haydar Kerim Beyin yanında beş on kuruşu olduğu zamanlar da Meleğin peşinden ayrılmaz, varını yoğunu ona verirdi. Kadın Haydarın fedakârlıklannı çok görmüftü ve bunu unutmuyordu: «Tosu num, diyordu, sana danışmadan ben hiçbır iş yapma/n.» Dün gece bardan kaçması Haydarın midesini bulandırıyordu amma karının er geç çıkıp geleceğinde şüphesi yoktu. Fakat gene de îçini kemiren bir me rakla son kadehi acele yuvarladı ve duvardaki saate baktı. Ona geliyordu. Şeytanın karıları saat dokuzdan itibaren sökün ederlerdi. Melek de erken gelenlerdendi. Gelmişse şimdiye kadar gelmiş olmalıydı. Haydar cebindeki bozuk parayı son meteliğine kadar borcuna verdikten sonra dükkândan çıktı ve tepebaşına yollandı. Barm merdivenlerini inerken, aşağıda, camlı kapının önünde duran İzak, onun yaklaşmasına ve sormasına meydan bırakmadan, başile ışaret ederek Meleğin gelmedığini anlattı. Olduğu yerde duran Haydar afallamış, kaşlarını kaldırmış ve ağzını yan açnıış, gözlerini ondan ayırmıyor, uzak bir ümidi de kaybetmek korkusıle basamakları irmeğe ve ona bir şey sormağa cesaret edemiyordu. Izak bağırdı: Gelmedi. Haydar merdiveni ağrr ağır inerek sordu: Yusuf orada mı? Burada. Haydar antreye daldı. Yusuf orada, tezgâhın yanında, her zamanki alçak iskemlesine oturmuş, nargile içiyordu. Ayak ayak üstüne atmış ve arkasını duvara dayamıştı. Haydarı görünce kılmı bile kipırdatmadı. Zayıf ve çopur yüzü nargile dumanlan arasmda htrıyor ve otur; duğu köşenin loşluğuna karışıyordu. Haydar ona yaklaştı ve Melekten bahis açacağını umdu. Fakat herif hiç istifini bozmuyordu. Tezgâhın önündeki yüksek iskemlelerde karşılıklı oturan iki kadmdan biri, Haydarı görünce kulağına kadar yırtılan uzun bir ağızla sırıtarak ona sordu: Seninkine ne oldu ayol? Dün ge j ce buradan fertiği çekmiş; bu gece de gelmedi. Nerede olduğundan haberin var , mı? lârirtuu vart Sonra Haydara döndü ve omuzlarını kaldırarak: ; Görmedım, dedi. iki adam da kalktılar ve Haydara selâm vermeden uzaklaştılar. O geldıği zaman da aşinalık ermemışlerdi. Haydar ikisinin arkasmdan küfreder gibi kahvecıye bağırdı: Bana koyu bir çay yap! içinde herkese karşı büyük bir öfke taşıyordu. Bırı yan baksa önündeki tavIayı kafasma geçirecekti. Kahveci bu emri duyduğunu.belli eden hiçbir işaret vermediği için, Haydar, yumruğunu tavlanın üstüne vurarak bir daha bağırdı: Hey!.. Işıttin mi, uyuz tazı! Kahveci hiddetli bir yan bakışla Hay^arı süzdü ve tezgâha yürüdu. Şeytan şu bardağı kafasma fıılat, dıyordu. Ciğeri