CUMHURÎYET 12 Temmuz 1938 Bir genc kızın ölümü Philippe Leupault'dan Genc kız, bahçedeki kameriyenin altmda oturmuş ağlıyordu. Hem de nasıl ağlamak, iki gözü iki çeşme.. Büyük bir vıcdan azabı onu için' için kemiriyordu O, akşamdanberi ne ağzına bir lokma koymuş, ne de gözüne yarım saatçik olsun uyku girmişti. Her yer, bütiin dünya, bu bahçe, bu güzel ev, bir hafta sonra taşınacaklan Cannes şehrinin meşhur oteli ve plâjı, herşey ona dar geliyordu. Hiç kimseyi, başta annesi ve babası olmak üzere kimseyi görmek istemiyordu. *** *7* *P ru dejjil ı Kalfaların hakkını elinden alamayız Muhtelif imzalarla şu mektubu aldık: «Memleketin her tarafında inşaat işlerinin gösterdiği inkişaf malumdur. Bilhassa İstanbulda yapı faaliyeti bir nevi seferberlik humması içindedir. Bellibaşlı binalar umumiyetle mimar veya inşaat mühendislerinin projelerine göre, bazan onlarm nezareti altında yapı lır. Fakat umumî kaide haline gelen şekil şudur: Bina plânını mimar hazırlar, fakat binayı yapan «kalfa> dır. Kalfa, plânm tam tatbikmdan olduğu kadar malzemenin iyiliğinden, işçinin ehliyetin den ve nihayet binanm inşada metanet ve zarafetinden mes'ul olan yegâne adamdır. Sonra inşaatın hem fazlalığı, hem de bir kısmının küçük evler, villâlar oluşu «kalfa> lara daha geniş bir rol ve mes'uliyet tevdi etmiştir. Yapılacak bina ufak olunca, bittabi yapı sahibi bir mimar veya mühendise de para vererek plân yaptırmağa imkân bula mıyor; işi mütenevvi binalar yapa yapa adeta mimarlaşan ehil kal falara veriyor. Ekonomik şartların ve ihtısasın zarurî kıldığı bu şekle kimsenin bir şey diyeceği yoktur. Vaziyet böyle iken îstanbul Belediyesi yapılann yalnız mimar ve inşaat mühendisleri mes'uliyeti altında yapılması için bir talimatname hazırlamıştır. Buna nazaran kal falara artık yapı tezkeresi veril miyecektir. Belediyenin Stedenberi düzele miyen yapı işlerini düzeltmek maksadile böyle bir talimatname yaptığından şüphe edilemezse de alınan bu tedbirin maksadı temin etmiyeceği açıkça iddia edilebilir. Hatta bu talimatnamenin yapılması için uğraşanlar da buna kanidirler. Talimatname, inşaat işlerini çıkmaz bir yola ve bütün inşaat gelirini muayyen bir zümrenin inhisarına soktuktan başka kalfalık mesleğinin mütevazı ve çalışkan şahsiyetleri olan binlerce kalfayı zorluğa ve belki de sefalete duçar edecektir. Şahıslardan daha ziyade memle keti ve memleketin servetini za rara sokacak bu halin ciddî şekilde düşünülmesi ekemdir. Çünkü Belediyenin yaptığı talimatname, inşaatta plân tatbikatmdan da mimarı mes'ul tutmaktadır. Halbuki mimar ve yahut inşaat mühendisinin inşaattan mes'ul tutulamıya cağını, çünkü yapıyı bizzat yapa nın kalfa ve gene yapı ile yakın dan ve en çok alâkadar olanın kalfa olduğunu herkes bilir. Şu halde kalfanın üzerinden mes'uliyet alınıp, o gayrimes'ul bırakılırsa, ya pacağı işten hayır beklenir mi? Bir işi kim yaparsa, mes'ulünün de o olması tabiî değil midir? Belediye böyle bir talimatname yaparak mimarlara imzalan sayesinde para kazanmak hakkmı temin edecek yerde kalfalık meslekini eskisine nazaran daha ağır mes'uliyet altına sokarak bu meslek hakkında lâzım gelen kaideleri koyarak mevcud meslek erbabına ve bu mes leğe yeniden gireceklere ümid verici bir hayat temin etmiş olsaydı ancak o zaman yerinde bir iş yapmış ve yapı işlerini de nizama sokmuş olabilirdi. Çok büyük inşaat müstesna, hiç bir yapmın başında mimar bekli yerek yapıldığı vaki olmadığına göre, yeni talimat tatbik edildiği takdirde, binalan amelenin eline mi bırakacağız? Başmda kalfa olmıyan bir yapının inşasına hangi mal sahibi razı olur ve kime itimad edebilir? Belediyenin yaptığı yeni talimatname ileortada tehaddüs etmiş bir mesele daha var: Bugün memleketimizde senelerle kalfalık mesleğine emek vermiş, yüzlerce eser vücude getirmiş ve bundan sonra da baska bir meslek tutmasma imkân kalmamış birçok vatandaş var. İhmalden başka bir günahlan olmadığı halde meslekleri ve haklan kanunla da teyid edilen binlerce vatandaşm teşvik ve taltif edilecek yerde hayatlarmı tahdid ederek maişetlerini müşkülleştirmek haksızhk değil midir? Bu talimatname yüzünden hem bina yaptıracakları tereddüde ve müskül mevkie düşürmek, hem de kalfaların hukukunu çiğnemek doŞru mudur?» Bizce ve her mantık sahibince doğru değildir. Kalfalık diye kos koca bir mesleğin elini kolunu bağlıyamayız. Eğer, Belediye inşaatta fazla itina Lstiyorsa, bunu ancak kalfaları mes'ul tutarak yapabilir. Zaten de ortada bütün memlekete yetisecek derecede mimarımız yokken, ne onlardan her yapı başında nezaret ve yapıdan mes'uliyet beklememize imkân vardır, ne de yüzlerce kalfanın elinden ekmeğini almağa hakkımız... RADYO Victor Francen'le miilâkat Büyük Fransız artisti: «Türkiyeden her hafta 25 30 mektub alıyorum, güzel memleketinizi görmeyi çok arzu ediyorum» diyor Cauxko, 8/7/938 (Hususî) «MontBlanc» ın karlı tepesinc bakan odasında, beni büyük bir tevazu ile kabul eden büyük Fransız artisti Victor Francen, bana «Cumhuriyet» in okuyu cuları için imzaladığı resmini verdiklen sonra; elile sabahtanberi yağan yağmuru işaret ederek, kendisini odada hapsed^n bu mevsimsiz fena havadan uzun uzun şikâyet etti. Kendisine, evvelâ: Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz, dedim. Bana: • Türkiye yakından görmek, tam mak istediğim memleketlerden biridir, biliyorum ki son senelerde birçok inkılâblar yaptmız. Bunların içinde benim en çok hoşuma jriden Türk kadınının hayata kanşmasıdır. Türkiyeden haftada 25 30 mektub alıyorum. Müsaade ederseniz ben de size memleketiniz hakkında bazı jeyler sorayım, diyerek, »ormağa baş'.adı. Büyük artisrin Türk san'atı, musikisi, tiyatrosu hakkında sorduğu suallere cevab verdikten sonra, memleketim hak kında gösterdiği büyük alâkadan cesaret larak: Türkiyede bir taril geçirmek iste mez misiniz? dedim. Güzelliğini çok işittiğim, emsalsiz olduğu söylenen Boğaziçinde, beş on sakin gün geçirmek çok arzu ettiğim jeylerden biridir. §imdiye kadar bu seyahati yapacak zamanı bulamadım. İlk fırsatta [stanbula gideceğim, dedi. Yüksek Alp dağlarınm arasmda kaybolmuş minimini Chamonix şehrinde tatilini geçiren büyük ve sevilen artiste, penceresinin önünde, gözün alabildiğine yükselen dağları göstererek: Dağları sever misiniz, dedim. Her nekedar dağları seversem de, dinlenmek, tatillerimi geçirmek için, ufkuıt çok geniç olduğu yerleri tercih edeim, onun için ekseri tatillerimi Akdeni zin genişliklerine bakan evimde geçiri rim, dedi. Benim, yüzüne, şimdi Alp'lerde ne arıyorsunuz der gibi baktığımı görünce gülerek ilâve etti: Chamonix'de hava tebdili için bulunuyorum. Son günlerde biraz hastaydım. Boş vakitlerini nasıl geçirdiğini sor dum. Bana, açık havada otomobil veya yaya dolaştığını ve bilhassa elile masasının üstünü tamamile kaplıyan kitablannı göstererek «okumayı pek çok severim» dedi. Sonra, benim mütecessis bir gözle kitablarına baktığımı görünce: Ihtimal siz benim ne gibi eserler okuduğumu bilmek istiyeeeksiniz. Diyerek, bana kitablannı birer birer gösterdi ve üzerlerinde uzun uzun tafsiât verdi. Victor Francen'in odasında gördüğüm kitabları ve üzerlerinde verdiği tafsilâtı burada anlatmama imkân yok. Çünkü bu çok uzun sürecek. Yalnız şu kadarını söyliyeyim ki, bunlar, ruhî, felsefî ve çok ciddî eserlerdi. En çok sevdiğiniz muharrir kim dir? diyerek sorduğum suale, hiç tereddüd etmeden «Şekspir» dedi. Ve Sekspir'i oynamakta duyduğu büyük zevkten ve Şekspir'in erişilmez bir yazıcı olduğundan, uzun uzun bahsettikten sonra: Fransız muharrirleri içinde en çok klâsikleri severim. Bilhassa Molyer, Rosin en çok severek okuduğum ve piyeslerini oynadığım muharrirlerdir. Genc kız, her sabah evlerinin önündeki durakta otobüse binen bu adamdan hoşlanıyordu. Gerçi, adamın da, otobüs beklediği müddetçe, şaşkra ve asabî hareketlerle mütemadiyen durağın karşısındaki evde, acayib bir utangaçlıkla kendisini seyretmekte olduğunu bilmiyor değildi. Fakat, mevkiinin ciddiyeti derhal bu adama ramolmağa müsaade etmiyordu. O, nihayet Parisin ikinci sınıf bir gazetesi olan Echo de Paris'de bir muharrir, kendisi kıymetli bir âyan azasmın kızıydı. Günlerce, aylarca bu hal böyle devam etti. Ne adam genc kıza hislerini anlatacak bir işaret yapabildi, ne de genc kız ona cesaret verecek bir tebessüm feda edebüdi. Fakat, bir gün akşam üstü, adam işinden dönmüş, bu sefer evin önündeki durakta inmişti. Kulağına bir piyano, sonra çok tatlı bir insan sesi geldi. Kendi kendine: Bu sevgilimin güzel sesi! diye düşündü. Sesi, gözleri, saçlan, hepsi ayrı ayn güzel. Pencerenin altmdan bir türlü aynlamıyor, kendinde adım atacak bir kuvvet bulamıyordu. Insandan çok daha kuvvetli ve çok daha gürbüz bir kuvvet onu orada, görünmiyen bir direğe kıskıvrak bağlamıştı. Biraz sonra piyano, onunla beraber güzel ses sustu. Başının üstünde bir pancur sesi işitti. Kanadlı kelebeğe benzer küçük bir kâğıd döne döne yere düştü. Başını kaldırdı. Genc kızın göz lerinde ve dudaklannda inanamıyacağı bir tebessüm.. Aman Allahım, rüya mı görüyordu? Şu penceredeki kız sahiden mi gülüyor? Küçük parmağın i§aret ettiği leyi yerden aldı: « Yann akşam, geceyansmdan sonra, size arka kapıyı açacağım. Tam saat birde.. Kendi ellerimle açacağım. Insanların uyuduklan bu saatte, içindeki hazineyi benim gözlerim açacak. Öpücük ler.» Adam sar'ası tutmuş hasta gibi heyecandan zangır zangır titriyordu. Geceyi zor, hele ertesi günü çok güçlükle geçirdi. San saçlı, mavi gözlü kızı, rüyasında, otobüste, makalesini yazarken, arkadaşlarile konuşurken, hatta geceyi biraz kısaltmak içiu şarabını içerken mütemadiyen düşündü. Onu bir mektub gibi elinden düşüremedi, altın bir saat gibi cebinden, bir gözlük gibi gözünden çıkaramadı. Hem birden «içindeki hazineyi göz ierüe açmakü!» Parisin bütün saatleri on ikiyi vurmağa başladığı zaman Montparnasse'daki meyhaneden kalktl, çakır keyifti. Raphail bulvarmı, daha bir takım caddeleri geçti. Meşhur otobüs durağının önünde durdu. Evin içinde zifiri bir karanlık... Gece susmuş, yalnız genc adamın heyecandan çarpan kalbini dinliyor gibi. Saatin« bakb: Bire üç dakika var. Bahçe kapısını sessizce açtı. Gece içinde uyuyan hiçbir hayatı, hatta hissi uyandırmatnak için parmaklannm ucuna ve otlara basarak yürüdü. Evin bahçe tarafındaki küçük kapısını aradı, buldu. Önünde durdu. Gene geceyi, ve son bir defa kalbini dinledi. Gecede tıs yok, halbuki kalbinde hayalleri belirsiz, fakat zengin, bütün zevklerile çırçıplak ve ayni zamanda aç bir âlem... Birden kapı açıldı. O kadar korktu ki, yerinden fırlamaması için gayriihtiyarî elini şiddetle çarpan yaramaz kalbinin üstüne koydu. Karşısında insanın bütün sırlarını keşfeden iki kuvvetli goz. Bu gözler şu hiç beklenmedik zamanda insanı davet eden güzel kızın gözleri. Birbirinin kolunda içeri girdiler. Hahlann üstünde yürüyerek zemin katını geçtiler, gene hahlann üstünde merdivenleri çıktılar, bir salona girdiler. Dehlize benziyen koridorlar geçtiler, bir kapının ö nünde durdular. Genc kız adama gülerek baktı. Kapıyı açtı. İçeri girdiler. Her türlü hisle burkulmuş adam; kendini bir koltuğa attı, genc kız arkasındaki geceliğini çıkarıp adamın yanma oturdu. Heyecanla kabaran göğsünü, büyük bir güzellik gururu duyarak, fakat ayni zamanda kuvvetli bir arzu ile adamın avuçlarına koyduğu bir sırada, müthiş ve korkunc bir çığlık kopardı. Birden sıçradı, ve haykırmağa başladı. Babâ, bir alçak, bir namusîuz.. Adam, şaşkına dönmüştü. Davet eden o, kendisini buraya kadar getiren o, ha zineyi açmak istiyen o.. Bunlan düşü nürken, birdenbire kapı açıldı. İçeri elinde tabanca ile yaşlı bir adam, arkasından biraz daha genc bir kadm girdi. Yaşlı adam âyan azasından Mösyö Albert Marcel'di. Adam derhal işi anladı. Yarı çıplak bir vaziyette olan genc kıza, ba basına ve anasına baktı ve sonra: Beni güzel avladınız, Mösyö Marcel! dedi. Hem de kafanızı kullanarak, silâhla değil de, kızınızın bekâretini âlet y/aparak. Adam sinirli sinirli gülüyordu. Ellerini kalçalanna koyarak: Isterseniz, beni burada öldürebilirsmiz de! dedi. Genc kız, bilinmez nasıl bir hisle, tabanca ile adam arasına atıldı. Ve bu defa deminkinden daha korkunc bir çığlık kopardı: Alçak baba, onu öldüremezsiniz. Sonra, adamı kolundan tuttu, odadan çıkardı, geldikleri yollardan ve merdivenlerden bahçe kapısına kadar götürdü. Adam neye uğradığını anlamamıştı. Genc kız, bütün güzelliğine, bütün tazeliğine, hatta ona karşı duyduğu aşkına rağmen, bir gözlük gibi gözünden, bir saat gibi cebinden düşüvertnişti. Biraz yürüdü. Sonra evine girdi. Bir daha o evin önünden geçmedi. Günlerce genc kızdan «f, ik,«rytJ**lma, ayaklarına kapanma mektublan aldı. Hiçbirini okumadı, hiçbirin^ettflb vermedi. Birkaç defa eve g«len genc kızın hizmetçisini bile kovdu. Genc kız, babasının siyasî bir ihtirasına, bir fırka dalaveresine genc kızlığı nın bir âlet gibi kullanılmış olması azabını, bütün bunlar karşısında cesaretile ve namusile dimdik duran adamı hiç unutmıyacaktı. Birkaç gün evvel bir komedi •larak başladığı bu oyun şimdi bir facia oluvermişti. Bu işin sonu nasıl bitecek?.... İçinde bir isrinadgâh aradı, etrafmda aradı, yok. Anasının, hele alçak babasının yüzüne bakamıyordu. Bir genc kızın vücudünü kullanarak, bir adamın siyaseini şehvetile itham etmek.. Bunu temizlemek lâzımdı.. O, herşeyini, babası için de olsa, bir soytarıhğa feda edemezdi. Bu hâdiseyi bütün gazeteler yazmıştı. Marcel'in kızmı, herkes damgasından tanımıyacak mıydı?... O halde?.. Bir gün ana, baba genc kızı, bahçelerinin bir köşesinde, boğazından iple boğulmuş clarak buldular. Birbirlerine birşey söyliyemcdiler. Sadece ağlaştılar. N^eye ağlıyorlardı? Genc k'ızın ölümüne mi, bekâret alışverişine mi? Çeviren: akşamki programj ANKARA: 12,30 karışık plâk neşriyatı 12,50 plâkla Turk musikisi ve halk şarkıları 13,15 ajans haberleri 18,30 plâkla. dans musL kisi 19,15 Turk musikisi ve halk şarkıları (Mukadder) . 20 saat ayarı ve arabca neşriyat 20,15 Türk musikisi (Güler) 21 ke. man solo: Prof. Necdet Remzi Atak, piyanoda: Prof. G. Markoviç 21,15 stüdyo salon orkestrası 22 ajans haberleri . 22,15 son. İSTANBUL: 12,30 plâkla Türk musikisi 12,50 havadts 13,05 plâkla Türk musikisi 13,30 muhteliı plâk neşriyatı 14 son . 18,30 hafif müzik; Tepebaşı Belediye balıçesinden naklen 19,15 konferans: Beyoğlu Halkevi namma: Semih Mümtaz (Muaşeret telâkkileri) 19,55 borsa haberlari 20 saat ayarı: Grenviç rasadhanesinden naklen, Vedia Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi, (Kürdili, muhayyer, hüseyni) 20,45 hava raporu 20,48 Ömer Rıza Doğrul tarafından arabca söylev 21 saat ayarı, orkestra . 21,30 Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafından Türk musikisi (Mahur) 22,10 müzik ve varyete: Tepebaşı Belediye bahçesinden naklen 22,50 soa haberler ve ertesi günun programı 23 saat ayarı, son. Yabancı merkezlerden müntehab parçalar Büyük konserler 22,05 Münih: SchiUing'in eserleri (gTamofonla). 22,05 Stuttgart: Siegel, Mozart, Volf'ua eserleri. 20,15 Oda musikileri Victor Francen'in Cumhuriyet karilerine ihda ettiği resmi Şimdiye kadar oynadığınız roller içinde en çok sevdiğiniz ve size yakın olan hangisi idi? diyerek sorduğum suale kısa fakat veciz bir cevab verdi: Oynıyacaklanm. Peki sahnede ilk rolünüz ne idi? dedim. Gözlerini karşımızdaki başı dumanlı dağa dikerek uzun uzun düşündü ve bana: Ah.. Bu suale cevab vermek çok zor. Ben merdivenin ilk basamağından başladım. îlk rolüm hemen hemen hiçbir şeydi. Bir tepsi içinde bir kartvizit götürmekten ibaret. Pariste Gimnas tiyatrosunda aylarca ayni piyesi oynıyan artiste: Her akşam ayni rolü oynamak sizi yormuyor mu? dedim. Bunun nekadar yorucu, ne müş kül olduğunu tahmin edemezsiniz. İnsan, bir piyesi, yüz, yüz elli defa arka arkaya oynadıktan sonra makineleşerek bir gramofon plâğına dönüyor. Gönül ister ki bir piyes üç ay hazırlansm ve bir ay oynansın. Ben bunun için sinemayı tercih ederim. Filimlerinizi çevirirken objektif, ziya ve saire gibi etrafınızı saran sun'ilikler sizi rahatsız etmiyor mu? Ben filimlerimi çevirirken herşevi unutur, içime gömülürüm ve dışarısile kat'iyyen mejgul olmam ve zaten bunun başka türlü olmasına imkân yoktvr. Sonra büyük artiste hayatta en büyük arzusunun ne olduğunu ve ne olmak istediğini sordum. Hayatta en büyük arzum «şefdorkestra» olmaktı. Bende çocukluğumdanberi musikiye karşı, derin, tatmin edil memiş bir ihtiras vardır. En çok sevdiğim musikişinas «Mozart» dır. Mozart'ı taparcasına severim. Mozart'dan sonra sevdiğim musikişinas Bach, Beethoven, Waş;ner ve Claude Debussy'dir. Müzikten bahsederken büyük san'at kârın $«si, elleri titriyor, etrafmı saran herşeyden uzaklaşıp sevdiği Mozart'ın ruhunda çalkanan seslere kendini bırakmak istiyordu. Ustadı daha fazla rahatsız etmek istemediğimi söyliyerek, gösterdiği kibarlıktan dolayı teşekkür ettim. Ayrılırken elimi hararetle sıkan Francen bana, Türkiyeye karşı büyük bir sempati duyduğunu ve memleketimi görmeği çok istediğini tekrar tekrar söyledi. Askerî bandolar 20,15 21,05 Kolonya: Haydn, Bocherini ve Telemann'ın eserleri. 21,35 Orta İngiltere: Mozart ve Dvo „ raJc'ın eserleri. 22,20 Viyana: Schumann'ın eserleri. 22,20 Königsberg: Schubert (piyano so* natı A = dur. 120 op.) Königsberg: Marşlar ve askerî şar* kılar. Laypzig: Çifte askerî mızıka. Şarkı konserleri 20,20 Stuttgart: Gramofonla şarkılar. NÖBETÇİ ECZANELER Bu gece şehrimizln muhtelif semtlerin< deki nöbetçi eczaneler şunlardır: îstanbul ciheti: , Eminönünde (Minasyan), Alemdarda (A. li Rıza), Küçükpazarda (Necati Ahmed), Kumkapıda (Belkis), Şehzadeba^ında (İ. Hakkı), Karagümrükte (Suad), Aksarayda ' (E. Pertev), Fenerde (Hüsameddin), Sa • » matyada (Erofilos), Bakırköyde (Hilâl), Şehremininde (Hamdi), Eyübde (Hikmet Atlamaz) eczaneleri. Beyoğlu ciheti: İstiklâl caddesinde (Dellasuda), Şişll Halâskârgazi caddesinde (Nargileciyan), Tak« simde Lstiklâl caddesinde (Limonclyan), Karaköyde (Hüseyin Hüsnü), Kasımpaşada (Vasıf), Halıcıoğlunda (Barbud), Or • taköy, Arnavudköy, Bebek eczaneleri. Kadıköy Moda caddesinde (Bahaeddin), Pazaryolunda (Rifat), Büyükadada (Şinasl Rıza), Heybelide (Halk). Üsküdarda (Ah mediye), Beşiktaşta (Nail Halid), Beykoz, Pasabahçe, A. Hisar eczaneleri. Askerlik işleri İkramiye tevziatı Beykoz As. Şubesinden: Beykoz emvalinden maaş alan ve şubemizde kayıdlı harb malulü subay ve eratla |fehid yetimlerinin tütün bey'iye ikramiyeleri dağıtılmağa başlanmıştır. Alâkadarlar pazartesi, çarşamba, cuma günleri dokuzdan on üçe kadar üç re sim, maaş cüzdanı ve senedi resmilerile birlikte B«ykoz Malmüdürlüğüne mü raoaat etmeleri ilân olunur. • •• Eminönü Askerlik şubesi baskanlığındanî Şubemizde kayıdlı harb malullerile şehid yetimlerinin 13/7/938 gününden itibaren tütün ikramiyelerinin verilmesine başlanacağından yedlerinde mevcud resmî sened, maluliyet raporu, maaş ve nülus cüz< danlarile beraber ikiser aded resimle şu • bemize müracaat etmeleri ilân olunur. Fatih Askerlik Şubesinden: Fatih Askerlik şubesinden tütün ikramiyesi alan malul subay ve eratla şehid yetimlerinin 938 senesinde tevzi edileeok olan tütün ikramiyelerinin şubece kayıd muamelesine başlanacağmdan malul subay ve eratm rapor, resmî senedlerile ve şehid ailelerinin de resmî sened ve nüfus hüviyet cüzdanlarile şubeye müracaatleri ilân olunur. ŞERtF HULUS1 Kır eğlencesi Temmuzun 16 ncı cumartesi günü akşamı Kızılay cemiyeti Erenköy kamunu taraimdan Suadiye plâj kazinosunda saat dokuzdan sabaha kadar devam etmek üzere zengin programlı bir kır eğlencesi hazırlanmıştır. Targan Bir iki satırla •^ Halivud'da ikinci defa «Artistler ve modeller» ismini taşıyan bir film çevrilecektir. Bu kordelâda baş rolleri Joan Bennett, Mary Boland oynıyacaklardır. «Yatklöb gencleri» nde ise en mühim vazifeyi Joyce Campton deruhde ede cektir. jç Grace Moore'un Fransada çevireceği «Louise» filminin rejisini sahne vazıı Abel Gance idare edecektir. T^ Marguerite Moreno, Pierre Lar quey, Michel Simon «Rüya yolu» isminde bir film çevireceklerdir. •^ Almanyada çevnüp bitmiş olan «Karmen» filmine mukabil bir diğer Karmen filmi de Fransada çevrilecektir. Bu kordelâda baş rolü Vivian Romance oynıyacaktır. •^r Ufa şirketi «Altm körfezindeki kadmlar» isminde bir filim hazırlamaktadır. Bu kordelânın senaryosunu meşhur bir Alman tayyarecisi yazmıştır. Başrolleri Victor Staal, Karl Martel, H. A. Schelettov oynıyacaklardır. İT Holivud'da Douglas Fairbanks Junior'la Janet Gaynor ve Paulette Goddard bir filim çevirmektedirler. Kordelânın ismi «Genc kalblen> dir ve haricî sahneleri Fransa ve İtalyanın Akdenize sahil olan güzel yerlerinde geçmektedir. Bu eser, şimdiye kadar Eddie Cantor'un kordelâlarında figüranlık etmek ve kocası Ş*rlo ile sessiz «Asrî zamanr lar» ı çevirmekten başka birşey yapmamış olan Paulette Goddard'in ilk sesli filmi olacaktır. + Alman artisti Erna Sack «Na non» isminde bir filim çevirmejit^dir. Artistin diğer partönerleri Johannes Hees ters'le Oskar Sima'dır. İf Tolleyrand'm hayatma dair çevrilecek olan filmin senaryosu hazırlanmıştır. Yakmda stüdyo faaliyetine başlana caktır. *fc Önümüzdeki eylul iptidasında Pariste Jean Gabin yeni bir film çevirmeğe başlıyacaktır. Bu kordelânın adı «Fazilet sokağı» olacaktır. Teşekkür Çalman cüzdanımı pek kısa zaman zarfında buldurup iadesinden dolayı İstanbul Emniyet Umum müdürü Bay Salih Kılıcla îkinci şuîbe müdürü Bay Nüzhet ve şube müdürlerine karşı duyduğum şükran ve minnetlerimin iblâğına muhterem gazetenizin tavassutunu rica ederim, Ormando Kazilister l Şehrimize gelen Yugoslavyalı seyyahlar J Hazin bir ölüm Diş tabibi Vahdeti Aziz Turun uzun müddettenberi amansız bir hastalığa müptelâ bulunan küçük kızı Nermin Tur, dün vefat etmiştir. Cenazesi bugün öğle vakti Aksarayda Küçüklanga caddesinde 21 No. lı evlerinden kaldırıla caktır. Kederli ailesine sabırlar dileriz. EGE TİYATROSU TEMSİLLERİ Nuri Genc ve arkadaşları 12 temmuz salı akşamı Üsküdar Beyleroğlu bahçesinde KOKAİN ESRAR Varyete komedi Dün şehrimize Lofçen vapurile 120 Yugoslav seyyahı gelmiştir. resimde görülecek yerleri gezen bir grup görülmektedir, aralarında üç de gazeteci vardjr.