7 Haziran 1938 CUMHUBÎYET BEYNELMİLEL PORTRELER KÖŞ6 Sigmund Freud Dün, gazetelerde çıkan birkaç satırlık bir telgraf haberi, profesör Sigmund Freud'un karısı ve kızile birlikte Viyanadan Parise gittiğini bildiriyor. Büyük âlimin, dehasmı bütün dünyaya neşrettıği mihraktan ebediyen ayrıldığını gösteren bu haber çoktanberi bekleniyordu. Freud'a peygamber demek çok doğru olur. Hayatını ve mesleğini tetkik eleğinden geçirirsek ona verecek başka isim bulamayız. Freud bir mezheb kurmuştur; başka mezheblerin tesirine bağlı kalan müridleri, herkesten evvel kendinin inan dığı yola getirmek için bir peygamber feragatile didinmiştir; ilmi şiiri kadar kuv vetlidir; ruhun, erişilememiş derinliklerini araştınr, rüyalann manalarını okur, tahteşşuurun günahlarını tefsir eder. Freud, münzir değil mürşiddir; cinsiyeti, aleyhinde ateş püskürmek için değil, onu ruhun karanhklanna iten gizleyici kuvveti ezmek, ahlâkî telâkkilerin sakat taraflarından doğan hastalıklarla müca dele etmek için ele almıştır. Her peygamber gibi, sahte ilâhlara karşı mücadele açan Freud, gene onlar gibi, mezhebini ilk kurduğu zaman, kendı memleketinde inkâr edılmışti; bugün de koğuluyor. Bir rivayete göre, Sigmund Freud, müstesna bir adam olmağa namzed olarak dünyaya gelmiştir. Bunu, o doğduğu gün, anasına, ihtiyar bir köylü kadm tepşir etmiş. Freud'un gencliği mücadele içinde geçti. Ailesinin, malî vaziyet itibarile düşük ve aslının Yahudi olması, Alman muhiti içinde büyüyen delikanlının maneviyatı üzerinde acı bir tesir yapıyordu. Tahlili ruhî mezhebinin bugünkü peygamberi, kendisine bir meslek aramak çağına vardığı zaman, hukukla tabiî ilimler arasında uzun müddet bocalamıştı. An cak bakalorya imtihanından biraz evvel Güzel Çamhcaya akın... doktorluğa karar verebildi. Diplomasını aldığı zaman yirmi beş yaşındaydı. Freud'un, ruh hastalıklarile meşgul olmağa başlaması, Pariste, o zamanın en meşhur asabiye mütehassısı doktor Charcot'nun yanında çalıştığı tarihtedir. 1885 sonbaharından 1886 yazına kadar Pa riste kalan Freud, Viyanaya avdet ettiği zmar, isteri vak'alarının mahiyetini şuuru didiklemek suretıle anlamak kabil oldu Yumurta ihrac nizamnamesinin 12 nci ğu kanaatini edinmiş bulunuyordu. maddesinin sureti tatbıkı hakkında ihra Tıb cemiyetinde, isteriye dair verdiği cat tacirlerinin ileri sürdükleri mütalealar, bir rapor, büyük bir patırdıya sebeb oldu. Iktısad Vekâletine bildırilmiştir. Bu ar.a Viyana tıb mehafili, Mesmer'denberi ruda ihracat maddeleri baş kontrolluğu, hî hastalıklar bahsine temas eden herşeyyumurta ihracatçılan bırlığinden bu hu den fena halde kuşkulanır olmuştu. susta bir rapor da istemiştir. Bu rapor ha Freud'un nazariyesi, isterinin bir nevi zırlanmış ve bir nüshası Iktısad Vekâle şeytan işi olduğuna inanan ortaçağa av tine, diğer nüshası da Turkofis başkan det gibi telâkki edildi. Ipnotimza ise, gelığına gbnderilmiştir. ne ayni tıb mehafılinin kanaatine göre, Evvelce yazdığımız gibi kontroldaki karşısındakini sun'î vasıtalarla sersemlet müşkülât dolayısile ticaret borsasmda da mekten ibaret bir işti. Hele, Pariste, er toplantı yapılmış ve bir rapor hazırlan keklerde bile isteri vak'alan bulunduğu mıştır. Bu rapora kontrol heyetinde bu nu söylemesi; Freud'un, insafsız bir inhilunan tüccar mümessili azâ da iştirak et zama uğramasına sebebiyet verdi. mişrir. Ve Freud, o günden sonra, Viyana On ikincl maddede «kontrolda bir san Üniversitesine ayak basmadı. Senelerce dık yumurtanın yüzde beşi» kayıdlı bu zaman sonra, Universıtenın ona fevka lunduğuna göre sandığın heyeti umumi lâde profesör payesini tevcih etmesi de, yesinin sıklet ve toleransının nazarı dıkka nüfuzlu bir hastasınm delâleti sayesinde te alınması lâzım geldiği kanaati mevcud olmuştur. Yetşiminci yıldönümü münase dur. Gelen m#alumata göre, Tiirkofisle betile, fakültenin bir kelimelik tebrikte biIç Ticaret umum müdürlüğü arasında ce le bulunm: .ıası, Freud'la Universite arareyan eden muhaberatta Turkofis baş sındaki soğukluğun derecesini göstermeğe kanlığı da ayni mütaleada bulunmuş ve kâfidir. bunun üzerine Turkofis lstanbul şubesinBüyük âlim, cinsiyet esası üzerine kurden maddenin tefsirine yarıyacak bazı duğu asıl büyük nazariyesini ortaya attığı malurnat i«tenmı=hr. zaman, tıb âleminde büyük kıyamet kop PENCERESİNDEN Budala ok kullandığımız bir kelime. Fakat bu kelimenin medlulü üzerinde isabetle durulmuş olduğunu hiç ummuyorum. Çünkü ayağı karpuz kabuğuna iliserek düşen bir adama budala dediğimiz gibi dalgın dalgın yürürken bizi omuzlayıp kaldırımlara seren meçhul pehlivana da o sıfatı verivoruz. Hayatta herhangi fırsatı kaçıranla rın, elindeki lokmayı veya avı başkasma kaptıranların adı gene budaladır. Hangisini sayayım, bilmem ki?.. Hocalar, derste beceriksizlık gösteren çocuklara; ustalar, işini iyi kavrıyamıyan çıraklara; âmirler, verdikleri emri bir çırpıda kavrıyamıyan memurlara; şoförler, sağını solunu şaşırarak kazaya keşkül açan yolculara; kadınlar, gözün belâgatine göz yuman erkeklere ve adeta herkes herkese budala dıyor. Bu kelimenin lugat bakımından da yüzü ve özü karışık. Bedel ve bedilden iştikak ettirilerek ebdal ve büdelâ suretinde cemilendiriliyor. Türk selikası bu iki cemi sigasmı hem aptal ve budala biçimine sokmuş, hem de a'za, evlâd, tahrirat gibi müfred olarak kullanmıştır. Hayır, o selika, bu kadarla da kalmamış, kelimeye büsbütün baska bir mana katmıştır. Çünkü lugatte bedil mübadele suretile verilip alınan sey demektir. Bütün benliklerile Allaha bağlanıp dünyanın şusuna, busuna metelik vermiyen adamlara da bedil ve aptal deniliyor. Bunun sebebi varlığa, yokluğa kıymet vermemek haletinde ahmaklığa, deliliğe benzer bir dimağî değişiklik sezilmesidir. Fakat Türk selikası ne lugat, ne ıstılah tanımıyarak budalayı budala olarak kabul etmiş ve kelimeyi o mana ile lehcesine geçirmiştir. Fakat budalalık hakikatte nedir? Aptal tekkede, hacı Mekkede bulunur meselini de darbeden biz Türkler olduğu muza göre o kelimenin ıstılahî manasını da kavramamış değiliz. Bununla berafcer budalalığı lâyıkile tesbit etmişe benzemiyoruz. Ustüne yemek döken çocuk •m dala, ziyafete geç gelip aç kalan misafir budala, vapura biletsiz binip iki kat ücret ödiyen dalgın budala, yeni aldığı şap kayı bir kötüsile kazinoda mübadele eden adam budala, sokaklarda kilosu on beşe satılan çileği Köprübaşmda kırka alan mide düşkünü budala, terkos suyunu Taşdelen nivetine bardak bardak içen şışko budala, İspanyada sükunetin yakında teessüs edeceğine inanan kahve diplomatı budala ve hulâsa şu budula, bu budala ise budala olmıyan kimdir? Hele buda lalığın muayyen ve müşahhas vasfı ne olabilir? Ben bu işin içinden çıkamadığım için zekâsına, bulus kuv\fetine inandığım bir dosta, budalanın yerinde olmak şar tile kime denileceğini sordum. Hiç düşünmeden su cevabı verdi: Kendini fasulye gibi nimetten sa vanlara, cizmeden yukarı çıkmayı yukseliş sananlara, boş ambarda arpa rüyası görenlere, el hırkasile şıklık taslıyanlara, dev aynasında endam seyredip büyüklük kuruntulıyanlara.... Profesör Sigmund Freud gavamızını okumuş bir kimseden hiç ümid edilmiyecek kadar basittir. Hayatı bir saat gibi muntazam kurulmuştur. Freud, seksen senedenberi ayni şehir de, kırk seneyi mütecaviz zir zamandanberi ayni evde oturur. Hastalarını, kırk senedenberi ayni odada muayene etmiş, ayni koltukta oturup kitab okumuş, ya zılarını ayni masada yazmıştır. Altı ço cuk babasıdır; mesleğinden ve ilimden başka şahsî hiçbir ihtiyacı, hiçbir ihtirası yoktur. Hayatının revişi, münhasıran mesaisinin hiç değişmiyen ve durmıyan, revışine uydurulmuştur. Freud'un seksen iki yaşını dolduran seneler, gelen günün, giden güne aynen benziyen hesablı, ölçülü çerçevesi içinde geçmiştir. Haftada bir gün, Üniversitede konferans; cumartesi günleri, öğleden sonra bir iskambıl partisi; bunun haricinde, sabahtan akşama, daha doğrusu gece yarısına kadar, tahlile, hasta muayenesine, mütaleaya, fenne ve ilme tahsis edılen dopdolu saatler. Bu makine gibi çalışmanın yanısıra mükemmel bir sıhhat, harikulâde muntazam bir uyku, daima gergin, kuvvetli sinirler; sağlam ve muvazeneli bir manevî şahsiyet; cinsiyet tezahürlerinin ruhlarda tevlid ettiği muvazenesizlikleri ve iğtişaşları, ruhî tahlilin şaşmaz ölçülerine büvük bir hassasiyetle vurmakta yekta ve kendisi, normal gidisten zerre kadar ayrılmıyan harikulâde bir adam: İşte Sig mund Freud. Güzel Çamlıca canlı bir mevsime hazırlanıyor Daha şimdiden tramvayların taşıya taşıya bitiremediği bir kalabahk bu nefis manzaralı tepeye çıkmaya başlamıştır Üsküdar iskelesine vapurun biri gelip biri gidiyor. İskele önündeki mey danhkta, tramvayların biri boşalma dan öteki doluyor. Hiç de can sıkmı yan yarım saatlik bir seyahatten sonra Çamlıcadayım. Herkes gibı, şimdi ben de, yedi tepe üzerine acılmış, yeşil bir balkondan İstanbulun haritasını seyrediyorum. Bu harita, uzaktan acemi elle çizil mış kabataslak bir paftayı andırıyor: Şehrm iki yakası, bir araya gelmiş gibidir Denizin nerede bittiği. karanın nerede basladığı belli değıl! Üsküdarla Sarayburnu dudak dudağa vermişler. A}'asofvanm avaklan dıbinde Üsküda rın iskele camii... Bütün tabıat unsurlarmın deniz, dağ, orman, çiçek, kuş yeşil bir âlemin içinde haşır neşir olduğu bir yer burasr Çamlıca'.. O Çamlıca ki, «Edebiyatı Cedide» den bir evvelki devirde, «Arzın semaya en yakm noktası> idi. Bülbüller, en müstesna konserlerini burada verırlerdı Kalemlerini. boyaya batıran şairler, ilhamlarını damla damîa bu kaynaktan toplar, serazad gönüller. acılıp saçılmak için buraya can atarlardı. En büyük şairlerimizin, ölüm ddşeğinde: «Çamlıca... Çamlıca...» diye sayıklamakta hakkı vardı. Çünkü «O», bir devrin ıfadesıydi. Devrini ikmal eden bütün faniler gibi, Çamlıca da, bütün dekorlarile birlikte çöküp tarihe karışmıştı. Fakat size, bu çöken Çamlıcanm e teklerinde, şimdi, yeni bir Çamlıcanın füızleri fışkırmakta olduğunu müjdeliyebilirim. Dün, ben de o yeşil dağın kuvtuluğunda kendimi gizledim. Epeyce zaman var ki. Çamlıcayı görmemiştim. Bu metruk cenneti, böyle yüzlerce Âdem ve yüzlerce Havva ile dolmuş bulacağımı aklımdan geçirmî yordum. Tramvayların taşıva taşıya bitiremediği bu ardı arası kesilmez kalabalığm hepsi Çamlıcaya gıttiğine adeta inanacaürm gelmiyordu. Kısıklıdan tepeve doğru tırmandıkça havretim arttı. Ağacların dallarında ne kadar bülbül varsa, gölgelerinde de o kadar insan vardı. Cmlerin cirid oynadığı Çamlıca nerede, bu cıvılcıvıl mesire yeri nerede?. Yol boyunca sıra sıra köşkler, bahçeler ortasmda sivrilmiş minimini villâ lar ... Vaktile sinek avlıyan gazinolar şimdi hıncahmc! Dört bir taraftan akarcasına müşteri geliyor. Bir boş ma?a bulup. her neyse verleşebildim. Hiçbır dolaba girmeden buz kesilen Çamlıca suvunu, önüme sürdüler. Bu lezzette suları, her gün içip durunız. Fakat suyun da tazesi ve bayatı oldu ğunu kabul etmelıyiz.' Çamlıca suyu nun en muhim hıısusiveti, kendi membaında, tabiî vasıtalarla kendiliğinden soğuması ve taze taze içilebilmesidir. İnsan bu suyu tadarken; adeta su değil; hava içiyorum sanıyor. Bana kal sa, Çamhcada, suyun adı hava ve havanın adı su olmalı idi. Çünkü suyu, havası kadar hafıf ve havası suyu gibi lezzetli... Kokladığınız havada, serin bir suyun hararet söndürücülüğü ve iç tiğiniz suda, güzel bir havanın ferah vericiliği var. Gazinonun içerlek bir yerinde, eski bir çeşme gördüm: Çamlıca suyu, işte bu çeşmenin künkü içinden şırıl şırıl ve bütün sular gibi nazlı nazlı akıyor. Çeşmenin tarihi, üzerindeki kitabede yazılı: *Bendesi Rasih dedi, tecdidine tarihi tâm. Eyledi icra bu ayni Zemzemi Mah mud Han* 1251 „ „ . , . „ Öteki cephede bir başka kitabe var: iNaliden tarihini sordum, dedi: Çeşmei âbı hayatı canfeza...> Tecdid sözünden anlaşılıyor ki. çeşme daha evvelki devirlere aiddir ve İkinci Mahmud. bu «âbı hayat» ı sadece temizletip yollarmı tamir ettirmiştir. Çamhcada iğde ağacı da nekadar cokmuş... Hemen adım başmda bir iğde ağacı... İğde dallarımn içlere bavgınlık veren ıtrı içinde yan sarhoş gibi yü rüvorum. Fakat «ıtır> yalnız iğdelerden gelmivor. Meselâ şu gectiğim yol. bir kekik tarlası ortasında, göz alabildiğine kadar uzanıyor. Şu karsıki sırtta bov atan «Sedir» lerden nefis reçine kokuları taşıyor. Çamhcada eğlenmeğe gelenler için de iki sınıf halk görüvorum: Biri babayani takım... Kilimlerini, hasırlarmı. tencerelerini beraber alıp gelmişler: Semaverler kaynıyor. cızır cızır külbastılar pişiyor, bir yandan da gramofonlar durmadan çahyor. Dönen plâklardan iki tanesi var ki, muhite pek uygun düşüvor: Gel gidelim. Çamhcaya. bu gece... Kumru gibi sevişelim gizlice... Biz Çamlıcanın üç gülüyüz, Ask bahçesinin bülbülüyüz, Dillerde gezer, söyleniriz, Gamsız yaşanz. eğleniriz! Öteki sınıf halk ise, daha az portatif gelmişler. Gazinoda yiyip içiyor, tabak. bardak gibi eksiklerini burada tamamlıyorlar. Ağaclar arasında dolasırken minimini bir kız gördüm. Bir eşek sıpasını yu larmdan tutmuş. götürüyor, sıpanm arada bir inadcıhğı tutarsa: Zengin ...Zengin... diye seslenivordu. Eşeğe zengin adı vermek pek gülünc ve biraz da kaba bir züğürd tesellisi idi. Çocuğa sordum: İ Yumurta ihracatı Nizamnamenin 12 nci maddesine aid rapor Vekâlete gönderildi Yurd sever aile İdris Şerife I Bu eşek sahiden zengin mi? Boynunu büktü: Bilmem! Ya neden Zengin diye bağırıyorsun?.. Bu sefer aldığım cevab da, gene bir baş sallamasmdan ibaret kaldı. Fakat, mmımini eşeğin yeşil bir ot hazinesi içinde otladığını görünce, ben kendıli ğimden hükmümü verdim: Önündeki ot, bir eşek için hakıkî bir servet sayıla bilird'ı! Tabiat burada. yalnız otu değil, her şeyi bol bol adeta israf edercesine ortaya dökmüştü. Çiçek mi istedin? Kokla. koklaya bildiğin kadar... Bülbül mü dinliveceksin? Dinle, dinliye bildiğin kadar... Su mu içeceksin, iç içebildiğin kadar... Solda bir tümsek gözüme ilisti. ve bir mezar tasına bakarak irkildim. Abdülhak Hâmidin annesi Fatma Münteha burada vatıyordu! Büyük şairi daha ziyade belki bu «Hüvelbaki» nin taştan sükutu buraya bağlamıştı, diye düşünüyorum. Dönüşte bir arkadaş, önüme çıktı: Galiba Camlıcadan geliyorsun; kalabalık nasıl? Şastım, dedim, Çamlıca adeta bir mucize ile yeniden dirilmiş... Güldü: Mucizenin ne olduğunu da ben sana haber vereyim: Şirketi Hayriye ile Halk tramvayınm müştereken çıkar dıkları yirmi beş kuruşluk kombine biletler!... Çamhcada açık havada dans eden çiftler. ŞALÂHADDIN GÜNGÖR muştu. Fakat, aleyhindeki cereyanlara hiç kulak asmadan, doğruluğuna iman ettiği yolda ilerliyen Freud'un şöhreti, yavaş yavaş artıyordu. Hislerin körletilmesine imkân olmadığmı, buna teşebbüs etmenin, o hisleri, şuurdan tahteşşuura etmekten başka bir netice vermediğini, fakat tahteşşuura itilen bu duyguların, ruhta birikip asabî hastalıklar tevlid ettiğini söyliven Freud, ortaya bir yenilik atmak sayesinde etrafa yaydığı adını gitgide bütün dünyaya işittiriyordu. Yeninin cazibesine, âlimin cidalci tabiati; nazariyesine, bütün bir meslek mensubları kütlesinden gördüğv şiddetli muhalefete rağmen bir peygamber feragati ve imanile sanlışı ve bilhassa, nazariyesi cinsiyet gibi çok cazib bir mevzu üzerinde kuruşu, onun etrafında talebeden, hayranlardan, ve okuyuculardan mürekkeb heyecanh bir kütle toplamağa başlamışh. Freud'un, kendi ruhunun derinlikle rinde yaptığı araştırmaların neticesini ilân ve kendisini, kusursuz insanlarla dolu bir cemiyet içinde tek günahkâr olarak teşhir etmesi, ruh hastalıklan mezhebinin bu yılmaz fedaisi etrafına toplanan inan sahıblerini sayısız nisbette çoğaltmışh. Bugün Freud, kurduğu nazariye etrafında çarpışan koskoca bir kütleye uzaktan bakacak, o kütlenin ve kendi mezhe binin fevkinde kalacak derecede yükselmiş, ruhî tahlilin timsali olmuştur. Sigmund Freud, hususî hayatında, tahteşşuurun esrar dolu muhitile temas etmiş, ruhların en derin köjelerini kajıştınp Pendikte Arabacı sokağmda oturan bahçıvan İdris 100 lirayı, eşi Şerife de Sözünü kestim ve sualimi geri aldım. yarılarma sahib olduğu bir ev, bir bahçe, bir bakkal dükkânı ve 10 parça tar Çünkü zeki tanıdığım dost, beşeriyetin layı Hava kurumuna terk ve teberrü dörtte üçünü budala göstermeğe yeltenetmişlerdir. Bu vurdsever çift, teberrü mek suretile budalalaşıyordu. lerine aid tapuları kurumun İstanbul M. TURHAN TAN şubesme göndermişlerdir. Zenginlerimize ' örnek olacak kadar Kırşehir felâketzedelerine yurda bağlılıklarmı gösteren bu aileyi candan tebrik ederiz. teberruda bulunan bir ecnebi Bir mahalleyi tehdid eden yangın Fatihte Akdeniz caddesinde 59 numaralı evin bitişiğindeki kulübede oturan pabuççu Hasan oğlu Salih, dün saat 14,30 da yemek pişirmek istemiş, mangal yakarken sıçrıyan kıvılcımlarla pencere perdesini tutuşturmuştur. Bütün mahalleyi tehdid eden yangın yetişen İtfaive tarafından kulübe ta mamen yandıktan sonra bastınlmıştır Bostan kuyusuna düşen zavallı küçük talebe Dün de 9 yaşlarında bir çocuk, kuyuya düşerek boğulmuştur. Başlarmda müdireleri madam Aliz olduğu halde Balmumcuda kır gezintisine çıkan Ortaköy Yahudi yetım mekteb talebelerinden 9 yaşında Leonida, bir aralık arkadaşlarmdan ayrılmış ve tek başına dolaşmağa başlamıştır.Zavallı çocuk Balmumcu yatı mektebi dvarmdaki açık bostan kuyusu etrafında dolasırken ayağı kayarak düşmüş, boğulmuştur Leonidanm cesedi kuyudan çıkarılmıştır. ^ I• I » Valı ve Belediye reisi Muhiddin Üstündağdan şu mektubu aldık: <Sultanahmedde üç senedir yapıl » makta olan hafriyatı himayesi altına almış bulunan İskoçyalı kâğıd fabrikatörü Mister «David Russell» den aldı ğım bir mektubda memleketimizdeki son zelzeleden çok müteessir oldukla rını yazmakta ve felâketzedelere ufak bir yardım olmak üzere reisi bulunduğu «Walker Trust> namma benim vesıtamla elli İngiliz liralık bir çek göndermektedir. Para, tahsis masrafma sarfedilmek üzere Kızılaya gönderilmiştir. Memleketimizin uğradığı büj'ük acıya iştirak etmek dostluğunu gösteren bu zat ile mensub olduğu teşekküle saym gazetenizle açık teşekkürü zevkli bir vazife l Vali ve Belediye reisî Muhiddin Üstündağ Avrupa Seyehati 15 temmuzdan 23 ağustosa kadar 40 günlük Yunanistan, İtalya, Viyana, Almanya, Prag, Peşte, Bükreş, Köstence etüd seyahati, yemek, otel, tren, pasa port her şey dahil 225 liradır. Fazla talib olduğundan 20 haziranda kayıd kapanacaktır. Müracaat: Beyoğlu Perapalas karşısmda (İTA) acentası. Tel. 43542. Motosiklet çarpınca... Beyazıdda Okçular kahvesinde yatıp kalkan 45 yaşlarında Hasan, dün. Haydarpaşa rıhtım caddesinden geçerken Kiryakonun idaresindeki 322 plâka numaralı motosikletin sadmesine maruz kalmış, başmdan yaralanmıştır. Suçlu Kiryaio yakalanmıgtır,