20 Ikinciteşrin 1937 CUMHURİYET ÖIR JEVAHATIN NOTLARI Soğukoluk toplantısı Eski delege Durieux giderayak son fesad şebekesini kurmağı ihmal etmemişti Yazan: KANDEMlR 43 Demir parmaklıklı, kapısı da sımsıkı kapalı bir bahçeyi göstererek: Burası Antakyanın Millet bahçe sidir, dediler. Güzel... Fakat millet buraya giremez mi? Girer... Çiçek satın almak isterse.. Ya gezmek, oturmak için? Hayır... Uzaktan seyredebilir. lki adım ötede büyük, kübik, amma gene kapısı bacası örtülü bir taş yapmın önünde durduk: Bu da Antakya Müzesidir, buyurdular. Görelim... Olamaz... Sebeb? Kaç senedir içeriye, işi olanlardan başkası sokulmuyor. Ve anlattılar: Dostlar alışverişte görsün diye bu güzel bina buraya kuruldu. Ancak içerisi Hatayda mubarek bir yer: Türk bir türlü tanzim edilemiyor. Çünkü ya şehidleri abidesi pılan hafriyatta meydana çıkan değerli eserler Parise gidiyor. Burada birike bi yanıyor mu?.. Damarlarımda kızıl bir arike taponları biriktiği için, bu çatı altınm teş, yüzümde buz gibi bir rüzgârın zalim bir müze halini alabilmesi, galiba kıya tokatı var. Şoför bir cenaze otomobili sürer gibi mete kalmıştır. sessiz... Antakyanın yakınındaki (Harbiye) Yeni açılmış bir yolda dağlara tırmade, gürül gürül ve köpüklene köpüklene nıyoruz. dökülen şelâlelerin karşısında, tabiatin Nereye gidiyoruz? bu cennet gibi ülkeye misli az bulunur bir Neden sonra durduk: cömerdlikle bahşettiği güzellikleri seyre Soğukoluk... dalarken, etrafımı kuşatan beyaz külâhlı, Büyük otelin önünde dizi dizi otomogüleryüzlü Alevî çocukları, koyunlannbiller, ve bahçesindeki masaların başında dan çıkardıkları keseleri açmışlar, avuc küme küme insanlar vardı. avuç antika paralan önüme sermişlerdi: Bir sürü ısimler saydılar: Beğen beğendiğini al.. diyorlardı, Buradalar, dediler, Türklere karşı üç tanesi beş kuruşa... birleşmek, müttehid bir cephe teşkil et Bunlan nereden buldunuz? mek için toplandılar. Üzümünü ye dr bağını sorma, der gi Bunlan toplıyan kim? bi tuhaf tuhaf gülümsüyorlardı: Fransız delegesi Durieux.. Nene gerek.. Biz buluruz, bu dağ Bu adam Aî^lüiad^ jesm^n veçU lar, bayırlar, her taraf antika dolu.. U şenmezsen s«n de kaz, sen de çıkar, al edip, vazifesinden ayrılalı üç gün olu yor, daha gitmedi mi? götür.. Yanımdaki arkadaş sinirlenmişti: îşte, diyordu, kıymetli ne var ne yoksa ortadan sır oluyor, kıymetsiz sa yılanlar da dünyanın hiçbir yerinde eşine rasgelinemiyecek bir şekilde böyle kapanın elinde kalıyor, üstelik de alenen satılıyor. Ve etrafı tatlı bir uğultuya boğarak akan sulan göstermisti: Bu yaman kuvvetten istifade et mek de henüz kimsenin aklına gelmemiştir. Sonra hazin hazin içini çekmişti: Yıllardır o kadar kimsesiz, öyle zavallı kaldık ki... Şimdi bu satırlan yazarken, kendi kendime düşünüyorum; haftalarla kaldığım Hatayda, Hataym her yanmda, a caba bir gün olsun gülebıldim, bir gün olsun derd dinlemeden akşamı edebildim mi? Bir gün Antakya îskenderun yolu üzerindeki tanınmış yaylaya, Beylana gitmiştim. Daha otomobilden iner inmez, hüngür hüngür ağlıyan bir çocukla karşılaştım. Belki korkuturum, diye sert bir tavır takındım ve bağırdım: Sus bakalım.. Ne ağlıyorsun öyle.. Boynu bukük değildi, gözyaşlarile sırsıklam yüzünü kaldırdı ve biricik hürri yetine kanşan adama dik dik baktı: Ağlanm... dedi.. Ona da mı karışacaksınız.. O da mı yasak?.. Görünmiyen, bilinmiyen yollardan karşısmdaki gözlere, oralardan içlere aka bilmek sırrına ermiş yaşlar varmış.. Yavruya yaklastım: Peki niçin ağlıyorsun? diye sor dum. Göğsü şişip iniyor, dudaklan titriyor ve ıslak yumruklan gözlerini oyuyordu: Çaldılar.. diyordu, resmimi çald:lar.. Bulamıyorum onu.. Gel, diye kolundan tuttum, gel bir yenisini çekelim... Bunda üzülecek ne var? Hırcın bir tavırla elimden kurtuldu: Benim resmim değil, diye bağırdı, (O) nun resmi, Atamın san saçlı, mavi gö>lü, yakası altı oklu resmi... Ve hıckırıktan boğularak, sordu: Onu... bulabilir misin.. bana? Bulursam ne verirsin? Sendeliye sendeliye üç adım atarak bana yaklaştı, kıpkırmızı yanaklarının üV tünde, bir anda doğan ümidle parıldıyan yaşlı gözlerini açarak, sağ elini göğsüne götürdü ve: Canımı!.. dedi. Yayla çok mu serin... Yoksa alev alev Ta uzakta, îskenderun körfezinin durgun koynundakı bacaları tüten bir vapuru gösterdiler: lki saat sonra gidiyor. Gidiyordu, fakat işte, giderayak son fesad şebekesini kurmağı ıhmal etrmyerek gidiyordu. *** Başımı öteye, Beylan sırtlarına çeviriyorum. Iktısadî hareketler Limanda yeni inkişaf Bir senedenberi, yeni bir can ve inkişaf verilmesi için çalışılan Istanbul limanında artık tasavvurlann kuvveden fiile çıkLğını görüyoruz. Aylardanberi limanın her tarafında, etüdler yapan mütehassıs" lar projelerini hazırlamış bulunuyorlar. Şımdi sıra bunların tatbıkatına gelmiştir. Mumhanede yeni yapılan antrepolan eski gümrük binasının asrî bir antrepo ha line konulması ve onu da iki yolcu salonu inşaatı takib etti. Galata rıhtımının yük seltilmesi işi ikmal edilmiş bu nhtımın genişletilmesine başlanmıştır. Sirkeci rıhtı mının takviyesi ameliyesi de başlamıştır. Eldeki projelerin tatbikatına da giri " şılmek üzere Sirkeciden Sarayburnuna kadar sahil boyunca yeni antrepolar, soğuk hava depoları, deniz mahsulleri konserve fabrikası yapılacak. Bir spekülâs yona meydan vermemek için şimdilik ismi gizli tutulan bir sahada da asrî kömür depoları kurulacaktır. Istanbul limanı Türkiye iktısadiyatının gerek giriş gerekse çıkış itibarile en mü him kapısıdır. Vasatî olarak Türkiye it* halâtınm yüzde 75 i, ihracatın da yüzde 20 si Istanbuldan geçer. Yani Istanbul limanı, senevî orta bir he«abla, 90 milyon lralık bir faaliyetin geçidi olmaktadır. Bu itibarla bu limanımız için yapılan ve yapılacak olan fedakârlığm yerine masruf olduğunda hiç şüphe yoktur. Büyük davalar PENCERESiNDEN Aferin Bayan Perver ransızlar Madam de Sevigne ile iftıhar ederler ve onun mektublarını incelik nümunesi sayarlar. Fakat ben bu edib kadının hal tercümesinde daima acıklı bir nokta bulurum. Bana öyle geliyor ki resmî makamların müdahalesi ve bir hayır sahibinin delâleti olmasaydı Sevigne'nin mektubları sepete atılan takvim yapraklan gibi heder olacaktı. Çünkü eser, sahıbinin ölümünden tam otuz yıl sonra basılabilmiştir. Halbuki mektublar muharrir tarafından kızına yazılmıştı ve bu kız Comtesse de Grignan adı altında yaşıyan zengin bir bayandı. Anasının güzel yazılannı sadece sakladı, bastırmadı. Bizim yurdumuza taalluk ettiği için bilhassa kıymet bulan (Montagne) mcktubları da sahibinin ölümünden sonra basıldı. Onları bastıran dahi resmî makamlar olsa gerek. Judith Gautier, babası olan şöhetli edibin mektublarını neşretmedi ve kendini meşhur kılmak için eser bastırmayı öyle bir hayırlı işe tercih etti. Geçenlerde ölen ingiliz Başvekillerinden Mac Donald ise mühim mevzulara temas ettirerek neşrettiği bir eserin başına: «Beni yoktan var eden karımdır. Ben onun zekâsına, şefkatine dayanarak kaldırımlardan İngiltere İmparatorluğunun Başvekilliğine yükseldim. Eserimi de onun yüksek hatırasına ithaf ediyorum» cümlelerini yazmıştır. *** Bizde babalarınm eserlerini zayi olmaktan kurtaran evlâd yok değildir. Fakat kocasının adını ölmekten kurtarmayı düşünen ve eşının ölümünden sonra zahmetlere katlanarak, masraflara göğüs vererek onun kitablarını bastıran bayanlar var mıdır, bilmiyorum. Varsa bile çok nadir olmalıdır ki şu fıkrayı yazarken içerinden birini olsun haürlıyamadım. Lâkin karşımda hafızamın bu bilgisizhkten doğma melâlini gideren bir eser var ki gerçekten takdire değer bir vefaseveriiğin alkışlara lâyık vesikasıdır. Bu eser «Kılıç Aslan» adlı ve mevzuu tarihten alınma bir küçük hikâyedir. Muharriri Ihsan Ahmeddir ki Konya tnhisarlar müdürü iken birkaç yıl önce ölmüstür. Ben Ihsan Ahmedin Prenses Tamara ve Mihriyar, Şirazda Selgar oğullan adını taşıyan eserlerini vaktile okumuş ve takdire lâyık bulmuştum. Sonra değerli muharririn mevsimsiz ölümünü de duyup elemlenmiştim. i «Kılıç Aslan» ın intişarını duyunca hayretle karışık bir sevince kapıldım. Hayretim, dirilerin eserlerini bastırmağa kolaylıkla muvaffak olamadıklan şu kâğıd pahalılığı içinde hangi hayır sahibinin bu eseri basabileceğini kavramayışımdan, sevincim de kalemi ve bilgisi kuvvetli bir muharririn ölümünden sonra bir eserinin basıldığını görüşümdendi. Tabiidir ki merakımı izale etmek lâzımdı. Şöyle bir araştırdım. Rahmetli Ihsan Ahmedin Kılıç Aslan adlı güzel eserini, onun eşi Bayan Perverin bastırttığını öğrendim. Kocalarından kalan para ile onların mezarına taş diken eşler çoktur. Lâkin yukarıda da kaydeylediğim üzere eşlerinin adını, onlardan kalmış müsveddeleri kitab haline sokmak suretile ölümden kurtarmağa muvaffak olan kadmlar pek nadırdir. Bayan Perveri bu nadir mahluklardan biri olarak tanıyıp takdir edivorum ve Kılıç Aslan hikâyesini bastırıp kocasının ruhunu ve ?üzel eser sevenleri memnun ettiğinden dolayı «Aferin Bayan Perver» diyorum. Orta Avrupanın iki korkusu Yazan: J. ve J. THARAUD [•] Orta Avrupada bir ay süren seyahatten sonra, Budapeştede, Krokovi'de, Prag'da, Viyanada ve Belgradda yaptığım görüşmelerde en fazla nazarı dikkatime çarpan noktaları bir araya toplamağa çalışıyorum. Bu mülâkatlarda iki intıba hâkimdir: Almanya endişesi ve komünizm korkusu. Macaristan, Lehistan, Çekoslovakya, Avusturya, butun bu devletler, içlerınden birinin taarruza uğraması halinde nasıl hareket edeceklerini ve bizzat taarruza uğradıkları takdirde komşularınm ne yapacaklarını, endişe ile düşünüyorlar. îtalyanın yaptığı soldan geri hareketı, Hitler ve Mussolini arasında teessüs eden beklenmedik yakınlık, bilhassa, senelerdenberi Duçe'yi Hitler'in herhangi bir teşebbüsüne karşı koyacak bir hâmi vaziyetinde görmeğe alışan Avusturya ve Macarıstanda, bu endişeyi artırmıştır. Viyanada, doktor Schuschnigg Mussolini'nın Berline gideceğini haber alır almaz, M. Beneş'ten âcilen mülâkat istemiştir. Halbuki, şimdiye kadar asla böyle bir teşebbüs yapmış değıldı. Budapeştede ayni aksülâmel görüldü. Almanyanın Avusturya arazisini ılhak etmesı ve Macar hududlarına yerleşmesi ihtımali, Macarların, harbdenberi tamamen sönmüş zannedilen eski Alman aleyhtarlığını canlandırdı. Bugün, orada, bundan henüz altı ay evvel düşünce halinde bıle mevcud olmıyan Çekoslovakya ile bir yakınlık tesisi teşebbüsü görülmektedir. Viyanada ve Budapeştede hüküm süren kanaat, Hitler'in yolunu kesmek için en iyi şeklin, bu memleketlerin ikisinda «1Krallığın iadesi olduğu merkezindedir. Devletin başına bir Habsburg getirmek arzusu, Avusturyada hergün artmakta ve Küçük Antant, bu fikre, eskisi kadar muhalefet etmiyor görünmektedir. Bu vaziyet, bilhassa Prag'da barizdir. Reisicumhur Masaryk'in vefatı, orada, çok değişiklikler yapmıştır. Masaryk, eskı Avusturyayı uzaktan olsun hatırlatan her şeyden en fazla nefret eden siyaset adamı idi. Habsburg'lann tekrar tahta gelmesi fikrine karşı en şiddetli muhalefeti Belgrad'da gördüm. Bunun sebebi basıttir. Yugoslavyada, Hırvatlarla Sırbların birbirlerine karşı derin bir düşmanlık besledikleri malumdur. Hırvatlar, katoliklik, garb ve Viyana medeniyeti deroektir. Sırblar ise, ortodoksluk, şark, YunanBizans medeniyetidir. Belgradda, Viyanaya gelecek olan bir Habsburg'un, medeniyetini Avusturyadan alan o Hırvatlık üzerinde, şiddetli bir tesir icra edeceğinden korkulmaktadır. Binaenaleyh, Stoyadinoviç hükumetinin bugün Hitler'e yaklaşması sırf mısırını, kuru eriğini ve domuzunu satmak için değil, Almanların, Viyanadaki Habsburg'lara nazaran, memleketin vahdeti namına şayanı tercih olduğunu, haklı veya haksız düşünmesindendir. Orta Avrupanın ikinci büyük endişe mevzuu, dediğim gibi, komünizm korkusudur. Bu korkunun hissedilmediği yegâne memleket Çekoslovakyadır. M. Beneş bir gün bana dedi ki: Komünizmden niçin korkalım? Bizde ne derebeylik vardır, ne de büyük burjuvazi. Biz, işçiden, köylüden ve küçük burjuvadan mürekkeb bir milletiz. îçtimaî kanunlarımız, halk kütlesinin istediği şeylere hemen hemen tekabül ediyor. Binaenaleyh biz komünizm tehdidı karşısında değiliz. Ondan ne diye nefret edelim? Prag müstesna, Orta Avrupanın diğer bütün hükumet merkezlerinde, komünizm, düsman telâkki ediliyor. Büyük fetodaliteler memleketi olan Lehistanda bundan tabiî birşey olmaz. Fakat, mesele, orada gitgide artan derin Yahudi aleyhtarlığile, büsbütün karışık bir şekil alıyor. Viyanada, Otto Bauer'in, bolşevizme mütemayil sosyal demokrasisi ezildikten sonra, sosyalistler ve komünistler, ihtiyatla hareket etmeğe basladılar. Bugün baş kaldırıyorlar ve hayata avdet ediyorlar. Ne suretle? Vaktile kendilerini imh eden Dolfus'ün halefi ve muakıbı Başvekil Schuschnigg'e yaklaşarak, hiç beklen medik bir şekilde. Evet, beklenmedik biı şekil, fakat kolay anlaşılır bir sebeb. Bunlar, Nazi'lerin, Avusturyada hâkim ol malan ve Almanyadaki arkadaşlan hak kında reva gördükleri akıbeti kendilerin de tatbik etmeleri ihtimalinden korkarak Avusturya istiklâlinin son istinadgâhı o lan adamm otoritesini, ne pahasma olursa olsun tarsin etmekten başka birşey düşünmüyorlar. Budapeştede, komünizm, hemen he men ayni şekilde karşılanıyor. 5 U farkla ki, Macar seciyesinde, Avusturya seciyesine nazaran fazla huşunet vardır. Bela Kun'danberi, orada hiç kimse kendisinin komünist, hatta sosyalist olduğunu söylemeğe cesaret edemiyor. Budapeşte nüfusunun, takriben yarısını teşkil eden ve Bela Kun taraftarları arasında ekseriyet halinde bulunan Yahudiler bile, min tarafillah hep koyu muhafazakâr kesilmişlerdir. Komünizme karşı mücadelenin en fazla şiddetli olduğu yer, şüphe yok ki Belgraddır. Yugoslav hükumeti, Sovyetleri tanımaktan, ötedenberi imtina etmiş ve Belgrad, Stalin rejimi aleyhinde mücadele eden yığınlarla Rusa melce olmuştur. Saltanat Naibi Prens Paul ve M. Stoyadinoviç, bunlara, gizli veya âşikâr muzaheretlerde bulunuyorlar. Belgrad hükumetinin bu şiddetli Sovyet aleyhtarlığı hayretle karşılanabilir. Çünkü, mal sahibi küçük köylülerle meskun olan Yugoslavya, komünizme hiç müsaid görünmiyen bir zemindir. Bu ciheti orada hatırlattığım zaman bana şu cevabı verdiler: «Gerçi, bizde, komünist temayüller, talebe ve entelektüel muhit haricinde, hemen hemen yok gibidir. Fakat, biz Slavların nazarında, Rusya ötedenberi fena günlerde istinadgâhımız olan kurtarıcı millet mahiyetini hâlâ muhafaza eder. Hiiku meti ne olursa olsun, sosyal rejimi ne olursa olsun, bizim üzerimizde, tâbir caizse, ırkî bir tesiri daima bulunacaktır. Prens Paul'ün ve başvekilinin korktukları da budur.» Fransaya gelince, bütün bu fikirlerin ve muhtelif menafiin arasında onun hakkında ne düşünülüyor? Hakikati, olduğu gibi görelim. Almanyanın, Rhin mıntakasını askerî işgal altına almasına göz yumduğumuz 7 mart 1936 danberi, Orta Avrupadaki mevkiimizi kaybetmiş bulunuyoruz. (Kendi hukukunu müdafaa edemiyen Fransa, bizim hukukumuzu müdafaa hususunda bize ne dereceye kadar yardım edebilir ki?) sözünü kaç defa işittim. Sovyetlerle aramızda (yani Sovyetlerle Fransa arasında, mevcud ittifak da ayrı bir tariz vesilesidir. Prag'dan başka her yerde bu tariz işitiliyor. Fransanın kat'iyyen komünist olmadığını, hatta olmak niyetinde bulunmadığını, bugünkü içtimaî tecrübelerinde, fikirleri süzmeğe, tasfiye etmeğe, insanileştirmeğe, hayata tatbik etmeğe uğraştığını, bu suretle tarihî bir vazife ifa ettiğini istediğiniz kadar söyleyin. Muhatabınız size bakıyor, sözlerinizi dinliyor, sonra başını sallamakla iktifa ediyor. Kimseyi ikna etmek kabil değil... [*] J. ve J Tharaud merkezî Avrupanm siyasî vaziyetini uzun muddet tetkık etmiş muharrir iki kardestır. Makalelerinl her zaman beraber imzalarlar ve tek adam gibi yazarlar. Karilerimız bundan bir muddet evvel ayni muharrirlerin «Berlin Roma mihveri karşLsında merkezî Avrupa» baslıklı enteresan yazı serısıni hatıriıyacaklardır. r F. a ADLÎYEDE Vakitsiz doğan çocuk Cibalide Demirhan mahallesinde oturan Aliye, 8 avlık bir çocuk doğurmuştur. Çocuk çok yaşamadan ölmüstür. Cesed Morga kaldırılmıştır. Müddeiu mumilik tahkikata başlamıştır. Gemi kazasına aid davaya başlandı Bundan dört ay evvel Çanakkalede Nâra burnunda bir deniz kazası olmuş, Sovyet Rusvaya gitmekte olan Magellanos adlı İspanyol gemisi Capo Pino adlı Italyan gemisine çarparak batır mıştı. Hâlen Halicde bulunan îspanyol vapurunun yaptığı bu kazaya aid davaya dün ikinci ticaret mahkemesınde devam edilmiştir. Dünkü celsede îs panyol gemisinin vekjlleri söz almıslar ve şekle a'id itirazlarda b'ufunmuşlardır. Muhakeme başka bir güne bırakılmıştır^ £A1 çocugunu da 5 ay 25" gün bak, bakalım» Dün, Tahtakalede bir bakkal dükkâ nından bir teneke peynir çalarken ya kalanan Niyazi, Sultanahmed birinci sulh ceza mahkemesinde muhakeme edilmiş ve beş ay 25 gün hapse mahkum olmuştur. Nivazi mahkeme kapısmdan çıkar ken karısı da elinde 9 avlık çocuğile belirmiş ve suçlunun kucağına atarak: Bir gözyaşının cazibesindeki kuvvet, < Al çocugunu da beş ay 25 gün başka nede var? bak bakalım» demistir. Tepenin dönemednde, şoför kendi Niyazi çocuğu tekrar karısma iade etkendine duruyor, ben, iradesi bitmiş, ta mis ve hapisaneye doğru vollanmıştır. kati tükenmiş, nutku tutulmuş bir insan Ma^kemenin r'aimî müşterigibi yere basıyorum ve üstünde iki taze lerinden Niyazi çene çelenk duran taş yığınının önünde başımı eğiyonım. mahkum oldu Burada yirmi yıl evvel can veren Türk Niyazi adında bir hırsız mahkum olerlerinin kanı, ötede, hâlâ ağlıyan Türk mus ve hapisaneve sevkedılmisti. Bunyavrusunun gözyaşı var. dan bir ay evvel hapisanede hırsızlık yapan suçlu tekrar muhakeme edilmiş KANDEMİR ve dört av on güne mahkum olmuştu. Nivazi. evvelki gün hapisanede gene bir arkadaşının 208 iğnesini çalmış ve bu suretle dün Sultanahmed birinci sulh ceza mahkemesine teslim edilmiştir. Yapılan muhakeme sonunda h^kim Resid mahkemenin daimî müşterile rinden olan bu suçluyu 9 ay hapse daha mahkum etmiştir. İngiliz Veliahdinin imza tahlilf Tayyare kazasında ölen Düşes M TURHAN TAN Vergi kaçakçılığı tahkikatı 1400 tüp solisvonu vergiden kacırmak suretile yapılan sahtekârlı&a aid tahkikat sona ermektedir. Dün bu işle alâkadar Yunan tebaasmdan bir amele yakalanmıs ve Adliveve teslim edilmiştir. Ölen gene talebe Dörtyol Emni yet âmirı Zıva Oralın oğlu Kadıkö\ Sen Jozef Fransız lisesi onuncu pınıf talebesinden Nıhad Oralm evlerinin bahçesinde jımnastik j^aparken uğra dığı kazava kurban gittiğini dün yaz mıstık. Nihad, mek tebde arkadaşlan Nihad Oral nın dostluğunu, hocalarımn takdirini kazanmıs dürüst ve iyi huy sahibi bir gencdi. Böyle bir ihtivatsızlık netice sinde tam vetişmiş denecek bir çağa geldİEfi sırada ansızm kayboluşu onu tanıvanlarm teessürünü mucib olmuştur. Kederli ailesine ve arkadaşlarına taziyetlerimizî sunarız. ^ ^ ^ MÜTFFFRRtK San'at mektebleri cemiyeti yükseliyor (Türkive san'at mektebleri mezun lan cemiveti) nin ilk kongresi CaSaloğlundaki Halkevinde toplanmıştır. Cemiyetin müessisi ve reisi doktor Hafız Cemal bir nutuk irad ederek cemivetin faaliyetini, lüzumunu ve mesaisini izah ettikten sonra kâtibi umumî Celâl ce mivetin varidatmı, masarifini ve mevcud azasını bildirmi1'tir. Muvakkat reisliğe seçilen îstanbul San'at okulu direktörü Yusuf Ziya,. heyeti umumiyeyi pek güzel idare ettikten sonra yeni idare heveti intihab olunmuştur. Baskanlığma Dr. Hafız Cemal. seçilen heyeti idarenin azalan sunlardir Celâl, Sırrı, Sadi, Hasan. Orhan, Ali, Musa ve yedek aza Nivazi ve Kemal. Prenses Elizabeth ve imzası İki gun evvel Belçıkada vuku bulan tayyare kazasında ölen Dük de Hese'in karısı olan sabık Yunan Prenseslerin den Kekıli'nin bir resmini dercediyoruz Esnaf dispanserinde tedavi edilenler Yapılan bir istatistiğe göre, esnaf dispanserinın açıldığı günden bugüne kadar dört ay zarfmda 839 esnaf ve ailesi muayene edilmiş, 19 kişiye ameliyat yaDivanyolunda (118) numaralı cemipılmıştır Röntgene konulanların yeku yet merkezinde her cumartesi saat nu da 21 dir. (3 5) e kadar aza kaydolunmaktadır. İngiliz tahtmın bugünkü varisi olan Prenses Elizabeth'ın el yazısmı sahıbinin kim olduğunu bilmeden tahlil eden bir mütehassıs 11 yaşındaki Prensesin karakterini şu şekilde anlatıyor: « İmzası bir çocuk eli için hariku lâde kuvvetli bir karakter gösteriyor İmza sahibi kararmda kuvvetli bir in^anın evsafını taşıyor. Mütehavvil olan hisleri disiplin altma girmek istidadındadır. Bu yazıda şahsî dostlarma karşı çok sadık, inadcı bir tabiatin esasları vardır. İstidadları: Resim yapmak, çok lisan öğrenmek. Lâtifeden ziyade ne söylediğini bılen kuvvetli bir hatib olacaktır.» Ali Nuri Dilmeç öldü Eski Hariciye memurlarından olup son olarak Roterdam Başşehbenderliğini yapan Ali Nuri birkaç gün evvel vefat etmiştir. Merhumun, istibdad zamanında, Umumî Harbde ve İstıklâl Mücadelesi zamanmda memlekete çok hizmeti dokunmustur. Allah rahmet etsin.