CUMHÜRÎTET 28 Blriflcîteşrio 1937 ve DAIR Hazin bîr vak'a Oğlunun ölüm haberine rağmen konserini veren san'atkâr Üç gün evvel, Pariste, kahramanı meşhur bir san'atkâr olan çok hazin bir vak'a cereyan etmiştir. Gitar üstadı Segovia, bir konser veriyordu. Tiyatro salonu, san'atkânn hay ranlarile hmcahınç dolmuştu. Gitarist loş ışıklara bürünen sahnede, aletinin tellerinden çıkardığı lâhutî seslerle, hazurunu gaşyederken, localardan birinin en karanlık köşesine çekilmiş bir kadın, gözyaşları içinde sahneyi seyrediyordu. Bu kadın Segovia'nın kansıydı ve bu gözyaşlannın çok feci bir manası vardı. Bu kadın ve sahnede gitar çalan o artist, tiyatroya gelmeden yarım saat evvel, Cenevreden bir telefon haberi almışlardı. Orada tahsilde bulunan on üç yaşmdaki oğullan Leonardo, yüksek tevettürlü bir elektrik teline temas neticesinde ölmüştü. Bu felâket haberini aldıktan sonra, artist bir an düşünmüş, herşeye rağmen, konserini vermek mecburiyetinde olduğunu kansına söylemiştir. Madam Segovia kocasının fikrini tasvib etmiştir. Felâketzede baba, konser saati yaklaşbğı, hatta gelip geçtiği halde, halkm sabırsızlığma rağmen, sahneye çıkmak cesaretini uzun müddet bulamamıştır. Neden sonra ye'sine galebe çalmağa muvaffak olan Segovia sahneye çıktığı zaman, dinleyiciler, karşılarında, biraz evvel oğlunun ölüm haberini alan bir baba bulunduğunu anlıyamamışlardır. Hiçbir turnesinde yanından aynlmıyan kansmın orada hazır olduğunu bilen Segovia onun mevcudiyetinden aldığı teselli ve cesaretle konserini bitirmiştir. Segovia'nın, ye'sini belli etmemek için sarfettiği bu fevkalbeşer gayretten sonra, sahneden çıkmca ilk sözü: Leonardo musikiyi nekadar severdi! Demek olmuştur. yandırmış modern bir kadmdır. İşte bu sayın bayan, Bakırköyünde Kartaltepe caddesindeki evine gider ken, ayni cadde üzerindeki bir evin penceresinden ve ava yeni heveskâr on beş, on altı yaşındaki bir gene tarafmdan atılan bir av tüfeğile ve bıldırcın saçmalarile başının sol tarafından başlıyarak boyun ve omzunun ayni cihetlerinden vurulmuş ve kanlar içinde kalmıştır. Hem de dört,' nihayet beş adrmlıtf W mesafeden. Bu faciada kasid rai vardır; fcâzâ trîıT Bunu incelemek bana aid değildir. Ben, şurasmı da çabuk haber vermeliyim ki, Şivezad, bütün tehlikeleri atlatmış, hayatı kurtulmuştur. Yalnız, bidayeten yaralar, iltihab yaptığı cihetle yüzüne. boynuna, omuz başma giren saçmalar henüz çıkarılamamıştır. Bir nimet, büyük bir talih eseri olarak sol gözünün alt kapağına giren bir kaç saçma tesirsiz kalmış ve göze bir zarar vermemiştir. Görülüyor ki, mesele, mühim ve hayatidir. Şeytan doldurur dedikleri bu silâhlan, insandan başka kimse dolduramazsa da bunu dolduran ellerin dersler, talimler görmesi şarttır. Bir Iira3?ı veren her şahsın, istediği gibi. alabildiğine silâhla oynaması, gelişigüzel atıp tutması caiz olamaz. Bu kabil vakayi ve fecayiin önünü alabilmek için ise, birçok senelerdenberi hasıl ettiğim tecrübeme istinaden de rim ki: Silâhla oynıyan her avcı, vilâyetle rimizde ve her tarafta müteşekkil av ve avcılık birlik ve derneklerine mut lak kaydedilmeli ve buralardan almmış birer ehliyetname ibraz edemiyen avcılara, kat'iyyen av ruhsatiye tezkeresi verilmemelidir. Al bir tane daha. Yerimden sıçradım: Hangi apartıman? Hangi adam? Arkamızda... Ayağa kalktım: Gösterir misin bakayım? Zehra beni kendi yatak odasının balkonuna götürdü, arka tarafta, epeyce uzakta bir apartıman gösterdi: İşte şurada, şu balkona bir adam çıkıyor, bana işaret ediyor, dedi. Nasıl işaret ediyor? Parmağile hep sokak tarafım işaret ediyor, elini sallıyor, «gel oraya» gibi. Nasıl bir adam? Gene mi? Siz yaşta. Hangi saatler? Sabahleyin. Sekiz, dokuz... O işaret ederken sen ne yapıyorsun? Bakıyorum, hiçbir şey yapmıyo rum. Olmadı. Ne yapayım? Hemen balkondan içeri gir. Sen olmazsan kime işaret edecek? Zehra bu kadar basit birşeyi yeni anlıyormuş gibi hayretle kaşlannı kaldırdı: Sahi... Doğru... dedi. Onda bir hareketin de hahrasını bırakmak için hemen balkondan içeriye girdkn. Arkamdan geldi ve kapıyı kapadı. Onun yatak odasında idim. Havasında sevdiği koku vardı. Hafif ve tatlı Günde yalnız bir defa Bu kulüblere yazık değil mi? Once alınan kararlar aynen tatbik ediimelidir Bundan üç yıl evvel yeniden tensik edılen Anadoluhisar kulübü muhitten gördüğü candan teşvik ve alâka ile mü temadî ve müsmir çalışmaları neticesin de evvelki yıl ikinci kümenin ikincisi, geçen yıl da birincisi olmuştu. Bu vaziyet üzerine Futbol Federasyonu nizamname mucibince ortaya çıkardığı müsabakalaı talimatnamesinin 17 nci maddesine isti nad ederek birinci ve ikinci kümedeki otomatik yer değiştirme işini yaptı. T . S. K. umumî kâtibinin imzasmı taşıyan ve Anadoluhisar İdman yurdunun birinci kü meye geçtiğini bildiren tezkere kulübe tebliğ edilip bunun uyandırdığı neş'e yatışmadan yani aşağı yukarı bir hafta sonra ayni kulüb tekrar ikinci kümeye indiril miş bulunmaktadır. Bir kulüb çalıştığı spor şubelerinde biı gaye peşinde koşar. Bu kulüb futbole ehemmiyet vermişse gayesi, ikinci küme den birinciye geçmektir. Birincide ise millî kümeye terfi etmeğe çalışır ve ilâh. Fakat elde böyle bir nizamname ve bu nizamnameye istinad ettirilerek mütemadiyen değiştirilebilen talimatnameler oldukça bu gaye peşinde koşan kulüblerin buna erişemiyeceklerini maalesef kat'iyetle söylemek mecburiyetindeyiz. Bu halin çalışma ve terakki arzulannı kökunden baltalıyacağı şüphesizdir. Anadolu kulübünün bu nizamname ve tdlimatnameler yüzünden düştüğü vaziyet de Anadoluhisar Idınanyurdununkinden farksızdır. Filhakika geçen senenin lık maçlarında yedinci dereceyi işgal eden bu kulüb maddedeki «kümeler kuvvet esasma göre teşkil edilir» ibaresinin su dan ve keyfi tatbiki neticesinde haksız olarak ikinci kümeye indirilmiştir ve bütün bunlar yapıhrken önümüzdeki sene, birinci kümenin sonuncusu çıkacak olan takımla ikinci kümede birinciliği kazanacak takım otomatikman yer değiştireceklerdir, diye aynî cümle hakara* halinde tekrarlanmıştır. Bîz buna înanmıyoruz ve bizîm gibî ikinci küme kulüblerinin de buna inan mamakta haklan vardır. Çünkü önümüzdeki feci misaller kurulan nizamlann hiç bir vakit tatbik edilmediklerini göster mektedir. Bunu bu suretle ifade ederken memleket sporu namma üzüldüğümüzü de ilâve ederiz. Evvelki yıl falan kulübü kayırmak için yeni bir nizamla birinci kümeyi on iki takıma çıkardılar. Geçen yıl yapılan talimatnamede millî küme ve lik maçlanna aid bir çok maddeler tatbik edilmedi. Bu hal ne zamana kadar devam edecek ve haksızlıklar ne zaman ortadan kaldırılabilecektir. ikkat edilecek nokta Her önüne gelen, tecrübesiz çocukların silâh kullanması feci kazalara sebeb oluyor Yazan : Bedri Ziya Aktuna Bundan evvelki yazımı bitirirken gelecek sefer, av köpeklerinin terbiyesi şekil ve tarzlarmdan bahsedeceğimi söylemiştim. Verdiğim o sözü, burada tekrar etmekle beraber geçen bıldırcın avı mevsiminde vukua gelen bazı hata ve kazalar neticesile araya giren av ve avcılığın birkaç feci vak'asından bura da bahsetmek ve bu vekayi ve fecayiin esbab ve avamilini tahlil ve iraeye çalışmak istiyorum. Evlâdlarmı, spor namına silâhşorlu ğa, atıcılığa, avcüığa teşvik eden, ya hud onlarda bu meyil ve heves nişanelerini hisseden baba ve velilerin karşılaşacakları birçok insanî, vicdanî va zifeler vardır ki bunlar, hem büyük ve hem de o nisbette mühimdir. Çünkü, genclerimizin hayatile doğrudan doğ ruya alâkadardır. Yalnız, ava heveskâr evlâd, babalannı değil, bütün cemiyeti beşeriyeyi alâkadar edecek vâsi ve şamil bir bahse girmeden ev\rel, bu babda bir misal, bir nümune göstermek istiyorum. Babam Nuri Ziya merhum, babasm dan tevarüs ve intikal eden müfrit bir iptilâ ile, ölümünden iki ay evveline gelinciye kadar bütün boş zamanlarını avcılığa vakfederek yaşadı. Ve ben baştâ olduğum halde kardeşim Kemal Ziya, Ali Cemal Ziyayı da ayn ayrı ta limlerle avcı olarak yetiştirdi. Fakat, nasıl? İşte şimdi, yazıma mevzu ittihaz ettiğim çok elim fecayie bunu bir mukaddeme olmak üzere anlatacağım. Henüz on yaşmda idim. Bu yaştaki çocuklar, alelumum denecek derecede gördüklerinin mukallidi olurlar. Babam, tüfek siler, silâhlar, rövelverlerle oy narken, ben karşısma geçer, sakin, sessiz, hayran saatlerce kendimi unutur, kalırdım. Ava, avcılığa karşı bu suretle uya nan arzu ve hislerimi, gözünden kaçırmıyan babam, birkaç defalar alıp beni çulluk. keklik avlarına birlikte götürdü. Ben artık bütün bütün fitili almıştım Korka korka ve anamın delâletile ba na da bir tüfek almmasmı ricadan kendimi alamadım. Annem cevab getirdv Babam: Pekâlâ... Fakat, ava çıkmadan evvel, o, benden evde ders alacaktır. O nunla evvelemirde oda içinde ve bahçede avlanacağız. Demiş. Bu, ne demekti? Bir taraftar sevinmiş, bir taraftan da şaşırmıştım. Oda içinde, sonra da bahçede biz ne avı vuracaktık? Ertesi akşam, namlısmdan yirmi beş, otuz, kundağından da sekiz, on santim kadar kesilmiş, tek namlılı, horozlu bir tüfek geldi. Kundağı üzerine de aza metli bir şekilde «Bedri Ziya> markası işlenmişti. Yemin ederim kl, o gece sabahlara kadar gözlerimi kapamadım. Bununla beraber oda ve bahçede avlanmak keyfiyeti, beynimin içinde bir kördüğüm olup kalmış, bir türlü hallolunamamıştı. Sabah olunca babam beni odasına çağırdı. Tüfeği, kollarımın arasına resmen tevdi ederken o da kendi çiftesin! eline alarak tedris ve talim faslı başlayınca bende de şafak attı ve dimağımı kemiren muamma dahi bu suretle halledilmiş oldu. Tüfek, nasıl tutulur, horoz nasıl kal kar, nasıl iner, nasıl doldurulur, nasıl atılır, av esnasmda tüfek namlısının ucu nereye müteveccih olmalıdır? Kö peğin fermasma karşı ne vaziyet almır, tüfeğe ne vaziyet verilir, av, bitince tüfek nerede boşaltılır, avdan gelince tüfek nasıl temizlenip, nereye ve ne şe kilde konulur, yolda, yah/ud araba içinde bulunduğunuz zaman, tüfeğe nasıl bir vaziyet vermelidir? Bu ve bunun gibi birçok müz'iç, hele benim çocukluğuma göre, adeta takatşiken olan bu usandırıcı, sıkıcı derslere, talimlere, bir haftada iki, üç defa karşılaşmak şartile iki ay tahammül ettim. Artık babam da usanmış, ayni zamanda kendisi ne bir kanaat de gelmiş olacak ki. iki ay sonra, kendi refakat ve nezareti altmda olarak ava çıkıp tüfek atmama müsaade etti. Ve benden küçük olan diğer kardeşlerim de benim yaşıma ge lince bu dersler. onlara da tatbik edildi. Bugün bile aldığım o derslerin tesiri altmdayım. Bütün aklım, fikrim elimdeki tüfek, rovelver ve her hangi bir silâh boş bile olsa. namlısının nereye, hangi noktaya teveccüh ettiğinde, te tikleri açar ve kapar, fişekleri doldurur, boşaltırken tüfek namlusunun ucun dadır. Beni tanıyan bütün avdaşlarım da itiraf ederler ki, ferma eden bir köpeğin başma dikildiğim halde bile tüfek gene omuzumda, namlısının ucu havadadır. Avcılığım esnasında ve en dalgın olduğum bir zamanda bile artık bende bir itiyat ve tabiat haline gelen bu tedbirler, ihtiyatlar, babamm telkinatile sarsılmaz, değişmez bir esas, bir umde olmuştur. Yalnız avcılar değil, vazifeten rovelver ve saire gibi silâh kullanmak mevki ve mecburiyetinde kalan her hangi bir şahıs, ilk iş olarak bu kabil tekay • yüdat ve kavaide tatbiki hareket et mekle mükellef ve buna mecbur olduğunu bir zaman unutmamalıdır. Bu kadar zamandanberi gördüğüm birçok avcılar içinde bahsettiğim bu ıhtryatkâr tedbirlere pek lâkayd kalar avcılara tesadttf etmiş ve kalbim çarparak sızlamıştır. Alelhusus bu sene, meriyet mevkiine giren yeni av kanunu mucibince İstanbulumuzda evvelce dört lira iken bugün bir liraya inen av ruhsatiye tezkereleri üzerine eline bir delikli demir geçirenler, çilyavrusu gibi bıldırcın tutan mer'a ve tarlalara da ğıldı. Yukarıda bahsettiğim tedbirlere ri ayetl hatırlarmdan bile geçirmiyen bir takım müptedi ve heveskâr gencler, meydanı, zemin ve zamanı geniş bu lunca, seyyar, ayaklı, eli tüfekli olan bu görünür kaza ve belâların adedi de çoğaldı. Bu sene. bu neviden bir hayli feoi vak'alar işittiğim gibi bir tanesini de gazetelerde okudum. Bu bıldırcın mevsiminde Erenköy tarafında ve yahud hatırlıyamadığım Anadolunun bir cihetinde ava giden maruf ailelere men sub iki kıymetli gencden biri, araba içinde elindeki çiftenin kazaen patla masile arkadaşını vurmuş ve o anda öldürmüştür. Bu facianm şekil ve ma hiyetini, esasını, teferrüatını bilmiyo rum. Fakat, asıl bildiğim ve bahsetmek istediğim fecaat, gene bıldırcın mevsimi olan geçen eylul içinde ve bizim Bakırköyünde cereyan etmiştir. Şimdi, şu müessif vak'ayı, şahıs, hüviyet, mevki tayin ederek yazacağım. İstanbul Borsa Komiserliği Kambiyo Müdürü Bay Hasan Tahsinin eşi ve merhum Cenab Şahabeddinin kızı Bayan «Şivezad> ki, zekâsı ve ilim ve irfanüe hele köyümüzde verdiği edebî, ümî ve içtimaî hitabelerile bütün köy muhitinde derin hürmetler, ve muhabbetler u Diş macunu ile dişlerinizi temizlerseniz, ömrünüz müddetince dişleriniz sağlam ve inci gibi parlak ve beyaz kalır. Dişleriniz çürümez, diş etleriniz kanamaz. Tüp 7.5, dört misli 12.5, en büyük 20 kuruştur. DANTOS «569» Askerî Müze Müdürlügünden: Askerî Müze Cumhuriyet Bayramı günlerinde açıktır. Giriş 10 kuruştur. (7340) Akay Işletmesi Müdürlügünden: Cumhuriyet Bayramma rashyan 29 ve 30 birinciteşrin cuma ve cumartesi günleri Pazar tarifesi yapılacaktır. 29/10/937 akşamı yapüacak gece seferi tarifesi de iskelelere asılmıştır. (7289) GRİPİN BA$ GRİP DİJ NEZLE ROMATIZMA AGRILAR.I HILIPS 461 A VE BÜTÜN her keseye elverlşll mükemmel bir Radyodur DERHAL KESER LU2UMUNDA: QUNDE Galata Nüfus memurluğundan: Kastamonu Kozyaka nahiyesinin Karandı köyü 25 hanesinde kayıdlı Mus tafa Hayri as. 5 inci Hu. hâkimliğinin 22/9/1937 Ta. ve 937/1134 sayıh ilânile ismini Mustafa Sabri olarak düzeltmiştir. Keyfiyet ilân olunur. GRİPİN Afyon Vilâyetinden: Bugünkü hazırlık ve seçme maçı Önümüzdeki pazar günü Peştenin bir muhtelitine karşı çıkarılacak İstanbul muhtelitini seçmek için yapılmakta olan tecrübelerin ikincisi bugün Taksim stadyomunda tekrarlanacaktır. Bu münasebetle İstanbul futbol ajanı sekizler muhtelitile millî küme muhtelitine tekrar bir maç yaptıracaktır. Bu maç için çağırılan oyuncular arasında Angelidis, Bülend gibi yeni isimler de vardır. bir baş dönmesi geçirdim. Odadan süratle çıkarken şeytanın hararetli bir davetinden kaçıyordum. Ertesi sabah, kahvaltıda Zehra bana dedi ki: Siz yatakta iken bana ondan gene bir kâğıd geldi. Safterden mi? Evet. Çattık. Ne istiyor? Beni görmek. Kâğıdı bir çocuk getirdi. On üç, on dört yaşlarında. Galiba erkek kardeşi. Ona çok benziyor. «Ben eski harflerle okumak bilmem» dedim. Çocuk bana kâğıdı okudu. Gene işte öyle. Sinemada buluşmak istiyor. «Olamaz» dedim. Biraz kuvvetlice söyleseydin..» Söyledim. Ne ruhaf! Çocuğun gözleri de yalvara yalvara bakıyordu. Yani bunlar ailece mi sana tutkun? Bir kere daha: «Olmaz, beni göremez artık...» dedim. Çocuk mahzun mahzun gitti. Iyi etmişsin. Zehra da, ben de bu hâdiseye ehemmiyet vermez göründüğümüz halde ikimiz de onu düşünüyorduk. Ne ısrarî Buna çapkınlık denemez artık. Oğlan sahiden tutkun. Ertesi gün akşamı posta ile bir mektub. Kısa. Vilâyet merkezinde yaptırılacak «169784» lira «93» kuruş keşif bedelli Memleket hastanesi inşaatı kapalı zarf usulile 15 teşrinisani 937 tarihinde saat on beşte Daimî Encümende ihale edilmek üzere eksiltmiye konulmuştur. İnşaatm önümüzdeki senelere de sirayeti halinde malî sene içinde tahsisattan fazla iş yapıldığı takdirde üst tarafı 938 bütçesinden verilecektir. Eksiltme şartnamesi ve buna müteferri diğer evrak 8 lira 49 kuruş bedel mukabilinde Afyon, İstanbul ve Ankara Nafıa Müdürlüklerinden alınabilir. Muvakkat teminat 9739 lira 25 kuruştur. İsteklilerin Nafıa Vekâletinden 937 senesi için almmış en az 100,000 lira lık müteahhidlik vesikası göstermeleri ve teklif mektublarımn 15 teşrinisani 937 pazartesi günü saat on beşte Daimî Encümen Riyasetine göndermeleri ilân olunur. (7271) Londrada meşhur Raynes Park müessesesinin ekstra ekstra marka 32 librelik hakikî Raygras çim tohumu Türkiyede yalnız müessesem namına gelmiştir. Bir defa ekildikten sonra senelerce devam eden bu çim tohumunu bahçe sahiblerinin, Belediye ve müesseselerin tecrübesine amade bulun • duruyorum. 4 üncü Vakıf han, 4 üncü kat 18 No. da Bahçe Miman Mevlud Baysal Tel: 23426 Çim totaumu Korkuyorum ! Tefrîka: 2 0 Yavrum, senin evlenmen benim kolumu, kanadımı kırar. Sana alıştım ben. Başka hiç kimseyle yapamam, evlensen de yapamam. Hem sen bana Şaziyenin vediasısm, yadigârısın. Fakat güzel de bir kızsın. Seni bende bırakmıyacaklar, anhyorum. Her şeyden evvel de senin saadetin lâzım. Biri hoşuna giderse ve o da seni ciddî surette severse bahtiyar olursunuz. Yoksa ben sensiz güç yaşanm. Ancak senin bahtiyarlığını görmek beni biraz teselli eder. Zehra ayağa kalktı, bana doğru gel di ve iki elini birden uzattı: Siz çok iyi bir insansınız! dedi. Fakat ben istemiyorum. Evlenmek mi istemiyorsun? Sizden ayrılmak istemiyorum! Doğruldum ve iki elini de tuttum. Dizlerime oturmıya hazırdı. Fakat iki saniye içinde beni müşfik bir baba vaziyetinden âşık vaziyetine düşürecek komik istihaleye razı olmadıın. v ' " elinin birii ^"'d'm ve gö v ' : Yaşannı Yazan: Server Bedi J Oturdu. Bu gözyaşlarının asıl manasmı iyice anlamamış olduğum için onun teessÜTÜnden kendimt hisse çıkarmak istemedim. Elini okşamıya devam ederek: Niçin müteessir oluycrsun? dedim, benimle istedığin kadar, ölünciye kadar olür. îstediğin zaman da ayrılırsın. Ben seninle konuşuyorum, ne istediğini anla mıya çalışıyorum, sana mutlaka şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın demiyorum. Başmı kaldırdı, yaşlı gözlerile gözlerimin içine bakarak: Bana artık böyle şeyler söyleme yiniz! dedi. Peki, dedim, sana artık hiç kocaya varmaktan bahsetmiyeceğim. Ben bir daha sinemaya da gitmiyeceğim. Beni siz götürürseniz giderim. Şu Safder ümidini kesinciye kadar en doğrusu da bu. Safder olmazsa başkası çıkar. Yok canım, dedim, artık bütün dünya da senin peşine takılacak değil ya!. Arkamızdaki apartımanda bir a dam var, hergün bana işaret ediyor, beni sokağa çağınyor. nv .. Jdim. Şu: «Zehra, Zehra, «Beni ariık görmek istemiyormu$sım; bundan sonra istesen de göremiyeceksin. Zehra, Zehra... Hiç olmazsa hu kâğıdımı sakla. Eline bir gün geçerse benim için iki damla gözyaşı dök. Safder» Bu sefer mektub yeni harflerle yazılmıştı. Ben hiç kuruntulu bir adam değilim amma burnum hakikatin kokusunu tam zamanında alır. Vehme düşmediğime emin olarak anladım ki bu oğlanın kendisi hakkında niyeti pek bozuk. Bu, acındırmak için yazılmış. bir mektuba benzemiyor. Zehra da o dört satın okuyunca, gözlerine kara bir bulut yapıştı ve ağzı açık kaldı. Ona düşündüğümü söylemek istemedim ve sordum: Hangi şirkette çalışıyormuş bu çocuk? Gaz şirketinde, demişti. Kadıköyünde mi? Galiba!.. Dur bakalım. Acele pardesümü ve şapkamı giyerek sokağa çıktım. Şirketin o saatte kapalolacağmı biliyordum. Orada çalışan ve Kadıköyünde oturan bir tanıdığım vardı. Onun evine gittim. Şirkette Safder isminde hiçbir memur olmadığmı söyledi. O gece için yapılacak birşey kalmıyordu. Bu mektubdan istidlâl yolile çıkan bir tek netice, Safderin intihara karar vermiş olmasmdan başka birşey değildi. Oyun olamazdı bu. Çünkü yalanı meydana çıkarsa Zehranın gözünden büsbütün düşeceğini bilmez miydi? Garib şey!.. Sokakta birkaç defa görmekle insan bir kıza âşık olur ve onun için canına kıyar mı? Yemekte düşünceliydim ve arada bir Zehranın yüzüne: «Bu kız, yolda gelip geçenleri ölüme sürükliyecek kadar güzel mi?» merakı içinde bakıyordum. Zehra da endişeliydi ve bunu benden gizlemedi: Kendine birşey mi yapacak? diyordu. Onu teselliye çalışmadım: Ben de ondan korkuyorum, dedim, bu mektubdan başka mana çıkmıyor. Doğru mu bu yazdığı?.. Yalan olmasmı ister misin? lsterim ya... Niçin kendini öldürsün? Yalandır inşallah... Fakat yalansa... O senin gözünden düşer mi, düşmez mi?... Zehra düşünmeden cevab verdi: A... Düşer ya... Fena bir yalan bu. Gördün mü ya!.. O da bunu bilir. Böyle çirkin şakalar yapmaz. Onun için benim de içime merak girdi. Yann onun adresini nasıl bulacağız? Sana Kadıköyünde mi oturuyorum dedi? Mrfcasi car>