28 Birinritesrin 1937 CÜMHURÎYET Filistin Lübnan Erdün Suriye Hatay tktısadî hareketler Yerli ham maddeler Çikolata sanayiinde son zamanlarda mamulâtm kalitesinin bozulduğu yapılan müteaddid müracaatlerden anlaşılmış. Daha bu hususta tetkikat yapmağa lü zum kalmadan çikolata fabrikatörleri bunu inkâr etmemişler ve sebeblerini sayıp dbkmüşler. Bu sebebler haddi zatin de basit, fakat mahiyet itibarile kanşıkür. Kakao çekirdeğinin Brezilyada kı rılması, Amerıkada kavrulması gibi maliyet fiatına tesir eden bu sebebler üze rınde duracak değıliz. Yalnız yapılan şikâyetlerin arasmda bir tanesi vardır ki cidden şayanı dikkattir. Çikolata sanayiinde mevaddı iptidaiyenin en esaslısını ve en mebzul kullanı lanını teşkil eden süt tozu evvelce Holandadan gelirken şimdi burada yapılmaktadır. Memleketimizde bu işle uğraşan biri Karsta diğeri Bursada iki fabrika vardır. Şu vaziyetten millî sanayiin tekâmülü hesabına cidden sevinmek lâzımdır. Yalnız işin bundan sonraki safhası bir hayli düşündürücüdür. Çikolatacıla nn söylediğine göre evvelce Holandadan gelen süt tozunun kilosu 60 kuruşa ah nıyormuş, şimdi ise bir liraya mal edilebiliyormuş. Şu fiat fazlalığma millî sanayiin korunması bakımmdan boyun eğmiyecek kimse yoktur. Fakat bu taraftan elde edilen faidenin dığer taraftan başka bir sanayi şubesine zaran olmasa... Ege manevralarında: 6 NOTLARI Güneş mabedinde Finikeliler, putları Baal'e izafetle kurdukları bu şehre şimdi akın akın gelen seyyahlarla beraber onların kuyruğu zevk ve safa da gelmiş Yazan: KANDEMİR 23 Otelde, birbir lerini iki saat evvel sofra başında tanı yan ycni dostlar, şimdi salonda gü lüşerek konuşuyor lardı. Gülüşerek, fakat, didikledikleri, hiç de gülünecek bir mev zu değildi. Bir alışveriş için Şamdan gelmiş o lan göbekli tüccar: «Suriye, Trablusşamsız felce uğ rar. Hem bütün deniz kıyısma bir ahtapot gibi yapışacağınıza, biraz da îöyle kenara çekil seniz de bize de nefes alacak bir yer bıraksanız kıyamet mi kopar?...» di ye bağınyor.. Etrafmı saran Lübnanlılar da: Lâzkiye neni2e yetmiyor? O da Akdeniz kıyısında değil mi? diyorlardı. Halebin harabelerinden GUneş mabedi Her İşim bitti de îimdi size coğrafya mı oğrete se... Lübnanlılar arasında parti gayreti güceğim. Yahu bu kıt'anın üç limadenler az değil. Derhal salonda hararetnı vardır: Beynlt, Trablusşam ve îskenderun. Bunların ilk ikisini siz Lüb li bir münakaşadır başladı. Fakat gene genc kız, nişanlısının ko nanlılar şapırşupur yuttunuz, üçüncüsü luna girerek davayı halletti: nün de ilâmaşallah Türkler^hakkından. Bu gece aym on dördü.. îster mîgeldiler. siniz hep beraber sahile inelim, ve orada Ya Lâzkiye?.., Günaha sokmayın adamı... Alla geceyi aklımızın estiği yerde geçîreiim. * Bu teklif bir meleğin gökten getirdiği hın apaçık, kayalık ve yolsuz sahüini liilâhî bir emir gibi ittifakla kabul edıldi. man diye kime satıyorsunuz? Yalnız Hacı Abdullah oyunbozanlık Yol da yaparsınız.. Liman da. etti: Kayaları da toplarız, değil mi? Yolunuz açık olsun.. Vakıâ ben de Bir köşede, gazetesine dalmış görünen deniz kenanna ineceğim amma, sizin gibi genc kız nihayet dayanamadı: Hayır, diye yerinden doğruldu, ha mehtaba dalmak için değil. îstasyonda bir sürü işim var. Sonra da petrol yükliyır Trablusu size vermiyeceğiz. Ötekiler de genc kızı müdafaa ettiler: yen gemileri seyrederek taze taze balık Trablus bizim, Şam da sizin.. Ol yiyeceğim. Boğazı bırak ya hacı.. du bitti işte. Şamda balık yok ya habibi.. Mefluç kalınz be dostlarım.. Salondan çıkarken kıskıs gülüyordu: Tedavi ederiz... Bir lokma balıklarını da adama çok Ölürüz be kardeşlerim.. Yalnız kalan zavalh Şamlı, son sö görüyorlar yahu.. Otomobillere atladık. Amma nereye zünü söylemiş biri gibi etrafına bakındıktan sonra, Lübnanlılarla beraber gülmek gidiyoruz? Teklifi yapan genc kız hâlâ: ten kendisini menedemiyor: Karar vermek yok.. diye tepiniyor, Ruhumuza da bir fatiha okursunuz. keyfimizin istediği yerde duracağız. Maksadınız bu vesselâm... diyordu. Bir gün evvel geçtiğim şen yol.. Bir aralık bana döndü: îkide birde kafilemiz duruyor, son Ey Türk dost... Hiç olmazsa siz ra; haydi, daha ileriye, diye gene yola şu Iskenderundan.. revan oluyoruz. Hemen yanımdaki genc kıza döndüm Beyruta varınca ilk itiraz eden ben olve gülerek: dum: Matmazel hakem olsun, dedim, ra Günah.. Burada mehtab safası olzı mısınız? Şamh da, davayı kazanacağından e maz.... Fenere gideriz, Furnuşşabbaka gimin bir tavırla kıza yaklaştı: deriz, şuraya gideriz, buraya gideriz.. Dahilek.. Adil, insaflı, merhametdiye bir gürültüdür koptu. lî ol ya ruhî... Lübnanlı kız, kapkara kirpiklerin araLübnanh kız hırçın bir eda ile otomosında hazla gülümsiyen şuh gözlerini sü bile atladı: zerek elimi tuttu: Cek, dedi, Bâlebeke! Iskenderundaki kardeşlerinizi unut Orada deniz yok... mamış, nihayet kurtarmış olmakla öğüne Fakat güneş mabedi var... Bakaîım bilirsiniz... ay ışığı altında ne hal alıyor. Şamlı, şaşkm şaşkın büsbütün sokuldu Finikelilerin, putlarının en mühimi ove ellerini açarak, başım iki yanına sallı lan Baale izafetle kurduklan bu şehre yarak sordu: sonradan, Yunanlılar Helyopolis demiş Eş mana yani? lerdi. Ona izah ettiler: Şimdi, buraya akın akm gelen seyyah Senin anlıyacağm, matmazel, Sularla beraber, onların kuyruğu zevk ve riyeliler, bu sevdadan vazgeçsinler, di safa da gelmiş... yor. Koca koca oteller.. Fakat hepsi hınŞamlı, oracıktaki koltuğa çökerken cahmç. kendi kendine söylendi: Eh, bu gece nerede kalacağız? Oyleyse öp babanın elini ya hacı Güneş mabedinde.... Abdullah!... Kertenkelelerle kucak kucağa mı? Otelin önündeki caddede müvezziler Gevrek bir kahkahaya bürünerek gekıyameti kopanyorlardı: len bir ses kulağımda çınladı: Ikinci tabı... îlâve.. Fransız kabi Hey.. Ağzı süt kokan gafil.. nesini yazıyor! Mabedin yolunu tuttuk. Hacı Abdullah bir hamlede lâstik top Bu yolda bizden evvel gelmiş kadınîı gibi yerinden fırladı. iki dakika sonra elindeki gazeteyi okuya okuya salona dö erkekli âbidler hadsiz hesabsızdı. Oraya vardığunız zaman bizden sonnünce endişeli bir tavırla sordu: Fransız kabinesi düşmüş.. Söyle ra gelenler de aramıza katıldılar. yin Allah aşkınıza, şimdi frank ne olaVe çok geçmeden ayni puta tapan, aycak, o da gene yuvarlanacak mı? ni dinin salikleri, mabedlerinin taş duvar Çıkar inşallah ları arasmdaki gbkten gelen donuk ışıkîı Canımız çıkmadan o bari yiiksel yolu gölgeliye gölgeliye, ağır ağır ilerli Halkın orduya karşı duyduğu sonsuz sevgi En fakir köylüler bile varını yoğunu askere, bilhassa kırmızı tarafa vermekten biiyük bir zevk ve saadet duyuyordu PENCERESİNDEN Hoca hakkı ğluma her akşam ve her sabaK tekrar ettiğim bir öğüd vardır: Hoca hakkmı tanımak!.. Çocuk yıllardanberi bu öğüdîi dinledi. Fakat bir gün bile: «Hoca hakkı ne de mektir» diye sormadı. Bea de o büyük hakkı kendiliğinden idrak etmesini daha doğru bularak öğüdümü kısa bir düstur halinde tekrar etmekte ısrar edip dur dum. Nihayet dün onu birşey sormağa ha zırlanmış gibi gördüm ve öğüdümü dile alır almaz da şu suali duydum: Hoca hakkı ne deroektir baba? Hatırıma meşhur hikây»e geldi ve anlattım: Bin yüz yıl kadar evveldi. Hora sanda Ishak oğlu Yakub isimli bir âlim türemişti. Bilmediği şey yoktu. Horasan valisi bu adamı tantanalı bir tavsiye mektubile Bağdad sarayına yolladı. Bağdad tahtında o sırada Me'mun otu ruyordu. Yakubu huzuruna kabul ettt Fakat yer göstermedi. Yakub da tahtın önünde cübbesini kavuşturup durdu. Me'mun, bir müddet onun bir yere oturmasmı bekledikten sonra sordu: Niçin oturmuyorsunuz? O, edeble cevab verdi: Yerimi göstermenizî bekliyonnn. Mikdannı bilen makamını da bi •• lir! •' Bunun üzerine Yakub, o mecliste b\n lunan âlimlerin üsttarafına geçip oturdu. Âlimler bu vaziyete kızmışlardı, yan yan Yakuba bakıyorlardı. Nihayet içlerinden Belh'li Abdürrahman dayanamadı: Bizim üstümüze, dedi, geçip oturmak içb kendinizde bulduğunuz hak ne' dir? J Uyakatim! Liyakatiniz neden ibarettir? Bildiğim şeyleri sizin bilememeniz ve sizin bilmediklerinizi benim bilişimdir. Ispat ediniz. Ne istersiniz? Düşündüklerimîzi keşfetmenizi. Peki. Ne düşünüyorsanız bir kâ ğıda yazınız. Hükümdar hazretlerine veriniz. Abdürrahman bir kâğıda iki kelime yazdı, kapalı olarak Me'muna verdi. Yakub da divitini çıkardı, bir takım hesablar sıraladı ve sonunda yüzünü Ab durrahmana çevirdi: Yazdığın iki kelimeden biri nebat, biri insan ismidir. Me'mun, bu cevab üzerine kâğıdı açtı ve Abdurrahmanm asâ ile Musa ke * limelerini yazmış olduğunu gördü. Ab durrahman utanmıştı, susuyordu. Yakub onunla eğlendi: Istersen, dedi, cübbeni de çoraba çevireyim. Bu hâdise ağızdan ağıza geçerek, diyar diyar söylenerek ta Belh'e kadar yayıldı. Orada Abdurrahmanm talebesin den Cafer adlı bir Türk vardı. Bağdad sarayında hocasına yapılan hakaretten son derece müteessir oldu. Yakubu bu lup döğmek, belki öldürmek için yurdundan kalktı, günlerce yaya yürüdü, Bağdada geldi ve Yakubla karşılaştı. Oğlum halecanla sordu: Cafer ne yapn baba. Yakubu öl * dürdü mü? O, hoca hakkı gözeterek Bağdada gelmişti. O hakka bu derece saygı gösterenler insanî ve medenî haklara da hür met ederler. Ne hırsız olurlar, ne katil. Cafer de Yakubla görüştü. Onun Ab durrahmanla sonradan kardeşleştiğini anladı ve Yakubun talebesi arasına girdi. Arkadaşımız Abidin Daver, Ege manevralannda iki kıymetli kumandan arasında Sağda Eskişehlr Kolordusu Komutanı Korgeneral Abdürrahman Nafiz (Bashakem), solda Kayseri Kolordosu Kumandanı Korgeneral Mümtaz (Mavilerln lklnci kumandanı) Ege manevralan, manevra sahasmdaki halkın, orduya karşı ne büyük bir sevgi ile mütehassis olduklannı, acı felâket yıllarından ne büyük bir ders aldıklarını göstermeğe vesile oldu. Buralann uyanık halkı, bir Türk ordusunun karaya ihrac edilmiş bir düşman ordusunu mantfvra icabı temsil etmesine bile tahammül edemiyordu. Bir defa Mavi ordunun bilâmüdafaa karaya çıkarılmış olmasını halkın kafası almıyordu. Hakikatte Mavi ordu kıt'alan denizden karaya çıkanlmış değildi. Onlar, kara dan deniz kenanna gitmişler, harekâta karaya çıkmış gibi kıyıdan başlamışlardı. Fakat halk, bunu anlamıyordu: Nasıl olur da denizden gelen bir ordunun muharebesiz karaya çıkmasma müsaade edılir. Bize izin ve silâh verilseydi, topraklanmızı müdafaa eder; onun ayağını Türk toprağına bastırmazdık. Diyenler pek çoktu... Bunu söyliyen saf insanlar, işin harb değil; manevra olduğunu anlamıyorlardı; onların anladığı ve bildiği bir tek şey vardı: Ege kıyılarına çıkmağa çalışacak bir düşman ordusu, karşısında Türk ordusile beraber, bu güzel memleketin kadınlarile beraber yediden yetmişe kadar bütün bir işgal ordusunu temsil ettiği için Ma vilere karşı aldığı tavu için Mavinin komutanlanndan Korgeneral Mümtaz diyordu ki: Mavi tarafa kumanda etmek ma nevî bakımdan çok güç doğrusu... Halk Mavileri en hafif tabirile istiskal edi yor. Bir yandan düşman muamelesi gör mek gücüme gitmiyor, desem yalan söylemiş olurum; fakat, atiyi düşününce halkın bu yüksek uyanıklığı, bu ateşli haleti ruhiyesi hoşuma gidiyor. Düşünüyorum ki buralara çıkmak istiyecek herhangi bir düşman ordusu, karşısında ordumuzla beraber yurdunu karış karış müdafaaya hazır bir halk kütlesi de bulacaktır. O nun için benim kıt'alarıma yol göstermiyen köylülere karşı sadece sevgi duyu yordum. Halk bir taraftan halis Türk ordusu olduğunu bildiği halde, Maviye müşkü lât çıkanrken, diğer taraftan da Kırmı zıya elinden gelen her yardımı yapıyordu. Ona yol gösterenler, yiyecek veren ler, Mavilerin nerede olduğunu bildirenler çoktu. Kırmızımn işgalinde bulunan Neşetiye köyündeyiz. Bu köy yüksek bir yerdedir. Mareşal Fevzi Çakmak, manevra F. C. BORSALARDA Altın yükseliyor, frank düşüyor Altın fiatlarında son günlerde esash bir yükselme göze çarpmaktadır. Ge çen hafta 1060 etrafmda dönen altın fiatı dün 1070 1072 ye kadar çıkmıştır. Bu yükselişe sebeb olarak bilhassa şunlar gösterilmektedir: Bu sene mahsul umumiyet itibarile dolgundur. Fıatlar da iyi bir derecede olduğundan köylünün eline epey para geçmiş bulunmaktadır. Fazla kazancı olduğu zaman parasımn bir kısmını altma tahvil etmek itiyadında olan köylü, gene ayni yolu takib ettiğinden al tın fıatları da yükselmeğe başlamıştır. Frank düşmekte devam ediyor Pratık fiatindaki sukut tiön de Lon • dra borsasında devam etmiştir. Evvelki ^ a m Londrada 148,3 te kapanan franlfi dün 148,28 de açılmış ve nihayet bir fngiliz lirası karşılığı 148,90 franga kadar düşmüştür. Buna mukabil Türk borcu birinci tahvilleri dün tekrar vükselme göstermiş, 13,85 lirada açılan Türk borcu 14 lirada kapanmıştır. ADLİYEDE Metresini öldürenin muhakemesi Büyükderede, metresi Salihayı bı çakla oldüren Ferhadın duruşmasına dün, Ağırcezada, başlandı. Ferhad, kendini müdafaa ederek, Saliha ile bir arada yaşadıklarım, bir gün metresi Salihanın eşyasım alarak an nesinin evine kaçtığmı ve yaptığı davetleri dinlemiyerek ağır sözlerle kendisine hakarette bulunduğumı. o da ne yaptığını bilmiyerek, Salihayı bıçakladığı nı söyledi. Şahid Ahmed. Ferhadm kendi baldızı olan Salihayı yere yatırıp elindeki bıçağı karnma sokup çıkanrken gördüğünü sövledi. Durusma, başka güne bırakıldı Terfi müddetlerini dolduran adliyecilerimiz Neşetiye köyünde kumandanlara incir ve badem ikram eden asker anası Türk keylü kadınlan halkmı da bulacaktır; mıjharebesiz karaya ayak basmanm asla irptânı olmıyacaktır. Geçmiş günlerin acı tecrübesi ve bun dan alınan ibret ders* DU kahraman halkın ruhunu öyle çelikleştirmiş ki onlar mukaddes topraklanna bir daha düşman ayağı bastırmamak için and içmişlerdir. Mavi ordunun, Sökeyi işgal ettiği gün askerliğini /apmış genc bir Sökeli bana dedi ki: Mavi ordu da bizdendir. Böyle olduğu halde Kuşadasından gelip Sökeyi alıvermesi gücümüze gidiyor. Hakikî bir harb olsa ve Kuşadasına bir düşman ordusu çıkmak istese bizlerin cesedleri üstünden geçmedikçe bir adım bile ileri atamaz. Halkta bu uyamklık, bu heyecan o kadar kuvvetli idi ki Mavi orduya su ver mek istemiyenler, yol göstermekten istinkâf edenler bile olmuştur. Mavi ordu kumandanlanndan biri, bir köylüye yol soruyor. Köylüden aldığı cevab şudur: Bilmiyoruz kumandanun. Nasıl bilmezsiniz? Sizin memle ketiniz değil mi? Bizim memleketimiz amma, yol göstermeği bilmiyoruz. Benim haritam vir. Ona bakarak giderim. Öyle ise bize neden soruyorsunuz? Güle güle gidiniz. Aferin size, işte böyle olmalı. Halkın, Türk askeri olduğu halde, komutanı Orgeneral îzzeddin Çalışlar ve diğer Generallerle beraber, bu köyün en yüksek yerinden harekâtı takib ediyordu. Köyün münferid bir evinde, bir ihtiyar nine, pencereden bize bir kâse dolusu kuru incir uzatıyor: Evlâdlar, Allah sizi eksik etmesin. Şu yemişlerden yiyin. En iyilerini seç tim, diyordu. İhtiyar ninenin kızı Fatma kadm, orduda bir oğlu olan orta yaşlı bir Türk anasıdır. Evinin ve komşu evlerin bütün genc kızlannı ve ihtiyar erkeklerini seferber etmiş; bunlar, hanl harıl badem kırdırıp bize ikram ediyorlardı. Fatma kadın, bir elinde bir tabak badem, ötekinde bir çanak incir, aramızda dolaşıyor ve badem kıranlara bağırıyordu: Hâkimler kanunu mucibince, verdikleri kararlar, Temyiz mahkemesinde vüzde 60 nisbetinde tasdik edilmiş olan hâkimlerle, mahkeme kararlanm ayni nisbette Temviz mahkemesinde bozdurmağa muvaffak olan Müddehımumile rin iki senede bir terfilerl lâzım gel mektedir. 937 senesinde terfi müddetlerini dol duran hâkim ve Müddeiumumilerin bir lıstesi hazırlanmaktadır. Cumhurivet bavrammda neşrî muhtemel olan bu listede iki yüze yakm hâkim ve Müddeiumumimizîn isimleri bulunmaktadır. yerek sükune daldılar. Arkadaşları kaybetmiş, başka bir kafilenin içinde kalmıştım. Yüksek, heybetli sütunlar mehtabın altında dalgın dalgın bize bakıyorlardı. Yanımdan italyanca konuşan bir çifl geçti. Solumdan ingilizce fısıldaşan bir çift süzüldü. Köşede yapyalnız kaldım. Derin sessizliği ürkütmemek için ayaklarımın ucuna basarak ilerliyordum. Başımı kaldırdırp, aya baktım; oh olsun!.. der gibi dilini çıkarmış gülüyordu. Hakkı vardı. îlk defa ayak bastığım bu mabedde, ayın on dördünde, her sütun dibinin bir ayn ibadetgâh olduğunu geç keşfedenler, günahlannın cezasını, böyle yapyalnız, boyunları bükük çekerlermis... M. TURHAN TAN fettişliği karargâhındaki yüze yakm zevat, eski ismi Reşadiye, yeni adı «Or taklar» olan istasyonda încir kooperati finin fabrikasında yemek yedik. Fabrika müdürü Bay Ahmed incirlerdeki kurtların fennî surette nasıl öldürüldüğünü anlattıktan sonra, hazır bulunanlara tepsiler dolusu incir ikram etti. Herkes Aydınm nefis incirlerini doya doya yedi. Bay Ahmed, bu yüz kUilik kafileye fabrikayı terkederken ayrıca torba torba incir de hediye etti. Kumandanlardan biri, bu çok Çabuk olun kızlar, bademlerimizi sevimli gence: yemeden gidecekler. Sonra çok üzülece Fabrikanızı ziyana soktuk. Pek ğiz. Onlar yesin de bize süt olsun! çok incir sarfettiniz, dedi. Kumandanlar, otomobillere biniyorlar. Bay Ahmed şu cevabı verdi: Fatma kadın bir kavun kesmiş, ikram et Kumandanun, orduya Aydınm mek istiyor. Herkes acele ettiği için kim bütün incirleri feda olsun! se onun kavunundan yiyemiyor. Kadın Bu, nezaket icabı söylenmiş bir söz cağız o kadar müteessir ki onu memnun değildi. Aydın ve havalisi halkı, kahra etmek için kavunundan bir lokma aldım. man ordudan incirini değil; canını bile Anacığım, dedim, bunlan da ço esirgemiyecek kadar onu seviyordu. Macuklarınla sen ye de kumandanlara süt nevralar esnasında en fakir köylüler bile olsun. bu sevgilerini izhar ve ispat etmişlerdi. Bay Ahmedin sözleri, sadece halkın duy Kumandanlara canımız kurban. gularını ifade ediyordu. Bir gün Mareşal ve Birinci ordu Mü 4B/0/V DAVFR