7 Ekim 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

7 Ekim 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

7 Rirînritp«r4n CUMHURIYET ANKARA MEKTUBU Köylü toplantısında Ziraat Vekâletinin tertib ettiği toplantı çok samimî ve faideli oldu tktısadî hareketler Sanayide istihsal fazlası Iktısad Vekâleti, çoktanberi bekle nen bir tedbiri nihayet almak üzeredir. En ziyade genişlediği görülen ve istihsalâtı ihtiyacın çok fevkine çıktığı zannolunan bir kısım sanayi üzerinde tetkikler yapılması alâkadar makarr.lara bildirilmiştir. Filhakika vaziyet böyleyse bu sanayi sahasmda bundan sonra kurulacak müesseseler devletin himayesinden mahrum tutulacak demektir Bizde sanayıın kuruluş ve yükselişi dinamik olmuştur. Bu şekildeki kuru luşta tabiî şeraitin hususivetleri tam manasile görülemezdi. Eğer böyle olmamış olsaydı on yıl içinde teessüs ediveren sanayiin bu kurulusunu asırlar ca beklemek icab ederdi. îşte bu ham leler arasında tabiidir ki mikyas aşıl mış, ihtiyac ölçüleri elden kaçınlmış tır. Trikotaj, çorab, fanilâ sanayü şimdi buna misal olarak gösterilmektedir. Fakat biz de buna çivi. bisküvi. çikolata ve bazı mıntakalar meselâ: İstanbul için nebatî vağ ve değirmen sanayiini ilâve edebilırız. Teşviki sanayi kanununda 933 sene sinde yapılan tadilâtta fazla genişlemiş olan sanayiin icab edince himaye edilmiyeceği tasrih edilmiştir. Buna istinaden bir (fazlai istihsal) nizaırmamesi de yapılmıştır. Şimdi bu nizamnamenin tatbikatı sırası gelmiş bulunmaktadır. Fazla genişliyen sanayi kendi iş sa hasına olduğu kadar, halka ve millî sermayeye de zararlıdır. Devletin bilhassa sanayi hayatında bilfiil rol aldıktan sonra her Oç bakımdan da müdahale etmemesine imkân yoktu. Sermaye ferdin malı da olsa onun memleket sana yii ve menfaatleri aleyhine kullanıl • masma meydan verilemezdi. Kaldı ki devlet, Sanayi ve Maadin Bankasmm kurulduğu gün konulan (devlet sana yiini millete mal etme) prensipine sa dakat göstermektedir. Olgunlaşan fab rikalardan Bakırköy, Fesane, Hereke ve en son Beykoz fabrikaları bu şekilde şirketleştirilmişlerdir. Yeni hareketin faydaları muhakkak ve meydandadır. SKERLIK BAHISLERI Ingiliz manevraları Manevralardan çıkan derslerden biri de keşif hususunda süvarinin kıymeti muhafaza etmekte olmasıdır Eshabı kehf gibi!.. ağara adamlan diye tercüme olunmasmı doğru gördüğüm bir klişe vardır: Eshabı kehf. Hikâye ihtiyacını, hatta tarih iştiyakını tatmin edecek eserlerimiz yokken evlerde Eshabı kehf konuşulurdu ve bu kıssadan enikonu heyecan duyulurdu. Kıssanın kutsiyeti de vardı. Çünkü Kur'an uzun bir surede Eshabı kehfi tasvir ediyordu. Bu tasvire göre onların üç kişi mi, beş kişi mi, yedi kişi mi olduğu belli değildir. Fakat zulümden kaçmışar, derin bir mağaraya kapanarak yıllarca süren bir uykuya dalmışlardır. Kur'an kıssayı parlak bir şiir güzelliğile anlatır ve bir yerinde şöyle der: «Onlar uykuda olduklan halde uyanık sanırdın. Biz onları sağa, sola döndürürdük. Köpekleri kapı ağzında dirseklerini dayamıştı. Onları görseydin geri dönerek kaçardın. îçin korku ile dolardı.» İslâm an'anesine göre bir mağaraya kapanıp asırlarca uyuyan yedi arkadaşın adı şudur: Yemliha, Meslina, Mekselina, Mernuş, Debernuş, Sâzenuş, Kefeştatayyuş!.. Kendilerine yoldaşlık, daha doğrusu uykudaşlık eden köpeğin adı da Kıtmirdir. Eski devirlerde bu sekiz ismi ihtiva eden levhaların asıldığı eve hastalık girmiyeceğine inanırlardı. îngiliz tarihçilerinden meşhur Gibbon, kilise menkıbeleri arasına giren bu hikâyeyi tahlil ederken Roma împaratorlarından Decius devrinde hıristiyanlığı kabul eden Ephesus'lu yedi kişinin ölüm korkusile bir mağaraya kapandıklannı, putperest hükumet memurlan tarafmdan mağara ağzmın büyük kayalarla örtülü, Bizans împaratoru Theodose devrinde Addius adlı birinin kölesi elile yapıda kullanılmak üzere kayalann kaldırılması üzerine içeride uyuyakalmış olan yedi hıristiyanın uyandıklannı, içlerinden birinin Yemlihanm şehre inip alış'veriş yaparken eski para kullanmak yüzünden şüphe uyandırdığını ve yapılan inceleme sonunda bunların 187 yıl o mağarada uyuduklannın anlaşıldığını söyler. Ziraat Vekili Şakir Kesebirle Siyasî Müsteşarlan Tahsin Coskan ve Ali Rıza Ankara 6 (Hususî) Afyon hududundan Kızılırmağa kadar yayla mıntakasının şjmal sahası köylcrini bir araya toplıyan kongreden sonra, yurdun diğer mmtakalarından çağırılacak köylü mümessillerle de, bu mahiyette kongreler akdinin çok faydalı olacağı anlaşıldı. lleride yapılacak toplantılarda, bazı Vekâletlcr mümessillerinin de bulunması icab ediyor. Bunun başhca sebebi, kalkınma programile birlikte, sıhhat, su, mesken, maarif işleri gibi, ziraatle dolayısile alâkalı mevzuların da ele almması zaruretidir; esasen devletin muhtelif teşkilâtı, bu mevzular üzerinde çalışmakta ve her Vekâlet kendi sahasma aid programı tatbika devam etmektedir. Ancak, köylü toplantılan, tatbikat karşısmdaki mülâha zalan derlitoplu bir şekilde tesbite yarıyacaktır. Bu suretle; icraatın faydalı neticeleri ve tatbik şekilleri bir daha kontrol edilebileceği gibi, noksan veya âcil taraflarile, muhtelif muhitlerde anlaşıl mamış cihetleri tebarüz edecek ve yeni tetkiklerle, tedbirlere zemin hazırlıyacaktır. Meselâ, pazar günkü toplantıda, Ayaş kazasında köyleri dolaşacak seyyar bir doktor istenmiş, Keskin civarında kinin tevziatının kifayetsizliği ileri sürülmüş, köylüler arasında bulunan Eskişehir meb'usu Emin Sazak 30 bin nüfuslu bir sahada bir tek doktor olmadığından şi kâyet etmiş, gene bir köylü ebe istemiş, Çankırılılar, sıtmadan başka hastalıklarla da mücadele lüzumundan bahsetmiş lerdir. Köylü demiştir ki: «Kalkınma programını, hükumet teşkilâtile elbirliği ederek tatbik için, elbette ilkönce sıhhatimizin iyi olması lâzımdır.» Ziraat Vekâleti, her köyde nüfus başına hiç olmazsa bir dönümlük yerin sulanmasını temine çalışıyor; hatta bu yolda icabında istimlâkler de yapılacak ve sulanır arazi köylüye taksim edilecektır. Kongrede bu mevzu üzerine konuşmalar, birçok yerlerde boşuna akan sular üzerine nazan dikkati celbe vesile olmuş ve tabiatile jçme suyu meselesini de ortaya atmıştır. Bataklıklara gelince; bunların büyüklerini Nafıa kurutmaktadır. Küçüklerile Sıhhiye Vekâleti sıtma mücadele teşki lâtı meşgul olmaktadır. Kongrede söylendiğine göre: «Bunlar köylünün sâyine bırakılmış ve her köye bu iş için azamî beş gün çalışma mecburiyeti konulmuştur. Öyle yerler vardır ki, bu şekilde on sene çalışmakla dahi bataklığı kuruyamaz!» Köylü, küçük bataklıklan kurutma işinde ufak bir yardımla ele geçecek faydaları, şu üç kalemde hülâsa ederek, kongre zaptma geçirmiştir: «1 Umumî sağlık korunacak, 2 Sahayı bataklığa çeviren su ele geçecek, 3 Feyizli ve sulak bir toprak kazanılacak.» Kuraklıkla mücadele mevzuunda natas meselesi, birçok tecrübelerin ortaya konmasma yaramış, köylünün mütaleaları Ziraat Vekâletinin bu sahada çalışan ve tecrübeler yapan ilmî müesseselerinin aldığı neticelerle karşılaştırılmıştır; bittabi çift hayvanı, gübre ve tohum meselesi de bu konuşmalara katılmış ve mühim hasbihallere yol açmıştır. Bir köylü, tarlanın hakkı olan gübrenin, şimdi araba araba, kasabalara mahrukat diye taşınmaya başladığını anlatmış, hatta Sivrihisar pazarında tezek satışı da yapıldığını söylemiştir. Atın, ziraat işlerinde de çalışbrılması bahsinde, bazı köylüler, kongreye §u hesabı yapıvermişlerdir: « E^er köy, soseye yakın olur ve at kışın nakliye işlerinde kullanılırsa idare eder, zira atın yemi yılda 200 kiledir (eski 24 okkalık İstanbul kilesi), öküz ise 30 kile ile beslenebiliyor.» Ziraat Vekâletinin, yeni orman kâ nununun tatbikatında yanlışlıklara meydan vermemek üzere, daimî bir çalışma halinde olduğu malumdur. Toplantıda, kanunun tatbikatında karşılaşılan müş küllerden bir kısmını, bizzat Ziraat Vekiline söylemek fırsatı hâsıl olmuştur. Bir mümessil, köylünün hayvanını elinden çıkarmak zorunda kaldığını ileri sürmüş, amanejmanın bir an evvel yapılmasını, orman olup olmıyacak yerlerin süratle tayinini istemiş ve demiştir ki: «Nerede iki çalı varsa, ormandır, diye keçileri çıkarıyorlar!» Haşerelerle ve nebat hastalıklarile mücadele bahsinde, bılhassa «sarı ot» la «bambul» un imhası rica edilmiştir: «Vasatî, sekiz on kile veren bir araba saptan, iki şinik buğday bile alınmadı, bambul kâmilen emmiş!» Bazı taraflarda karamut, bazı yerlerde karaduğ denilen sürmeler de bu konuşmaya girmiştir ki, bu mevzuda bir köylü umumî dileği şöyle hülâsa etmiştir: « Meselâ bizim ziraat Müdürüne sorduk, bir fıkir söyledi, bir başka ziraatçiye danıştık, baska mücadele yolu anlattı. Bu ilim işidir, biz de çalışalım, fakat semereli çalışalım.» Bağ ve bahcelerindeki hastalıktan bah Manevralarda bulunan ecnebi zabitan: solda Fransız Erkânıharbiye Reisi General Gamelin İngiliz generallerile görüşüyor, sağda Tiirk ataşemiliteri yüzbaşı Aydınalp Son gelen Sphere mecmuasında İngiliz askerî manevralannın verdiği neticeler hakkmda W . T. Wells imzasile enteresan bir yazı çıkmıştır. Bu yazının mühim kısımlarını aynen iktibas ediyo nız: Manevraların esasmı makineleşmiş birliklerin kifayet derecesini ölçmek teşkil ediyordu. Bu meselenin ehemmiyetini takdir edebilmek için evvelâ şu noktayı kat'î olarak kabul etmek lâzımdır ki modern lüfeklerle makineli tüfeklerin müstakbel harbdeki başlıca rolü taarruzdan ziyade müdafaada mühimdir. Bu silâhlar, son aldıkları şekillerle müdafaayı taarruza nazaran son derece kolaylaştırmış bulunuyor. Tankın icadile vaziyeti kısmen olsun bu silâhlarla taarruzda da mütefevvik bir vaziyete sokmak istenil mişse de bu yoldaki muvaffakiyet mevziî kalmıştır. Tanka karşı kullanılan toplarla tüfekler ve tank tuzaklan, bu silâhm fevkalâde bir rol oynamasma mâni, mukabil silâhlar teşkil etmektedir. Düşman tarafmdan görülmeden taarruz elbettb' muvaffakiyet hususunda bir müessirdir, fakat gerek gece, gerekse sis, hem müdafaayı, hem de taarruzu oldukça müteessir eden âmiller arasında olmakla beraber sun'î dumandan fazla istifade edileceği baid bir ihtimaldir. Çünkü sun'î dumanı kolayca dağıtmak hususunda kimyevî maddeler keşfolunmak üzere bulunmaktadır. Bu şartlar altında taarruzun, düşma nın hiç beklemediği ve hazırlıklı olmadığı bir noktadan yapılması lâzım gelmekte dir. Harekâtta sürat muhakkak ki çok büyük bir rol oynamaktadır. Fakat askerî bir yerden başka bir yere nakil meselesi de zannedildiği kadar kolay birşey değildir. Kamyonlarla naklolunan bir as kerî kol, bir düşman tank, yahud zırhlı otomobiline tesadüf ettiği takdirde o kadar kolaylıkla imha edilebilecektir ki bu iş Montekarlo'da kafeslerden uçurulan güvercinlere tüfek atmaktan daha kolay olacaktır. Ayni zamanda batî hareket eden kamyon kolları, hava taarruzlarma da son derece açıktır. Bunların havaî taarruz neticesi, imhası işten bile değildir. Manevralarda askerlerin nakil keyfiyeti müteaddid defalar tecrübe edilmiş ve nakliyatın bılhassa düşman taarruzuna açık mevkilerde güçleştiği ve sıkıştığı tesbit edilmiştir. Her bir vaziyetin kendine göre halli icab etmekte olmasına rağmen, manevralardan iki mühim ders elde edilmiştir: Bunlardan birincisi tankların ve zırhlı otomobillerin evvelâ taarruz edilecek araziyi temizlemesi icab etmekte olması ve ikincisi de harekâtın, sıkışık vaziyetler hâsıl olmaması için, küçük cüzütamlar halinde ve muhtelif yollardan idaresi meselesidir. Bu şekilde hareket edildiği takdirde, gerek düşmanın herhangi bir noktadan mütekâsif kuvvetlerle taarruzuna, gerekse hava hücumlarma mâni olabil mek imkânları elde edilmektedir. Ikinci derecede enteresan bir ders de şudur: Kıtaatı nekadar makineleştirirsek makineleştirelim, keşşaflık vazifesini hakkile ifa edebilmek ve başka vesaitin sokulamıyacağı noktalara kadar nüfuz edebilmek hususunda at ve süvari bugün dahi emsalsiz bir vasıtadır. Manevralara iştirak eden efradın ve ihtiyat efradın noksanlığı bariz surette göze çarpmaktaydı. Fakat bu mesele îngiltere ordusu için bir maliye meselesidir. Lâzım gelen para elde edilince bu mesele de halledilmiş olacaktır. Ordunun bugünkü ihtiyacı herşeyden evvel makine leşmis vesaiti kolaylıkla kullanabilecek muallim efrad temini meselesinden iba rettir. F. G. seden Sivrihisann Günyüzü nahiyesi köylülerinden biri, mahreç olmadığından mahsulün Polatlı köylerinde buğdayla mübadele edildiğini anlattıktan sonra, kendi köyünün }u garib vaziyetinden bahsetmiştir: «Köyümüz, eski Selçuk Türklerinin köylerindendir. 771 tarihinde yapılmış künkler, depolar vardır. Arazimiz sulaktır; fakat nahiye merkezimizde bile su yoktur!» Kısaca kaydettiğimiz bu notlar da gösteriyor ki, bu samimî toplantı, çok faydalı hasbihallere yol açmış ve köylü Cumhuriyet hükumetinin sefkat ve alâkasıaa karşı minnet ve şükranlarını hep bir ağızdan şöyle izhar etmiştir: «Büyük Atatürke tazimlerimizi arzetmenizi rica ederiz. Burada konuştuğumuz ve konuşmadığımız memleket işlerinde bize vereceğiniz her vazifeyi, canla başla çalışarak yerine getireceğimize söz veriyoruz.» Şimdiye kadar vilâyet merkezlerinde ve tektük kazalardaki memurlardan ibaret olan Ziraat Vekâleti teşkilâtının, şimdi köylere girmekte olduğu da gene bu toplantıda, bizzat Ziraat Vekili Ş*" kir Kesebir tarafmdan, bütün memlekete tebşir edilmiştir: Vekâlet, şimdilik, hemen her köyde olmamakla beraber, tahminen on, on beş köyde bir memur bulundurabilecek tedbirleri almıştır. Mekki Said Kur'an, uyku müddetini tesbit etmediği gibi Erhabı kehfin macerası üzerinde uzunboylu tevakkuf edılmemesini de emreder. *•* İki gün önceki nüshamızda Amerikalı gene ve güzel bir daktiloğrafın tam (67) ay uyuduktan sonra öldüğü yazılıydı. Doktorlar, psikologlar beş buçuk yıldan fazla süren bu fasılasız uykunun sebebini araştırmışlar ve kızın nişanlısile alâkasım kesmekten ileri gelen derin bir sinir buhTrikotaj sanayii tetkik ranı yüzünden bu uykuya kapıldığına ediliyor inanmışlar. Pencereleri açık, ziyası bol bir odada îktısad Vekâleti, istihsalâtı ihtiyac • ve fennin bu kadar ileri gittiği bir devirdan fazla olan trikotaj, çorab, fanilâ sa^ de (67) ay uyumak mümkün olduğuna nayiinin bundan sonra kurulacak kıs • göre her yanı sımsıkı kapalı ve havası mının himaye edılmemesi için bu sa nayi üzerinde tetkikler yapılmasını Tl kimbilir hangi maddelerle dolu bir macaret Odasına bildirmiştir. ğarada 187 yıl ölmeden uyunabileceğini Ticaret Odası Sanayi şubesi bu hu • de artık tabiî görmek mi lâzım, dersiniz?. susta tetkiklere başlamıştır. Görünüşe bakılırsa öyle amma müddetler arasındaki geniş fark gene insanda Yakalanan hırsızlar tereddüd uyandırıyor. Bu tereddüdden Emniyet îkinci şube memurlan, ts kurtulmak için bir Amerikalının iki yüz mail ve Sedad isminde iki serseriyi ya yıl uyumasını beklemek gerek!.. kalamışlardır. Bunlar müteaddid hır M. TURHAN TAN sızlıktan maznundurlar ve soydukları Harcirahlar hakkında bir beş evi göstermişlerdir. Diğer evleri de bugün memurlara göstereceklerdir. Çakarar lınan halılardan bir kısmı meydana çıTahsisat havalesi alınmadan hiçbir' karılmıştır. Tahkikata ehemmiyetle memura harcirah verilmemesi alâka devam edilmektedir. darlara tebliğ edilmiştir. «Birşey değil o. Bir kâğıd parçası. Yerde buldum, bakıyordum.» demişti. Fil hakika birşey değil: Boş bir kâğıd parçası. Fakat birşey değildir de niçin göğsüne soktu? Belki Zehra benden bir kâğıdı değil, bir şüpheyi gizlemek istiyordu. Meselâ: Cam kırıldı, içeriye bir taş girdi, Zehra korku ile yere bakınca bir kâğıd parçası gördü, iğildi, aldı, bu kâğıdın dışandan içeriye bir maksadla atıldığmı zannederek ustünde benim gibi bir yazı, bir işaret aradı. Dışandan, yazılı bir tehdid bekliyordu. Bu ihtimali benden gizlemek için boş kâğıdı da gizlemeğe mecbur oldu. Yahud da kâğıdm boş olup olmadığını iyice görmesine vakit bırakma dan içeriye ben girmiştim. İki tarafına da bakmağa vakit bulamadığı için kâğıdı saklamak istedi. Yahud bu kâğıdın içinde başka bir kâğıd daha vardı ve benim elime geçmedi. Bunların hepsi mümkün; fakat bun ların içinde en az mümkün olan şey, Zehranın «dışarı» ile benden gizli bir münasebet çerçevesi içinde bulunmasıydı. Hayır! Kendime haddinden fazla güvendığim için değil, Zehranın ahlâkına ve tabiatine güvendiğim için de değil, büsbütün başka bir sebeble bunun mümkün olamıyacağmı biliyorum. Ben tüccarım. Elli dört yaşmdayım. Çok yer gezdim, gördüm; çok insanlarla amelî temaslarda bulundum. Fazilete körü körüne inanmam. Pişkinim. Ticarette aldatılmadım diyemem. Çok defa hesablarım ve tahminlerim yanlış çıkmi}tır. Fakat, gelgelelim, ben o işlerde hesablarımın ve tahminlerimin yanlış çıkabileceğini de hesab ve tahmin etmiştim. Aldanmamda da hesab ve tahmin var dır. Zehranın bu hududu tecavüz edecek kadar hilekâr olmadığını biliyorum. Fakat güvendiğim bu da değil. Zehra bambaşka bir kadındır. Onun hayatı filim olacak bir hayattır. Onu da yazacağım inşallah. Benim edebiyata hevesim eskidir. Neyse. Maddemize gelelim. Şimdilik bu meçhul içinde bir tek malum var: «Dışarı». Zehraya korku dışandan geliyor, taş dışandan atılıyor. Bu ikisi birbirine bağlı olsun olmasın, dışanya karsı tetikte bulunmak lâzım. O gün eve erken döndüm ve Zehrayı yatakta buldum. Akşama kadar Rukiyeyi başından ayırmamış. Beni gördüğüne memnun olmadı. Adeta benden korkuyormus gibi de bir hali vardı. J Rukiyeyi bir kenara çektim ve akşama kadar ne konustuklarını sordum. Hiç, dedi, akşama kadar dalgm yattı. îki lâkırdı ya etti, ya etmedi. «Başımdan ayrılma» diyordu. Bazı bazı yüzünü yastığa kapatıyor, sonra arkası üstü dönerek hep tavana bakıyordu. Bir kere, sayıklar gibi: «Olmaz, olmaz!» diye bağırdı. (Arfca« var) Korkuyorum ! Tefrika: 2 Yazan: Server Bedi Etrafıma bakıyordum. Zehranın her sorguma cevab vermek için geçirdıği sıkıntıdan yalan söylediğini anlamıştım. O da anladığımı anladı, yatağa koştu, yü zükoyun kapandı ve hıçkırığa benzer bir ses çıkardıktan sonra, bayıldı. Dünkü tefrikamızın hulâsası [Kızütoprakta. sakin bir evde oturan evli bir kadın, Fazıhn kansı Zehra, sebebi anlaşılmıyan bir korku buhram geçirmektedir: Titriyor, sararıyor, kocasının ellerine sarılıyor ve korktuğunu söylüyor. Bu buhran ona ekseriya so Gürültüyü duyan Rukiye de yukarıya kaktan eve dönduğü zaman gelir ve bir koşmuştu. Zehrayı kendine getirmek için gün kadımn yatdk odasına dışandan bir bana yardım etti. Başını aşağı alıyor, taş ahlarak camı Tcırılır.] yüzüne soğuk su serpiyordu. Ben, Zeh Hemen pencereye koştum ve dışarıya ranın göğsüne sakladığını tahmin ettiğim baktım. Arkamız bağdı ve bize aiddi. O kâğıdı aradım, buldum ve hemen oda rada ne çocuğa, ne de büyüğe aid hiç dan dışarı çıktım. kimse göremedim. Zehraya döndüm: Avcumda buruşturduğum kâğıdı aç madan evvel, bitişikteki sandık odasına Okuduğun neydi? diye sordum. O, kâğıdı çoktan saklamıştı. Bo$ el girerken bunun bir tehdid mektubu olduğundan emindim. Fakat, Zehranın lerini göstererek: hayatında benden başka erkek olmadı Hiç! dedi. Nasıl hiç? Demin senin elinde bir ğına daha fazla emin olduğum için, bu tehdide, bir aşk veya çapkınftlc vak'ası kâğıd vardı. Birşey değil o. Bir kâğıd parçası. karışması ihtimalini asla kabul etmiyor dum. Çünkü, Zehranın beni sevdiği için Yerde buldum, bakıyordum. değil, kendisine aid büyük bir sebebden Nerede o kâğıd parçası? dolayı böyle bir vak'arun kahramanı ola Attım. mıyacağını biliyordum. Nereye attın? Sandık odasına girer girmez kâğıdı Kimi yakalıyamadınız? açtım. Bomboştu: Ustünde ne bir yazı, Sizin cama taş atan çocuğu. ne bir resim, ne bir çizgi... Ustünde, li Atarken gördünüz mü? ' mon suyile yazılıp da ateşe tutunca kızaKız cevab verdi: ran hileli bir yazı olup olmadığını anla Gördük. Sizin bağdan içeri girdi, mak için de kâğıdı muayene ettim. Top kuyunun yanına kadar geldi, taşın ü^tüne rak lekelerinden başka hiçbir gizli hatı çıktı, elindeki taşı attı. rası yoktu. O halde? Bir taşa sarılarak Taşı atan çocuk muydu? odanm içine atılan bu kâğıdın rolü neyİkisi birden cevab verdiler: di? Acaba taşla bu kâğıd arasında başka Evet amca. bir yazılı kâğıd daha vardı da Zehranın Kaç yaşında vardı? göğsünde mi kaldı? On iki, on üç. Hemen yatak odasına döndüm. Zeh Bu mahalleden mi? ra ayılmış, yatakta oturuyor, yabancısı Değil. Tanımıyoruz. Yakalarız olduğu bir dünyanın içinde imiş gibi etdiye kovaladık. Tren yolundan karşıya rafma hayretle bakıyordu. A.rtık onun göğsünde ikinci bir kâğıd arıyamazdım. geçti, tutamadık. Tren geldi. Muamma gene ikiyüzlülüğünü muha Geç kalmamak bahanesile evden çık faza ediyordu. Taşı atan çocuk, öğle gütım. neşinin yeknesak aydınlığı ve sıkıcı havaFakat evin etrafından ayrılmıyordum. sı içinde kendisine bir macera arıyan herBağ tarafında, alçak ve iki tarafı yıkık hangi bir haylâz olabileceği gibi, başka duvarın etrafında dolaştım. Kimseler biri tarafmdan bu taşı atmağa memur eyoktu. Uzaklaşıyordum. Kırda iki ço dilmiş de olabilirdi. Çocukların sebebsiz cuğun koşa koşa bana doğru geldiklerini yere cam kırmalan, hele böyle duvann gördüm. Bunlarda mutlaka bir haber üstünden atlıyarak, muayyen bir noktaya vardı. Ben de onlara doğru koştum. Biri, taarruz etmeleri fazla görülmüş birşey arka tarafımızdaki kulübede oturan yu değildir. Sonra o kâğıd ne oluyor?.. O murtacının oğluydu; Öteki de arasıra bi kâğıd... O kâğıd... Hoş o kâğıdın taşa ze çamaşıra gelen Hasibenin kızı. sarılı olduğu da muhakkak değil. UstünIkisi de kan ter içinde idiler. Oğlan deki lekelerin toprak elekesi olduğu da beş on adım kala bağırdı: benim tahminimden ibaret. Öyle ise o kâğıd, Zehranm göğsünde ne arıyor? Amca... yakalıyamadık. J

Bu sayıdan diğer sayfalar: