28 Eylul 1937 CUMHÜRIYET [ Terbiye bahisleri j Mahrukat meselesi Bu sene odun ve kömür sıkıntısı çekilmiyecek Belediye iktısad müdürlüğü tarafmdan odun ve kömür işleri üzerinde yapılmakta olan tetkikat bihniş; bu hususta bir rapor hazırlanarak Belediye riyasetine verii mıştir. Bu tetkikat sırasmda mahrukatın hangi senelerde ucuz ve hangi senelerde pöhalı olduğu; hangi seneler azalıp çoğaldığı da araştırılmıştır. Alınan neticeye göre; 925 senesinde 36 bin ton mahrukat mevcud ıken 926 senesinde 40 bin tona çıktığı ve 927 de 42 bin tonu bulduğu; 928 de ise azalarak 38 bin tona düştüğü ve ondan sonra gene temevvüçler göstererek 929 da 54 bin, 930 da 30 bin, 931 de 45 bin, 932 de 39 bin, 933 te 68 bin; 934 te 93 bin, 935 te de 55 bin ton mahrukat bulunduğu görülmektedir. IZCILIK Bu yaz Holandada kırk iki millete mensub otuz bin izci çadır kurdu Yazan: Selim Sırrı Tarcan 1927 30 temmuzdan 14 ağustosa kadar Holanda'da (Haarlem) civannda dünyanın dört bucağından gelmiş izci erkek çocuklar çadır kurdular. Dört milyon izciyi temsil etmek üzere gelen bu yannın başancı gencliğine izciliğm mü essisi General Lord Baden Powcll riyaset etmişti. Muhtelif milletlere mensub genclerın tenışıp anlaşarak, sevişmelerini temin etmek için izcilikten daha mükemmel bır fırsat tasavvur olunamaz sanınm. Tür kü söyliyen, çalgı çalan, kendi işini kendi goren ve daima neş'e ve şetaret havası içinde vakit geçiren, sonra milliyet ve mezheb farkını düşüraneden başkalanna yardımdan zevk almayı şıar edinen bu genclerin açık havada bu basit, bu temiz hayatı cidden görülecek ve örnek alınacak bir manzaradır. izci umumî şefleri ( L o d Baden Powell) un önünde bir muntazam geyd resmi yaptılar. Halkın önünden iyi yetiştirilmiş bir ordu gibi geçtiler. ( Hayatının sekseninci yılmı bibrmiş olan bu eski Ingiliz generalin hoparlörler vasıtasile heyecanla dolu sesinden şu sözler her taraf a aksediyordu: «Ben hayatımın sonlarına eriştim. Fakat sizler ey genc izciler, yarınm adamlansınız. Eğer mensub olduğunuz milletler arasında bir gün harb patlak verirse mesulü siz olacaksınız. Hizmet etmekte ol duğunuz gaye, güttüğünüz dava, cihanın sulh ve müsalemetidir. Harb menfur, beşeriyet için muzır ve manasız bir musi bettir. Her memlekette dostlar kazanmak için bu büyük toplantılar sizler için bir fırsattır. İzciligin on şartı hepinize hayat rehberi olsun!» Generalin bu sözlerini otuz bin genc sevinc ve alkışlarla karşıladı ve her biri kırlangıclar gibi burada aldıklan dost luk, samkniyet, düriistlük, insanlık ve fazilet derslerini memleketlerine götür mek için and ictiler. Dünkü ve bugünkü sıhhiyenin mukayesesi Halkın sıhhatile alâkadar olmak üzere bir vekâlet teşkili Millî Hükumetin teşekkülünden sonra miimkün olmustur Türk Tarih Kurumu Sergisinde Çin seddi yıkılıyor Garibi birbirinin dilini bilmiyen bu genclerin anlaşmak için mühim bir vasıta olan lisan farkını onların birbirlerile sevışip kaynaşmalanna hiç de mânı olma mışür. Çünkü hepsinin yüreğinde yaşıyan bir «nel var: Anlaşmak! Bazan birkaç Izcinin on şartı: ingilizce kelime, bazan yanlış telâffuz 1 İzcinin verdiği söz mukaddestir. edilmiş bir fransızca, bazan kınk dö • 2 İzci âlicenabdır. kük bir almanca, bazan işaret, hulâsa 3 İzcinin gayesi işe yarar adam olgözle kaşla, gülüşle, bakışla birbirlerinı anlıyorlar. Ne garibdir ki hepsi de tahsil mak ve başkalanna yardım etmektir. 4 İzci herkesin dostu ve bütün izcigörmüş ve üç beş lisana vâkıf siyasî in sanlar birbirlerinin dilini anladıklan hal lerin kardeşidir. de toplanblannda bir turlii anlaşamaz 5 İzci naziktir. lar ve ekseriya anlaşamadan dağılırlar! 6 İzci, hayvanlarm dostudur. 7 İzci itaat etmesini bilir. Şöyle bir çadırlar arasmda dolaşalım. 8 îzci neşeli ve güleryüzlüdür. îşte Macarlann çocukları, Çeklerin ya 9 İzci idarelidir. nına çadır kurmuş, ve her iki taraf bu 10 İzcinin içi dı§ı temiz, özü sözü komşuluktan memnun! Keza Japonlar da Çinlilerle yanyana! Çadır kurmuş, onlar doğrudur. da pek iyi geçiniyorlar. Hindliler de aralannda görülüyor ki izciligin insanları nasıl kiiçük yaşta birbirine kenetleyen kuyvetli bir çimento mahiyetini haiz olduğu burada görülüyor. Bu otuz bin kişilik ordugâhm ne de güzel bir adı var: (Vogelenzang) kuş lannsesi! 'T™'^ Çadırlann kurulduğu meydan denıze yakın, etrafı çepeçevre ağaçlık. Bol zi ya, lâtif hava, temiz gıda, iyi ahlâk, sağlam vücud. Vakit vakit çadırlar arasında ya bir Iskoç grupunun müzik sesleri veya bir Alman grupunun dört sesli millî neşideleri veya İsveçlilerin şen şarkılan veya Macarlann keman ve mandoîinlerinin canh çigan havalan kulaUarı veya tsveçlilerin, Avusturyahlann, Tirollulann, Rumenlerin, Polonyahlann heyecanh rakıslan gözleri okşar. Bazan ince fifre sesleri, bazan bir solo çalan filüt nağmeler'., bazan da gramofonda çalan bir opera parçası bütün kamp gencliğini derin bir sükute salar. Bu on şart izciler için bir kanun mahiyetindedir. Bu kanuna itaat eden ve onuo emrettiği şeyleri yapmayı bilen bir genc hangi ırka, hangi millete mensub olursa olsun içinde yaşadığı cemiyete varlığile şeref verir. Çünkü böyle bir terbiye almış olan sözünde durur, yalan ^öylemez, herkese karşı âlicenabdır, in sanlan olduğu gibi hayvahlan ve kuşlan incitmekten sakınır, yardıma ihtiyacı o lanlann imdadma koşar, kendisine bakmayı bilir, sıhhatini korur, bunun için de hiç kötü keyfi yoktur, daima neşelidir. Bundan kırk yıl evvel General (Baden Powell) izciliği kurarken «çocuklara yardım ederek, onlan hayat mücadelesinde muvaffak olmak için lâzmj olan silâhlarla teçhiz etmek ve işe yarar iyi bir insan haline getirmek benim idealimdir» demişti. (Baden Povvell) gayesine ermiş ve ideali tahakkuk etmiştir. Bu yaz Holandada taşıdığı üniformanm ifade ettiği manayı kavramış, on esas şarta bağlanmış kırk iki millete mensub otuz bin izcinin on beş gün kardeş gibi bir arada yaşaması bunun en parlak bir tezahürü değil midir? Tarih sergisinde eski ile yeninin mukayesesine aid sıhhiye paviyonu da mühim grafikler ve ihsaî malumatı ihtiva etmektedır. Buna nazaran memleketimizde tıbbî yardım, yani hastalarm tedavisi ve tabıb yetiştirilmesi için pek eski zamanlardanberi bugün bile eserlerini gördüğümüz büvük müesseseler vücude geti rilmiştir. İstanbulda ve Anadolunun bazı yerlerindeki darüşşıfalar, medresei Bu sene için de icab eden tedbirler a tıbbiyeler bu himmetlerin çok beliğ delınmış olduğundan mahrukat sıkınüsı lillerıdir. Çoğu dindar ve hayırsever mevzuubahs değildir. büyüklerin tesis ettikleri bu müesseseler vakıflarla yaşıyorlardı. Bununla beraber bugün umumî ve içtimaî hıfzıs sıhha adı verilen mefhum dairesinde halkın sıhhatinin korunmasına matuf her hangi bir teşebbüsün mevcudiye tine yakın zamanlara kadar olan tarihimizde maalesef tesadüf edilemiyor. Yani hükumet bu işi bir vazife olarak kabul etmiş değildir. Binlerce halkm hayatını yok eden salgınlar hakkında bir korunma tedbirine başvurulmuş de ğildir. Darende de elektrik tesisatı İstifade edılecek şelâle Darende (Hususî) Kazamıza yedi buçuk kilometro mesafede 15 20 metrodan düşen tahminen 500 beygir kuvvetinde bir şelâle vardır. Belediye bu sudan istifadeederek hem kasabayı, hem de komsu Gürün, Arka ve Elbüstanı aydınlatabilmek için ihzarî mahiyette çalışmağı kararlaştırmış ve bunun için bir tahsisat kabul etmiştir. Hatta bu salgınların hakikî mahivetini lâyıkile bilenler bile yoktu. Esasen dinî taassub ve cehaletin hüküm sür düğü bu devirlerde her hangi bir sal gına karşı tedbir almak lüzumsuz ve faydasız, hatta büyük kudrete karşı isyan telâkki edilirdi. Eskiden yalnız şehirlerimizde yiyecek şeylerle resmî makamatm meşgul olduğu görülüyor. Fakat Osmanlı Sultanının uzun zaman ar şehirlerde zabıta vazifesini gören Ihtisab Ağalarile kadılarının ve naib lerinin gıda maddelerile olan bu alâkaan ve bunların saflığını ve satış fiat larım murakabe edisleri sıhhat kaygusundan ziyade iktısadî maksadlardan ve ucuz gıda teminile halkın şikâyetine meydan vermemek endişesinden ileri gelmekte idi. Garb memleketlerinde karantine usulleri ihdas olunarak bulaşık ve salgm hastalıklarla mücadele için nizamlar konulmağa başlandığı bir sırada İstanbulda çıkan bir veba salgınıkarşı (1820 1238) hükumetçe alı nan tedbir, sur kapılan haricine me murlar koyarak çıkan tabutlaruı adedini saydırmak ve minarelerde yatsı zamanından sonra (Surei ahkaf) okut maktan ibaret kalmıştır. H lk çağdan Ortazamana yansı var, II yarısı yok bir halde miras kalan yedi büyük eser, son çağ için daimî bir hayret mevzuu olagelmiştir. Çünkü manevî büyüklük bakımından Ondokuzuncu ve Yirminci asırların yarattığı harikalar bir yana bırakıhrsa hacim büyüklüğü, devlet vazifeleri arasına alarak bunun yapılıştaki akla sığmaz azamet itibarile la meşgul idareye müstakil bir mevcu bu eserler gerçekten eşsizdi. diyet vermek imkânı ancak millî hükuDilimize «acaibi seb'ai âlem» klişesi metin teşekkülünden sonra mümkiin olaltında geçen yedi büyük eseri hatırlatmuştur. İlk Sıhhat Vekâleti 1920 tari mak istiyorum. Malum olduğu üzere hinde teşekkül etmiştir. bunlar şu tertible sıralanıyordu: Bu vekâlet işe başladığı zaman TJmu1 Mısırdaki ehramlar mî Harb yeni bitmiş, her yerde mevdana çıkıp yerlesmek istidadı gösteren 2 Babildeki asma bahçeler bulaşıcı ve bulasmayıcı birçok hasta 3 Rodostaki tunc heykel lıklar ve ölüm sebebleri ve içtimaî se4 Bodrumda Manso'eus'ün mezafaletler her yerde bu derdlere bir ça n re bulmak ihtiyacım hissettiriyordu. 5 Diyana mabedi Sıtma belâsı şehirleri, köyleri mezarlığa 6 Iskenderiye mezarı çevirmiş milyonlarca halk kütlesini ıs 7 Çin seddi tırab veren pençesinde inletiyordu. Her biri yirmi beş metro yükseklikte Firengi, trahom hastalıkları masum vatandaslan felâkete sürüklüyordu. Millî olmak üzere üstüste yapılmış yedi geniş Mücadelem'n zaferle bitmesi üzerine ve uzun tarasadan ibaret olan asma bahSıhhat ve îçtimaî Muavenet Vekâleti şu çeler daha ilk çağda ve Babil şehrile bemesai programile ise geçmistir: raber yıküdı. Rodostaki heykel, ancak 1 Devletin sıhhat teşkilâtını tevsi altmış yıl ayakta durabilip bir zelzeleye kurban gitti, asırlarca yerde sürünen enetmek, 2 Fazla miktarda doktor yetiştir kazı Arablar larafından altı yüz deveye mek, yükletilerek taşındı. Bodrumdaki mezar, 3 Nümune hastaneleri açmak, 32 metro muhiürtde ve 42 metro yüksek4 Ebe yetiştirmek, likte bir san'at abidesi idi, Gotların gür5 Küçük sıhhiye memuru yetiştir zü ve topuzu altında toprağa münkalib mek, oldu. Ayaslogdaki Diyana mabedini is6 Çocuk bakım ve doğum evleri tilâ seylâbeleri silip süpürdü, İskenderiaçmak, ye fenerini asuların nefesi söndürdü. Ka7 Verem sanatoryomu açmak, la kala ortada ehramlarla Çin seddi kal8 Sıtma mücadelesi, 9 Firengi ve diğer içtimaî emrazla dı. Ehramlar, hele Çizedeki büyük ehram, kalın gövdesile zamanın her türlü inkılâbına göğüs geriyor ve ancak zerre zerre eriyor. Kırk asırdanberi boyundan kaybettiği irtifa, bir metrodan fazla değildir. Bu eksiklik mıkyas tutulursa o ehramın daha dört yüz asır yaşıyacağı tahmin olunabilir. 1780 mil uzunluğunda olup iki bin yüz yıl önce Türklerin ilerlemesine engel olmak fikrile yapılmış olan Çin seddi de ayakta duruyordu. Yirmi bir uzun asır onun granit yüzünde bir yara açamamıj, ve yanyana iki araba geçebilecek kadar îeniş olan duvarlarını sarsamamıştı. Adlan ve resimleri tarih sahifelerinde kalan öbür beş büyük eserin azameti hakkında ehramlarla bu seddi görmekle doğru bir ikir edinilebiliyordu. Son ajans haberlerinden ögTeniyoruz ki Çin seddi de Japonlar tarahndan yıkılmaktadır. Yani eski tarihin üç bin kilometro uzunluktaki sağlam bir sahifesi; îatırlan kayadan işlenmiş o muazzam sahife, dinamitle, lâğımla parça parça koparıhyor, yırtılıyor. Tarih sevenler için bu, acmacak birey. Fakat o seddın yıkılmasında sarı ırkın alabildiğine yayılmıya namzedlendiini sezdirmek istiyen siyasî bir telmih varsa keyfiyete tarih sevmiyenlerin de alâka göstermesi lâzım gelecek. Alâka ve... endişe... Bu otuz bin izci içinde yanındaki yabancıyı tanımak arzusundan mahrum bir tek çocuk yok! Hepsi de bütün dikkatini birbirinin hayatını, memleketini, yaşayış SELtM SIRRI TARCAN tarzını öğrenmek için tehalük gösteriyor. Bu çadır beldesinde kırk iki milletin Konservatuarda derslere bayraklan renk renk dalgalanmakta, her millet çocuğu kendi benliği ile gururlanbaşlanıyor maktadır. Her miüet çocuğu kendi millî İstanbul Konservatuarında 1 teşrinihavalarını, millî rakıslannı ortaya koyır evvelde derslere başlanacak ve bu tayor ve kendi varlığı ile ifrihar edıyor. rihe kadar da kayid ve kabul devam Bir pazar sabahı şehirde bu otuz bin edecektir. İstanbulda ilk teşekkül eden sıhhiye Tahsisatla Mühendis mektebi mu 839 1257 de işe başlıyan beynelmi allimlerinden Şöman davet edilmiştir. Kasaba merkezindeki 25 metro yüksek el sıhhiye meclisidir. Lozan muahedeliği olan Köprügözü mevkiinin dinamo ile kaldınlan bu müessesenin maksadı şelâlesinin tesisine cok müsaid bir yer Avrupaya şarktan gelen bulaşık hastalara karşı tedbir almaktL olduğu söylenmektedir. Osmanlı İmparatorluğu zamamnda umumî sıhhate taalluk etmek üzere ilk Romada feci bir tramvay ntişar eden nizamname (eczacılara dakazası ir nizamnamedir, 1277 1869) bundan Roma 27 (A.A.) Roma ile Chateau sonra tababeti belediye icrasına dair bir nizamname yapılmıştır. Bunu «İdaRomain arasında işliyen iki tramvay ei Tıbbiyei Mülkiye nizamnamesi ve hükumet merkezi civannda çarpışmışNezareti Umuru Tıbbiyei Mülkiye ve tır. îki kişi ölmüş ve 53 kişi yaralan Sıhhiyei Umumiyo idarelerinin tesisi mıştir. takib etmiştir. Nihayet 1912 1328 de Dahiliye Ne Mes'ud Benli vef at etti aretine bağlı bir sıhhiye müdiriyeti uOsmaniye kaymakamhğında, Artvin mumiyesi teşkil edilmiştir. İtalyadan vali vekâletinde, nihayet 336 senesinde mek alman bu teşkilâtla ancak mem Şarkî Karahisar meb'usluğunda bulu leketin sıhhat islerile hükumet alâka nan Mes'ud Benli yerleştiği Osmaniye dar olmağa baslamıştır. Beledive sıhde tutulduğu hastalıktan kurtulamıya hat işleri için ilk teskilât 1878 1286 da rak vefat etmiş, cenazesi mahallî me istanbulda yapılmıştır. murin, jandarma ve halkm iştirak et Memleketimizde bugünkü hıfzıssıh tikleri bir alayla Belediye kabristanına la ve halk sıhhiyeciliği mefhumu ile götrülerek defnedilmiştir. •ahsmak ve memlekete sıhhat islerini mücadele, 10 Trahomla mücadele, 11 Sıhhî ve içtimaî teşkilâtı köylere kadar götürmek, 12 Sıhhî ve içtimaî kanunlar yapmak. Bunlara ilâve olarak Türkiye Cum huriyeti merkez hıfzıssıhha müessese sini tesis etmek, devlet teşkilâtına milletimizin hayat ve sıhhatine müessir olacak esasları telkin edecek hıfzıssıhha mektebini açmak. Cumhuriyet idaresi bu işlerin Insmı azamını yapmağa muvaffak olmuş, Hudud ve Sahiller Sıhhiye idaresi vazifesini üzerine almıştır. 1925 senesinden 1936 senesine kadar şu aşılar tatbik edilmiştir: 17,102,266 çiçek, 880,429 tifo, 100,104 kızıl, 35,929 difteri, 160,593 menengokok. Ayni müddet zarfında 15,187,528 sıtmalı muayene edilmiş, bunlardan 3,744,235 i tedavi, 277,376 vafı tedavi yapılmış, 53,466 kilo kinin verilmiş, 298 milvon 188,014 metro murabbaı batak hk kurutulmuş, 929,281 metro kanal açılmıştır. Hâlen 3,575 köy, 54 kasaba, 19 şehir mücadele altmdadır. 944,624 kişi üzerinde firengi muaye nesi yapılmış, 23.440 kişinin firengi tedavisi ikmal edilmiştir. Bu mücadele teşkilâtı haricindeki vilâyetlerde 211.952 firengili tesbit edilmiş, 78,815 i tedavi edilmiştir. Trahom mücadelesinin neticesi mü him bir yekuna baliğ olmustur. Vekâlete bağlı hastane, doğum ve çocuk bakım evlerile dispanser ve mua yene ve tedavi evlerinde 1924 senesinden 1936 senesine kadar hastanelerde 4,987,143 kişi ayakta ve 1.042.296 kişi yatırılarak, doğum ve çocuk evlerinde 27,945 kişi yatırılarak. 344.444 kişi ayakta dispanserlerde, 3,895.838 kişi ayakta, 12,911 kişi de yatınlarak muayene edilmiştir. Sıhhiye Vekâleti son senelerde göç men islerini de üzerine almıştır. M. TURHAN TAN Esnafa verilecek kredi Esnafa kredi verilebilmesi için tet kikat yapan komisyonun kredi yerine alât ve edevat vermeği düşündüğü yazılmıştı. Komisyon yaptığı tetkikatta gene kredi verümesini, yalnız esnafın bu para ile ne yapacağınm kontrol edilmesini de muvafık gormüştür. Bu pa ranın behemehal kendi işine aid hususatta kullanılmasma itina edilecektir. ki şımarmak, çocuklaşmak istiyordu. Bu da, Melikenin zayıf taraflanndandı. Kocası, yann gelecekti. Yirmi yedi günlük ayrılıktan sonra, onun kokusunu duyacağmı düşünmek, genc kadım, bir hastalık ateşi gibi, yakıyordu. Sevgilisini beklemenin nasıl irişilmez bir zevk, bir saadet olduğunu şimdi anlıyordu. Bu bekleyiş, birkaç dakika, bir kaç saat gecikişe benzemiyordu. Edebf tefrika : 79 Yazan : Mahmud Yesari Her akşam, Safiye Hanımla seni görüyorum. Bir saniye sessizlik, Melikeyi, tabanlarından çivilemiş gîbi olduğu yerde durdurmuştu; o anda, yürümek değil, parmağını kıpırdatmak istese bile kıpırdr.tamazdı. Sessizliğin i< inde, kısık, boğuk bir sesin yorgun, kesik titreyişile, Melikenin sinirleri gerilive'mişti Baba, dün akşam. telefon etme dın. Kekeliyen bir ses: Şey... Evet... Yok... Hayır... Telefon ettim... Burası meşguldü... Sonra... Çok vakit bulmuştum... Yazı haneyi de kapıyacaktım .. Zaman çok fena, Nemide... Işler fena .. Şaşkına döndüm... Perde perde inen, perde perde yük selen, perde perde yalvaran, ve perde perde özür diliyen, ve perde perde inerken, perde perde yükselırken, perde perde yalvarırken, perde perde özür dılerken kendisinin suçlu olduğunu bilen ses, susuvermışti. Dün gece, ateşim otuz dokuz bu çuk tu! Diye fısıldadı. Demin sesinin ahengıni bulamıyan adam, birden canlanmış gibiydi: Yoo, bu, doğru değil Nemide! Ayni kısık, boğuk, ve yorgun ses, bir şikâyet gibi, umulmıyan bir titiz.lik.le yükselmişti: Baba, şimdi bu sözleri bırak... Peki, kızım. Eliz, bugün gidiyor. Biliyorum kızım. \ İ Git, ona teşekkür et. Melikenin kanı donmuştu; ağır hasta çocuk, bu ayrılığm son, ve ebcdî ayrılık olduğunu biliyordu, duyduğu minneti, babasınm ağzından da tekrarlatmak istiyordu. Bir sarhoş gibi sallanarak odadan çıktı. Sofada, hemşire Sabahatle karşılaşmışb. Melike Hanım, aşağıda sizi arıyorlar. Ben de merak ettim. Melike, genc hemsirenin anlayışma, duygulannm temizliğine emindi; hakikati ona söylemekten utanmıyacaktı; fakat bu, çok uzun sürecekti; zoraki bir gülümKapıcı, masa üzerine yığılmış mektub tubu aldı, servis tarafma giden dar koriseyişle: ve gazeteleri gözden geçiriyordu; Meli dora doğru yürüdü; Melike de, gayriih Ne var? Neye anyorlar? diye sor kenin soruşuna, hiç düşünmeden cevab tiyari onu takib ediyordu. Şıvester Emma, koridora girince durdu; zarfa baktı, verdi: du. baktı; sonra zarfı beyaz önlüğünün cebi Hayır Hanımefendi. Hemşire Sabahat, gülmüyordu: Melike, yürüyecekü; o sırada, köşk ne koydu, ve elinin tersile gözlerini sildi, Matmazel Elizin odasına girdiğisarsak adımlarla röntgen odasına doğru nizi gördüm, biliyordum. Fakat Matma ten gelen şövestr Emma, genc kadının yoyürüdü. zel Elizle kızkardeşi çıktılar, aşağı indi lunu kesivermişti. Melike, bir an durala*** Ier. Sizin, onlardan daha evvel çıkmış ol dı; şövestr Emma'yı gören kapıa, önünMelike, yukarı kata çıkınca, ev değil, deki zarflardan birini süratle almıştı: manızı tahmin ettiğim için merak ettim. Şövestr Emma... Şövestr Emma... iklim değiştirmiş gibi şaşırmış, hatta biraz Melike, zorla gülüyordu: Şövestr, Emma, açık mavi gözlerini a da sevinmişti. Neden sevinmişti? Onu, Manzara, ne kadar güzel... Ba kendi de bilmiyordu, Yalnız, içinde bir çarak baktı: karken dalmışım. Peki, beni kim arıyor? genişlik; mesafeleri aşan; yollan çiğni Ne var? Bana mektub?.. Bugün Kalsiyum iğneniz var. Kapıcı, alay olduğu güç anlaşılan ga yen; ayrılıkları, uzaklıkları hiçe sayan Doğru... Bunu, tamamile unut rib bir gülümseme ile, zarfı uzatıyordu: bir korkusuzluk, bir serbestlik vardı. muştum. Melike, mes'ud olmak için, hotkâm Yok size mektub... Kimyager haolmak lâzım geldiğini, artık iyice anla Hemşire Sabahatin yüzü birden kıp nıma mektub... mıştı. kırmızı olmuştu: Şıvester Emmamn açık mavi gözleri eGözlerinin önünde, ucsuz bucaksız bir Bizjm kata çıktığınız zaman, bu ulemli bir şaşkmlıkla büsbütün açılmışb; ufuk vardı. Bu, bir tek» daracık ufuk denutkanhklar olmıyacak. adeta konuşurken kekeliyen dili, rutulğildL Bu, çevresi olmıyan, günün her saMelike, gülümsedi, merdivenlerden amuş gibiydi: atinde renkleri, gölgeleri, ışıkları ve macele indi. Koridorun sonuna yakın servis Kimyager hanım mektub... naları değişen bin bir ufukru. Kâh Adakapısmdan ameliyat odasile lâboratuar aSes, bir hıçkınk gibi titriyordu; kapı lar, renkleri iyi goze çarpan tablolar gibi rasmdaki küçük sofaya girecekti; fakat göriinüyor; kâh buğular arkasında solup alt katta; merdivenin tam karşısındaki du cı, alaymda devam ediyordu: var saatine gözü ilişti; posta vakriydi. Siz, kimyager hanıma gidiyor... kayboluyorlardı. Marmara, bir deniz değildi sanki! Açık durgun maviliğini, ufKocasmın gelmesine daha bir gün var Bu mektub götürmek... dı; gene kalbi ritriyerek orta büyük kaMelike, kalbi sancılanarak oldu|u yer kun eteklerine toplayıp dağıtıyordu. O, sevgilisini bekliyordu. Melike; sevgilimi bekliyorum diye düşünürken göğsü kabanyordu. Sevgilisi, sevilmeğe lâyık' bir insandı. Sevmenin, sevilmenin şahısla, şahsiyetle pek fazla alâkası olmadığını da biliyordu. Fakat yüz kızartan sevgililer de vardı. Gencliklerine; hangi kaynaklardan, kanallardan akıp geldiği belli olmıyan ve daima bir şüphe örtüsü altında kalan bir paranın temin ettiği bir şıkhkla bezenen; ve çocukluklarının, ilk genclıklerinin marazî günahlarını bir lâkab halınde ömürlerinin so nuna kadar bir çürük damgası gibi taşıyan; ve bu çürük damgasmdan kendi de, kendine uygun etrafı da hiç almmıyan, belki de böyle anılmaktan ruhî olduğu kadar teneşire süren marazî ihtiraslann pıya koştu, kapjcı Mehmed Efendiye de duruyordu; ne taraf a adım atacağını Hemşire Sabahatle Safiye, Melikeyi, hayalî keyfile uzvî zevk duyan müteredsordu: şaşırmıştı. çok şımartmışlardı. Genc kadm, bu sa di, kokmuş genclerden değildi. Şıvester Emma, kapıcının elinden mek mimiyet havasmdan o kadar memnundu Mektub var mı? (Arkası var)