1937 CUMHURÎYE1 KIZTAŞI Yazan : M. Turhan Tan Bizans tahti sık sık alüfteler yatağı »Imuştu. İmparatoriçeler o tarihî tahtın ^erinde devlet değıl, gönül idare ederlerdi, siyasî muahedelerden ziyade aşk mukaveleleri imzalarlardı. Birincî Justi nie'nin kansı Theodora o alüfte tacdarlann şahinşahı sayılabilir. Bu kadın Hi podromda ayı bekçiliği yapan bir adamın kızıydı. Babasının ölümünden sonra ak' tris oldu, sahne sahne dolaşmaya koyuldu. Çok güzel ve çok zeki bir alüfteydi, bütün Bizans genclerini ardında dolaştınyordu. Fakat haya namına, edeb namına hiçbir şeye malik değildi. Bu yüzden de namus mefhumuna kıymet veren kim«elerin nefretini kazannııştı. O gibiler sokakta Theodora'ya tesadüf ettikçe yol değiştirirler ve meşhur aktrise temas et mekten iğrenirlerdi. Bununla beraber o, Bizans tarihine Ayasofya gibi bir şaheser veren Justinien'le evlenmek yolunu bulmaktan geri kalmadı, hayasızlığı ve iffetsizliği sirk sahnelerinden Bizans tahbna nakletti. Halk, saray hayatında başlıyan ve gittikçe dalbudak salan fuhşa karşı duyduğu iğrentiyi belirtmek ve sarî illetlere benziyen o murdar dalâletten kendini korumak için bir takım batıl akidelere bağlanıyor, fuhşun er geç rezalet ve neda met doğuracağına kanaat besliyordu. Bu • meyanda şimdiki Fatih camisi civarındakı bir direğe de hatifî kıymet vermekte ısrar ediyordu. Üstünde güzellik ilâhesi, Afrodit'in heykeli bulunan bu direğe «Kıztaşı» diyorlardı. Halkın kanaatine göre kocaya varmadan kadmlaşan günahkâr kızlar, o taşın önünden geçtikleri takdirde taş heyecanlanır, hızla bir yana eğilir ve günahkânn gizli kalmış suçunu bu hareketile açığa vururdu. Bir gün împarator Ikincî Justinien'in baldızı Kıztaşının yanından geçiyordu. Saray kudret ve azametinden bir parçayi şahsında temsil eden bu genc k.z seyr için büyük bir kalabahk yo!a dökülmüştü. Ansızın seyirciler arasmda bir ses yükseldi ve bütün gözler o sesin davetine icabetle direğe dikildi. Felâket!.. Koca sütun, prensesin bulunduğu yana doğru eğilmişti. Kalabalıktan blr kısmı, direğin üzerindeki Afrodit heykelinden: «Kahbe, kahbe» diye bir ses de çıktığını iddia ettiklerinden iskandal feci oldu, kocasız kadın hayatı geçirdiği zaten dillerde dolaşan prensesin parçalanmasına remak kaldı ve saray, bu hâdisenin sık sık tekerrür edebilmesi ihtimalini düşünerek Kıztaşını yıkbrdı. Fakat halk, Bizans halkı alüfte imparatoriçelere, alüfte prenseslere ve saman altından fuhuş suyu yürütmekte olan iki yüzlü kibar kadmlara hücum fırsatı veren böyle bir taşın ortadan kalkmasını büyük bir ziyan saydı, ondaki kudreti başka bir taşa devredebilmek için Marcien sütununa Kıztaşı admı taktı. O sütun da eskisine yakın bir yerdeydi ve împarator Marcien'in heykelini taşıyordu. Işte henüz ayakta duran ve Kıztaşı diye anılan sütunun aslı budur. Istanbul abidelerinden bahseden tarihçiler, Kıztaşı adının Afrodit sütunundan Marcien sütununa geçmesini gelişi güzel olmuş gibi kaydederler. Halbuki halkın bu adı kınlan direkten alıp Marcien sütununa vermesi pek de sebebsiz değildir. Zira lm parator Marcien'in de hayatında bir kadının büyük ve çok büyük tesiri olmuşvabını, Marcien'in ölümünden yüz kü sur yıl sonra onun heykelini taşıyan sü tuna Kıztaşı adını vermekle tebellür ettirmişler ve Pulcherie'yi de hayli geç olmak şartile İkinci Justinien'in baldı zile hemhal saymışlardır!.. Öz adını kaybederek Kıztaşı diye şöhret alan Marcien sütunu eski Saraçhanebaşında ve bir bahçe içindeydi. 1908 de vukua gelen Çırçır yangınmda Saraçhane yandı ve yangm yerinin yeni plâna göre düzeltilmesi sırasında sütun üç yol ağzına tesadüf ettirilmek suretile meydana çıkanldı. Korent mermerinden yapılmış üç basamaklı bir kaideye müste niddir ve 10 metro yüksekliğinde yek pare bir granitten ıbarettir. Üstünde mermerden bir baslık vardır. Marcien'in heykeli oturmuş veya ayakta durmuş vaziyette olarak bu başlığın üzerine yerleştirilmişti. Kaidedeki basamaklar bugün toprak altında olup yangın mıntakasının temizlenmesi, düzeltilmesi sırasında onların niçin meydana çıkanlmadığı anlaşılmaz bir meseledir. apon gemileri bugün stanbuldan gidiyorlar Misafir Amiralin diin geceki ziyafeti ve suvaresi çok parlak oldu Adsız pazarlar azarların ıktısad tarihindekî yeri, malum olduğu üzere, mühimdir. Eski devirlerin müstahsillerile müstehlıkleri bugün olduğu gibi hâllerde, ambarlarda, mağazalarda yüzleşmezlerdi ve böyle telâkı noktalan yoktu. Müstahsil, malını omuzlayıp pa zara getirirdi, müstehlık de orada ihtiyacını giderirdi. İlk çağlarda böyleydi, orta çağlarda da bbyle oldu. Osmanlı tarihi bile ilk kanun olarak pazarlardan ahnacak bacın miktarile tahsil şeklini kaydeder. Fakat ıktısadî tekâmüller, pazar sistemini gerilere ve çok gerilere attı. Bugün her mağaza bir pazardır ve ortada müstahsil değil, mutavassıt rol oynamaktadır. Çünkü müşteri ve müstehlik müstahsilin yüzünü görmez, aslan paymı alan «tacin> le kamlaşır. Bununla beraber pazar, ortadan kalkmıs değildir. Avrupalılar, Amerikalılar «serççi» adı altında pazarcılk ruhunu yaşatmaktan sçeri kalmadıklan gibi birçok yerlerde de pazar, ilk çağlardaki simasım andıran ihtiyar bir çehreyle sürünüp durur. Bu sürünüşün en acıklı örneklerini Salıpazarı, Çarsambapazan, Perşembe pazan, Çiçekpazan, Atpazan adlarile İstanbulun şu veya bu köşesinde kurulup bozulan alışveriş sahnelerinde görürüz. Bunlar, bu pazarlar, tarihî müstehaselere benzer. Kalıblan vardır, fakat darda « gandır. Kalbleri ise yoktur. Bu sebeble zamanın, cetvellere sığmıyan ve gün başına artıp taşan ihtiyaclanna tekabül et« mezler, edemezler. îyiyi, güzeli, lâzrau değil sadece ucuzu arzederler. Refahm kemale erdiği gün pazarları da tarihe kanşmış göreceğiz. * * * Fakat ben ne pazarlann tar.lıini, ne de pazarcılığın sürünüşünü yazacak değilim, Benim dıkkatimi tahrik eden pazarlar, ilk ve orta çağlarda iktısadî hareketlerin mihverini teşkil edıp bugün o mihverin dışında sönük bir hayat geçiren alışveriş yerleri değildir. Ben adsız, lâkin çok işIek pazarlardan bahsetmek istiyonun. Bu garib pazarlarda ne usaresi kurumuş ye« miş, ne porsumuş sebze satılır, ne de yatkın kumaş teşhir olunur. Gene oralarda eli zembilli veya çantalı müşteriye tesadüf olunmaz. Hele müstehase pazarlardaki nâramsı bağmşlar, cerrar haykınş • lar, bu adsız pazarlarda asla duyulmaz. Ses, buralarda tabir caizse namahremdir, gürültü yasaktır. Alışveriş gözle yapılır ve satılıp alınan malın bedeli tebes» sümle ödenilir. Büyük tramvay duraklannda, iskele « Ierde, bizim Kadıköyünün Altıyolağzmda guruba doğru kurulan gönül pazarlanndan bahsetmek istiyorum. Hiçbir mağaza, hiçbir dükkân ve hele hiçbir pazar, eminim ki, bunlar kadar işlek değil. Satahk bir bakışa on alıcı bakış cevab veriyor. Bir boyalı dudak, yirmi ağızda sulantı yaratıyor. Manzara, gerçi, cazib, fakat gönül, aşkın böyle kaldırımlar üs« tünde köhne bir meta gibi satılıp a * lınmasmı hoş bulmuyor. Hele oralarda ahzüitaya girişenler arasında ağzı henüz süt kokan miniminiler göze çarptıkça!. Gezgin çocuk sahibı olup da yavrulannı sinemada, yahud komşuda uslu uslu oturuyor zannnile gafil bir itimad taşıyan bir kısım ana ve babaların bu pazar yerlerine arasıra olsun uğramalarmı ge • rekli buluyorum. Adsız pazarlann kala • balığı ancak böyle bir murakabe ile kü * çültülebilir. Kıztaşının bugünkü hali tur. Bu kadın, Arcadius'ün kızı, İkinci Theodose'un kardeşi Pulcherie'dır. Arsadius öldükten sonra Bizans Imparatorluğunu vasi sıfatile Pulcherie idare ediyordu. Zühdî hayata nefsini vakfetmiş görünen bu genc prenses perde arkasın I dan çok işler görüyordu. Henüz çocuk bulunan Theodose'a nasıl giyinilp ku şanılacağmı, nasıl yürünülüp nasıl oturulacağını, gülmemek için ne yolda dav ranılacağını, nerelerde kızgın ve nerelerde yumşak görünmek lâzım geldiğini öğretmekle iktifa ettiğinden İmparatorun zekâsı sönmüş ve devlet işleri kendi elinde kalmıştı. Marcien, böyle bir imparatorun za manında parladı, babası meçhul bir a damken en ünlü bir general oldu ve Theodose'un ölümünden sonra Pulcherie ile evlenerek Bizans tahtına oturdu. Kansı ona bir tac ve bir tahtla beraber kendi sinin sadece nikâhlısı olmak şerefini ver mişti. Aralarında yapılan mukavele mucibince Marcien onunla zifaf olamıya caktı. Niçin?... Bizanshlar bu suaün ce Eransada açılan bir harb abidesi Kıztaşı kaidesinin cepheleri üzerinde bir takım kabartmalar görülmekte ve bir yanında da; (Bu sütun, împarator Marcien için Tatianus Decius tarafından dikilmiştir) diye tercüme olunan Lâtince Dün İwate Japon gemisinde Amiralin çayı münasebetile yapılan müsabakalar: Aşağıda Amiral ve İstanbul kumandan vekili samimî bir anda şu ibare okunmaktadır: Üç gündenberi limanımızda bulunan nız subayları, ecnebi sefaretler erkânı ve (Principis hanc Statuam Marciani cerne torumque, Decius ter Vovit Japon mekteb gemilerindeki zabitlerle şehrin rânmmış simaları davet edilmiştir. Amiral Koga bugün saat 13 te İwate talebeler dün sabah Türk zabitlerinin requod tatianus opus.) fakatinde Topkapı sarayını, müzeleri, kruvazöründe Istanbul vilâyeti erkânma Taşın Fatih camisine bakan yüzünde ve ordu ve donanma subaylan şerefme camileri ziyaret etmişlerdir. de kanadlı iki peri timsali seziliyor ve bir veda ziyafeti verecektir. Japon askerî ataşesi, Amiral Koga şenisbeten iyice görüneninin elinde Mersin Japon mekteb gemileri, bugün saat refine Park otelinde bir öğle ziyafeti verağacile Haçlı bir levha bulunmaktadır. miştir. Amira Koga saat 17 de İvvate 16 da limanımızdan aynlarak YunanisMarcien'in hangi zaferi hatırlatmak için kruvazöründe bir kabul resmi yapmış, tana gideceklerdir. bu abideyi diktirdiği bilinemez. Çünkü hükumet, erkânı, matbuat mümessilleri Amiral ve zabitan Yerli Mallar onun yaşadığı devir, Bizansm da, Ro ve birçok zevat bu davette hazır bulun sergisini gezdiler manın da Attilâ ordulan önünde tiril tiril muşlardır. Japon denizcileri muhtelif milMisafir Japon Amirali Koga dün satitredikleri devirdir. Bu hakikati gözö lî sporlar yapmışlar, bundan sonra davetbah beraberinde îwate ve Yakuma ge nünde tutmak şartile (Kıztaşı) nın tarih lilere Japon içkileri ve mezeleri ikram etmileri süvarileri bulunduğu halde dokubakımından kıymeti vardır. Muhayyele mişlerdir. zuncu Yerli Mallar sergisini ziyaret et • leri geniş olanlar bu abidevi seyrederken Dün akşam saat 20 de Japon büyük miş ve sergide iki saate yakm kalmıştır. Marcel Prevost'nun Les Demi vier elçisi Perapalas salonlarında Amiral KoAmiral ziyaretinde Türk sanayiinin ges'inden bir sahife okuduklarını da zan ga şerefine bir ziyafet vermiştir. Bu ziyazengin çeşidlerini ve sergideki teşhir tarnedebilirler!..» feti saat 22 buçuktan itibaren verilen bir zını çok beğenmiş ve idarecileri tebrik M. TURHAN TAN suvare takib etmiştir. etmiştir. Amiral Koga resim sergisini de Ziyafet ve suvareye, Istanbul Vali ziyaret ederek Türk güzel san'atları hakVekili, askerî ve mülkî erkân, Türk de kında izaıhat almıştır. Sergide Sümer Bank paviyonu birinci oldu Umumî Harbde Fransada ölen Amerikalı askerler için Fransanm Montfaucon şehrinde muazzam bir abide yapılmıştır. Fransız Cumhurreisi, TJmumî Harb de Fransadaki Amerikan orduları Başkumandanı olan General Pershirg ile Mareşal Petain abidenin açılış merasimine riyaset etmişlerdir. Resim, abidenin kuşbakışı bir manzarasım gösteriyor. Güzelim, zannedersem değil, eminim ki sıkılıyorsunuz. Böyle odada bir başınıza oturursanız, elbette bunalır, sıkıhrsınız. Biraz çıkınız, dolaşınız. Melike, zorla güldü: Nereye çıkayım. Hemşire de gülüyordu: Evet, çıkılacak yerler, pek mah duddur. Fakat böyle kapanıp kalmanız da doğru değil. Yarm sabah isterseniz, sizinle aşağı koruya üıelim. Bana inanı nız, açılırsınız. Melike, sabah kocasınln telefon edeceğini düşündü: Sabah olsun da..^ Hemşire, gülümsemiştî: Siz bilirsiniz, güzelim. Odadan çıkarken ilâve etti: Eğer bir şeye flıtiyacmız olursa, hemen zile basıp bizi çağınnız, sakm çekinmeyiniz. Melike, maHzun bir bakışla îçînî çe^c ti: Neye ihtîyacîm olacak la.^t Genc kadın, yalnız kalınca, tekrar balkona çıktı; uzakta, Adalar, üzerle • rinde milyonlarca ateşböcegi yanan bü yük deniz kaplumbağalarına benziyor du. Güneş battıktan sonra hava biraz serinleşmiş, çamlann kokusu, daha kuvvetle geliyordu. Sergide birinciliği kazanan Sümer Dokuzuncu Yerli Mallar sergısi ko mitesi sergide dekorasyon güzelliği ıtibarile takdir edılmelerine karar verilen Sümer Bank, İş Bankası, Eti Bank ve Nurkalem müesseselerine ve bu pavi yonları yapan dekoratörlere dün tak dirnamelerini göndermiştir. Bu seçmeşaşırtmıştı; kendini dinlemektense, bu değişik sesin çınlamasına sevindi. Biraz sonra, yemeğini getirmişlerdi. Melike, radyoyu dinliyerek, neş'e ile yemek yedi. Koridorda ayak sesleri, ve zaman zaman kahkahalar duyuluyordu. Melike, düşündü; bunların hepsi de, hayatlanndan memnun mudurlar? Fakat işte, alıştnışlardı ve alışkanhk, onlan bir mem nuniyet çeşnişi içinde yaşatabiliyordu. Kendi kendine mahzun oldu; demek, o da alışacaktı. Bu, Melikeye çok acı geldi. Odada dolaşmaktan, kalkıp oturmaktan usandı; yatağına girdi. Koridordaki ayak sesleri susmuştu; vakit vakit, zillerin, sağırlaşhnlmış kısık hınldayışlan, uzun uzun aksediyordu. Radyo sustu; kahkahalar sustu; ayak sesleri kesildi. Alt ve üst balkonlardan baKçeye vuran ışıklar, teker teker söndü; gece, ölü bir deniz gibi bahçeyi kapladu Bu dağ eteğinde, gece, şehîrlerdeki gibi zifiri karanlık değil; aydmlık, hatta parlaktı. Çamlar, geceden daha karanlıktılar; birbirlerine sokularak, oldukları yerde Hafif hafif sallanan ve hışıl hışıl konuşan kara hayaletlere benziyorlardı. Bahçeden, korudan gelen tek ses vardı; çamlarla rüzgânn gızli mınltılan. Bu, ü^erinden iğnesi kaldınlmanus bir plâğm, Bank paviyonundan bir manzara de Sumer Bank pavı\onu bırıncı ola rak intihab edılmiştır. Bunda da bıl hassa Sümer Bank paviyonunda eşya teşhirinin ve sınaî mamulâtın halka gcsterilışinin dekor güzelliğine feda edılmemesi ve dekorun teşhir edılen eşyaya uydurulduğu âmil olarak zikredilmiştj1. hiç durmadan bir teviye dönüp vızılda ması idi. Melike, bu musikiye kulaklarını alış tırdı, gözlerini yumdu. Birkaç saat geçmemişti; çakal ulumalarile sıçrıyarak uyandı. Dağdan inen çakalların korkak ulumalarmı, çoban köpeklerinin hücuma geçen havlamalan susturdu. Üzerinden iğnesi kaldırılmamış plâk, tekrar vızıldamağa başladı..^ *** Sabahleyîn, sebebsiz bir neş'e ile uyanan Melike, sabah derecesini almağa gelen hemşireye sordu: Kahvaltıdan sonra küre mi çıkî yoruz? Hayır. Niçin sorihmuz? Bana, telefon edecekler de... Dokuz buçuğa kadar vaktiniz var. Melike, düşündü; Şekib, bu kadar erken telefon edemezdi; fakat Melike, akşama kadar da olsa, bekliyecekti, başka ne işi vardı ki.«* Kür zamanmda telefondan çagınrlarsa? Hemşîre, yîizünü Kuruşturmuştu: Komışamazsmız. Melikenin kolu kanadı kınlıvernuşti: Eyvah! diye inledi. Hemşire, ona, sevgi ve şefkatle baklyordu: M. TURHAN TAN kolayını buluruz. Melike, hemşirenin ellerine sarılmıştîî Nasıl? Kuzum söyleyin. Doktor bey, sabah vizitesine geîdiği zaman, söylersiniz; o da, kapıci Mehmede emir verir. Ne zaman olsa sizi çağırırlar. Genc kadın, buna çok sevinmişti; fakat gene bir çocuk gibi korkak bir kararsızlık içindeydi: Doktor, müsaade eder, değil mi> Hemşire, onun korkusuna, telâşına gülmekten kendini alamıyordu: Elbette, güzelim. Burada, mah v. pus musunuz? Hem, siz, daha yenisiniz. Sizi buraya alıştırmak için, fazla sık mazlar. Hemşîre, sesînî yavaşlatmışti: Doğrusunu isterseniz, burada, has* talan hiç sıkmazlar. Ve clerece kâğıdlannı aldı, çıktL Melike, kahvaltı ettikten sonra, sırtîna kimonosunu geçirdi, bekledi. Kocası, muhakkak telefon edecekti. Hele böyle içi içine sığmıyarak beklediğini bilse, bir saat, bir dakika, biran evvel telefon cderdi. Hemşîre, tekrar geldi, Melik'emn yatağını havalandırdı, düzeltti ye kür şez« longunu hazırladı, 'İArkast var). Edebî tefrika : 33 Yazan : Mahmud Yesari benim giineşimdi, O, benim herşeyimdi; o, benim son eşimdi! Melike, kür şezlonguna uzanmıştı; ağIamaktan haz duyan, rahatlıyan gözlerini gökyüzüne çevirdi, yıldızlann uyanışla nna bakmağa başladı. Yıldızlar, çok yakın ve çok parlak görünüyorlardı; Melike, gökyüzüne yakın olmaktan ne korku, ne de sevinc duyu yordu. Yalnız bu yakınlık, onun ruhu nun kararsızlığını oyalıyordu. Odanın içinde birdenbire yanan elektrik, Melikeyi şaşırtıvermişti; şezlongtan doğrularak baktı; zayıf, uzun boylu hemşire, koltuğunda yeşil bir kartonla, odanın ortasmda durmuş, gülümsüyordu: Dereceye geldim, güzelim. Melike, yerinden kalkacaktı, hemşire: Rahatmızı bozmayın, dedi. Dereceniz nerede? Komodinin üzerinde. Size zahmet olacak. Ne demek güzelim, vazifemiz. Zayıf, uzun boylu hemşire, komodin O, benim mehtabımdı; o, üzerindeki dereceyi aldı, getirdi, Me • likeye uzattı: Günde dört kere derecenizî ala caksınız. Sabahleyin uyanır uyanmaz... Sabah küründen sonra..M îkindiyin... Bir de akşam..* Melike, dereceyi ağzına koymuştu; hemşire, saatini çıkardı: Lutfen elinizi de uzaünız... Nabzınızı sayayım. Hemşire, Melikenin nabzmî saydıktan sonra, dereceyi bekledi; saatine bakıyordu, nihayet: Kâfi, dedi. Veriniz. Dereceye baktı: Maşallah ateşinîz hiç yüksek değil... Nabzmız da iyi... Derece kâğıdını açmış yazîyordu: Ref'i tabiî var mı? Hayır. Kraşe? Hayır. Peki! Hemşire, işaretlerînî Eoyup çîzgileri çektikten sonra, kâğıdı kapadı, yeşil kartonun içine koydui BJrdenbîre Eajlîyan ||3yö â M Ö , guzeîîm. Bunun <Ia İ