4 Ağustos 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

4 Ağustos 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

4 Aeustos 1937 CUMHURIYE1 Biiyiik harbin mes'ulleri İmparatoriçe Marie Louise'in torunu Prens de Montenouovo da badirenin açılmasında âmil olmuş! Habsburg'ların etiket müdürü olan Prens; Veliahdin cenaze merasimine dair kararile, gerginliklerin izalesine sed çekti Saraybosna faciasınm îçyüzü ve Büyük Har bin sebebleri hakkmda, şimdiye kadar pek çok şeyler yaztldı. Bu se bcbler arasmda en kuvvetlisi, Almanyanın A vusturya üzerinde yaptıgı tazyik ve împarator François Joseph'in gösterdiği zâf olduğuna şüphe yoktur. SarayBosna faciası nın ertesi günü, bütıin dünya, bu kanlı vak'anın kurbanlanna acı makla meşgulken, Yüksek Etiket meclisi, gene Viyana saraymda içtima etmiş ve Prens de Montenouovo'nun riyaseti altmda, Veliahdle zevcesine yapılacak cenaze merasiminin teferruatını tesbite çalışıyordu. tktisadî hnrphptler Yabancılara nazaran iktısadî vaziyetimiz Yeni ithalât rejimimizin tatbik edilmeğe başlanması birçok ecnebi gazetelerine, iktısadî hayatımızdan bahsetmek imkânmı verdi. Bu meyanda Bulgar gazeteleri de geri kalmadılar. 28 temmuz tarihli (Zora) gazetesinde doktor Borilkof (Türkiyenin yeni ticaret rejimi) başlığı altında yazdığı bir makalede yeni ithalât rejimimizin esaslanndan, bu rejimin iktısadî hayatımıza yapacağı çok iyi tesirlerden uzun uzadıya bahsettikten sonra iktısadî vaziyetimiz hakkmda şunları yazmaktadır: «Türkiyenin haricî ticaret bilânçocu son senelerde daima Türkiyenin lehine olarak kapanmakta ve hergün daha fazla inkişaf emareleri gösteranektedir. Bu vaziyet ithalâtı sıkmaktan değil, bilâkis ihracatı artırmaktan, ziraî ve sınaî istih salâtı ve demiryollar şebekesini ıslah et • mekten ve genişletmekten, şimdiye kadar ihracat merkezlerine bağh olmıyan bir çok istihsalât merkezlerini bu merkezlere bağlamaktan ileri gelmektedir. Ziraat ve hayvancılık için çok elve rişli olan Anadolunun nefis yaylalan bugün muktedir ellerin idaresi altında Türkiyenin umumî iktısadî hayatına yeni yeni kuvvetler vermektedir. Türkiye bugün iktısadî istikbalinden kat'iyetle emin olabilmek için bütün şeraite maliktir. Geniş ve mümbit ovalar, büyük nehirler, iyi iklim, mütenevvi mahsuller, geniş omanlar, yeraltı zenginlik leri, Karadeniz, Ordu ve Akdenizde uzun sahiller, bu sahillerde işleyen büyük ve millî bir ticaret filosu. Işte bunlar Türkiyenin iktısadî istik.la.lini ebediyen te min edecek şartlardır.» Bundan sonra muharrir Türk Bulgar ticarî münasebatından acı acı bahsetmekte ve şunlan yazmaktadır: «Bizim Türkiye ile olan ticarî münasebatımız ise, bugün maalesef hiçe inmiştir. Bu vaziyete ancak teessüf etmemiz lâzımdır. Biz komşuyuz, bizi çok sağ lam tarihî bağlar birbirimize bağlamak tadır. Milletlerimizin zevklöri ve yaşa yış tarzları aynıdır. Bütün bunlar iki memleket arasmda çok geniş bir ticaretin esası olabilir. Bu ticaret her iki memle ketin de menfaatinedir. Her iki tarafta da bunun için hüsnü niyet mevcuddur. Fakat iş yalnız hüsnü niyetle bitmemektedir. Mümkün olduğu kadar daha ça buk işe başlamak ve Türk Bulgar ticaret münasebatını geniş, sağlam ve emin esaslara bağlamak lâzundır. İki memleket arasındaki iyi komşuluk ve dostluk münasebetlerinin ilk tezahürü çok kuv vetlenmiş iktısadî münasebat olmalıdır.» Bulgar refîkimizin bu temenniyatma biz de bütün kalbimizle iştirak ederiz. Ankara mektubları Son resim sergileri Laocoon ve mimar Kemaleddin ir kaç bin yıl önceydi; Ilâhlardan, ilâhelerden yardım gören Yunan ordusu Truva'yı muhasara ederken acze ve fütura düştü, kaleye giremiyeceğini anlıyarak ricate karar verdi. Fakat son hamle olmak üzere bir düzen kurmadan çekilmeği de doğru bulmadı, tahtadan bir at heykeli düzdü, içine seçme pehlivanlar yerleştirdi ve pılıyı pırtıyı toplayıp uzaklaştı. Truva'lılar, bu çekilişi tam bir ricat sayıp şehirden dışarı çıkmışlardı, şenlık yapıyorlardı, o sırada tahta at gözlerine ilişti. Eser güzel» di, iyi bir ganimet sayılabilirdi. Tnıva'hlar da bu telâkkiye kapıldılar, atı şehre götürmek istediler. Laocoon bu hevesi beğenmedi, atın bulunduğu yerde bırakılmasını söyledi. Dinlemediler ve içinde silâhlı pehlivanlar saklı heykeli jehre götürdüler. Fakat o gece, tahta atın karnı yarıldı, şehrin altı üstüne geldi, Yunanlılar da geri dönerek açık kale kapılarından içeri saldırdı ve Truva düştü. Laocoon mükâfat görmeliydi, değil mi?.. Hayır. Felâket gördü. Çünkü ilâhlar ve ilâheler kendileri tarafından yapılan telkinle kurulmuş bir düzeni suya düşürmek istediğinden dolayı ona kızmışlardi, iki oğlile beraber zavalhyı yılanlara boğdurmuşlardı. * * * Mimar Kemaleddin de asırlar ğunca sürmüş kayıdsızlıkların, iliklere işlemis cehlin Türk mimarhğmı sıfırdan aşağıya düşürdüğünü, Evkafa bağh eserlerin harab olup gittiğini görerek elemlenmiş bir üstaddı. Bütün ömriinü, bütün zekâsmı yurdda yeni ve yepyeni bir Türk mimarlığı yaratmağa vakfetti. Didindi, dövündü, aîın ve beyin teri döktü, mahallî denilebilecek bir stil vücude getirdi, irfanını Evkaf îdaresine hizmetkâr yaparak o idarenin bugün ne kuvvetli ve ayni zamanda en nefis irad kaynaklannı teşkil eden Vakıf hanlan inşa etti, yıllardanberi Üniversiteye kitabhanelik yapan zarif binayı kurdu, büyük bir yangmda yuvasız kalmış yüzlerce Istanbulluyu banndırmak için Lâleli apartrmanlannı yaph ve ölünciye kadar bu biçimde çalışarak harab olmuş vakıf eserlerden belki yüz tanesini sağa çıkardı, yıkıhp mahvolmaktan kurtardı. Evkaf Idaresî, bir yandan Türk mî« marlıgına yeni bir sima çizen, bir yandan da vakıf hazinesine milyonlar katan bu büyük san'atkâra muhteşem bir mezar yaptırmış ve adınm her yıl anılması için tahsisat ayırmış sanarsmız, değil mi?.. Hayır. O idare bu fedakâr memurunu ölür ölmez unutmuş, kabrine bir taş bile dikmemistir. Dün Karacaahmedde çiğnene çiğnene dümdüz olmuş mezarlan, yerlerinden sökülüp ahlmış yığm yığm taşlan seyrederken Mimar Kemaleddinin yetim kabrini de gördüm ve elemlendim. San'at tarihimizde adı sayisız eserlere sanlı olarak okunan büyük san'atkânn mezannda taş deeil, bir tutam ot dahi yok. Bu manzara karşısında bilmem, nasıl bir münasebetle Laocoon'u düşündüm, içim yana yana kabristandan çıktım. Fakat o düşünceyi kafamdan, o elemi yüreğimden çıkarmak kolay değil ki?.. Artık «Ne idüğü belirsiz, ne dedüğü anlaşılmaz» cinsten tablolar görünmez oldu Ankara (Hususî) Ankarada son aylarda, üstüste birkaç resim sergisi açıldı; hemen hepsinde bir hayli tablo gösterildi: Ressamlarımız çalışıyorlar! Acaba, çalışmalarınm karşılığını da görebiliyorlar mı? Her halde kendileri de itiraf ederler ki, Türkiyede en fazla tablo satm alan şehir, henüz Ankaradır, bu noktada, hatta «yalnız Ankaradır!» da denilebilir. Hemen her sergiden «resmî» mübayaalar yapılır. Gözetilen maksadın, san'atkân teşvik olduğu aşikârdır. Bir aralık, Maarif Vekâletinin, ressamlara aylık bağlamak tasavvurundan bahsedilmişti. Resim, eğer memleketimizde, biraz nefes alabiliyorsa, devletin, imkân nisbetinde bimayesi sayesindedir. Resmî da irelerle teşekküller «tablo satm alma» faslını kapattıklan gün, her halde Ankara sergileri, bu kadar intizamla, bu kadar sık ve muvaffakiyetle kurulamıyacaktır. Ressam Saib tarafından yapılmış olan Meclis Reisi Abdülhalik Rendanın Bu arada, Ankara Halkevinin, ressam portresi azasını teşvik için yaptığı yardımlan da «faydalı bif iş» olarak zikretmek kadir anlaşılmaz» bir cins tabloların, artık reşinaslıktır. sim sergilerinde görünmediğidir. O sıralarda, Ankarada, bir maran Resim sergilerini karşılıyan rağbete gelince... Bunda da bir genişleme oldu goz fabrikasının hamalı da, eline geçirğunu kabul etmek lâzımgelir. Zaten, teş diği boya ve fırçalarla çizgiler çizmeğe hir edilen tabloların bizzat sahibleri da başlamış ve iptidaî eserleri nazan dikkati hi, meselâ Ankara Halindeki kalabalı celbetmişti. Hamal Cuma, şimdi son mağı ne beklemiş, ne ummuşlardır! Buna rifeti olan «Kültürparkta geçen bastonlu mukabil, sayıları sergiden sergiye artan kadın» ı, kendisini işinden de eden he ve daima mühim olmak üzere, resim zev vesten, acı bir hatıra olarak saklıyor. Aki olan seçkin ziyaretçiler, hemen her e caba, sergilerden kaybolan benzeri tabserin karşısında durmakta, tetkik ve te lolar ne âlemde?..r Öldürdüğü adamm üstünde beş pamaşa etmektedir. Yalnız, şu son günlerra bile bulamıyan haydudun: de kurulmuş olan serginin açılışında hazin bir vaziyet oldu. Gerek mevsim, ge« Kurşuna yazık!» rek işler dolayısile, istisnasız bütün daDemesi gibi, bu çeşid eserlerinin rağ vetliler, çağırıldıklan saatte, Halkevinde betsizliği karşısında, öldürdükleri san'ata değil de, harcadıklan boya ve muşam baya acıyanlar nerede?... Bir Fransız gazetesi, SarayBosna suikasdi, Büyük Harbin malum Prens de Montenouvo başka memleketlerin hüolan sebeblerinden baş kümdar saraylarında büyük bir teessür uka. şimdiye kadar gizli kalmış, ayni derecede mühim bir amilden bahsediyor. Bu yandırmıştı. İmparatorlar ve Krallar, Avamil, Prens de Montenouovo'nun, etike rupa hükümdarlannın en yaşlısı o lan François Joseph'e müracaat ede te fazla riayetkâr olmasıdır. Prens de Montenouovo, ismi kadar ga rek, cenaze merasimine, münhasıran ha rib bir macera sahibidir. Onun şahsiyeti nedan azası prenslerden mürekkeb he hakkmda fikir edinebilmek için yüz sene yetler göndermek teklifinde bulunmuş lardı. Londra, Prens de Galles'i ve kargeriye gitmek icab eder. deşlerinden birini yollıyacaktı. Rusya Napolyon'un zevcesi Marie Louise'in, Çan ikinci Nikola, kardeşini ve birkaç Kont Adam Niepperg'le olan aşk ma Grand duc göndermeği teklif ediyordu. cerası ve Napolyon'un. Sainte Helene'de Merasim Yedinci Eduard'ın cenaze vefatından sonra, sabık imparatoriçe ile merasimi kadar ihtişamlı olacaktı. Fakat, Kontun evlendıkleri malumdur. Bu izdiYüksek Etiket meclisi, bu noktada vacdan üç çocuk dünyaya gelmiş, ve bu işe müdahale etmiş ve Veliahd Arşidük üç çocuktan biri ölmüş, sade ikisi hayatta FrançoisFerdinand'ın cenaze merasimıni kalmıştı. Biri AlbertineMarie isminde bu derece ihtişamlı bir şekilde yapmağa bir kız, öteki Guillaume Albert isminde imkân olmadığına karar vermiştir. Etiket bir erkek çocuktu. meclisi, Veliahdin zevcesinin, ken Fakat, Marie Louise'in, Kont Ni disile birlikte ölmüş olmasmı, cenaze meepperg'le olan macerası, Niepperg ismi rasiminin fazla debdebeli olmasma mâni ni lekelediği için, împarator İkinci Fran telâkki ediyordu. Zira, Düşes, Habsburg çois, bu ismi îtalyanlaştırmak suretile te hanedanına nazaran, asalet cihetinden, amizlemeğe karar vermiş ve almancada şağı seviyedeydi. Habsburg'ların aile yayeni adam manasına gelen bu ismi, Mon sası, vücudünü, kocasma atılan kurşun tenouovo şeklinde italyancaya çevirmiş lara siper ederek onunla birlikte ölen tir. Düşes için dahi müsaid davranılamıyacak îşte, Büyük Harbe, etiket merakı yü kadar sert hükümleri ihtiva ediyordu. zünden sebebiyet verdiği söylenen Prens Yüksek Etiket meclisinin karan, Im Albert de Montenouovo, Prens Guil paratora tasdik ettirildi ve sefaretler valaume Albert'in oğlu, yani Marie sıtasile, diğer memleket hükümdarlanna Louise'in torunudur. teblfg edildi. Cenazeye iştirak için heyetPrens de Montenouovo, împarator ler göndermek istiyen hükümdarlara François Joseph'in sarayında etiket müred cevabı verilirken çok kurnaz davradürüydü. Habsburg hanedanına mahsus nılarak mükemmel bahaneler bulunmuşail« yasasının tatbikma memur olan da tu. împarator 80 yaşını mütecaviz bir ihoydu. tiyardı. SarayBosna faciasından duyduğu Prens, son derece barid, vazifesinin teessüre, mevsimin müthiş sıcaklan da inehemmiyetine ve mevkiinin yüksekliğine zimam edince, cenaze merasiminin fazla mağrur, gayet ciddî bir adamdı. Saray uzun sürmesi kendisini rahatsız edebilir da içtima eden ve «Oberhofmeisteramt» ve hatta sıhhati bozulabilirdi. Yüksek yüksek etiket meclisine riyaset ediyordu. Etiket meclisi reisi Prens de Mon Bu meclis, FrançoisJoseph'in hüküm tenouovo, kararında o kadar haşin ve o darlığı devam ettiği müddetçe, Mayer kadar insafsız davranmış, etikete bağlıling faciası, imparatoriçe Elisabeth vak lığını o kadar ciddiyetle göstermişti ki, ası, Maximilien faciası gibi birçok vak'a Belvedeie şatosunda teşhir edilen Veli lara el koymuş, hepsini etiket mefhumu ahdin ve zevcesinin tabutlan bile birbir nun dar çerçevesi içinde acıklı ve kanlı lerinden farkh seviyelere yerleştirilmişti. neticelere bağlamış bir meclisti. Saray Veliahdin tabutu, zevcesinin tabutundan Bosna cinayetinden on dört sene evvel, birkaç santimetre yüksekte duruyordu. 1900 senesi haziranının 28 inci günü, Olüm bile, Viyana sarayınm etiket me Arşidük FrançoisFerdinand, Kontes rakı yüzünden, Düşesin seviyesile VeliSophie ile sevişmek ve onunla evlenmek ahdin seviyesini birleştirememişti. cürmünü irtikâb ettiği için çocuklannın Yüksek Etiket meclisinin göster saltanat haklanndan feragat ettiğini bil diği ciddiyet, sadece hislere taarruzdan diren beyannameyi, Viyana sarayınm ibaret kalsaydı ehemmiyeti yoktu. Fa meşhur Aynalı salonunda toplanan bu kat, Prens Montenouovo'nun bu ifratı, meclis muvacehesinde imzalamıstı. bütün Habsburg hanedanını mahva sü Mehki Said Şehirde yeni otobüs seferleri Otobüs sahîblerine müsaade veriliyor Maçka ile Beyazıd arasmda otobüs seferleri açmak üzere bazı otobüs sahib leri tarafından Belediyeye yapılan müracaat muvafık görülerek istenen müsaade verilmiştir. Bu hat üzerinde dokuz araba işliye bulunamadıîar. Yaşlı, emektar, tanınmış cektir. Azamî ücret on iki buçuk kuruş ve değerli ressam (haydi, ismini de ya olarak tesbit olunmuştur. rükliyen ve dünyayı altüst eden netice zalım, zira bu tenhahk, hiçbir zaman olerin zuhura gelmesinde, bilmiyerek başnun, hatta son günlerde elleri titriyerek hca amil olmuştur. İtalyan vapuru çıkarılmîyaptığı eserlerin bile yüksek değerine Zira, ErançoisJoseph'in, üzerlerinde yacak nakise vermemiştir) General Halil, sa büyük bir nüfuz icra etmekte olduğu Çanakkalede batmış olan îtalyan Kral hanedanı azası ve prensler, cenaze londa yapyalnızdı. Programda ise nu bandıralı Kapo Pino vapurunun çıkarılmünasebetile Viyanaya gelmiş olsalardı, tuk vardı. Resmi küşadı yapacak olan ması hakkmdaki tetkikler ve müzake herhalde bir aile meclisi toplanacak ve bu yüksek tedrisat müdürü Cevadm, kapı reler bitmiştir. Neticede vapurun çıkatoplantıda, hiç şüphe yok siyasî aoktai ya gerilmiş kordelânm başında hayli ü rılmasınm çok masraflı ve çıkarılacsk nazar teatileri yapılarak Viyana ile Pe züntü çektiği muhakkaktır! eşya ve sairenin bu masrafı karşılaması Salonda, birkaç genc ressam olsun bu şüpheli olacağı düşünülerek bu işten tersburg arasındaki gerginliğin izalesi, belki de mümkün olacaktı. Romanof a lunsaydı, Bay Cevad, resmin şeriat ve sarfınazar edilmiştir. Vapuru slgorta etmiş olan kumpan ilesinin en muteber azasının Viyanaya hudud harici tutulduğu bir devirde, resim davasını bir bayrak gibi omzunda taşı yalar geminin ve eşyaların sigorta pagelmesi, Ingiliz prenslerile onun arasında bir mülâkatı intac edeceğinden, bu yan emekli san'atkârdan, saygı değer bîr ralarmı ödemişlerdir. da birçok ümidler verebilirdi. Fakat, iş örnek alarak bahsedebilirdi... Halbuki, Arabaların muayenesi işten geçmiş, Yüksek Etiket medisi sadece, sıhhat ve afiyet temennisinde bulundu. nin karan herşeyi mahvetmişti. Binek ve yük arabalarınm eylul birIşte Prens de Montenouovo'nun, dün, Bu bahse eklenecek bir nokta, bir ara den itibaren senelik muayenelerine başyayı kana boyayan Büyük Harbde lık, bulaşıcı hastalık gibi üreyeceğinden lanacak, teşrinisaminin sekizine kadar mes'uliyet hissesi bu derece büyüktür. korkulan «ne idüğü belirsiz, ne dedüğü devam edecektir. Nureddin Niyazinin eseri: «Ege Kızları» M. Tezel Festival devam ediyor Festival programının tatbikma de .. vam edilmektedir. Bugün de Fatihte İtfaiye bandosu, Beyazıdda askerî bandoları çalacak, gece de Kadıköyünde temsil verilecektir. ruz ya... Omuzlan düştü, sesi burkuldu, kar • . yolanm ayakucuna yığıhr gibi ohudu: Buradayız. Melike, senin ateşin var! Genc kadm, soluk elâ gözlerini koca» sma dikti; içini çekti: Olmasm mı? Odaya, uzunboylu zayıf hemşire girmişti. Elinde tuttuğu bir kâğıdı uzattı: Doktor, gönderdi. Şekib kâğıdı almıştı: Peki... Mersi. Hemşire, yemek tepsisine göz ath: Hiç birşey yememişsiniz. Melike, yorgun bir gülümseyişle: îştiham yok, dedi. Hemşire de gülümsemişti: Buranın havası, iştihanızı da aça caktır. Ve tepsiyi alarak çıktı. Şekib, kâğıdı Melikeye verdi: Yatıp kalkma, yemek, istirahat zamanlarını bildiren günlük program, işte... Tamamen tatbik etmelisin. Alay mı ediyorsun? Melike, kâğıdı, komodinin üstüne doğru fırlatıvermişti: Saat kaç? Şekib, saatine baktı: Bire on var, neden sordun? (Arkası var) Edebi tefrika : 30 Yazan Ben, sensiz çıldırabilirim. Şekib, kansınm ellerini avuçlan içine aldı: Açık konuşalım mı karıcığım. Konuşalım. Işleri büsbütün yüzüstü bırakama yız. Çünkü hayat meselesi bu... Yaşayacağız. Parasızlığın her derdden daha büyük olduğunu biliyoruz. O halde, beni mi yüzüstü bıraka caksın? Hayır, sevgilim, böyle birşey söyIemedim ve söylemek de aklımdan geç mez. Yalnız, kabil ve mümkün olan şeyleri düşüneîim. Şimdi ben, ilk günler, sık sık gelirim. Demek, sonra ihmal edeceksin. Hayır. Tatil günlerile hafta ortası bir gün tayin ederiz. Bilmiyorum. Bu, sonraki iş. Evet, sonraki i?, doğru... Genc kadın, ellerini kocasmm avuç lanndan yavaş yavaş kurtardı; gözleri bulutlanmıştı; sesi, dudaklan titriyordu: Sen, şimdi gideceksin. Üzülme, çocuğum. Buradan hoş Mahmud Yesari lanmadın mı? Genc kadın, omuzlarını silkti: • Sen. olmadıktan sonra.., Belki alışırsm. Melike, kocasmın ellerini kıVacak gibi sıkıyordu: Bir daha söyle bakayım. Sensizlige mi alışacağım?.. Yoksa, alışmamı mı istiyorsun? Melike, bana da yazık... Ben de sensiz kalmıyor muyum?.. Belki alışır sm, diyişim, burası, buradaki hayat içindı. Ben, hemen günaşın gibi geleceğim. Amma, sen, bukadanna ahşamazsan, kolayı var, sevgilim, bizi, zorla tutacak değiller ya, baktık ki alışamıyorsun, evimize döneriz, ne yapalun? Genc kadın kocasının ellerini bıraktı, onun boynuna sarılarak, hıçkırmağa başladı. Bir gonk sesi onlan birbirinden ayırmıştı. Melike, ıslak gözlerini kurulıya rak sordu: Bu ne? Yemek zamanı. Bunu hiç düşünmemişlerdi. Melike, tekrar sordu: Yemek meselesini ne yapacagız? Bilmem soranz. Şekib, kalktı, karyolanm başucundaki zile bastı, bekledi; biraz sonra içeri giren hemşireye: Yemek zamanı, değil mi? dedi. Hemşire, sevimli yüzlü, çok genc bir kızdı; bir karar veremedi: Yemeğinizi odanıza mı getirsinler, istiyorsunuz? Şekib, karısına danışmadan onun he sabına cevab verdi: Doğru, hiç fena olmaz. O halde, doktor beye soralım. Siz, lutfen söyler misiniz? Güler yüzlü küçük hemşire, başını sallıyarak: Şimdi, dedi, odadan çıktı. Melike, odaya bitişik, banyo dairesine geçti, yüzünü yıkadı, döndü, kurulanır ken, gülüyordu: Hususî banyo dairesi oluşu, çok iyi. Biraz sonra, beyaz ceketli, kısa boylu bir garson, büyük bir tahta tepsi içinde yemeği getirmişti; kaloriferin yanındaki dört köşe masanın üzerine bıraktı, çıkb.. Şekible Melike, gelen yemeklere bakıyordu. Melike igilerek kokladı: Nefise benziyor. Şekib de memnundu: Mükemmel... Haydi, otur, yemeğe başla. Melike, boynunu bükerek baktı: Peki, sen? Beni düşünme... Sen, yemene bak. Genc kadın, titizlenmişti: Olmaz, sen de yiyeceksîn. Peki amma, kancığım; bu, bir kişilik yemek, ikimize yetişmez ki... Benim zaten çok iştiham yok. Burada, iştihan var, yok, yiyecek sin. Melike, kocasmı kolundan çekerek masanın yanındaki iki iskemleden birine zorla oturttu, kendi de karşısına geçti: Kardeş payı edeceğiz. Şekib, başını iğmekten başka çare bulamamıstı: Peki, sevgilim. Melike, kâğıd kebabınm kızarmış kâ gıdmı açarken, Şekib: Bana, böreğin yansım verirsin, dedi. Genc kadın, anlıyamıyarak sordu: Neden? Et de mis gibi. Kokusu, manzarası güzel. Yalnız, çatal kaşık yok. Melike, bir çocuk gibi gülmeğe başladı: Ben, beş parmağımla yerim, sonra da ellerimi yıkarmı. Olmaz mı kocacı ğım? Şekib, itiraz etti: Hayır. Ben, böreğin yarısile bir parçacık üzüm yerim. Zaten, karnım da aç değil. Yalancı, seni! Evden kahvaltı etmeden çıktık. Sen bana bakma... Ve böreğin yarısmı kesti, parmakları arasma aldı, yemeğe başladı. Genc ka dın da, ağır ağır yiyordu. İki üç tane üzüm aldıktan sonra ayağa kalkan Şekib, gitti, ellerini yıkadı. Döndü, saatine bakb: Ben, muhasebeciyî göreceğim. Genc kadın, kopardığı üzüm tanesini ağzına götüremedi, rengi uçmuştu: Ne o, hemen gidiyor musun? Şekib, sinirlerinin gerilmeğe başladığını hissediyordu. Büyük dakika, büyük an, yalnız o günün değil, müşterek ha yatlannın en acıklı dakikası yaklaşıyor' du. Bu, kaçınılmaz bir darbe idi. Melike, kocasmm cevab vermeyişinden almmıştz; ağır ağır ayağa kalktı: Acelen ne? Şekib, titriyen ellerile kansınm ellerini tuttu; Melikenin vücudü, ateş gibi yanıyordu; Şekibin boğazı kurumuştu: Hiçbir acelem yok... Muhasebeciyi görüp parayı yatıracağım. Genc kadm, omuz silkti: Onun da acelesi yok... Kaçmıyo

Bu sayıdan diğer sayfalar: