18 Temmuz 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

18 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

18 Temmuz 1937 CUMHURIYE ! 1 Habeş Imparatorluk aileYeni ithalât rejimi ne gibi Japon kabinesi, Çinde tatbikına başlanan usulün sinin hazin akibeti tesirler yapacak? fazla beklemeğe tahammülü olmadığı kararını verdi Şimalî Çinde vaziyet Iktısadî hareketler IBaştarafı 1 inci sahlfedel Umumî intıba, 29 uncu Çin ordusunun zelilâne bir tesviye sureti kabul etmeleri takdırinde şimalî Çin liderlerini devirmeğe hazır olduğu merkezindedir. Harb yalnız şimalî Çine münhasır kalacakmı? Tokyo 17 (A.A.) Burada şimalî Çinin vaziyeti dolayısile hıssedılmekte olan endişeler, bir nebze zail olmuştur. Japon devlet adamlan, muhasamat zuhuru takdırinde bu muhasamatın şimalî Çine hasredilmesinin kolay olacağı müta leasında bulunmaktadırlar. Dostane bir hal sureti elde etmek için ciddî mesai sarfedılmekte olduğu zannedılmektedir. Bu babda yeni talimat ha zırlanmıştır. Canton, Tsingtas, Hankow'dan bildirildiğine göre buralarda Japonlar aley hınde harbcuyane temayülün şiddeti gittikçe artmaktadır. diğine göre şimalî Çindeki Japon başkumandanı, Hopei ve Tchachar eyaletleri siyasî meclisi reisi SungChenYuan ile derhal görüşmek ve Çin hükumet kuv vetlerinin şimale doğru gönderilmesini Nankin hükumeti nezdinde protesto et mek için talimat almıştır. Siyasi mütalealar Paris 17 (A.A.) Hariciye Nazırı Delbos, Çin büyük elçisini kabul ederek kendisile şimalî Çin hâdiseleri hakkmda görüşmüştür. Bu mülâkattan sonra Çin büyük elçisi Havas Ajansına şu beyanatta bulunmuştur: «Çin hükumeti büyük devletlere bildirmiştir ki, Japonların şimalî Çin ma l L k ına cebren ' 'il ettirecekleri hiçbir anlaşmayı tasvib etmiyecektir. Çin hükumeti, Japonların Çin hukuku hü kümranisine ve tamamiyeti mülkiyesine karşı her vasıta ile mukavemete karar vermiştir.» Japon elçisi Amerikaya vermiş teminat Vaşington 17 (A.A.) Çin büyük elçisi Vang, Hariciye Nazırı M. Hull'u ziyaret ederek şimalî Çin vaziyeti hak kında hükumetınin noktai nazarını bildiren ve dığer devletlerin yardımını istiyen bir muhtıra tevdi etmiştir. Dıger taraftan Japon maslahatgüzan Suma da M. Hull'u ziyaret etmiştir. Suma Hariciye Nazırile mülâkatından sonra gazetecilere beyanatta bulunarak şi malî Çinde Japonyanın azimle hareket edeceğini söylemiştir. Bir suale verdiği cevabda da Japon yanm Çinde yeni topraklar ele geçirmek istemediği hakkında M. Hull'a teminatta bulunduğunu söylemiştir. M. Hull'un beyanatt Vaşington 17 (A.A.) M. Hull, Japon ve Çin mümessillerile yaprnış olduğu mülâkattan sonra ezcümle şöyle de îniştir: « Biz, millî ve beynelmilel saha larda her milletin kendi ihtfyarile zaptınefs etmesini iltizam ediyoruz. Ayni zamanda bütün milletlerin siyasetlerini takib ederken kuvrete müracaat etmemelerini, diğer milletlerin dahilî işlerine müdaha lede bulunmaktan çekinmelerini iltizam ediyoruz.» M. Hull, Çin ve Japonyayı tasriHetmeksizin sözlerine şu suretle devam etmiştir: « Dünyanm hiçbir tarafında Birle şik Amerikanm menfaatlerini, haklannı ve vecibelerini şu veya bu suretle halel dar ve müteessir etmiyecek ciddî muha samat zuhuru ihtimali yoktur.» M. Hull, Birleşik Amerikanın silâh lan bırakma arzusundan bahsetmiş, an cak Amerikanın diğer milletlerin silâh lannı artırmaları veya eksiltmeleri nisbetinde teslihatını arhnp eksiltmeğe tâbi olduüjunu ilâve eylemiştir. Iktısadî meselelerden bahseden M. Hull, gümrük manialarının azaltılmasına ve her millete karşı müsavi muamele yapılmasma taraftar olduğunu beyan et miştir. 400,000 Japon askerile 400 Japon tayyareti harekete hazırlamyor Şanghay 17 (A.A.) Çin askerlea rinin Paontingfu'y girdikleri hakkmda ki haber, Çin makamları tarafından te yid edilmemektedır. Yanresmî «Central News» Ajansı Japonyanın, Çine sevkedilmek üzere 400 bin kişiyi silâh altına almış bulunduğunu bildirmektedir. Ayni Ajansın haber verdiğine göre Tientsin'e mühim miktarda harb Ievazımı çıkanlmış ve 400 Japon tayyaresi de Formoz'a inmiştir. Japon Harbiye Nazırınm beyanatı Londra 17 (Hususî) Bugün Ja pon Harbiye Nazırı konsey içtimaından sonra matbuata şu beyanata bulunmuş tur: « Şimalî Çinde ihtilâfın halledilmesi için azamî gayret sarf ve müzakerelere devam edilmektedir.» Diğer taraftan Pekin hükumeti Tiyen Çinde yapılan müzakereleri tanımak is tememekte, müzakeratm kendi taraflanndan tasvib edilmedikçe hiç bir kıymeti haiz olmadığını söylemektedir. Diğer taraftan her iki tarâf harb hazirhklarına devam etmektedir. Maamafih bugün hiç bir çarpışma olmamıştır. Çin Mareşali Çankayşek Japonya ile harb patladığı takdirde kara, deniz ve hava kuvvetlerinin umum kumandanlı ğını deruhde edeceğini söylemiştir. Dünden itibaren tatbik edilmeğe baş lanan yeni ithalât rejiminin memleket:mizin iktısadî hayatı üzerinde çok büyük tesirleri olacakhr. Bu tesirleri şöyle hu lâsa edebiliriz: 1 Yüzde 90 nisbetinde kontenjan sistemini ve yüzde yüz de diğer mânileri ortadan kaldırmakla haricî ticaretim'Z çok fazla inkişaf etmiş olacaktır. Bununla beraber gayet tabiî olarak dahilî ti • caretimizde ve piyasamızda da büyük bir canhlık görünecektir. 2 Yeni ithalât rejimile daha fazla ehemmiyeti, birinci ve üçüncü gnrplara dahilî memleketlere, yani bize döviz veren memleketlere verdiğimiz için, memle kette döviz ihtiyaçları artacak ve dö viz sıkıntısı çekilmiyecektir. Bu ise memleket için çok büyük bir kazanç olacaktır. 3 Gümrüğü ödendikten sonra memlekete bütün ecnebi mallarını serbest bırakmakla bu ecnebi mallanle bizim mallarımız arasmda bir rekabet uyanacak bu hafif kamçılama sayesinde sanayiimiz yavaş yavaş diğer memleketlerin sana yilerile her sahada rekabet edebilmek derecesine yükselecek, bu rekabetten memleket istifade edecek ve hayat ucuzlıyacaktır. 4 Şimdiye kadar memlekete gir miyen birçok mallann memlekete ithal memnuiyetleri kaldırılmakla memlekette her ihtimale karşı birçok mallardan stoklar yapılrmş olacaktır ki, bu memleke timizin müdafaası noktai nazanndan çok mühim bir iştir. 5 Gümrükleri tenzil edilen 131 madde eşya zaten sanayiimizin muh tac olduğu iptidaî maddeler oduğu için şimdi bu maddelerden hem her ihtimale karşı stoklar yapılmış olacak ve hem de sanayie ucuz iptidaî maddeler vennekle hayat ucuzlatılmış olacaktır. 6 Gümrükleri arttınlan 92 madde eşya umumiyetle bizde yapılamıyan lüks eşya olduğu içm şimdi bu himaye saye sinde memlekette bu lüks eşyanın sana yii tesis ve inkişaf etmiş olacaktır. Içle rinde lüks olmıyan eşyanın sanayii za ten memleketımizde kurulmuş veya kurulmakta olduğundan bu suretle bu sanayi de memleketin umum iktısadî bakımından himaye edilmiş olunacaktır. İmparatoriçe Kudüste bir manastıra kapandı, Veliahd adeta sürünüyor ve küçük Prensesler Sörler mektebinde biraz şefkat bulabiliyorlar tı .Mektebde bir radyo makinesi var ve akşam yemeklerinden sonra, uslu oturan çocuklan, musiki dinlemek üzere radyonun bulunduğu odaya toplu yorlar. Bir akşam, musiki arasında, birdenbire Romadan gelen bir ses, radyoda şu haberi vermiş: «Graziani'ye karşı yapılan suikasd üzerine, Necaşinin damadı Ras Desta, ibret teşkil etmek üzere idam edilmiş tir.» Saadet ışığile aydınlanan esmer çehrelerin, bu haberi işitince, birdenbire dehşete büründüğ görülmüştü. Rahibeye sordum: Ailesi efradı ölen, nefyedilen, Avrupaya, Asyaya, Afrikaya dağılan bu çocuklar ne olacak? Allah bilir. Burada bulundukça hiç bir şeyden mahrum kalmıyacaklardır. Kızcağazları öptüm ve kalbim burkularak mektebden ayrıldım. Kapıdan henüz çıkmıştım ki, Avru palı kıyafetinde bir delikanlının, yanında Habeş kıyafetli başka bir adamla beraber, bir bardan içeri girdiklerini gördüm. Bu adam Asfau Vasen'di. Fakat, kendi kendinin gölgesi haline gelmişti. «İşte, diye düşündüm, dünyanın en eski krallığının son Veliahdinin akibeti!» Kudüsteki bedbaht Habeş memurlarının sefaleti öyle derindir ki, bizzat konsolosun bile, prens gibi, telefonu yoktu. Mütemadiyen ev değiştiriyor. Şimdi nerede oturduğunu kimse bil miyor. Bir tek ümidim kalmıştı. Necaşi Se lâsiyenin karısı împaratoriçe Manen'in evini biliyordum. Kudüse geldikleri zaman, kocası, onun için Saint George mahallesinde bir köşk kiralamıştı. Fakat, evi boş buldum. Komşularmdan birisi, împaratoriçenin köskü bı rakıp bir Kıpti manastınna çekildiğini söyledi. Şaşmadım. Demek, împaratoriçe, dul kalan veya felâkete uğrıyan hükümdar karılarının ve pernseslerinin, Allahın himayesine sığınmalannı âmir bulunan Habeş an'anesine sadık kalmıştı. împaratoriçe Manen, artık kimseyi kabul etmiyor, kimse ile görüşmüyor ve etrafmdaki rahibelere, en yüksefc fazllet misali teşkil ediyormuş.> Bir uzıın, bir de kısa cevab 1 Beyoğlunda Tozkoparan mahallesinde Mezarlık sokağında 24 numaralı evde Sami Öztörke: «Dayak cennetten çıkmıştır» sözü ne demektir, diye soruyorsunuz. Cevabımı vermezden önce meşhur bir fıkrayı hatırlatayım: Vaktile biri Arnavud, biri Boşnak olan iki zıpır yolkesenlikle para kazanmayı kurarlar, tepeden tırnağa kadar silâhlanıp dağa çıkarlar, gelip geçeni soymağa, kervan vurmağa, can yakıp ocak yıkmağa koyulurlar. Soygunculuğun ilk günleri, onlann hesabına, hoş geçer, herifler mslekte olduğu gibi sohbette de uyuşurlar, tatlı tatlı vakit geçirirler. Fakat zaman geçip de keseler dolgunlaşmca gönüller değişmeğe, bakışlar bulanmağa başlar. Artık ikisi de bir bahane bulup müşterek serveti tek başına benimsemek kaygusuna düşmüş bulunurlar. Işte bu vaziyette bir gün Arnavud haydud bir münasebet düşürür: Yaşasın pırasa, der, cennetten çıktığı mübarek yüzünden belli! Boşnak, yüzünü ekşitip cevab verir: Cennetten pırasa değil, lâhana çıktı. Yanlış konuşma. Bu suretle başlıyan muhavere biraz sonra münakaşa halini alır, iki haydud derece derece celâllanır, eller silâh kabzalanna yapışır, gözler kızıllaşır. Lâkin silâhlar ve kuvvetler müsavi olduğu için ne Arnavud, ne Boşnak, son sözü palaya, yahud tabancaya bırakamaz, para üzerine bahse girişmek zorunda kahr ve âdil bir hakeme müracaatle alınacak hükme göre bahsi kaybedecek tarafın müşterek servetteki hisseden vazgeçmesi kararlaştırılır. Şimdi iş âdil bir hakem bulmağa kalmıştı. Tesadüf, heriflere yardım eder ve önlerine koca sarıklı, mükellef sakallı bir hoca çıkar. Mollanın yoldaşı bir eşek ve eşeğe yüklenmiş heybenin iki gözü de kitab dolu. Haydudlar hemen cerrar hocayı yakalarlar, ellerini palalarına dayıyarak sorarlar: Pırasa mı cennetten çıktı, lâhana mı? Hoca, uluorta cevab verirse kellesinin uçacağını anlar, «müsaadenizle!» diyerek heybeyi indirir, birkaç kitab kanştınr ve bu meşgale arasında düşünmeğe yol bularak şu nefîs cevabı hazırlar: Âdem babamız cennetten çıkarken lâhana başında, pırasa belindeydi. Işte aziz Bay Sami! Dayağm da cennetten çıkması bu biçimde birşeydir. Atalarımız galiba Ademin memnu meyvayı yeyip de Tannnın gazabına uğradığı hikâyesini dinlerken meleklerin onu döve döve cennetten çıkardığına zahib olmuşIardır. Bu zehab, yanlış da olmasa gerek. Çünkü cennetten gönül hoşlığile çıkmak Ademin de elinden gelemezdi!.. 2 Bakırköy mensucat fabrikasında amele Mehmed Akarkana: Bacı, bizim icın hemşıreden daha yakındır. Fakat lstanbul lehçesinde baci kelimesi zenci dadılara tahsis olunduğundan hemşire karşılıgı olarak kızkardeş demek doğru olur. Hane yerinde ev, isim yerinde ad, lisan yerinde dil kullanmak hem doğrudur, hem milliyet borcudur. Pariste çıkan Le Journal gazetesinin kadm muharriri Marie Edith De Bonneuil, şimdi Kudüste oturan sabık Habeş hanedanı efradımn oradaki hayatına dair bir yazı yazmıştır. Bu mu harrir, ttalyan Habeş harbi esnasında, İtalyan ordusu refakatinde bulunmuş ve o zaman, gazetesine yazdığı Habeşistan mektublarında, şiddetli bir Habeş aleyhtarhğı göstermişti. Şimdi «Habeş faciasının Kudüsteki acıklı sonu» başlığı altında neşrettiği, Habeşlerin akibetine acır bir ifade taşıyan yazısında diyor ki: Yüksek iktısad mektebi mezunlarının çayı Yüksek iktısad ve ticaret mektebi mezunları cemiyeta' dün akşam Tarabyadaki Tokatlryan otelinde danslı bir yemek ziyafeti vermişlerdir. Bu ziyafette mek tebin eski ve yeni mensubini, mektebin müdür ve mualliraleri hazır bulunmuş Iardır. Bu münasebetle mezunlardan Galib Anoğlu şiddetle alkışlanan bir nutuk söylemiştir. Bunda ezcümle şöyle demiştir: «Ata çocuklan tabiatm nimet define lerini bulmak için ve ulus önünde yay mak için hayat yoluna atıhyorlar; büyük Tannlanna Atalannm ebedî varlığından ebedî kudretinden bir parçasını vermek için dua ediyorlar. Yol çetindir; diyen ler önünden imanımız metindir diye haykırarak yol alacaklar. Büyük Tannm Atamm nıhu gibi vücudüne de ebediyet ver!» «Geze geze dolaştığım yeni Kudüs şehrinin güzel, güneşli bir caddesinden geçtiğim sırada, esmer tenli dört garib insanla karşılaştım. Ayaklannda, beyaz pamukludan, dar pantaolnlar, sırtlarında siyah harmaniler vardı. Arab ve Yahudi halkın arasında, sefil ve pürvekar dolaşıyorlardı. Bu adamları tanıdım. Muzaffer İtalyan ordularile birlıkte, Mareb'den AdisAbaba'ya giderken, bunlardan pek çoğuna tesadüf etmiştim. Bunlan görünce, Necaşi ailesi efradımn ne halde ol duklannı araştarmak aklıma geldi ve Kudüsteki Fransız konsolosile birlikte Saint Joseph Sörler mektebine gittim. Mekteb müdiresi bizi karşıladı. Konsolos, benim, küçük Habeş Prenseslerini görmek istediğimi söyledi ve bizi, mekteb müdiresile yalnız bıraktı. Sörlerden biri bahçede kızlarla oynıyan üç küçük Prensesi yanımıza getirdi. Bunlardan birisi, Veliahd Asfau Va sen'in üç yaşındaki kızı Mamite, öteki idam edilen Ras Desta'mn yetim kızı sen'in üç yaşındaki kızı Mamite, öteki torunu idi. Mamite, hiç yadırgamadan dizlerime çıktı, oturdu. Kabarık saçlı, gayet iri, siyah, melul gözlü Sofia, etelkerime yapıştı ve ben, yuvadan düşmüş bu iki yavru kuşun hazin macerasmı, bizzat rahibenin ağzmdan dinledim. Rahibe, sesinde müşfik ve övüngen bir eda ile: Evet, dedi, bu çocuklar artık kendi dillerini unuttular; şimdi yalnız bi 7 Yeni ithalât rejimile memleketi zim dilmizi konuşuyorlar ve sonra, Somizde bir (millî korunma komisyonu) da fia'nm, kendisini yetim bırakari fac'ia tesis edildiği için iktısadî hayatımız vc nın vukuunu nasıl haber aldığım anlatinkişafımız daimî bir surette bu mütehassıslar komisyonunun murakabesi altında bulunmuş olacaktır ki memleket iktısadî hayatı bundan sayılamıyacak kadar çok istifadeler görmüş olacaktır. Görüldüğü gibi yeni ithalât rejiminin memleke timizin iktısadî hayaüna yapa cağı tesirler çok büyük olacaktır. Kızılırmağın tahta köprüsü tarihe karişiyor M. Tezel Yafta yapıştıranlar mahkum oldu Bursa (Hususî) M. Kemalpaşa kasabasında bazı evlerin duvarlarına saçmasapan ibareleri muhtevi el yazılarile yazılmış yaftalar yapıştırarak âmmenin emniyetini bozan M. Kemalpaşa Ziraat Bank memuru Hidayetle arkadaşları bakkal Hafız Nuri ve odacı Ahmed bir müddettenberi Ağırceza mahkemesin de gizli olarak muhakeme edilmekte idiler. Karar alenî olarak okunmuş, bunda şahidlerin şehadetleri, kendi itiraf ları ve el yazılarınm ayni olması do layısile her birinin birer sene üçer ay ağır hapse mahkum edildikleri büdiril miştir. Fransa, Japonyadan istedi himaye Paris 17 (A.A.) Pekinden gelen bir habere göre, Fransız maslahatgüzarı Japon elçiliğine müracaat ederek şehirde karışıklıklar çıkması ihtimaline binaen Fransız tebaasının Japon kıtaatı tarafın dan himavesini istemiştir. Japon başkumandanının bir taleb ve protestosu Tokyo 17 (A.A.) Istihbar edil Bafra (Hususî) Senelerce, Baf ralıların en büyük derdlerinden birini teşkil eden Kızılırmağın meşhur tahta köprüsü pek yakında tarihe kanşacaktır. Hükumetimizin, takib ettiği program sayesinde, yapılmağa başlanan muazzam M. TURHAN TAN beton köprü birkaç aya kadar ikmal edılecektir. Bu köprü yalnız Bafrayı değil, Samsunu da karadan Sinoba bağlıyacağı thracatı kontrol kadrosu mühim bir kıymet taşımaktadır. Öğrendiğimize göre, ihtiyaca kâfi gelıçm Gönderdiğim resim ikmal edilmek üzere miyen İstanbul ihracatı kontrol heyeti bulunan yeni köprüyü göstermektedir. kadrosu genişletilecektir. Genc kadm, hayretini gizliyemiyordui Fakat hayret!... Birdenbire yüzü ışıklanıverdi: Siz de balodaydınız galiba? Doktor, başmı sallıyarak hafif bir gülümseme ile: Baloda değildim, zaten baloya gitmek de âdetim değildir, dedi. Bir saat kadar evvel, bir tanıdık telefon etmişti, o, söyledi. Şekib, şaşırmıştı: Ne münasebetle? Doktor, mahzun bir boyun büküşle önüne baktı: Ne münasebetle olduğunu ben de anlıyamadım. Yalnız şu var ki, gevezeliklerde pek de münasebet aranmaz. Kapıya vurulmuştu; içeriye, az şiş man, güler yüzlü bir şüvestr girmişti; kadının açık mavi gözleri, sağlık ve hayat neşesile parlıyordu. Şekible Melikeyi, gülümsiyerek selâmladıktan sonra, doktorla almanca konuşmağa başladı; sesinde, yaşını ve az şişmanlığını unutturan bir genclik, canhlık vardı. Çekilirken, tekrar Şekible Melikeyi selâmlamıştı. Melike, kendini tutamadı: Ne sevimli kadm! dedi. Doktor, başhemşirenin çıktığı tarafa emniyetle bakıyordu: Hem, ne çalışkan kadırrchr, bilseniz... (Arkası var) Edebî tefrika : 13 ARLAR1 Yazan : Mahmud Yesari Şekıble Mehke odaya girince kapryı kapıyarak çekildi. Genc kadın, bu küçük, fakat bol ışıklı, temiz, ferah odayı da yadırgamamıştı; burun delıklerini açarak havayı koklu yordu. Şekib, merakla sordu: Ne var Melıke? Ne kokluyorsun? Genc kadm, başmı kocasının omuzbaşına koyarak güldü, sonra başını kaldırarak doğruldu: Hastane diyince, asidfenik, lizol kokusu hatıra gelir de... Burada, hiç öyle bir koku yok... Birbirine zıd hislerle sinirleri cımbız lanan Şekib, kansının duygularına, dü şüncelerine, sevinmek mi, yaslanmak mı lâzım geldiğine karar veremiyordu. Se vindiğini belli etmek tehlikeliydi. O zaman Melike, soracaktı; Şekib, onun hislerinin çok uyanık olduğunu biliyordu. Fakat hastalık, bu uyanık hisleri, daha hassas bir hale getirmişti. Buraya geleliberi, sana bir dur gunluk çöktü, birşey söylemiyorsun? Ne söyliyeyim, sevgilim? Genc kadm, açık pencerenin önünde durdu; sanatoryomla köşk arasındaki gül fidanlarile dolu çiçek bahçesine bakıyor; çamların ve çiçeklerin kokulannı bir yelpaze gibi savurarak tatlı serin rüzgârı kokluyordu: Şekib, ne güzel, değil mi? Kocası da onun yanına gelmişti: Evet, karıcığım, çok güzel. Melike, karşıdaki köşkün, üstü örtülü ön sedini kol kol sarmış gül ağaclarından gözlerini ayıramıyordu: Bu köşkte yaşamışlar, değil mi? Baktıkça hayale, hulyaya dalıyordu: Bir karı koca, burada, ne mükemmel bir hayat sürer. Burada, kışları bile oturulur. Şekib, onun hulyalannı bozmak istemiyordu; fakat Melike, kocasının susmalarmdan şüphelenirdi. Kışm, burada oturmak güç olmaz mı, Mehke? Köylüler, nasıl oturuyorlar? Onlar, alışmışlardır, sevgilim? Genc kadm, küçük elile, kocasının eline vurdu; îtiraz etme... Hayalimi bozmanı yalnızlık duyar mıyım, sıkılır roıyım?.. nın yanından uzaklaştı, köşedeki iskemistemiyorum. Kışm, burada, mükemmel Fakat, sen belki sıkılırsın, diye düşün leye oturdu. Kapı, hafif bkırdamış, açılmıştı; dokoturulur. Köşkün, sağlam yapı olduğu düm. Seni, sıkmak istemem. tor, beyaz gömleği sırtında, yorgun ve belli. Demek, ben sıkıhnm, öyle mi? dalgın bir yüzle içeri girmiştL Şekible Evet, çok »ağlam yapı olduğu muMelike, onun ellerini küçük avuclan Melikeyi görür görmer, gülümsedi: hakkak. içinde ezmek istiyor gibiydi; dişlerini sık Çok beklemediniz »anının; nasıl Köşk epey de büyüğe benziyor. mış, yüzü kızarmıştı: Yedi, sekiz oda olmalı. Sana, öyle bir ceza vermek istiyo sınız? Melikenin elini sıkarken yan dönerek Melike, yeşil pancurlan açık duran rum ki... Şekibe bakh: pencereleri sayarak odalan hesab edi Yorma kendini, sevgilim! Bugün geldiğiniz çok isabet oldu. yordu: Genc kadm, ellerini gevşetti, dudaklan Şekibin de elini sıktı, yazı masasmm Üstkatta, bir, iki, üç oda olacak. yorgun bir gülümseyişle yan açıldı, penönüne oturdu: Alt iatta da üç oda varsa, alh oda de cerenin yanındaki maroken kaplı iskemmek. * Bu sabah, eve telefon etb'niz mi? leye oturdu: Karı koca, ikisi birden cevab verdiler: Hep, ön taraftakileri saydm, arka Şakayı bırak, buranm havası, netarafta da oda olması ihtimali var. Evet. kadar hafif farkında mısm? En üstteki tek oda ile yedi, haydi Evet. Denizden nekadar yüksekteyiz, bisekiz olsun. Doktor, alışkın bir tavırla, duvardaki liyor musun? zile bastı, biraz sonra giren kapıcıya: Şekib, gülmeğe mecbur olmuştu: Içimin daralması geçti. Bize, bu kadar oda fazla değil Bana, ober şüvestri gönderin, de Hava, sıcak değil... mi? Serin de değil... Bu rüzgâr, însa di. Genc kadın, kocasının eline daha hız na dokunmaz. Kapıcı çıkınca, doktor, kan kocaya la vurmuştu: Sağlam hava, sevgilim... Dağ riiz ayn ayn bakıyordu: Kışm burada yalnızlıktan »ıkılınz. gân... Eve telefon ettim, sizin aramış olAhbablarımızı, dostlanmizı çağınrız duğunuzu söylediler. Bugün geldiğiniz Dağ rüzgârlanrun, bir de kışın e»Müthiş eğleniriz. hakikaten çok isabet oldu. Çünkü siz tiklerini düşün! Şekib, cevab vermedi; onun sükut ediKorkmuş, üşiimüş gibi kocasmı kolun görmek istiyordum. Dün gece, baloda imişsiniz. şinden hemen alınar Melike ,iki elile el dan çekerek sokuldu: Şekib, Melikeye, Melike Şekib* bak lerini tuttu, kendine doğru çekerek sars Bizim evimiz, daha iyidir, deği ti, ikisi de birşey söylemedi. Doktor ü: mi? Yalnızlıktan sıkılınz, deyişime güŞekib, cevab verecekü; koridorda, bir gülmekten kendini alamamışü: Ne çabuk duyuluyor, değil mi? cendin mi? Sen, yanımda iken, ben ayak sesi peyda olmuştu. Şekib, karısı

Bu sayıdan diğer sayfalar: