11 Temmuz 1937 CUOTHURIYE'İ Akdenizin sakladığı tehlike Italya Imparatorluğu Mısıra da muhtacdır Buhran yaklaşıyor. Akdenizde muhkem kaleler halıne getirîlmemiş tek bir adacık bile kalmamıştır Yazan: Guglielmo Ferrero îtalyanın Habeşistanı istilâsından sonra diplomatların, muharrirlerin, müstemleke meselelerinde mütehassıs bulunan ların bir çoğu Afrıkanm son müstakil devleti olan Krallar Krallığmm da Av rupanın boyunduruğu altına girdiğine nazan dikkati ce'betmişlerdi. Bu hâdıse, tarihin önceden kaydettiği mukadderin ikmali gibi görünüyordu. Afrikanm ta lihi, tamamile Avrupalıların boyundu ruğu altına girmek değil miydi? Hatta Habeşistanın bu kadar uzun müddet is tiklâlini muhafaza edebildiğine hayret bile edümeliydi. Fakat Afrikanın talihi o kadar ba sit değildir. Acaba bu esrarengiz talih koskoca bir kıt'anın ufak bir parçasının bile müstakil kalmasma müsaade etmiyecek midir? Habeşistan sukut etti. Fakat akabinde Mısır istıklâlıni kazanıverdi. İngiliz hi mayesini ittifaka tebdil eden 1936 muahedesi, Montreux Konferansı, Mısınn Milletler Cemiyetine girmesi medeniye tımizin beşiği olan Nil vadisini Avrupanın tahakkümünden kurtarmıştır. Ve Avrupa bu arada kendi felâketleri, Is panya meselelerile o kadar meşguldü ki Mısır hâdıse=ine dikkat etmek fırsatını bile bulamadı. Fakat bu mutadın hilâ fına olarak alâkasızlığın uzun müddet devam etmesi miimkün değildir. Bu ehemmiyetli hâdıseyi iyice anlıyabilmiyenler için Habeşistanın Italya ta rafından zaptını gözönünde tutmamız icab eder. Bugünkü ve ileride hazırlanmakta olan vakayi ve hâdisatın anahtarı işte bu noktadadır. Büyük Harbin devam ettiği müddet çe hükumet adamlarmın söyledikleri bıS tün güzel nutuklara rağmen İngiltere zaferden sonra 1822 denberi Nil vadisinde icra etmekte olduğu hükümden fera gat etmeŞe kat'iyyen niyetli değildi. Hatta oradaki hükmünü artıracağım bile ümid etmekteydi. Nitekim geçen seneye kadar bazı şeklî müsaadelerde bulunmuş ise de himayesine karşı muhalefeti zorla bastırmak istemişti. vakkıftır denilebilir. Eğer tecrid edilmiş olan bu iki kısım, merkezî Sudan, Mısır ve Nil vadisinin ilhakile bir bütünlük teşkil etmek üzere birleşebilselerdi o vakit vaziyet büsbütün değişmiş olacaktı. Italya împaratorluğu da bugün Libyada olduğu gibi Akdeniz vasıtasile ihtilât ve irtibatını, temin etmiş bulunacaktı. îtalyan împaratorluğu henüz istikbali meçhul büyük bir kelime oyuncağmdan başka birşey değildir. Bu isim ancak Sudan ve Mısırın ilhakile bir kıymet kazanabiür. Mısır, bir Avrupa devletinin yardımı olmadan kendi kuvvetlerine istinad etmek üzere terkedilse zaptı Habeşistanın zaptından daha kolay olur. Akdeniz vaziyetinde husule gelen bu büyük değişiklik yeni îngiliz siyasetinin başka bir cephesidir. îngiltere, İtalyanın Habeşistanı istilâsından sonra Nil vadisini işgal için bulundurduğu 15,000 kişilık ordunun, Mısırın istiklâlini muhafaza edebilmesine imkân olmadığı ve esasen hımaye dolayısile Mısır halkınm kendi sıni düşman telâkki ettiğini anlamıştj. Binaenaleyh Mısıra istiklâl vermekle halkın arzusunu yerine getirip banşması icab ediyordu. Bütün müdafaa vasıta lannı. asker, millî duyguyu ve istiklâl arzusunu serbestçe inkişaf ettirmeliydi. Bittabi Mısınn etrafını çeviren İtalyan tehlikesine karşı lâzım olan müdafaa kuvvetlerini vermek için sadece istiklâl kâfi gelemezdi. Müstakil Mısmn bir Avrupa devletile ittifak etmesi zarureti vardı. Habeşistanın işgali Akdenizde yeni bir vaziyet yaratmıştır. Eğer îtalyada ehemmiyetli bir siyaset değişikliği meydana gelmezse Mısır sebebile ingiltere ile daimî bir münazaa halinde buluna caktır. Hatta Fransa ile de böyledir. îspanya meselesi şöyle bir sükunet yoluna girerse bu halin anlaşılması gecikmiye cektir. İspanya ile Mısır tekrar başla makta olan Akdeniz muvazenesinde birinci rolü oynıyacak iki memlekettir. Çünkü garbî Akdenizin anahtarf İspanyada şarkî Akdenizin anahtarı da Mısınn eIındedir. ispanyada olduğu gibi Mısırda da siyasî entrikalar çevrilmeğe başlanacak. Bunu takiben de alâkadarlar yeni müstakil devleti sarsacak olan dahilî işlere doğrudan doğruya müdahaleye başlıyacaklardır. Eğer işin içine cebrî va sıtalar da girerse bu sefer de vaziyet büsbütün endişeli ve tehlikeli olacaktır. Iktısadî hareketler Yugoslavya ile ticarî miinasebatımız Müttefıkimiz Yugoslavya ile siyasî münasebatımızm samimî ve sıkı olmasma mukabıl ticarî münasebatımız maalesef azdır. Buna sebeb iki dost ve müttefik memleketin henüz daha birbirinin ticarî ihtıyaclannı anlıyamaması ve piyasalarını tanıyamamasıdır. Yoksa her iki memleket de birbirinin iktısadî noksanlarını tamamlıyacak mallar yetiştirmektedir. Son üç sene zarfında Yugoslavya ile olan haricî ticaretimiz şu manzarayı ar zetmektedir: 1934 senesinde Yugoslav yaya yaptığımız ihracat 47,662 lira ve Yugoslavyadan yaptığımız ithalât 1 71 bin 336 liradır. 1935 senesinde ihracatımız 90,037 lira ve ithalâtımız 556,677 liradır. 1936 senesinde ise ihracatımız 120,079 lira ve ithalâtımız da 278,444 liradır. 1936 senesinde Yugoslavyaya ihrac ettiğimiz mallar şunlardır: Meyvalar 46,242 lira, eski demir 19,093 lira, muhtelif tohumlar 19,024 lira, müstahsalâtı nebatiye 13,079 lira, ipek 5,483 lira, muhtelif 17,158 lira. Yugoslavyadan ithal ettğimiz mallarsa şunlardır: Demir ve çehk 134,276 lira, deriler 40,452 lira, kâğıd 36,361 lira, ecza 22,430 lira, o dun kömürü 7,963 lira, yünden mamul eşya 6,282 lra, pamuklu mensucat 5,266 lira, muhtelif 25,414 lira. Yugoslavyanın umum haricî b'caretine bir göz gezdirecek olursak şu vaziyeti görürüz: 1936 senesinde Yugoslavya haricden 25 milyon liralık pamuk, 10 milyon liralık yapağı, 3 milyon liralık maden kömürü, 5 milyon liralık da ipek satın almış ve harice 671,399,000 dinarhk kereste, 73,159,000 dinarlık kenevir mamulâtı ve 68,285,000 dinarlık da çimento satmıştır. Yukanki rakamlar açık bir surette bize göstermektedir, ki Yugoslavya pa muk, yapağı, maden kömürü ve ipek gibi bizim de ihrac eşyamız olan mallan bü yük mikyasta haricden satın almaktadır. Bu vaziyet karşısında biz bu mallarla birlikte zaten Yugoslavyaya ihrac ettiğimiz meyva, müstahsalâtı nebatiye ve tohum ihracatımızı da büyük bir mikyasta ar tırabiliriz. Buna mukabil Yugoslavyadan kereste, kenevir mamulâtı, çimento, canlı hayvan (at), kâğıd, ecza ve odun kömürü ithalini fazlalastırabiliriz. Çünkü Yugoslavya haricden büyük bir mikyasta satın aJdıçı yukanki mallan ayni fiatla ve belki de daha ucuza bizden satm alacaktır. Biz de başkalanndan aldığımız yu karıki mallan ayni fiatla ve belki de daha ucuza Yugoslavyadan alabileceğiz. Işe hararetle sanlmak kâfidir. M. TEZEL Anadoluda Son'at tetkikleri Çok gezen.... uadiye plâjında bir iki saatime! neş'e vermek istedim. Gencler, j her tanesi sahibine belki bir paraya mal olan ve her yıl tazeleştiril«t kumlarda denizden aldıklan serinliği güneşe iade ederken ben de yorgunluğum^i denize baka baka yıkamak, ruhan ve hissen yıkanmak istiyordum. Şurası muhakkak ki vücud gibi fikir de, ruh da, kalb de arasıra yıkanmak, serinlemek ihtiyacındadır. Bu ihtiyac, Suadiye plâjı gibi denizden ninni dinliye dinliye, güneşten gıda ala ala yaşıyan yerlerde tatmin olunabilir. Fakat bu nimete ermek için sessizlik şarttır. Ben de plâj gazinosunun yalnız güneşe bakan ve yalnız denize görünen bir köşesine çekildim. Ziyadan mayoma sanhp mavi ve berrak denizin rengine daldım. Ruhumu, hissimi yıkamağa koyuldum. Harput Kalesi Gsmanlılardan evvel de mevcud olan bu metin eserin Selçukiler tarafından yapıldığı anlaşılıyor Harput kalesine bir bakış Elâziz: 4/2/936 Amid şehri, se üstünde yükselmiş olan Harput kalesi bir yahatimin son merhalesini teşkil ediyor şahin yuvasını andınyor. Otomobilimiz Harput yolunun dimdik du. Artık geri dönüyordum. Diyarbe kirden dün sabah erken kalkan trenimiz ve keskin virajlannı inleye inleye tırmaakşam hava karardıktan sonra beni Elâ nırken, Harputluların yarım asır evvel meziz garında indirdi, şehre gene lâmba kânlarını hangi zaruretle indirmiş olduklarını anladım, şimdi Harput bir nahiye ışıklan altında gece girmiş oldum. Elâziz isminden de anlaşıldığı üzere merkezi olarak kalmış, Harputluların Abdülâziz zamanında kurulma bir yeni Mezrea dedikleri Elâziz ise ovada müsşehir olduğu için burada beni alâkadar e terihane yayılmış, kendisini selâmlıyan decek mimarî abide yoktur. Ben ise ta Cumhuriyet şimendiferinin sözüne cevab rihî Harput için buraya gelmiştim. Şimdi vermek ve ona lâyık olmak için çalışmakokuyucularımla birlikte Harputa çıkaca tadır. Şimdi Harputun tarihî abidelerini gözğız. Fakat göreceklerimizi daha iyi an lıyabilmek için biraz Harputun tarihin den geçirelim: den bahsetmek lâzım ki bunun için de ben hiçbir şey ilâve etmeden Elâziz orta okulu tarih öğretmeni Cemilin notlann • dan bazı parçalar sunacağım: «Tarihin ilk zamanlannda Mezopo tamya ve Anadoluya yerleşen Sümer, Kalde, Elam Türkleri Elâziz ve havalisini de zaman zaman hâkimiyetleri altına aldılar. Buralan Asurilerden îranilere daha sonra Iskendere daha sonra Romalılara ve en sonra Bizanslılara intikal etmiştir. Esasen eski bir Türk yurdu olan bu iller Selçukilerden Alpaslanın Ma lazkirtte Bizanslılara karşı kazandığı büyük zaferden sonra gene Türk hâkimiyetine girdi. Selçuk devrinin sonlanna doğru bir çok feodal Türk prenslerine Ak ve Karakoyunlulara, daha sonra Safevilere geçmişti. Osman oğullanndan Yavuz Selim, Şah îsmaile karşı Çaldıran za ferini kazandıktan sonra savaş dönüşünde bu havalinin zapt ve istilâsma memur ettiği Bıyıklı Mehmed Paşa ve müverrih Bitlisli Idris marifetile Elâziz ve havalisi ile Diyarbekir fethedilerek Osmanlı mülküne eklendi. Bu esnada çok metin olan Harput kalesi mukavemet edebilmişri, fakat Kemah hâkimi Karaçin oğlu Ahmed ve Karaman valisi Hüsrev Paşanın birleşik kuvvetleri tarafından sıkıştınlan muhafızlar nihayet Harput kalesini Osman oğullarına teslim etti ler.» (1) Birden yanıbaşımda bir ses ve sonra iki adam peyda oldu. Ses onlardan birinin ağzında sürünüyordu ve kulağıma uzun bir gevezelik çarparak vahdette Bı duğum zevki hırpalayıp duruyordu. Bununla beraber o gevezelık dikkate değer mevzulara temas ediyordu. O sebeble ilgilendim. dinlenmeği bırakıp dinlemeğe koyuldum. Geveze dediğim adam, kumlara uzanan veya dolaşan kadınlan, denizde yıkananlan yanındaki gence birer bir«r gösterip anlatıyordu: Şu mavi mayoluyu görüyor musun, sağ kolu sol omzuna atılı. İşte o Lucrece'in Romada gördüğüm tablosuna benziyor. Fakat Lucrece mahud Borgia'nm kızı olan aşifte değil, Tarquin'in karısı. Tarihçilerin iffet ve fazilet nümunesi dedikleri kadın. Tabloyu yapan ressam, sanki bu mavi mayoluyu model yapmış sanırsın. O resimle bu cisim, o kadar birbirinin ayni. Ve üç saniye bile dinlenmeden başka bir kadını, elile tutup gazino tarasasına çekecekmiş gibi, hamlevarî işaretlerle gösterdi: Bu da meşhur san'atkâr Correge'in j bir tabloda canlandırdığı Ledan'ın eşi. Isparta Kralı Tyndar'ın Jüpiter'e kaptırdığı Leda. Bereket versin ki onun 5u eşi öyle bir tehlikeye maruz değil. Böyle diyordu amma o dakika Jüpîter olamadığına hayıflandığı da belliydi. Ben yangözle bu hayıflanışa mim korken o, devam etti: Şu sanlı kırmızılı mayoyu şereflendiren tende Gerard'ın daha geçen yıl Louvre'da gördüğüm bir tablosıı hayat ve hareket bulmuş gibidir. Tabloda Psyche'nin aşkla kucaklaşması tasvir olunmuştu. Dikkat edersen bu kadının da aşkla fakat kalben kucak kucağa geldiğini göriirsün. Geveze adam, plâjdaki bayanlann kimini Venus de Medicis'e, kimini mağdur Madeleine'e benzetiyor, top top kumlara uzananlann o kümeli halinde ressam Titien'in Pompeî pınarlan tablosuna müşabehet buluyor ve boyuna tarihî kadın isimleri, tarihî resıam isfmleri sıralayjp duruyordu. Anladım ki kendisi çok gezmiştir ve çok şey görmüştür. Bu bakımdan «çok gezen çok bilir» sözünü teyid ve tevsik ediyordu. Lâkin tutum bakımından da çok gezenlerin çok şey unutabileceklerini hissettiriyordu. Çünkü plâjlarda kadmlar yalnız seyrolunur, tahlil ve tefsir olunmaz. Harput kalesi: Geçen sene ise Italyan ordusunun AdisAbabaya girdiğinden birkaç ay sonra ansızın bütün hat üzerinden ric'at etti. Himayesini ittifaka tebdil ediverdi. Hatta asırlardanberi devam edip Avrupalıların pek büyük menfaatlerile alâ kadar bulunan kapitülâsyon sisteminin kalkmasına da en ufak bir zorluk gösterOkuyucularımız düşüncelerimizi belmeden razı oldu. ki fazla bedbinane bulacaklardır. Sanki Niçin? Bunu anlamak için haritaya Reine ve Tuna havzasındaki mücadele bir göz atmak kâfi gelecektir. Mısır ve ler yetişmiyormuş gibi şimdi bir de böyle Sudan bir taraftan Trablus ile Libya, tehlikeden bahsediyoruz. diğer taraftan Habeşjstan arasında bu Akdeniz 1814 ten 1914 e kadar bir lunuyor. Libya ile Habeşistan bugün asır müddetle sulh içinde denilemezse de Italyanların resmen tevsim ettiklerj yeni sükun içinde yaşamıştır. Devletlerin hürİtalyan İmparatorluğunu teşkil etmekte met ettikleri an'ane ve prensipler sağlamdır. Bu kıt'alar ahalisi pek seyrek iskân laşmış, geniş bir ekonomi sistemi ve bazı edilmiş, pek güç imar olunabilir, araların tarihî vaziyetlerle muvazenesini muha da münakalât vasıtası bulunmasına im faza etmişti. Osmanlı İmparatorluğunun kân olmıyan ucu bucağı bulunmıyan iki yavaş yavaş tedennisi, İtalyanın ortaya büyük çöl gibidir. Hele Habeşistanın cıkması, Avrupanın Afrikanm şimaline İtalya ile olan münakalât yolları pek yayılmağa başlaması bu müvazeneyi detehlikelidir. Çünkü buna Süveyş kanalı ğiştirmiş, fakat imha edememişti. Umumî yani Mısır hâkim bulunmaktadır. Harb her şeyi altüst etti ve bir türlü bir Imparatorluğun tecrid edilmiş bu iki muvazene teessüs edemedi. Kör Mustafa mahkum oldu Sabıkalılardan Kör Mustafa, dün Sirkecide posta katarına aid vagondan tornavida ile demir sökerken yakalanmış ve cürmü meşhud mahkemesine teslim edilmiştir. Yapılan muhakeme neticesinde Kör Mustafa bir buçuk ay hapse ve bir buçuk ay da Emniyeti umumiye nezareti altında bulunmağa mahkum olmuş ve derhal tevkif edilmiştir. manda Akdenizde muhkem kaleler ha line getirilmemiş tek bir adacık bile kalmamıştır. Zuhur etmesi mukadder buhranın çabuk ve pek şiddetli olmamasmı ümid edelim. Bunun için de hâdisatı görmemek için Avrupa tekrar uykuya dalmamalıdır. Avrupanın bilhassa 1931 de İspanya kanşıklıklarma karşı gösterdiği kısmının inkişaf ve istimarı çok güçtür Buhran yaklaşıyor. Bunu birçok alâ gafleti Mısır meselesinde göstermemesi ve hatta bir mucizenin zuhuruna müte metlerden görüyoruz. Meselâ: Bu za lâzımdır. Şu muhtasar, fakat mücmel notlarla Harputun tarihî vaziyeti hakkında bir fikir ediniyoruz, şimdi Harputa hareket eden otomobildeyiz, yakın zamanlara kadar Mezrea denilen Elâziz şehri dümdüz bir ovada arkamızda kaldı. Biz bu Mimar şehrin doğusuna doğru gidiyoruz. Har SEDAD ÇETtNTAŞ put, şehirden takriben beş altı kilometro [•] Çaldıran zaferi (H. 920) (M. 1514) te uzağında adeta yüksek bir dağın zirve sini teşkil ediyor. Bu zirveye korkunc bir olmuş ve Diyarbekirle bütün bu havall nin zaptı da (H. 923) (M. 1517) tarihlnde heybet veren muazzam bir kaya kütlesi ikmal edilmiştir. S. Ç. Harputun en şayanı dikkat parçası haşin bir kaya üstünde yükselmiş kale • sidir. Bu kale küçük bir şeydir. Harput kasabası kalenın dışansmda görülüyor. Bir tepenin zirvesinde şjmalden cenuba doğru boylanan bir saha üstüne bürc ve bedenlerini çevrelemiş olan bu küçük kalenin yakmdan görünüşü de korkunc dur, harab olmuşsa da bazı mühim bürç ve bedenleri henüz ayaktadır. Garbi şimalî tarafmdaki kapısı civa rında bazı duvarlarda yekdiğerine yakın olarak rolyef resimler görülüyor. Bun lardan yürüyen bir aslan ile, bir yaban keçisini ezer gibi altına almış bir fil resmi belli oluyor, gene o civarda sülüs yazı ile yazılmış bir kitabede Hasan Ziyat ya hud Hasnı Zıyad ismi zorlukla okunuyor kı ben bu kitabelerin orijinal olmaktan ziyade sonradan kale fatihleri tarafından hakkettirilmiş olduğunu zannediyorum. Kalenin asıl mühim ve orijinal kita besi doğu tarafmdaki bürçlerden birisinde yüksekte görülüyor, bu kitabeyi belki dürbünle okumak mümkündür. Ne dürbün ne de tele objektifim beraberimde olmadığı için bu kitabenin ne olduğunu maalesef anlıyamadım. Bu kalenin asıl tarihini aydınlatacak kitabe budur. Bunun hallini hatta fotografmın dahi çekilmesi ve okunabilmesi için güneşin bu kitabe sathmı yandan sıyırarak geçtiği saati intihab etmek en iyi neticeyi verir. Gerçi muallim Cemilin ifadesine göre bu kitabede (mülkü şahı Selçuki) ya zılı imiş. Fakat bunu ilmî bir vesika halinde ortaya koymak lâzımdır. Yoksa bu kalenin bir Türk eseri olduğunu tah min edebiliyoruz. M. TURHAN TAN du. Köşkün uyuyan, ağır havası, gene kadının neşesini kaçırmıştı; sesi, pişmanlıkla doluydu: Pencerelerde aydınlık yok... Herkes, uyumuş... Dönelim. Ziya, kapının tek kanadmı iterek açb: Öyle şey olur mu? Nereye döne ceksiniz ? Kapı paslı bir gıcırtı ile açılır açılmaz, bir köpek havlamağa başlamıştı; Ziya, gülüyordu: Cin, uyanık ya, yetişir. Şimdi, herkesi uyandırır. Melike, sağ elile yüzünü kapadı: Ah, ne ayıb! Vallahi utanıyorum! Ziya, gene kadmm elini yavaşça' tu tarak aşağıya çekti: Bu şakada devam ederseniz, ben, hakikaten güceneceğim. Döndü, otomobilin kapılannı kilidle di, doğruldu: Bu saatte buralarda kimse bulunmaz. Fakat ay aydınlığında gezmeğe çıkmış sevgililer, bazan dinlenmek isteyiveriyorlar. Anahtar zincirini sağ elinden sol eline geçirerek pantolonunun cebine soktu: Ben. önden yürürüm. {Arkası var) Edebî tefrika : 6 Yazan : Mahmud Yesari Şekib, kendini tutmak istemesine rağmen, titredı: Demin, içfme doğmuştu. Melike, onun bu titreyişini hissedince birkaç dakikadır unuttuğu korkusunu bütün acılığile hatırlıyarak ürperdi, ve kocasınm kolunu, vücudüne yapıştırarak sıktı. Şekib, susmuştu. Gene kadın, kanlı mendili, yolun solundaki yabani otların arasma atıverdi: Öyle korktum ki... Onun bozuk maneviyatını kuvvetlen dirmek lâzımdı. Manasız bir yese ka pılmak, her vakitten daha çok kuvvetli olmağa muhtac oldukları bir sırada, kendılerıni körkörüne aczin karanlıklanna atmak demekti; kansına: ' Korkacak birşey yok! dedi. Kocası, büyük bir teselli vermiş gibi Mehke, önüne geniş bir kapı açılmış bir mahpusun sevincile bir solukta: Neden? dedi. Şekib, kısa yolun hemen biteceğini ve çok konuşamıyacaklarını bildiği için a dımlarını ağırlaştırdı: Kan, çok mu geldi? Gördün ya, mendildeki kadar. Peki... Peki... Korkma! Ne fena oldum, bilsen! Yanındakiler, mendile kan tükürdüğünü gördüler mi? Hayır... Bir ay evvel, gene kan gelmişti ya... O gündenberi, mendilime tükürürken hep bakıyorum... Ama gizlice... Buna, öyle alıştım ki... Kocasının kolunu titriye titriye sıkı yordu: Şekib, korkuyorum. Sus... Korkacak birşey yok ki... Ya tekrar kan gelirse? Ah, sevgilhn... Sustu; «Ben, sana o kadar söyledim, yorma kendini, yorulmak sana gelmiyor.» diye söyliyecekti. Artık neye yarardı? Münakasa ile geçirilecek vakitleri yoktu: Yanında kaşelerinden var mı? Hayır. İhtiyaten yanına bir iki tane al, diyecektim... Şimdi dinlenmelisin. Dok tora telefon ederiz. Dalgalar arasında boguşurken, eline bir tahta parçası geçen bir kazazedenin ümi dile, Melikenin gözleri yanıvermişti: Doktora telefon ederiz. Ziya, yolun sağında onlan bekliyordu; gene kadının gözlerinin ışıldadığını gö ' rünce, neşe ile elini salladı: Banştmız mı? Birbirinize sokulunca yüzleriniz gülüyor. Kabahat Romeoda mı, yoksa Juliette mi? Şikâyet ediyorum, sanmaym. Vallahi, ben de üzüldüm. Şaşır dımda... Onlar, otomobile girince sordu: Nereye gidelim? Şekib, pardesüsile Melikenin üstünü örtüyordu: Sizin evde misafir var mı? Kapıyı kapıyan Ziya: Bize gelmek istiyorsanız, âlâ! Misah'r olsa da ehemmiyeti yok! Dedi. Pardesüye sarınıp büzülerek kocasına sokulan Melikenin sesi çıkmıyordu. Şekib, beyaz uzun parmaklarile kansının yumuşak saçlarını tarar gibi, okşıyordu: Sana ağırlık vermiyelim. Dua et ki yanında kann var; yoksa bu nezaketin sana pek pahalıya mal olurdu. Vakit geç... Evdekiler uyumuşlardır. Ablam, belki uyumuştur. Fakat bizim hizmetçi kız, posta posta kortaya çıktığı için, ancak sabaha karşı köşke dÖner. Ben, size, önceden teklif edecektim ama, bilirim! belki buna da alınırsınız, diye korktum. Şekib kansının başmı sarsmadan gülü Melike, iki elile kocasına sarılmıştı; yordu: başı, onun göğsünde idi, Şekib, kendi kal Evlenirsen, o zaman anlarsın; ve binin çırpmışlarını duyacak diye kansmm öğrenirsin. bu kadar sokuluşunu istemiyordu, gülmeMelikenin kulak memesini tuttu, par ğe çabaladı: makları arasında yavaşça sıktı: Senin sözüne almmayız. Öyle değil mi, Melike? Otomobil, hızlanmıştı; Ziya, arada bir Gene kadın, halsiz bir sesle cevab verklâksona basıyordu: di: Caddenin bu tenha zamanı sozüm Evet, evlenmeniz lâzım. ona... Ziya, otomobili, asfalttan yan caddeye Senin eğlencene de mâni olduk Zi çevirmişti; ıslık mı çalıyordu, içini mi çekya..mişti, belli değildi: Beni düşünmeyin... Eğer aklıma e Demek bunlar, evlilik cilveleri... serse, arabayı garaja çekmem, biraz daha Eğer yanılmıyorsam, biraz kavnyabildimdolaşınm. Uykum kaçtı. se, hem evli, hem de âşık olmam icab Neden? ediyor... Pek tamah edilecek cilveler de Şakayı bırakalım, beni korkuttu ğil... Meraklı olmadığımı da görüyorsunuz, çocuklar! nuz. Size, bu hususta, fazla tafsilât da Şekib, dudaklannı kansmm dudağına sormuyorum! yapıştırarak: Mükemmel adamsm Ziyacığım. Cevab ver, birşey söyle, dedi. KimOtomobil, büyük bir bahçenin demir seyi şüphelendirmememiz lâzım! parmaklıklı kapısı önünde durmuştu. ZiMelike, mendilini ağzına yapıştırarak ya, yere atladı, başmı sağa sola eğerek zoraki bir kahkaha ile gülmek istedi: baktı; kendi kendine: Siz de pek tabansızmışsınız ya... Uyumuşlar, dedi. Korkacak ne var? Melike ile Şekib de otomobilden indiZiya, direksiyonu idare ediyor, yalnız Ier, Ziyanın yanına geldiler. omuzlarını oynatabiliyordu: Sık agaclar arkasına gizlenmiş köşkün, Onu, size sormalı. Birdenbire deÇi gittikçe alçalan ay ışıgınm dumanı içinde, şiverdiniz. Ne oldu? Ne oluyor? Ben, ne Balkonile bir iki penceresi seçilebiliyor