9 Birincikânun 1936 CUMHURÎYET FIRSAT ÇIKTI! Sovyet Rusya, Almanya ve Japonya paktına nasıl cevab verebilir? Yazan: Wi»slon Churehill Alman ]apon paktı, gayriihtiyarî, tehlikeli bir meyle tesadüf eden dünyamızın yeni bir kayma hareketidir. Zamanımızda, o kadar çok vahim hâdiseler husule geliyor ki, hükumet ve matbuat ya bu hâdiselerin vahametıni azımsamak yahud bir omuz silkmesile geçiştirmek yollarını tuttular. Nitekim, mevzuubahis pakt hakkın da da, gazetelerde «bunlar hep bildiğimiz şeyler» yahud «paktın hükümleri tahmın edılebıldığınden dahâ az ağır dır» şeklinde yazılar okuduk. Hadkatın kanşıklığı muvacehesinde inkisara düşen halk, bu emniyet verici sözlerle avunmaktan memnundur. Fakat, bu Alman Japon itilâfı, haddizatında, Rusyaya karşı askerî bir itti faktan başka birşey değildir. Almanyanın, M. Hitlerin kendi tabirile «gece gündüz» silâhlandığım birçok defa söyledim ve yazdım. Şimdi, bir de Japonyaya bakalım. Ağır malî müşküllere rağmen, bütün kuv vetile bir tek gayeye, silâhlanmağa doğru koşan 60 milyon erkek nüfusa sahib muharib bir ırk ta Japonyadır. Japonlar da harb ve fütuhat hulyalarile yaşıyan bir millettir. Japon devleti de, askerî ruhun nüfuzu altında bulunan, ihracatı, zenginleşmekten ziyade harb malzemesi ithal etmek maksadile yapan, itidal tavsiye eden her ağzı ö'lümle susturan, siyasî bir rakibin katlini, senelerdenberi, olagan işler haline koyan, ve en mücerreb âmirlerinin kendi maiyetlerin deki memurlar tarafından öldürülmek tehlikesine her an maruz bulundukları bir devlettir. Komünizm, Almanyada olduğu gibi, Japonyada da, en ufak hareketi ortadan kaldırmağa fırsat kollıyan faal, kadir ve demir elli bir zabıtanın yumruğu altındadır. Bununla beraber, kürenin iki münte hasında bulunan bu iki büyük devlet, hedefi ve avakıbı ancak millî siyasetlerine yanyabilecek olan bir itilâf akdi için, komünizm korkusunu bahane ediyorlar. Bu iki devletten birinin veya öbürünün halihazırda harb arzusu beslediğini ima etmek istemiyorum. Bu, daha başka amillerin vücudüne bağlıdır. Fakat, bir gün gelir de Almanya, Avrupada harb açacak olursa, Japonyanın da uzakşarkta derhal ikinci bir harb çıkaracağına emin olabüiriz. Mesele, Çinde menafie sahib bulunan devletler için vahimdir. Büyük Britanya jle Birleşik Amerika, Çindeki müesseselerinin, kültürel ve dinî nüfuzlannın meşkuk akıbetini endişe ile düşünmelidirler. Fakat, eninde sonunda, Japonya ile Almanyanın, tehdidkâr gözlerini üzerine diktikleri memleket Rusyadır. Bir tarafta, dünya ihtilâl teşekkülü olan Kominternin, birçok memleketlere dağılmış olan mutaassıb müntesibleri va sıtasile harekete geçtiğini görüyoruz. Is panyol faciasının cereyanını nazizm ve bolşevizm şampiyonlannın Madridin kanlı musaraa meydanında çarpışrıklannı görüyoruz. Diğer taraftan, Italya, Akdenizde hiçbir komünist devletin mevcudiyetine tahammül edemiyeceğini bil dirdi. Alman Japon paktının ferdasında bu sözün aldığı ehemmiyeti kimse inkâr edemez. Fakat bu blokun karşısında, millî ruhu, kuvvetli ve iyi mücehhez muazzam orduları, kendi memleketinde kendi hakim olmak ve her türlü istilâya ve taksime karşı koymak azmile azametli Rus kütlesi dikiliyor. Rusyanın, emniyetini sağlama bağlamak için icab eden vasıtaları kat'î surette intihab etmesi zamanı gelmiş gibi görü nüyor. Stalin, ordu şeflerinin ve haricî siyaseti idare eden ricalin muavenetile kominterni dağıtmalı ve yok etmelidir. Avrupaya, sadece millî istiklâlini muhafaza etmek gayesini taşıyan, kuvvetle müsellâh bir Sovyet sosyalist devlet manzarası göstermelidir. Sovyet Rusya bu vaziyeti takmdığı takdirde, sulh istiyen ve Rus milletile iyi münasebetler idame etmek dileyen bütün milletlere hakikî bir inşirah ve sükun bahjetmiş olacak, beynelmilel gerginliği son derece azaltacak ve kendisi için istediği emniyeti de elde etmiş olacaktır. Almanya ve Japonya, bu takdirde, oyunlarını derhal açığa vurmağa mecbur kalacaklardır. Cenevre, sulh yolundaki mesaisini ahenkli bir surette devam ettirebilecektir. Herhangi mütearrıza karşı ayaklanacak ve bizi yakın bir harabiden kurtaracak yegâne çare olan tedafüî kuvvetlerin tevhidine artık imkân bulunacaktır. Ve nihayet Sovyet Rusya ile Birleşik Amerikanın birbirine yaklaştığı görülecek ve bu suretle, Pasifikte sulh tahtı temine almmış olacaktır. Evet, Rusyanın, millî kuvvetini artır ması ve kendisini tehdid eden tehlikeleri azaltmağa çalışmasının tam zamanıdır. Esasen Stalinin siyaseti, birkaç sene denberi bu vadide bir değişiklik göster mektedir. Sosyalist bir rejim altında hakikaten refah içinde bir Rusya tahayyül etmek bence pek muammaalud bir faraziye olur. Fakat, Sovyet Rusyanın zi mamdarları bize bu manzarayı göstermeğe gayret ederlerse hakikaten müessir bir propaganda yapmış olurlar. Mühim karar ittihazı zarureti karşı sında, daima en makus istikametlerde hareket lüzumu kendisini gösteriyor. Fakat ben kendi hesabıma, Sovyet Rusyanın bu fırsattan istifade edeceği ümidini kaybetmiyorum. Hâdisenin gözden kaçırılması icab eden başka bir safhası daha var. Almanya karannı verdi. Rusyaya kat'î surette muhasımdır ve mukarreratını Japonyaya bağlamıştır. Almanya ile Rusya arasındaki ihtilâfların sebebi hep araziye mütealliktir, emperyalist emellerden mütevelliddir. Bu iki komşu devletin münasebatı, seneler denberi, mütekabilen ordularının, topla rının, tayyarelerinin inkişafına münhasır kaldı. Almanya, Ruslarla Japonlar arasın daki ezelî Uzakşark kavgasının içine düşmüş ve Japon davasına sıkı sıkı yapışmıştır. Garb demokrasileri aleyhine bir RusAlman itilâfı tehlikesi, muvakkaten ber taraf edilmiştir. îşte bu sebebledir ki, Sovyet Rusya nın, vaziyetini, hiçbir şüpheye mahal bırakmıyacak şekilde tasrih etmesi her zamandan ziyade zarurî bulunmaktadır.» Atina Günleri: Yunan Devlet Tiyatrosunda... Atinadaki Devlet tiyatrosu teşekkülü ve inşası itibarile Avrupanm en ileri gelen sahnelerinden asla aşağı değildir. Yunanistanda bu belki tasavvur edemi yeceğiniz kadar mükemmel, kelimenin tam manasile modern, asrın en son yeniliklerile mücehhez bir tiyatro bulmanızm sebebini herşeyden evvel halkın tiyatroya olan alâkasmda ve muhabbetinde aramanız doğru değildir. Bu sizi, Yunanistanda devletin bu tiyatroyu yaratmakta gösterdiği fedakârlığı, işin başında bulu nanlarm fevkalâde ihtısasım ve nihayet senelerce süren bütün bir çalışmayı inkâra sürükliyecek yanlış bir fikir olur. «Yunanistanda mükemmel bir tiyatro var» cümlesini «halk tiyatroyu seviyor da o sayede..» mukabelesile geçivermek bir meselenin muhtelif safahatından atlıyarak sadece neticesini görmektir. Bizde bu vadideki bütün münakaşalar şu, artık ezbere bildiğimiz «halk gitmi yor; halk sevmiyor» gibi sathî ve ma nasız cevablarla geçiştirilir. Hiçbir za man halkın sevgisine ve alâkasına lâyık olabilecek bir tiyatroyu ne gösteren ne de hele vücude getiren çıkmadı. Yunan Devlet tiyatrosunu gezerken her Türk için ihtiyarî olmıyan bir mukayeseye düşmemek ve binaenaleyh hazin bir sukutu hayale uğramamak mümkün değildir. Bu husustaki ümidlerimizi Ankarada teşkiline başlanan Devlet tiyatrosuna bağladık. Şimdiye kadar içinden çıkıl maz bir çamura batmış bulunan tiyatro işimiz ancak Ankaranın mütehassıs elle rile yeni yeni kurulmıya başlamış bulunuyor. Temenni edelim ki yakın zamanda kendi kendimize ve Türkiyeye gelecek ecnebilere «işte bizim tiyatromuz» diye gösterebileceğimiz güzel bir müessesemiz kurulmuş bulunsun. Yunan Devlet tiyatrosunun teşekkülü biraz Fransanın Comedie Françaiseini andırıyor. Tiyatroya girebilmek için kon servatuarı birincilikle, ikincilikle veya üçüncülükle bitirmek şarttır. Yani millî sahneye tabiri münasib bulursanız fevkalâde vaziyetlerı istisna ederek «alaydan yetişmeler» ahnmıyor. .Bundan dolayıdır ki bütün tiyatro san'atkârla rında herşeyden evvel aranması icab e den diction Yunan aktörlerinde ve ak trislerinde fevkalâdedir. Tiyatronun sahnesi ve hulisleri asrın bu vadideki en son buluşlarile yeniden tadil edilmiş ve emsaline Avrupada sık sık tesadüf edilmiyen bir mükemmeliyete e r dirilmiştir. Burada müteharrik ve asansörlü sahnelerle bir piyesin beş perdesi hazırlanarak hemen hemen fasılasız denebilecek kadar az bir ara ile halkın önüne konabiliyor. O akşam Alman müellifi Gerhat Hauptmanın «Güneş Batarken» isimli eseri yirminci defa oynanıyordu; ve salon hıncahınc doluydu. Kalabalık ve hareketli sahnelerile temsili kolay bir şey olmıyan bu piyeste Yunan aktörleri çok muvaffak oldular. Temsilden sonra kendilerile konuştuğumuz bu san'atkârlann bir çoğu îstanbulu gayet iyi tanıyorlar. Şehrimizden ve halkımızın misafirperver liğinden hasretle bahsettiler. Tekrar gelebilmek, Türkiye ile kültür münasebetlerini çoğaltacak fırsatlar bulmak için can atıyorlar. Fakat onlan Istanbul halkına görünmekten ve bizi onları seyretmekten meneden aşılmaz bir duvar var: Fazla vergiler. Son ifşaata göre Mekteblerde plebiscite! ek kitab usulü kabul olunduktan sonra mektebler.de tarih dersinin nasıl okutulduğunu merak edip duruyordum. Okuma zevki gibi tarih sevgisi de şüphe yok ki ilkmekteb öğretmenlerinin ağzından miniminilerin ruhuna intikal eder. Kitablann rolü bu işlerde tâli gibidir, fakat ihmale de mütehammil değildir. Dün elime ilkmektebler için yazılan tarih kitablarından biri geçti. Beğendhn. Ifade güzel, resimler bol, bası iyi. Tarih okutma usulü bakımından da kitabda yenilikler var. Evvelce yapıldığı gibi eskiden yeniye doğru inilmemiş, yeniden eskiye doğru çıkılmış. Bu, çocukların idrakine daha uygun düşecek bir tertibdir. Ayni zamanda psikolojik bir incelik ta şıyor, iniş üzüntüsü yerine çıkış zevki veriyor. Fakat kitabın bence en hoş tarafı, tarih sevgisini çocuğa aşılamak için konu lan sorulardır. Bunlar, yavrulara kendilerini, ailelerini ve muhitlerini öğretmek fikrile kitaba geçirilmiştir. Nefsini, yu vasını, yakınlannı, muhitini öğrenen ço cuk tabiatile tarihî merhalelere geçmck ve kâinatı öğrenmek ihtiyacını duyar. Yalnız şu var: îlkmekteb tarih kitablarına bu soruları koyanlar, Istanbul Belediyesini müşkül bir duruma düsürmüş olduklarını hesablıyamamışlardır. Çün kü sorular arasında öylelerine rasgeliyoruz ki Istanbulun beledî vaziyeti hakkında enikonu bir plebiscite teşkil ediyor. Izah edeyim: Öğretmenler Kültür Bakanlığmın mekteblere dağıttığı tarih ki • tablarını okuturken çocuklara şunları sormak mecburiyetinde bulunuyorlar: 1 Geceleri mahallenizin sokaklarî aydınlanıyor mu? Ne ile? Eskiden nasılmış? 2 Mahalleniz şimdi nasılsa eski « den de öyle mi imiş? Yoksa bazı değişiklikler, yenilikler olmuş mu? Istanbul ilkmekteblerinde okuyan yetmiş binden fazla çocuk tarafından bu sorulara verilecek cevabın: «Eski hamam, eski tas» tan ibaret olacağma şüphe mi var?.. O halde Belediyemiz bir plebi « scite (reyiâm) la hergün karşı karşıya geliyor ve yetmiş bin reyle menfi kıymet alıyor demektir. Bununla beraber alâkadarlann üzülmelerine mahal yoktur: Çünkü bu ma • sum plebiscite te, talihsiz gazete yazılarî gibi ancak yerinde kalıyor ve... bir hikâye oluyor!.. «Vark, mihrü vefayı kim okur, kim dinler?...» Zaharofun yegâne sulh işi nasıl suya diiştii? Silâh kralı, Almanyaya bir buçuk milyar dolar teklif ediyordu T Fakat buna mukabil Bütün Almanyanın gayrimenkulleri ipotek edilecekti. Uzun müzakerelere yol açıldı. Günün birinde Strezman devrilince Bazil Zaharof, hayatmda nekadar gizli, esrarengiz bir adam olarak tanın mışsa, ölümünden sonra da hayatı, o nisbette fazla dedikodu ve ifşaat mevzuu teşkil etmeğe başlamıştır. Gün geçmi yor ki dünya matbuatmda Bazil Zaharofun hayatına aid gizli kalmış bir vak'a ortaya atılmasm. Bu meyanda, fransızca «Vu» mecmuası, esiri Alman Harıciye Nazırı Stresemanın, 1929 senesinde Bazil Zaharofla vaki olan temasına aid bir hatırayı şöyle naklediyor: 1923 teşrinisanisinde, Zaharof, Almanyaya muazzam bir istikraz teklifinde bulunmuştu. Bu teklif yapıldığı zaman bir dolar, Almanyada adeta bir servet denilecek kadar büyük bir para idı ve teklif edılen ödünc paranın miktarı da bir milyar. 3/4 dolardı. Bu teklif haddi zatında inanılmıyacak kadar harikulâde olduktan başka, teklifin tarzı da ayrıca giribdi. Bazil Zaharof, evvelâ mutavassırtlar delâletile bir temas hazırladıktan sonra M. Stresemana doğrudan doğruya müracaat etmişti. Mektub gayet tumturaklı, alâyişli bir lisanla yazılmıştı. M. Stresemana hitaben methiyelerle doldurulmuştu. O tarihte, bilhassa Almanyaya para ikraz edecek bir kimse tarafından bu kadar methiyeli mektub almağa alışmamış olan Strese man, önce son derece hayret etmiş, Paris ve Londra elçilerile temasa girerek Bazil Zaharof hakkında malumat iste mişti. Gelen cevablarda Zaharofun, Avrupanm en zengin adamı diye tanındığı bildiriliyordu. Bunun üzerine, Streseman, derhal Zaharofun Mangalos ismindeki mümessilile temasa geçti. Zaharof ve birlikte hare ket ettiği malî grup, Almanyadan, faizden maada hususî bir takım garantiler de istiyordu. Almanyada şehir ve köy gayrimenkulleri bu istikraza karşılık göste rilecekti. Binalar üzerine umumî bir ipotek vaz'ı meselesi uzun uzadıya münakaşalara mevzu teşkil etti; yeni Alman parası olan renkismark esasen bu prensipe istinad ediyordu. Büyük emlâk sahiblerinden birçoğu bu projeye taraftardı. Bizzat Streseman, Almanyaya yağacak döviz yağmurunu düşünerek sevini yordu. İşler yolunda gidiyordu. Almanya, o zamana kadar, Bazil Zaharof gibi uysal bir iş adamı görmemişti. Bu arada, Bazil Zaharofun şahsı etrafında bir sürü dedikodu dönmeğe başlamıştı. Bazı kimseler, Zaharofun, meşhur Hugo Stinnesin kanlı bıçaklı düşmanı olduğunu, hatta Alman endüstri âle • minin birçok yerlerine sokulmuş bulunduğunu Stresemanın kulağına fıslamışlardı. Bu haber, Stresemanın hoşuna gitmişti. Çünkü o tarihte, Stinnes, Almanyada Streseman hükumetine en fazla zorluk çıkaran bir kuvvetti. Bu kuvvetin karşısında Zaharof gibi bir rakibin bulunması istikraz işinin daha kolay halledilmesine yardım edebilirdi. Fakat işler, Stresemanın ümid ettiği gibi kolayhkla halledilemedi. Streseman kabinesi hiç beklenmedik bir zainanda devrildi, para meselesi ümid edilmiyen müsaid bir şekilde hallolundu ve Alman ekonomisi, bu şerait dahilinde Zaharof grupunun ağır ipotek tekliflerini yüklenmeği zaid buldu. Zaharofun mümessilile yapılan müzakereler gevşedi ve nihayet 1924 te terkedildi. Iste «harb sanayii iş adamı» olan Bazil Zaharofun yegâne ve en büyük «sulh isi» bu suretle suya düşmüş oldu. Mangala düşerek yandı Arabcamisinde Hocahanım sokağında Ticaret konseye ve ataşeleri dün de oturan Süleymanın kızı 3 yaşlarmda Türkofiste toplanarak tüccarlarla te hikmet kazaen mangala düşmüş ve teh maslarına devam etmişlerdir. Dün konlikeli surette yanmıştır. Yarah çocuk servecilerin dilekleri dinlenmiştir. hastaneye kaldınlmıştır. Bu seneki konserve ihracatımız ge çen senelere nazaran bir hayli azalmışEge köylülerine yapılan tır. Türkofis, Marsilya ajanı bilhassa bu yardım işle meşgul olmaktadır. Bu madde üzeIzmir (Hususî) Çiftçi, umumiyete rindeki ihracatımızın azalması sebeb yakın şekilde tohumluk buğdayını temin leri uzun uzadıya tetkik edilecek ve ietmiştir. Bu yıl Bergamada buğday is cab eden tertibat alınacaktır. tihsalâtı olmadığı için hususî tedbirlerle ihtiyac karşılanmıshr. Buraya bir makine getirilmiş, temin edilen tohumluk buğday makineden geçirilmiş ve halka dağıtılmıştır. Ziraat Bankası da gerek doğrudan doğruya, gerekse kredi kooperatifleri vasıtasile müstahsile yardımlanna ve ikrazatına devamdadır. Fakat, borclarını ödemiyenler bundan istisna edilmektedir. Konserve ihracatımız azaldı M. TURHAN TAN H: 1 E. E. Çankaya lmzalı mektub sahiblne: Saydıklarınızdan başka olarak benim Cehennemden Selâm, Üç Ay Yatakta adlı romanlanmla Tarihte Türkler için söyle nen sözler ismini taşıyan eserim de basılmıştır. Akmdan Akınanm basılması bitti, Viyana Dönüşü basılıyor. İltifatınıza te. şekkür ederim. 2 K. Birkan imzalı mektub sahibine: Birlnci sorunuza mevzu teşkil eden ke llmenin «u» ile mllanılagelmesi bir klişe meselesidir. Doğnusu «ü» iledir. Kitab haünde basılmasını istediğiniz fıkralann boyle bir ihtimama lâyık olup olmadığını henüz düsünmedim. Teşekkürler. . M. T. T. İngiltereye gönderilen kepekler Winston Churehill CEMİL FİKRET kalkamıyor, ve sanki bütün masalarda birbirile karşılaşan dalgm, tesadüfî ba kışlar onun üzerine çevrilmiş te, bu da kika yalnız onunla meşgulmüş gibi bu kararsız, vehimli halinden utanıp yüzüne kan çıktığını hissediyordu. Hacı Toran, irkilmiyen bir sebatla o eski yayvan, mütecaviz gülüşünde devam ederken kısık gözleri arasmdan onun bütün kararsızlıklarım, endişelerini görür gibi duruyordu. Nitekim, nihayet hafifçe kımıldadı, yanında bir yer açarak gene ayni tavırla: Kepek ihracatçılarımızın îngiltereye gönderdikleri bir çok malların mevcud anlaşma hilâfına olarak İngiltere güm Fitrenizi Hava Kurumuna veriniz rüklerinde bekletildiği ve bu yüzden (Fitre), Türk Hava Kurumu kukülliyetli miktarda antrepo parası vereruluncıya kadar, hiçbir eser vermerek zarar ettiklerini hükumete bildir den boşu boşuna akıp giden bir yarmişlerdi. dımdı. (Fitre) yi millî derdlerimize Hükumetimizin İngiltere hükumeti ilâc olabilecek bir kuvvet haline geTire ve Torbalı havalisinde seylâb ge nezdinde yaptığı temaslardan sonra bu tirmeğe muvaffak olan Türk Hava çirip te mahsulü tamamile mahvolan çırt ihtilâı halledilmiş ve bu kepeklerin Kurumudur. çilere bilâkaydüşart yardım edilmesi ka klering esasına istinad ettirilerek ithararlaştırılmıştır. line müsaade olunmuştur. sının yanında duran Şevkiye baktı. Siz bilirsiniz, bilmem Cemal der? ne seğirtip, yaramaz bir çocuğu sürük.ler gibi Şevkiyi getirdi. O, babasınm yanında adeta silinmişti. Küçüğündür, kusurunu bağışla! Cemal, ihtiyarsız, döndü. Ayni çatık kaşlan, ayni haşin tavrile yeni bir kavgaya hazırlanır gibi durdu. Fakat nihayet acı acı güldü: Hadi bakalım, dediğin olsun! Demindenberi bu fırsatı kollıyan Şevki, ayaklarına kapanırcasına atılmıştı. îşitilmez şeyler mınldanırken «görüyorsun, nekadar pişmanım» der gibiydi. Ve işte mesele Kâmil Efendinin arzusuna göre, bu suretle kapandı. Ortahk kararmadan eve girdiler. Bitmez tükenmez yolculuklarda olduğu gibi, yalnız gözlerile kon'uşuyorlardı. Bir aralık Demir: adcvrrL Cumhuriyetin içtimai romanı: 57 Yazan: Hilmi Ziya Hacı Toran, bu sırada iliksiz paltosunu yelken gibi sjşirerek heybetli bir ta vırla girdi. Arkasında, oğlu ile ortağı olması lâzım gelen yerli kılığında bir adam vardı. Kalabalığı yararken bazı başlar gittiği tarafa çevrilmiş ve oyun arasında kaç kere adı kulaktan kulağa fısıldan mıştı. Kâmil Efendi, etrafına bakınmadan doğru, en yukarıda kahvecinin siğirtip açtığı bir masaya yürüdü. Demire çok yakın, adeta karşıkarşıya idi. Göz ucile gördüğü halde, farkına varmamış gibi baştaraftaki sandalyeye kuruldu. Kendine bakıldığından, hatta gözetlendiğinden emin, başmı etrafta dolaştırdı. Demirle karşılaştığı zaman, halk için nadir ve çok değerli sayılan geniş, yayvan gülüşlerinden birile iltifatını gösterdi. Genc adam, birdenbire burkularak kaşlarını çatmak isterken, zorla kendini topladı. Çok resmî, başmı egdi. Bey oğlum, bir dakika zahmet etmez misin? D«mir, biran tereddüd etti, etrafa bakındı.Cemal, sigara tüttürüyor ve sanki onları dinlemez görünüyordu. Mahir Efendi, ellerini kavuşturmuş göz ucile bakarken, adeta bıyık altından güler gibiydi. Birkaç dakika süren ve ona bir asır kadar uzun gelmis olan bu göz mütarekesinden sonra, oriu hiçe saymaktan zevk duyduğu muhakkaktı. Bununla beraber acaba ne derler? diye kuruntuya düşmenin ne kadar boş olacağını düşünmüyor değildi. Vakıa şimdi yanına gitmiş olsa, o bu yüzden böbürlenecek, «gördünüz ya! Bize ça tanlan nasıl ayağımıza getiririz!» der gibi gururla bakacaktı. Şüphe yok, bu ehemmiyetsiz, bu küçük jestile o halk arasındaki itibannı perçinliyen bir çivi daha kakacak, kendisinden ürkenlerin başları daha fazla eğilecek, dörtyana uzanan görünmez elleri daha gizli köşelere sokulacaktı. Demir bunları düşündükçe bir türlü Kâmil Efendi, «Merak etme! Ben işi düzeltirim» diye fısıldadı. Demire itiraz için fırsat bırakmadan, Şevkiyi kolundan kavradı. O, uysal bir kuzu gibi başı yerde yaklaşıyordu. Demir, artık ne olursa olsun, vazifeyi üzerine almıştı. Elçiye zeval yok.. diye başladı. Cemal, sırtmı kahveye çevirmiş, yere bakıyordu. Bu halde, bir kelime katmak tehlikeydi. Demir, istemeksizin oynadığı Rahatsız olacaksanız, ben gele rolün nezaketini o kadar hissediyordu ki, ynn! dedi. mümkün olsa derhal vazgeçerdi. Daha Demir kalkmak için kıpırdandı, yerlesmeden, rakı masasında geçen hâihtiyarsız Cemale baktı. O, sigara sön diseyi, bu kadar halk içinde bir müstantiğe silâh çekmenin ne olduğunu düşündü. dürürken Mahir Bey gülümsüyor: Kahvede, hiç bir dile benzemiyen ga Haydi gidin! Bakalım ne diyecek, rib bir uğultu vardı. diyordu. O sırada Cemal, ne diyordun? diye Artık ister istemez kalktı. Kâmil E birşey anlamamış gibi, baktı. fendi onu ayakta karşıladı. Elini dost gibi elleri içine alıp kulağına eğildi. Bilmem, Hacının oğlu barışmak mı Bey oğlum, bu iş boşuna uzadı. istiyor? Gel şunları barıştıralım. Alnını buruşturdu, Mahir Hoca gü Demir çenesini kaşıyarak bir Cemale, lümsüyor, «a ffetmek büyüklerin şanıdır» bir de ötede ellerini göğsün* kavuştur diye omzuna dokunuyordu. muş, başmı iğmiş süklüm püklüm babaOnları gözetliyen Hacı Toran, hemen dini mazur gösterecek birçok bahaneler geçiyordu, hatta Mahir Efendinin dediği gibi «affetme büyüklüğünü» gösterdiği için bir tefahur hişsesi çıkarmadan kendini alamıyordu. «İhtimal zayıf davran • makla beni itham edecekler! Neden ol • sun? Onlan bu halde görmek yetmez mi?» diye düşünürken, eski bir tekke ilâhisini mırıldanıyordu. Niyazi Efendi masaya yanaştı: Gerçekten bu heriflerle, bu mel'unlarla banştın mı? 4 İ Banşıp ta ne olacak? Hallerini bir görsen acırdm! Oğlan nerdeyse ayaklarıma kapanacaktı. Kâtib acı acı güldü ve omzunu silkerek masadan uzaklaştı. Cemal daha fazla dayanamadı, adeta ona öfkelendiğini göstermek ister gibi sert bir hareketle başmı çevirdi. Niyazi Efendi bir müddet Seninki Şevki ile banştı! dedi. Niyazi Beyin itimadsız bakışından bu söylemeden baktı: Acıdınız ha! Bunlara acıdınız, söze inanmak istemediği görünüyordu. öyle mi?» Kahkahalarla gülüyor ve hırCemal her nekadar sofra ile uğraşıyorsa da, hakikatte bir sorguya çekilmeden cın adımla boydanboya dolaşıyordu. Cemal başmı çevirmeden sofra hazır korkuyordu. O, kâtibin hücumundan ziyade, şüphe yok Demirden çekiniyor, lığı yapıyor. Demir gazeteye gömülmüş, mümkün olsa bir daha bu bahse dönme artık görünmüyordu. mek istiyordu. Bu sırada zihninden, kenlArkası var]