6 İkintitesrin 1936 ^UMHURİYET Ş. Amerika Birleşik Cumhuriyeti tarihi İstiklâl yıllarınm başında niifusu 4 milyondan ibaret olan müttehid devletlerin yekunu bugün 45 e çıkmıştır ve 110 milyon kişi barmdırmaktadır ı Ruzveltin tekrar seçimi münasebetile jgeçmemiş vak'alarj Napolyonun katliam teklifi îspanyada katliâm oluyor. Dünya sıılayıp ağlıyor. Ihtilâller, kıyamlar, inkılâblar katliâmı davet eder. Fransa da Komün hâdisesi, Rusyada Çarlık devrilmesi hep katliâmla oldu. Bir katliâm da Türkiyede olacaktı. Rum fetvetinde her yer ocak ocak tutuşmuş yanıyordu. Mahmudu Adlî «fermanlar neşrederim. Türkiyede nekadar Rum varsa katliâm ettiririm> tehdidinde bulundu. Fakat tehdidini ika etmedL Yani yerine getirraedi. kimsenin burnunu kanatmadı. Mahmudu Adiinin bu tehdidine sebeb kim oldu bilir misiniz? Birinci Napolyon... Abdurrahim Muhib Efendi, Selimi Salis zamanında Birinci Napolyon nezdine fevkalâde muvakkat elçi gönderildi. O zaman daha Pariste daimî Türk sefareti açılmamış, kurulmamıştu Abdurrahim Muhib Efendi uzun müddet, senelerce Fransada kaldı. Napolyonun bitmez, tükenmez seferleri nin arkası ahnmasına intizar ettL Fakat hiçbir netice elde edemedi Taleyran ve Napolyon hiçbir vaidlerini tutmadılar. Türk elçisini de, tran elçisini de atlattılar. Üstelik olarak Turklere bir de katliâm yaptırtacaklar, bütün Rum tebaayı kılıcdan geçirteceklerdt Napolyon katliâm teklifini nasıl yaptı biliyor musîunuz? Sağ elini kaldınp üç defa sallıyarak.. Abdurrahim Muhib Efendi huzurda idi. Rum fetvetinden bahis ve şikâyet ediyordu. Napolyon taht gibi yuksek bir yerde oturuyordu. Elini ve kolunu kaldırtİL Avcunu açtu Üç defa yukandan aşağıya indirdL Lisani halle: Kesinîz! Küıcdan geçiriniz! DedL Abdurrahim Muhib Efendi, Napol yorran bn VBTI ve tavnm hunıta mu kattaa ile Babıâliye bildirdi. Hurufu mukattaa Türklerin şifre makamında kullandıkları bir yan idi. Cevdet Paşa tarihinde AMurrahim Muhib Efendinin seyahatnaTnesmden uzun uzun bahseder. Fakat katliâm teklifini yazmaz. Abdurrahim Muhib Efendi hatıralanm büyök bir deftere yazdırmış; kır mızı mürekkeble tashih etmiştir. Hâ dise o defterde sarahaten yazılıdır. ürfc farihine •••••••••••••|. \ Türk tababet tarihînden 1 Öpülecek ağız! ık bir bayandı, salma salma geldi, pencerenin önüne yayı lır gibi oturdu ve sanki etine bir iğne batmış gibi hemen sıçradı, narin pençesinden umulmaz bir kuvvetle paslı yayları esnete esnete camı açtı. Şimdi başıboş bir riizgâr, bu açılan fürceden çılgın bir akışla içeri doluyor ve koşa koşa vapura yetişebilenlerin bu muvaffakiyet karşılığı olarak belkemiklerînde dizi dizi toplanan terleri buza çevîrip birçok çehrede ekşilikler yaralıyordu. Fakat bayan memnundu, göğsünü rüzgâra vermişii, serin serin yelpazeleniyordu. Ben de belkemiğine titreme işlenea yolculardandım, fakat eve vanr varmaz birkaç aspirin yutarak, bir iki bardak ta ıslamur içerek şu tanımadığtm bayan yüzünden sıhhatime musallat olacagım tahmm ettiğim arrzalan karşılamayı düşünüp sesimi çıkarmıyoTdum. Üşümek, hatta hasta olmak bir bayandan papara yemekten çok daha hafifür. Yajubaşımda oturanlar da ayni kanaatte olacaklar ki susuyorlardL Lâkin riizgâr, vapurun hareketi üzerine, sertleşince ihtiyar bir bay, öksüre öksüre, kalktı, nazik bir tebessümle: «Pardoni» dedıkten sonra c*nu indirdi ve dönüp yerine oturdu. Bayan ilkin hareketsiz kaldı, mütea kıben sinirlenme emareleri gösteTdi ve yennden fırhyarak pencereyi tekrar aç h. îhtryar bay da hiç tereddüd etmedi, güle güle kalkh, güle gule yürüdü. güle güle: «Pardon» dedi ve camı indirdi. Biz üşüdüğümüzü unutup, hatta htremekten te kurtalıa? yaşlı bir bayla genc bir bayan arasında geçen pandomimaya bakıyorduk. Acaba bayan, sıhhat endi şesile teJişa düşen şu ihoyara saygı gösterip mevsimsiz ve yereiz havalanma bevesinden feragat edecek miydi> Yoksa umumî muaşeret ve hertirrlü nezaket kaidelerini sivri ökçelerile çiğneyip pence reyi açmakta »rar gösterecek miydi?.^ O, hepimizin tereddüdünü gidermekte gecikmedi ve kızıl bîr infial içinde peocereyi açtı, sitem bulutlarîle dolu sürraeli gözierînî meydan okur gibi ihtiyara çevîrdi. Lâkin hayatın bir hayli hrtına sını savuşturmuş olan pişkin ihtiyar, «z mindeo doomedi, yahud dönemedi, camı indirmek içia tekrar ayağa kalkb. 3>mdi, paadonünıa kapanıyor, sözlü komedi başlıyordu. Bayan hırçm sesile bu faslı açtı: Ben, dedi, boyona açryorom, â z boyuna kapryorsunuz. Benimle alay mı edivorsunuz? Ihtiyar, bir yandan camı indiriyor ve bir yandan cevab verîyordu: Bu vapurlar üç katlıdır muhterem bayan. Hem havadan, hem tütünden k«çınanlar alt salonda, üşümek istemeyip te tütün kullananlar bu salonda, sizin gibi yele âşık olanlar üst salonda otunrrlar. Ve ilâve etti: Burasmm eviniz olmadıgını unutmavınız. îşte öpülecek a^ızlardan biri!... En eski medeniyet Türkistanda kurulmuştur Eski Türklerin kimya ilmine vâkıf oldukları ve kimya sanayiinde çok ileri gittikleri muhakkaktır Çin tarihlerinde, Türklerdeki kimya işleri hakkmda birçok küçük küçük cümlelere tesadüf ederiz. Buna arkeolojinin keşifleri de başka başka hususlan ilâve eder. Dinî tetkikler de bu hususlarda pek fazla yardımlarda bulunmaktadırlar. Tarihi tesbit hususunda dinî tetkiklerin pek büyük roller oynadıklan, bugün inkâr edilemiyecek hakikatler meyanına girmiştir. Bunlan sırasile gösterelim: I (Semerkand Kallığı gayet guzel şarab çıkartır, mükemmel şeker istihsal ederdi, bunlardan ilâdar yaparlardı.) «Soueişu GXXXIII». Gene bu krallık Çin İmparatoruna 600 tarihlerinde kristalden kupaiar, akikten şişeJer ve birçok cam eşyalarla ilâclar göndenniştL (Pei che;XCVII, p. 13) II «Khotan krallığı bu tarihte ve bundan evvelki tarihlerde Çin İmpara toruna gayet san'atkârane işlenmiş cam eşyalan göndermişti. Bunlar altın renkli farelerden bile istifade edîyorlar, sanayide bunlara birçok renkler veriyorlar A.» (Tangşu; CCXXI, p. 10) III «Ki pin Krallığı bir defa da gayet kıymettar cam ve kristal eşyalar göndermişti.» (Tanşu; CCXXI, p. 12) IV «Kişgar Krallığının ipekler üzeriae yaptıklan boyalar, Çinde hayretle görülen pek makbul şeylerdi.» (Tangşu; CCXXI. p. 9) V «KoJçanm ince yüo kumaşlan pek meşhurdu. Bu inceliği kimyevî maddeieri iJâve etmekle yaparlardı.» (Tangşu; CCXXI. P . 6) VI «Turfan Krallığı bir nevi çiçekten, bez, kumaş dokumasını da biliyordu. Fakat bu sihirli bir işti. Yani khnyah » (Tangşu; CCXXÎ, p. 4) VII «Semerkand ve havalisinden Aîüncı asırda Çine bîr san'atkâr heyeii gitmişti. Bu heyet Çin İmparatoruna müracaatle dağlardan bazı maddeleri toplamalanna müsaade etmelerini, bu maddeleri eriterek bunlardan cam yapacaklarını söylemişlerdi. Bunların memleketlerinden ayrılmalarına sebeb, oralarda bu gibi işleri e iştigal edenlerm çok olması ve kendîlerine işliyecek bir zemia kalmamasıydı. Bunlar Çin dağkrında altı yedi ay tabarriyatU bulunduktaıı sonra, elde eUJkleri maddeleri eritmişler, bun dan cama ve porselene aid öyle güzel şeyler vücude getinnışlerdi ki bunları ilk defa gören Çînliler, üçleriode 3cytan vardır diye eJlerini sürmemişler, uzaktan hayretle seyretmişlerdi. İşte bunlardan bir kısrm, împaratorun emrile Çmde kalmışlar ve Çmlilere bu san'atı, yani por seletıciligi 5ğretmişlerdi.î> (Abel Re musatnm Matuanlinden tercüme ettiğî, Khotan şehri tarihine bakınız.) D'ığer taraftao Bizans seflri Zemar que garb Türkleri Hakanının çadınnda gördüğü ipek kumaşlar üzeriodeki renkleri tarif etmekle bitiremez. (Men; andre; fragm. hisL graec cild IV, sahife 228). Bundan baska şu esere de bakmız: (Theopoylacte Simocatta III, sahife6). VIII «Gene Kapisa Krallıgmm, Çin İmparatoruna 619 tarihinde gönderdiği hediyeler meyamnda kristaüer, hamızı inab şeklinde cam eşyaUn vardı.» (Tangşu; CCXXI, 12). İşte tarihin bize anlattığı hikâyeler ki bunların adedleri pek çoktur. Fakat bütün bu işleri yapabilmek kîmya ilmine vâkıf olmaga mütevakkıftır. Bir renk koyup «Çok smîrlisin Cemaî Bey, kendine bakmıyorsun» diyerek beni korumak îster gibi bir hal alıyordu. Ağıziarınm tadını kaçırdun diye şüphesiz fena halde öfkelenîyorlardı. Bir ahbabım, hâdisenin daha fazla büyümesiae mey dan vermemek için koluma girip odadan çıkardı. Fakat orada kalsaydım, biçbir şey degişmiyecektL Belki ben daha ağır şeyler söyliyeceküm, onlar işleri bozulduğu için daha çok kızacaklardı. Fakat o, hiç tavrım bozmadan, gülerek sırtıma vuracak, beni bir hasta gibî karşılıyacakü! Cemal hikâyesini kapırun önünde bitirdî: Geç kaldım, Allaha ısmarladık! diyerek Demirden aynlcL Demir eve girdiği zaman, Ali Sabir bahçeye çıkmıştı. Sanki onu görmüyor ve hayalet gibi yürüyordu. Biran durup, onunla konuşmak istedi. Fakat yanmdan o kadar çabuk uzaklaşmıştı kî, tekrar bu ilk arzunun kuvvetini kendinde duyamadı. îstemeksizin yukan çıktı. 8 Birkaç gün sonra yolda Bekir Beyle karşılaştı: Yüzü ona ilk gördüğünden vermek, herhangi bir macHeyi eritip ondan başka bir madde istihsal etmek, demiri bakırla kanşrınp ondan tunç vücnde getirmek bellibaşlı bir takım vukuf lann ve onu meslek edinenîerin işidir. Bunlar hiçbir vakitte bir tesadüî degfl dir. Yani tarih şukadarcık bîr fısılüsile, bîze Türklerîn kımyada pek ileri gitmiş. bir halk olduklarını söylemektedir. Bugün kat'î ve aşikâr olan birşey varsa, bîr yerde yüksek sanayi görebilmek, oradaki kimya ilminiu yüksekliğine vâ bestedir. Halbuki biz yüksek sanayie, milidî ilk asırlarda ve daha ondan evvelki zamanlarda Asyayivustada tesadüf ettiği roiz gibi ilk (Han) lar zamamndaki (Çeö) Türk İmparatorluğu zamanında da tesadüf ediyoruz. Orta Asyada Kbotan, Semerkand, Fergane ve ilâh... bütün bunlar birer sanayi merkezleriydîleT. Bu hakikati Arab tarihleri bile itiraf ehnek mecburiyetinde kalmışlardır. (Mukaddesi) der ki « T ü r kistan, îskenderikebirin îşgalinden ew«! de Çin ve İran medeniyetinden ayrı, başlıbaşma müstakil bir medeniyete sahibdi.» Mukaddesinin bu sözünü (isbhari) tekid etmektedir. O da der ki: «Türkisran haricden birşey îtrıal etmeden kendî ihtiyacianm temme muktedİT bir vaziyetteydi. Fergane silâHarile meşhuTdu. Tirmiz sabun çıkanr; sabun imal ederdi. Buhara bakır eşyalarile, yağlarile, yünlerile, kumaşlarile, at ve eyer taknnla • rüe şöhret bulmoştu. Semerkand gümüş eşyalan ve isteınelerile, özengîleri, gemlerile, bilhassa kâğıdlarile maruftu. HaUa kadet gibi cam eşyası pek makbul dü.» Bunlar yalnız burada degd, Türk halklarının tavattun ettikleri her yerde vardı. (Çeo) împaratorluğunun Baykal civannda imal ettiği kâğıdlar, Çînde en makbul olan kâğknarch. ^Histoire georgraphique de la seizes Royaumes.) Çinceden tercümedir. Garb TürklerinLı haşmetli hükümdan İslami Han, Bizaos Lnparatoru Jüsdn yeoe yazdiğı mektubuno jpekten yapd ratş kâğıd üzerine yazmıştı. Chihiki kitabuım beşinci faslmda. Nılı Türklerinm kablehnilâd 193 tari hinde Çin tmparatoru HiaoHoueie sefirler gönderdikleri yazılmaktadır. Bu sefirier, kentK uîkelerrnde büyük bir e debîyata sahîb oldukîarmı ve yazılmış birçok kitabları bulunduklarını naklet mîşlerdi. (Gustave Schlegel; les peuples etrangers chez les hîstorîens chinoîs). Hiç şüphesiz ki bu kitablar, agac ü zerinde veya deri üstünde bunların îddia ettikleri gibi birçok adedler husule ge tiremezlerdi. Kâğıda nStiyac vardı. Sonra bu Türkler, garb âlimlerinin bir kısmının Meksika, bir kısmınm da Sahalin ad«sı zannettikieri Fusang ülkesinin şarkmda yaşamakta idîler. Yanî Baykal gölünün şimali şarkisinde tavattun etmişlerdi. BunlaT ilk defa Çine kablelmîlâd 193 tarihînde gelmemişlerdî. îlk geldikleri zaman kableîmilâd 1113 senesi idî. İşte bu sefer sefirler, kendi agızlarile geldikleri yerin Sahalin adası olmadıgını anlatmışlardı. Sefirler demişlerdi ki memleketlerini terkettikleri dakikadan itibaren büyük dağlardan tahtelârz tü nellerdeo geçmişlerdi. Ve bir de geniş bir su aştıktan sonra, Çin hududuna daha durgun, gözleri d«ha sönük geldi. Uzücü bir münakaşadaa yeoi çıknu$ gibi bulutlu hali vardı. Bununla beraber onu göriir görmez gene haTaretîe elini sıktı ve öbürünü de üzerine koyup bir müddet böylece kaldı. Demir şüphesiz bu daklka, evlerinde gördüğü dostç* kabulti, o munis taşra âlemîni, aralaruıa ilk defa girdiği halde yabancılık duymadığı in sanları haürhyordu. «Ders vermemi is temişti!» diye düşündü. Bu veya başka vesile ile onlan tekrar gormek arzusunu her an beslediği halde, bu kadar kısa zamanda gösterilen itimadı sarsmadan çekinerek buna kendflîğinden cesaret edemiyor, hatta garibdir! bîn türlü endişc ile evde, yalnız başuıa kaldıkları zaman Cemale bile söyliyemiyordu. Bütün bu düşünceler filhn hızile zihninden ge lip geçerken, elleri kavuşmuş oldugu halde, bir dakika durdular. Neredesiniz> Hani tekrar geleceğinize söz verdinizdi? diye tekrar elini sarsarak bu üzücü sükuru kırdı. Bilseniz! îşlerîm.. îşlerinîzi bîliyorum. Ne yapsanız bundan hızlı yürümez! Geliniz onlan da birlikte düşünelim. Sizden yaşlıyım; şu halde sizden çok tecrübem var demek Onuncu asır içinde Lcif Erkton adlı bir Norveçlinin Amerika topraklarında ü züm yediği ve adını bilmediği bu yerlere «Vinland Bağlar memleketi» ismini verdiği rivayet olunur. Fakat eski Iskandinavya şarkılarmdan birine mevzu teşkil eden bu rivayet tarıhî bir hüccet saytlamaz ve yeni dünyayı eski dünyalıların 1492 yılından önce tanımadıklan inkâr olunamaz. O yıl, Kristof Kolomb Amerikayı fakat Asyanın meçhul adalarından biri sanarak tesadüfen ziyaret etti. Sonra Cabst, Corte Real, Verrazono, Penzon, Cabral, Juan Diaz birbirinin izi üzerinde yürüyerek yeni dünyaya gitti ve meçhul âlemin birer yanı on lann himmetile tanındı. Ancak yeni dünyanın adı henüz konmamıştı. Bu eksiği 1497 de oraya giden Ameriko Vespucinin Avrupaya yolladığı mektublan okuyan Waldsee Müller adlı bir muallim tamamladı. Demek ki Amerikayı ilk keşfeden Kristof Kolombdur, o kıt'amn Asya ile münasebeti ve alâkası olmadığuu en evvel anlıyan ve Avnıpaya anlatan Ameriko Vespuckür ve keşfolunan âlente yeni adını veren de muallim Miillerdir. Amerika, eski dünya îçin servetler vadeden bir mehcer haline geldîkten sonra simasııu tamamile değiştirdi, sürekli göçlere kucaguu açarak yepyeni bir hüviyet aldı, Avrupa milletlerinden birçoğunun kanı orada garib bir ısüfa geçiriyor ve bambaşka bir cemiyet teşekkül etmeğe başlryordu. Gerçi Amerika ekseriyet ittbarile îngüizlerin, Fransızlann, Ispan yollann elinde idi ve kıt'ayı da bu milletlerin mensub oldugu devletler idare ediyordu. Lâkin bir Amerikab nesil ve Amerikalı cemiyet vücude gelmişti, Avrupa hakimiyeti bu yeni insan zümresine artık ağır geliyordu. Yeni Amerikalılar içinde istiklâl askını en parlak surette izbar edip Avrupa hakimiyetine ilk isyan bayTağını kaldıran şimdiki Şimalî Birleşik hükumeuer halkıdır. Bu halkın oturduğu topraklar, tngiltereye bağlı idi. Bir çok parçalara ayrılmış olan ve her biri bir müstemleke sayılan Şimalî Amerikada evvelâ on üç mıntaka, İngiltere aleybine ayaklannuş tı. Bu mmtakalar halkı yerlilere karşı korunmak babanesile 1640 ta birleşe bilmişierdi. Vergilerin ağırlığuu vesile tutarak hâkim devlet aleyhine yeni bir birleşme yapıp ayaklanmalan 1765 tedir. fakat siyasî ve esaslı ittinad askeri teşkilâtla beraber 1774 te tahakkuk etti. Bu sebeble Şimalî Amerika Birleşik hüku metler cumhuriyetinin tarihi o yıldan başlar. îngiltere bu zengin ülkeyi elden çıkarmamak için bütun kuvvetile ve bütiin azmüe çalıştı. Fakat Fransa, Amerika da ve cenubî Asyada İngiliz rekabetin den bu vesile ile kurtulmak için Amerika ihtilâlcilerinin tarafmı iltizam ederek oraya gönüllü askerler, cepane ve bir hayli de kumandan yolladı. Sonunda lngil tere mağlubiyetini kabul etti, bir takım Fransa müstemlekelerini zaptetaek suretile temin ettiği tavizi kâfi görerek Şimalî Amerikadan Versayda inrzaladığı maahede mucibince elini çekti (1783). Tarihe doğan yeni devlet, dedigimîz gibi, on iiç hükumetten teşekkül ediyor Amerikanın bânisi General Vaşington du, Alegani daglan ve kısmen Ohyu nehri yeni devletin garb hududunu teşkil ehnekte idi. Bunun arkasmda Misisipiye kadar uzanan Far Vvvest arazisi vardı. İngiltere, verimsiz bulduğu için burayı kendiliğinden Müttehid devlete terket mişti. 1787 de Birleşik bükumetler, Farvvest mmtakasını aralannda paylaştılar. Yapılan taksimde her cumhuriyete dü • şen parçanın hududu şimalden cenuba ve şarktan garbe doğru çizilen amudî hatlarla gösterilmişu" ve muhacirlere açık bulundurulacak olan bu müfrez parça lardan her birinin nüfusu altmış bin kişiye baliğ olunca müstakil bîr hükumet sayılarak birleşik hükumetler meyanma girmesi kararlaşmıştı. Bu suretle ve 17911795 yıllan arasında birleşik hükumetlere üç yeni hükumet daha kaoldı. On beş yıl kadar sonra Müttehid hü kumetler cumhuriyeti Fransadan Luiz yana kıt'asım sahn aldı. Osırada Ingi lizlerle amansız bir mücadeleye girişmiş olan Napolyon denizlerdeki kudretsizliğini ve bu uzak ülkeyi İngilizlere karşı müdafaa edemiyeceğini düşünerek böyle bir elçabukluğu yapmıştı. Arbk yeni Birleşik Cumhuriyetin hududu Misisipiyi aşmış, Roşoz dağı eteklerine ve Büyük Okyanusa ulaşmışu. Birleşik Hükumetler Cumhuriyeti 1819 da Filoridayı. 1845 te Teksaa, 1846 da Uruguayı, 1848 de yeni Meksikayı aldL Bunlardan Filorida İspanyadan, Uruguay da Ingiltereden para ile satın alınmış ve diğerleri Meksikaya aid oldugu halde halkırun Birleşik Hüku kumetler Cumhuriyetine kendiliklerinden iltihak etmelerile elde edilmişti. Fakat Meksika, bu iltihakı kabul etmediğinden harb ilân olundu. îşte Şimalî Amerika Birleşik Hükumetler Cumhuriyetinin, istiklâl harbinden sonra, yapuğı ilk harb budur ve 1846 mayısmda başlayrp 1848 kânunusanisinde Şimallilerin galebesile bitmiştir. Harbde mağlub olan Meksika Teksasla, yeni Meksikayı ve Kaliforniyayı terketmek mecburiyermde kaldıgmdan .Şrmalî müttehid hükumetlerin sayısı otuza çıktı. Toprakça vukua gelen bu büyüme sırasında müttehid hükumelterin nüfusu da çogalryordu. 1790 da, yani istiklâl yıllarınm başında topu topu dört milyon nü fusa malik olan Birleşik Hükumetler Cumhuriyeti 1850 de yirmi üç milyon insan besliyordu. Bu çoğalma muhaceret yolile olmuştur. îlkin Amerikanm lâyvkile tamnmaması, nakiî vasıtalarmm az Abdarrahman Adil EREN Tramvay Otolni» musademesi Edirnakapı Sirkeci hattında işl^en 611 numaralı vatmanın idaresindeki 38 nuraaralı traınvay, şoför Zahirin idaresindeki kamyonla Sirkecide çarpışmıştır. Çarpışmada insanca eksiklik ol mamıştır. Yalnız her iki taraf ta hasara uğramıştır. lığı, Avrupada nüfus çoğalmasının nor mal bulunması gibi sebeblerfe pek az bir miktarda ve meseîâ otuz yılda iki yüz bin gibi bir derecede olan muhacir akmı, îrlanda kıthklan (1846 1847). Kaliforniya altın madenlerinin keşfolnnması, deniz vasıtalannm çoğalması, Ahnanya ve îngilterede nüfusun hızla çoğalmağa başlaması yüzünden coşkunlastı, elli beş yıl içiode altı milyonu îrlandalı, beş nulyonu Alman, iki milyonu İngiliz ve ust tarafı tskandinavyalı, Kanadah, Fran sız, îtalyan. Slav ve Japon oîmak üzere Şimalî Amerika Birleşik hükumetler arazisine yirmi üç milyon muhacir geldi. Hükumetm nüfusu bu büyük göçler yüzünden 1905 te seksen milyooa ve Müttehid hükumederin sayısı da kırk beşe çıkmıştı. Bugün o topraklarda ki 7.839,000 murabba kilometrodur tam yüz on milyon nüfus bannmaktadır. M. TURHAN TAN girmişlerdi. İşte bu geniş uzun su, Baykal gölüydu. Bu husos Litaikissenienpiano kita bmda da vardrr ki fransızcaya Stanislas Jüîyen tarafmdan tercüme edilmiştir. Bu kitabda bunların ülkelerinde semalara kadar yükselen büyük dağların mevcud ddugu söylenir. Pek tabiî olarak bunlar burada bir kâğıda sahibdiler, ve bunu pek eski za manlardanberi kullanıyorlardı. Görülü * yor ki, tarihe nazaran, netice itibarile bir kimya ilmi mevcuddu. tir. Doya doya konuşmaya fırsat olmadan, şöyle bir göründünüz. Oylc çpluk çocogun yanında degil! Sizinle kafa kafaya verip hasbihal etmeliyız. Cemale söyliyeyim de... Aman efendim, Cemaî oglum yerimdedir. Babası mekteb arkaldaşun! Hakkı Paşa da sınıfın birincisiydi. O nunla rekabet ederdiL Allah rahmet etsin, Paşa birinciliği almak için sabahlara kadar uyumaz, geceyi gündüze katardı! Doğrusunu söyliyeyim, ben o kadar ç»lışmazdım. Formaları imtihana yakm kestiğimi bugün gibi hatırlarrm. Kendimi methetmiş olmayım amma, hafızam cidden parlakü. Ben anlatırdım, onlar dinlerdi. Hilmi Paşa merhumun da bazı yerlere aklı yatmaz, ve bu yüzden.. Hangi Hilmi Paşa, Viyana sefiri M. TURHAN TAN hâlâ yakası elimde duruyonra). Fakat bu sefer yapamıyacaksın! Kocaman etli elleri ve iri gövdesile beni itip geçebilir; herhalde karşı koyabi lirdi. Fakat yerinden kıpudamadı. Gözlerimin içine dik dik bakarak: Deli misin, git kendi ifine! dedi. Şüphe yok orada, bütün oda halkı beni haksız buluyor ve ayıblıyordhı. Gali ba bir krsmı ayaga kalkmış, etrafımızı almışlardı. Bununla beraber o sırada hiçbir şey beni dunduramazdu Yumrugumu masaya vurarak ve bağırarak: Ben seni çok iyi tanınm, Toran oğlu! dedim.Artık yeter bu faiz dolabını çevirdiğin! Köylüden tarlasını alıp süründürdüğün! Halkı borca sokup mahkemelere düşürdüğün yeter! Böylece, ben onu açıkça tahkir e diyordum. Fakat o, kalın ensesi ve koca karnile kıpırdamadan duruyor. Bir bana, bir etrafımızda gittikçe artan, asabileşen kalabalığa bakıyordu. Yüksek sesle konuşuyor, kızıyor, ve herhalde beni tenkid ediyorlardı. Bütün bunlara rağmen hiddetimi bir türlü yenemiyerek yeniden başlamak istediğim halde, o tavnnı hiç bozrnadan beni gözetliyor, hatta şaşılacak şey! gülüyor, elini omuzuma adamrt Cumhuriyetin Içtitnaî romanı: 24 Bütün kazandıklannı veriyor ve dur madan kaybediyordu. Nasıl oldu bil mem, gene ayni zamanda kalabalığın arasmda Haçı Toranın sırtlan gibi sın tan yüzünü farkettim. «Fakat bu re zalettir! herhalde kalmalıyım, mut laka mani olmalıyun» diye düşünürken hiddetimden dişlerim zangırdryordu. Hakikaten, o kendini göstermeden, yaprakların arasma sokulan bir yılan gibi çocuğa yaklaşmışü. Hemen yanıbaşm da, ayakta duruyordu. Kâğıdlar toplanırken benzinin küle dönmesinden, cebındeki son parayı verdiği anlaşılıyordu. GözJeri bulandı, bir noktaya dikilerek orada mıhlanıp kaldı. Bir aralık kalkmak için yaptığı bir kaç zayıf harekete rağ men, elleri titriyerek dermansız bir halde çöktü, etrafına bakmıyordu. Manyetize olmuş gibi yalnız ortada açılan, kapanan, yükselip alçalan kâğıd kümesine bahyor; ve artık bir ses dalgasile çevrili, Yazan: Hilmi Ziya bu oyun sarhoşlan içinde gözleri açık ölü gibi duruyoTdu. Öteki, fırsah kaçırmadan omuzuna dokundu; ve eğilerek kulağına bir şeyler fısıldadı. Delikanlı, ilkönce sanki hiçbir şey duymamış gibi ayni halde kaldı. Fakat az sonra canlandı, kmuldadı; yüzü pembeleşerek, gözleri parlryarak hemen ona doğru döndü. Öteki, gözleri yerde, mütevazi bir eski dost gibi agır agır elini cüzdanına götürürken, kendimi daha fazla tutamadım. Hiddetimden kıpkırmızı olmuş, yerimden fırlayıp yakasına sarıldım: Artık yeter, bu kadarı cidden rezalet! diye bağırdım. Bu beklenmedık hareketin karşısında ilkönce bütün oda donup kalmıştı. Olduklan yerde, kımıldamadan bize bakıyorlardı. Fakat ben ısrar ediyordum: Bu biçareyi kurtarmak isriyordun değil mi? dedim. (Ona mâni olmak için H a ! Evet, yanıldım. Arif Paşa.» Ta kendisi! Onu tanımazsınız. Daha dünkü çocuksunuz. Zaten nereden ta nıyacaksınız efendim... Bırakın bunlan, acı hanralarl. Hepsi masal oldu. Koca bir saltanat ta onunla beraber yıkıldı. Ah, ben hep söylerdim. Bir türlü dinle temedim. İATTCOSI var\