21 Eylul 1936 CLf HUK1KJV1 Tarihten yapraklar Türk Antrasîtini «O naneyi yiyen kaşığını da beraber taşır!» İhtiyar tiryakinin cevabı, tebdil gezen Hünkârı fena kızdırmış ve Sadırazam onu teskin sdinciye kadar akla karayı seçmişti Yüksek evsafına rağmen Kayseri Kombinası bir sene içinde 13 milyon neden bazı müesseseler metre kumaş dokudu, 2,5 milyonluk sipariş aldı kullanmıyor? . [Baştarafı 1 inci sahıfedel Merasime Istiklâl marşile başlanmışhr. İstiklâl marşından sonra fabrika müdürü Fazıl sık sık alkışlanan bir nutuk söylemiş ve beş senelik endüstri programımızın büyük ve %aheser bir muvaffakiyeti sayılan fabrikadan bahsederken demiştir ki: « En iptidaî teşkilâtlar içinde en modern bir sanayi kuran ve bunu pek az bir zamanda tebarüz cttiren Türklerden başka hangi millet vardır? Her sahada olduğu gibi endüstri sahasında da enerjimizi bütün cihan sanayiine karşı ispat ettik! Başta Atatürk olduğu halde bütün Şeflerimiz bize bu kıymetli müesseseyi emanet ederlerken biz Türk teknisyenleri bu emaneti Atatürk ve Kamâlizm şerait ve vasıflan içinde yaşattığımıza bugün iftihar edecek bir vaziyetteyiz.» Fazıl, bundan sonra fabrikanın tarihçesini ve faali/etini anlatmıştır. 28 ağustos 932 de Kayseriye gelen Sovyet ve Türk heyetleri fabrikayı burada işaret etmiş ye mayıs 934 te temeli atılmıştır. 3 aylık kısa bir zamanda meydana gelen fabrika 16 eylulde işlemeğe ve faaliyete başlamıştır. Fabrikanın tesisî kıymeti 7 milyon 200 bin liradır. Bır paranın 4 milyonu makinedir. Ayni zamanda bugün içinde çalışanları barındıracak bütün tesisata maliktir, ki bunun için 450 bin lira sarfedilmiştir. Fabrika tam bir yıl içinde 13 milyon Adi kok kömürünün içinde ancak yüzmetro kumaş imal etmiş ve 2 milyon 200 de 2 veya 3 nisbetinde idrojen olduğu halde Türk antrasitinde yüzde 10 a ka* dar idrojen bulunur. Bundan dolayı antrasit kömürü kokla mukayese edilemi cek derecede çabuk ve kolay yanar. Istanbul Defterdarlığmm yeni kadrosu Bu güzel kömürün verdiği kaloriye getamamlanmıştır. Maliye tahsil şubeleri de lince, koka nazaran yüzde 3550 fazladır. Ve kokun reaktivitesi 15 le 30 ara yeni kadrolanna göre vazifelerine başlasında olduğu halde Türk antirasitinin re* mışlardır. Defterdar Kâzımla muavini Cemal jubeleri teftiş ederek vergilerin aktivitesi 119 dur. süratle tahsili için tertibat almaktadırlar. Eğer bu vasıflar gözönüne alınacak ve Defterdarlığm ikinei muavinliğine taTürk antrasitile âdi kok kömürü bu gözyin edilen Balıkesir Defterdan bugünler den mukayese edilecek olursa Türk antrasitinin kok kömüründen daha pahah de şehrimize gelerek vazifesine başlıya • değil, birkaç misli daha ucuz olduğu caktır. Defterdar Kâzun bilhassa halkin şi meydana çıkar. kâyetini mucib olan mütekaid, eytam ve eramil maaş tevzi şubelerinin düzeltil mesine çalışmaktadır. Bina ve arazi vergisinin hususî muhasebeye geçmesi üzerine maliye tahsil şuKüçükpazarda Atbelerinin işleri bir hayli azalmıştır. Bunamataşı caddesin dan istifade edilerek maliye tahsil ubede 39 numaralı evleri bilhassa kazanc vergisine ehemmiyet de oturan Liman verecekler ve hazineye aid hakkın başkaşirketi gece bekçi lannın üzerinde kalmamasına çalışacaklerinden Zekeriy lardır. ^^. yanın 11 yaşındaki Zonguldak Sömikok fabrikasınm çı kardığı Türk antrasit kömürlerinin resmî daireler gibi bazı müesseseler tarafından satın almmaması son zamanlarda nazan dikkati celbetmiştir. Bu gibi müesseselerin bu eşsiz kömürden istifade edememelerinin sebebi sırf münakasa ilânlarında satın alınacak köîhür için sadece «kok» kelimesinin kullanılmasıdır. Bittabi şartnamelerde satın alınacak kömür için başka hiçbir vasfın konulmaması neticesinde biraz daha ucuz olduklanndan gazhane koklan tercih edilmektedir. Halbuki satın alınacak kömürlerde verdikleri kalori, bıraktıklan kül, içindeki su miktarı, kullanışh olup olmaması, kolayhkla yanabilmesi gibi vasıflann da aranması lâzımdır. Bu gibi vasıflar aranacak olursa, yerli antrasitlerin diğer bütün kömürlerden kat kat daha yüksek evsafta olduğu kendiliğinden meydana çıkacaktır. Türk antrasit kömürlerinin âdi kok kömürlerile mukayese edilemiye cek yüksek vasıfları şu şekilde kısa ve muhtasar ifade edilebilir. Kok kömürü küçük bir tabaka şek linde yakılamaz. Sobayı, yahud ocağı kömürle tamamile doldurmak lâzımdır. Halbuki Türk antrasiti bir tabaka ha " linde bile yanabilir. Sadece bu vasfın ne derece ekonomik bir fayda temin ede ceği meydandadır. Iftihar edilecek bir netice !l Su işi ama sudan iş değil! irya Apostol tarafından jŞişlide kurulan su atölyesinin nasıl basıldığını dünkü Cumhuriyet yazdı. Terkos borularından Taşdelen ve Karakulak suyu sızdıran bu usta iş adamınm şüphe yok ki şimdi ayağı suya ermiş, başmdan aşağı soğuk sular dökülmüş ve suya sabuna dokunmadan başarageldiğini zannettiği bu işin bir yudum suya benzemediğini anlıyarak suyu çekilmiş kuyuya benzer bir karanlığa boğulmuştur. Fakat hâdisenin görünüşü basit te olsa içyüzü hayli su götürür. Çünkü Kirya Apostolun sular karardıktan sonra akan sulan durduracak bir cesaretle atölyesinde Terkos suyundan taktir değil de imal ettiği Taşdelen ve Karakulak markalı bulanık sulardan umumî sıhhate bulaşan zarar, zannetmem ki, müsamahaya müsaid bir kemiyette olsun. Cesur adam, vaktile «ecsamı basit» ten sayılırken sonraları idrojenle oksijenden mürekkeb olduğu iddia olunan suyun bazan da biraz cesaretten terekküb edebileceğini isbat etmiş olmak itibarile belki orijinal bir harekette bulunmuştur. Gene o şimdiye kadar akar su, durgun su, tatlı su, acı su, süzme su, madenî su, nebatî su, hayvanî su gibi cinslere ve çeşidlere aynlan suya bir de yapma su ilâve etmekle birçok para canlılann ağzını sulandırmış olabilir. Hatta kılıca, elmasa, inciye su verildiği gibi yosunlu Terkosa da su verileceğini bilamel gösteren bu zata akar sulan durduran parlak buluşundan dolayı «aferin» diyenler de bulunur. Lâkin unutmıyalım ki su, ne ekmeğe benzer, ne havaya. Kuvvetli bir kuşak sıkımile boş midelerin açlığa tahammül kabiliyeti çoğaltılabilir ve havasız bodrumlarda gün geçirmek imkânı bulunursa da susuzluğu ağız şapırdatmakla gidermek kabil olamaz. Susuzluk, fiziyolojik bir yangındır, damarlan kurutur ve ancak su ile giderilir. Sonra suyun gerekli olmadığı hiçbir hayatî nokta yok gibidir. Yüz onunla, el onunla, ayak onunla, çamaşır onunla yıkanır. Yemek pişirmek için su lâzımdır. Îstanbulda su olmasa süt te olmaz. Bütün bunlar suyun şaka tarafı. Ciddî bakımdan Kirya Apostolun yaptığı i} incelenince sinirlerimizden sıcak su içinde kalmış gibi bir haşlanış duyacağımıza şüphe yoktur. Çünkü hastalara ilâç iyi su ile verilir, çocuklanmızın gıdalannı iyi tu ile hazırlamak gerektir, ihtiyarlarımıza bir yudum iyi su bir kadeh kevser gibi inşirah verir. Bunun aksi hastaları biraz daha mustarib, çocukları hastalığa müstaid, ihtiyarları müteessir etmek demektir. îşte Kirya Apostolun sudan elde etmek istediği kazancın tahlili budur. thtisab ağalannın cürüm ile ceza arasında gelişigüzel âdil bir nisbet aradıkları günlerde olsaydı Apostol, kötü suyu iyi su markası altında sattığından dolayı eşek sudan gelinciye kadar dayak yerdi. Adliyemizin bu nisbeti gerçekten âdil bir biçimde tayin edeceğine ve hastâlanmıza, çocuklanmıza, ihtiyarlarımıza ve üstelik lstanbulun o canım güzel sularına suikasd tertib edenleri uslandıracağına emniyetimiz vardır. bin liralık bir kıymet yaratarak bu paranın memleket içinde kalmasına sebeb olmuştur. Bir yıl içinde memurlarına 550 bin lira maaş ve ücret, hükumete de 400 bin lira varidat vermiştir. Fabrika bir yıl içinde (bir milyon sekiz yüz bin) liralık satış kaydetmiş ve iki buçuk milyon liralık ta sipariş almıştır. 2230 işçisi bulunan fabrika amelenin sıhhati için bir yıl içinde 16,500 lira masraf yapmıştır. 2230 işçi içinde yalnız 148 kadm vardır. Fabrikanın takib ettiği yeni programla gelecek sene kadın işçi adedinin bin olması tahmin ediliyor. Fazilın konferansından sonra fabrikanın açılış merasimine aid sinema gösterilmiş ve ijçiler tarafından bir de güzel piyes oynanmıştır. Piyesten sonra millî oyunlar oynanarak monologlar söylenmiş ve dans edilmiştir. Büyük bir sevinc içinde misafirlerini ağırlamakta olan Fazıldan intıbalannı sordum. Bana: « Bize emanet edilen devlet sermayesini Atamızm ve büyüklerimizin ver diği direktiflerle bugün ifa etmiş bir vaziyette kendimizi görmekle derin ve son* suz bir sevinc içindeyiz!.. Ve unutulmaz bir gece yaşıyoruz.» dedi. Fabrikanın büyük kantinini dolduran davetliler, sabaha kadar tatlı bir gece geçirmişlerdir. îkinci Sultan Mahmud, arasıra yarı eli görünürdü, arasıra da zırdeli gibi avranırdı. Eski tımarhanelerde gardian kamçısı delilerin sinirlerini yatış ırmakta nasıl müessirse bu muvaze esi bozuk Padişahı uslandıran da <Yedçeri» kelimesi idi. Bu kelimeyi duyar luymaz aklmı başına alırdı, hesablı sonuşurdu, tartılı adım atardı. Bu bü iik korku gitgide onda ruhî bir aksülânel uyandırdı, Yeniçerilere hücum etıiıek cür'eti yarattı ve nihayet tımar hane gardiyanmın kurşun uçlu kamçısını bir hamlede parçalıyan azgın bir deli gibi o da Yeniçeri ocağını söndürdü. Hiç şüphe yok ki Yeniçeriler onu alabildiğine korkutmasalardı bu cür'eti gösteremiyecekti. Korkudan cesur ol du, yıkılmamak için yıktı. îşte bu muvazenesiz adamın gülünc işlerinden biri de kılığını değiştirip gezmekti. Gerçi eski Padişahlardan da birçoğu bu şekilde dolaşmışlardı. Fa kat onların kendilerini belli etmiyerek halk arasında gezmelerinde maksad vardı. Meselâ Dördüncü Murad, yıllardanberi kökleşen isyan hareketlerini kökünden kurutmak için bizzat teces süsler yapardı, devlet aleyhinde söz söyliyenleri ve devlet yasağına karşı gelenleri elile yakalayıp gene elile boğardı. Onun tütün içilmesini yasak ettiği günlerde kale dışmda bir kahvehanede kepenkleri kapayarak çubuk tüttürenlere yaptığı iş, pek meşhurdur: Genc Murad, bir gece tek başına Edirnekapısma gitmiş ve salaştan bir kahvehanede tütün içildiğini sezerek içeri girmişti. Üstünde haydarî, başında mevlevî külâhı vardı. llkin çubuk içenlere bir şey demedi ve onlarm dağılmasın dan sonra kahveciyi çağırıp sordu: Tütün yasaktır, sen başmdan korkmadan nasıl olup ta burada çubuk içirıyorsun? Soru korkuncdu, düzme dervişin bakışı daha korkuncdu. Kahveci hain bir cellâd şivesile konuşan genc dervişi şöyle bir süzdü: Hele sen, dedi, bana söyle: Adın ne? Murad! Hanhğın da var mı? Var! Zavallı kahveci kiminle karşılaştığım anlamış ve hemen arkasıüstü uzana rak inlemişti: Hazırol, er kişi niyetine cenaze namazına! Sultan Mahmud ise bu gezintilerinde idarî, siyasî hiçbir maksad gözetmezdi. Gönül eğlendirmek fikrile bazan bal tacı kılığına girip dükkânlarda alışveriş ederdi, bazan bir kâtib kıyafetile Kâ ğıdhanede kebab yerdi. Bir gün gene orta halli bir tacir kostümü giyinmişti, yanına gene kılığını değiştirmiş olanSadrıazam Benderli Ali Paşayı da ala rak şehri dolaşmıya başlamıştı. Etrafa selâm vermeden, oturanları ayağa kalkmıya zorlamadan, kimseyi işinden alı koymadan hür ve meçhul dolaşmak hoşuna gidiyordu. Hele arasıra rasladığı beli yatağanlı, bıyıkları yataklı, kollan dövmeli korkunç Yeniçerilerin kendi sini tanımamalan içine sevinc veriyordu. Sadrıazamla o, sabahtan öğleye kadar dolaşmışlar, birçok alışveriş yapmışlar ve nihayet yorulmuşlardı. Artık saraya döneceklerdi. Hünkâr, deniz yolile donmeği tercih ettiğinden Yemiş iskele sine inmişler ve bir dolmuşa binmişlerdi. Dolmuş denilen kayıklar muayyen miktar müşteri almadıkça hareket etmezlerdi. Zaten taşıdıkları ad da sım sıkı dolmadan yürütülmediklerinden dolayı verilmişti. Halbuki Hünkârla Sadrıazamın bindikleri sırada kayık boştu, ister istemez belkemek lâzımdı. Üç, beş dakika sonra kayığa bir üçüncü müşteri geldi. Bu, ak kirpikli, sert bakışh bir ihtiyar olup îkinci Mahmudun yanına oturmuştu ve oturur oturmaz şal kuşağından kısa bir çubuk, beline asılı meşin keseden sarı bir genc kız saçı gibi nefis ve tel tel kıyılmış bir tutam tütün çıkararak çakmakla tutuşturduktan sonra ciğerlerine sindire sindire tüttürmeğe koyulmuştu. Tütünün rengine imrenen Sultan Mahmud, kokusunu duyunca enikonu yutkunur olmuştu. Ağzı sulanan sulana ihtiyara bakıyordu. Sonunda daya namadı, kayığın hareketi sırasında Sadrıazamın kulağına iğildi: Tütün, dedi, çok güzel. Heriften istesem, bir lüle de bana sunar mı? Benderli Ali Paşa, tiryaki ihtiyar ların titizliğini pek iyi bilenlerdendi, yavaşça cevab verdi: Bunların keyiflerine ilişilmez. Ağızları bozuktur. Mümkün ki efendimizi gücendirecek bir söz söylesin. Ne söyliyebilir?.. Olsa olsa ver mem, der. Ona da ben kızmam. Siz bilirisiniz amma ihtiyara sa taşmasanız iyi olur. Hayır, hayır. Şu tütüne çok imrendim. Bir nefes çekmezsem imrenece ğim. Kulunuzdan vebal gitti. Düşündüğümü söyledim. îrade sizindir. Bu muhavere sırasmda ihtiyar tir yaki de tütünü bitirmişti, lüleyi silkip temizlemiş ve çubuğu gene şal kuşak arasına sokmuştu. Dolmuş ta Yemişten Bahçekapısı istikametine doğru süzü lüp gidiyordu. Sultan Mahmud işte o anda yüzünü ihtiyara çevirdi: Babalık, dedi, tütünün çok güzeL Mis gibi kokuyor. Ayıb değil a, imrendim. Bir lüle verirsen çok memnun olurum, seni de memnun ederim. İhtiyar, ak kirpiklerle kapalı gözlerinl şöyle bir açtı, tacir kılıklı hünkârı SAHIR OZEL Defterdarlık kadrosu tamamlandı Kıymetli ve çalışkan bir Müddeiumumî Malatya (Hu susî) Malatyada Adliye işleri bü yük bir intizam içinde yürümekte dir. Malatya Adli yesinin bu muvaf fakiyetinde en bü yük hisseyi vilâye tin genc ve çalış kan Müddeiumumisi Göktekin Onaya ayırmak lâzımdır. Bu değerli hukukşinas bir muavini e ko * ca vilâyetin ve sekiz kazanın adli işlerîni aksamadan idare etmektedir. Malatya Müddeiumumisinin bu muvaffakiyetini kaydederken şurasını da işaret etmek isteriz: Adana Vilâyetinin iki kazası olduğu halde Adana Müddeiumumisinin dört muavini vardır. Halbuki Malatya sekiz kazalıdır ve bura Müddeiumumisinin ancak bir muavini vardır. O da şimdi askere gittiğinden yalnız başına kalan Müddeiumumî işlere yetişmek için vücudünü yıpratırcasına çalışmaktadır. Malatyada Adliye işlerinin daha çok sürat ve intizamla idaresi için bura müddeiumumîlik kadrosuna iki muavin ilâvesi çok faydalı olacaktır. Bu hususu Adliye Vekâletinin de nazan itibara alacağını ümid ederiz. On bir yaşında bir çocuk daha kayıb oğlu Zeki geçen cumartesi gününden beri kaybolmuştur. Zeki, geçen cumartesi günü saat on raddelerinde evden Kaybolan Zeki çıkmış ve bir daha eve dönmemiştir. Dokuz on gündenberi, gerek zabıtanm ve gerek çocuğun babasmın yaptığı tahar riyat bir netice vermemiştîr. uzun uzun süzdü ve şu sözü söyledi: O naneyi yiyen kaşığını beraber taşır! İkinei Mahmud, iliğine kadar kızarmış ve kızmıştı, karaya adım atar at maz ihtiyar tiryakiyi boğdurmayı ka rarlaştırarak homurdanıyordu. Ben derli Ali Paşa bu haksız kızğmhğı gi dermek Için akla karayı seçti ve ter içinde kaldı, lâkin sonunda tiryakinin hakh olduğunu, tütün sevenlerln çu • buklarını beraber taşımalan lâzım ge leceğini Hünkâra kabul ettirdi. Onun merdce müdahalesi olmasaydı tiryakl ihtiyarm kellesi, hiç şüphe yok, uça caktı. Kin yüzünden bir cinayet Vak'a yerine Müddeiumumî muavin Tanınmif, bir Rus muharriri lerinden Edib giderek tahkikat yapmış öldü ve cinayetten sonra köy kahvesine gelePrag 20 (A.A.) Rus muharrirleri rek soğukkanhlığmı muhafaza eden Ib nin en kuvvetlilerinden olan Nassili rahim itirafta bulunmuştur. Kara îbra • Memirovitch Dantehenk, 92 yaşında olduğu halde ölmüştür. him tevkif olunmuştur. birlerine sokularak, arasıra firarî buse lerle öpüşerek Büyükdereye, yahud Yeşilköye kadar gidip gelmekten de vaz geçmişlerdi. Sanihanın teklifi üzerine Ercümend, Beyoğlunun üçüncü sınıf o tellerinden birine yerleşmişti. Ercümend, onu yakın akrabasından bir hanım ola rak oteldeki odasında kabul ediyordu. Zavallı Saniha, ya Tepebaşından îngiliz sefarethanesine doğru, yahud da Galatasaraydan Tepebaşma doğru tramvay caddesini takiben otele gelirken korka korka etrafına bakar, bildik kimse tarafından görülmediğine emin olduktan sonra, kendini otelin kapısından içeri atar dı. Ercümendin odasına girdiği vakit korkudan ve halecandan yarı baygın bir halde şezlongun üzerine uzanır, çarpan kalbi sükunet buluncıya kadar yatardı. O vakit Ercümend, sitem ederdi: Nekadar ihtiyath, nekadar korkak oldun? Beni gittikçe daha az sevdiğini bu halinden anlıyorum. Sanihanın daha az sevdiği Ercümend değil, bu otel odası idi. Yeşilköydekî oda, daha sade, daha fakirane bir oda i* di, amma tertemizdi, aydınlıktı. Bu karanlık ve küf kokan otel odası ise ma nasız ve zevksiz eşyasile Sanihanın gözü* ne batıyordu. Bitişik odalarda her mil letten yolculann konuşmaları ve camlı kapının Öte tarafındaki koridorda gar sonların ayak sesleri ve bağırışmalan i§itiliyordu. Saniha, bu odanm ucuz ve bu ucuzluğun Ercümendin kesesine uygun gel diğini bildiği için, sesini çıkarmıyor, buradan istikrah duyduğunu genc zabite söylemiyor, söyliyemiyordu. Çünkü ömrünün büyük bir kısmmı bundan çok daha fena yerlerde geçirmiş ve konfora ahşmamış, olan Ercümend, bu miskin otel odasını pek iyi buluyordu. Sonra, Ercümendin ruhunda garib bir değişiklik olmuştu. Bursada geçirdiği mezuniyet günleri, sanki onun ateşini sön dürmüştü. Saniha, şimdi genc zabitte, ne Payastaki cüretkârlığı, ne de îstanbula ilk geldiği günlerdeki haşin canlılığı gör müyordu. îskenderun körfezi kıyılarında iken Ercümendin ağzından kaçırdığı bazı argo sözler, orada adeta hoşuna gider* ken şimdi, îstanbulda, samimî sevişme anlannda Sanihaya diken gibi batıyordu. Sonra, Ercümendin bazı düşüncele rini, Saniha göreneğe bağlı, geri fikirler addediy "•'•"« var] Bursa (Hususî) Çağlıyan kö yünde kjn yüzünden bir cinayet olmu tur. Ali oğlu Bayram adında biri kom • şusu Kara îbrahimle ötedenberi geçknsizdir. Hatta Bayram, îbrahimin evin den hırsızlık yaptığı için bilmuhakeme 4 ay hapse mahkum edilmiş ve cezasmı da çekmiştir. Bayram bu yüzden Ibrahime büsbütün düşman kesilmiş ve onu öldür mek için fırsat kollamağa başlamiştır. Bayramın bir tabanca edindiğini haber alan Kara İbrahim komşusundan bir Al~ man mavzeri tedarik ederek gece tarlaeına gidecek olan Bayramı dere içinde beklemiş ve Bayram, elinde bir Kara dağ tabancası olduğu halde derenin kenarından geçerek tarlasına giderken Kara İbrahim mavzerile göğsünü nişanlayıp ateş etmiş, Bayram derhal Ölmüştür. Şehrimize gelen Slav doktorlar Dün sabah, Bulgar bandıralı Çar Ferdinand vapurile şehrimize 160 Slav doktor gelmiştir. Misafir doktorlar, Etibba Odasından bir heyet tarafmdan merasimle karşılanmıştır. Slav doktorlar şehrimizde iki gün kalacaklardır. M. TURHAN TAN H: Kütahya Jandarma okulu dördüncü bölük öğretmen onbaşilarmdan Sivri • hisarlı Kâmile: *Viyana Dönüşü» tefrikası hdkkında gösterdiğiniz dlâka, beni gerçekten mtiteşekkir etti. Bu eseri beğenenler çok • * tur, hem de pek çoktur. Fakat sizin gibi candan alAka gösterenlerin yazılandır ki beni bahtiyar ediyor. Tefrikanın kitab haline konulması kararlaştınlın ca gazete ile llân olunmcst tdbiidlr. M. T. T. "Cumhuriyet,, in tefrîkası Büyük annemin ölümü üstünden daha iki hafta geçmeden evlenirsem ayıb olur, dedim. Sö'z keselim, nikâh kıyalım, düğünü sonra yapanz, diye tutturdular. Bu ısrar karşısmda kızdım, ben evlenmiyeceğim diye bağırdım. Hepsi müteessir oldular, ağlaştılar. Hernedense, Saniha, bugün Ercümendin konuşmasmdan zevk almıyor, «o Payasta hiç te böyle değildi; böyle dedikodu kabilinden sözler etmezdi» diye düşünüyordu. Hakikatte onun evlenme bahsini dinlemeğe tahammül edemiyordu. îstirahat için lâmbalar yandığı zaman, gözgöze geldiler. Ercümend, o gün, gene sfvil giyinmiştî. Bursada diktirdiği yeni kostümünü de ona yaraşmamış buldu. Zaten sivil elbi«e, ekseri askerlerin olduğu gibi onun da bütün cazibesini alıp götürüyordu. mesine, Sanihanın büyük bir şöhret kazanmasına o kadar az ehemmiyet veriyordu ki genc kadın müteessir oldu. Kendi kendine: «Ne garib, iki sevgilinin birbirinden bu kadar ayn düşünce ve meşgaleleri olabilmesi ne garib! Onun matemi beni Abidin Daver DAV'ER müteessir etmediği gibi benim muvaffa«Sivil kıyafete girince omuzlan da kiyetim de onu alâkadar etmiyor» diye fikirleri gibi darlaşmiş; yüzü de, o ço düşündü. cukça şirinliğini kaybetmiş. Payasta sevZaten, delice sevişme saatleri, endişediğim genc mülâzim, bu muydu?» diye siz ve düşüncesiz saadet anlan, bir daha düşündü. Filim tekrar başlaymca, bu defa da tekerrür etmek imkânı kalmadan geçip Saniha, ona üzüntülerini ve son günlerin gitmişti. hâdiselerini anlattı. Romanının gazefe Saniha, berberden veya terziden çıktarafından beğenildiğini, reklâmlar için tıktan sonra, evde bekliyen kocasına resmini istediklerini, edebî bir şöhret ka dönmeden evvel yorgun ve nefesnefese zanmak üzere olduğunu söyledi. Ercümendi görmeğe geliyordu. Vakit Meşhur bir romancı kadın olmağa kaybetmemek için artık uzak yerlere gitehemmiyet verdiğim yok, dedi. Fakat miyorlardı. Saniha görülmekten korktuşöhret kazanmayı senin için istiyorum ğu ve kalabalık Beyoğlu caddesinde sevgilim. Ismim, beni tanıyan arkadaşla hep birbirine benziyen, yiyecek gibi kennnın kulağına kadar gitsin ve sen de be disine bakan insanlar arasında, Ercümennimle iftihar edesin, diye meşhur olmak di a'ramaktan sinirlendiği için, artık GaIatasarayın kapısı önünde veya sinemalaistiyorum. Ercümend, bu sözleri dalgın dinliyor nn intizar salonunda birleşmeği de isteve sevgilisinin yazdığı romanın, memle miyordu. Otomobille elele ve omuz omuza, birketin en büyük gazetesinde tefrika edil Hamamda boğuldu Bursa (Hususî) Ortapazar ma hallesinde oturan çoban Bekirin kamı Zekiye Kaynarca hamamında yıkamr ken dikkatsizliği yüzünden 9 yaşındaki çocuğu Ahraed suya düşerek boğulmuştur. Son Mektub Feridun Otmanın Yurd hihâyeleri .ıtemleketten haklkf rmnk v« koku getlren bu kOçOk hlkfly* kitabını okuyunuz. H«r y«rd« bulunur. Fiatı 40 Krş. Klod Aneden Fethl Varal ve Feridun Osmanın çerirdlkleri bu çok cazib a?k romanı mevsimin en güzel eseridir. Okumalısmız. Gene Rus Kızı Arlan