1 Eylul 1936 CUMHUKıibT Dostluğu perçinliyen şenlik Balkan festivalinde samimî saatler Dört milletin genc çocukları bir arada kaynaşmış, şarkılar söyleyip, oyunlar oynuyorlardı îstanbul «kırk gün kırk gece> şen likleri yaparken talih beni 30 gün ts tanbuldan uzak yerlere sürdü. Şenliklerin sonu Balkan festivallerile bitiyor. Talih bunu da benden esirgemişti. Bütün Balkan milletlerinin millî oyun ve danslarmı, şarkı ve eğlencelerini memleketlerinde ayrı ayrı seyretmiş olmaklığıma rağmen İstanbuldan kımıldamadan bunları toplu bir halde görmek fırsatını bir daha nerede ve ne vakit bulacaktım? Arkadaşların «bu yağmurda kimse bulunmaz, belki festival programı bile icra edilmez...» tarzındaki arzu ve keyif kaçırıcı sözlerini dinlemedim gittim. Şö^w fcçndi başıma oturacaktım. Bütün tafsilâtile görecektim ve dinliyecektim. Duyduklarımı, işittik lerimi mümkün olursa ,benim geçen eeneki gibi festivalden mahrum kalanlara anlatacaktım. Gazetelerin yaptığı gibi herşeyden bir nebze bahsetmiyecektim. Festivalin bir kısmım olsun tafsilâtile okuyucularımın gözü önüne getirmeğe çahşacaktım. Boş bulacağım dedikleri yer burası mıydı? Yağmura karşı üstü ancak dümdüz gerilmiş muşambalarla kapalı kısım bile hıncahmç dolu! Tamamile kapalı ve mahfuz lokanta ve kazino kısmım artık tasavvur edebilirsiniz! Daha gündüzden ısmarladığım masam başkalan tarafından «işgal> edilmiş. Saatlerce ayakta kalmak ve oturanlara engel olmamak için yavaş yavaş ta nihayetlere atılmış bulunmak korkusile şaşkın şaşkm etrafa bakmırken «hal den anlar> metrdotel imdadıma yetiş ti: tBu masa, şu masa diye çatma za • mam değil, ne bulursak razı olun...» sözlerini söylemedi amma bir bakışla bunları bana anlattı ve bir masa verdi. İnanılmıyacak bir haber IBaştarafı 1 inci sahifedei Cumhuriyetin büyük Avrupa anketi IBaştaraft 1 inci sahife'del sız mahallede, bir yabancıya tesadüf etmek bile güçken bir tanıdığa kavusmanın harikulâde bir şey olacağını bana ihtar edip duran garib bir sessizlik içindeyim. Sol tarafımdaki bir raf üstünde propaganda broşürleri ve yüzlerce beyanname desteleri görüyorum: Faşizm aleyhindeki muayyen edebiyatın hulâsaları. Bunlardan birini çektim. Belki de misafirlerini bu yazılan okumağa mecbur etmek için ev sahibinin hesablı bir gecikme ile henüz ortalarda görünmediğini ve bu yüzlerce sahifeye göz gezdirmek için kaç saat beklemeğe mahkum olduğumu düşünüyorum. Derken, tiyatro perdesi gibi iki yanlara açılan kübik bir kapının orta aralıgında, en hafif bir gürültü ile bile yaklaştığını haber vermiyen siyah bir hayalet belirdi: M. Leon Pierre Quint, siyah bir kostümün, yakasmı yukarıya doğru kıvırdığı bol ceketi içinde gevşiyen vücudile bana bir rehavet mazereti getiriyor gibiydi. Ona yaz ve gün ortası, elbiseleri arasında bu rengi tercih ettiren matemi biliyorum. Kendisini dünyaya getiren en aziz kadını pek yakında kaybetmişti. Onu itizar ve beni de taziye eleminden kurtaran kelimelerden sonra, îstanbul üstüne konuştuk. Mecmuanız, «Kültür Haftası» nasıl gidiyor? diye sordu. Celine'in «Mort â credi» sinden çok bahsediliyor. Henüz okumadun. Kendisile görüşmek te istiyordum. Fakat bir doktor olduğu halde sinirleri pek hasta imiş. Evine kapanıyor ve kimse ile görüşmüyormuş. Bununla beraber bazı dostları bana onunla bir mülâkat temin edeceklerini söylediler. M. Pierre Quint, masasmın üstünde duran kitabı açarak sahifelerde beyaz kalmış bazı yerleri bana gösterdi: Evet, dedi, bakınız, bunlar tabi tarafından sansür edilmiş müstehcen yerlerdir. Sinirli ve çok spontane yazılan bu kitabm uyandırdığı aksülâmel belki bundandır... Kitabın Fransa cümlei asabiyesinde büyük bir teşevvüse delâlet eder gibi görünen, ilcaî, savuruk, başıboş ve çok dinamik ibarelerine bir göz atarak başımı salladım. Cumartesi günü orada tanıdığım profesör M. Georges Bonneau hem Fransız ve hem de Japonya Üniversitelerinin edebiyat doktoru, Kyoto Üniversitesinin sabık profesörü ve Fransız Japon Enstitüsünün müdürü idi. Japonyaya dair yazılmış ve Japon Akademisi tarafından tetviç edilmiş eserlerini de ev sahibine hediye etmek için getirmişti. Bunlardan tabi Paul Geuthner tarafından basılmış, «Japon şiirinin antolojisi »ismindeki esere göz gezdirdim. Norveç Hariciye Nazırımn mütenakız iki beyanatı Bir eser niçin basılır? n dördüncü asırda yetişen kıy metli bir Türk vardır. Kadılık" tan vezirliğe, vezirlikten sultanlığa yükselmiştir. Bu, diyelim ki, baht işidir. Fakat o değerli Türk Osman oğullarına, Mısır Padişahma ve... Aksak Timure karşı koymaktan geri kalmamıştır, bileği kolayca bükülecek bir adam olmadığını onlara da kabul ettirmiştir. B cesur adam ayni zamanda alimdir, Islâm âleminin her yanmda okunmuş eserleri vardır. Sonra şairdir, Mister Kip gibi kılı kırk yaran bir edebiyat tarihçisi onun şiirlerini Türk dili bakımından son derece dikkate değer buluyor. Arab edebiyatı ile uğraşanlar da gene onun arapça şiirlerini pek kuvvetli bedialardan saymaktadırlar. Meşhur Arabşah oğlu, bu yaman Türkten bahsederken şöyle diyor: «Alim, fazıl, kerim, takrirde muhak" k'.k, tahrirde müdekkik, edib, zarif, şair, sahi, cesur bir ulu kişi idi. Eline geçeni yoksullara dağıhrdı ve nekadar çok ih san ederse o kadar sevinc duyardı.» *** Sıvasta «1380» den 1399 yılma kadar ultanhk eden Kadı Bürhaneddin Ah medden bahsetmek istiyorum. Kudretli bir devlet adamı, mahir bir kumandan, cesur bir asker, kuvvetli bir şair, yüksek bir alim olan bu adamın hal tercümesini en iyi yazan Isterabadlı Erdşiroğlu Azizdir. Ondördüncü asrın ikinci yarısı içinde Anadoluda geçen ve Türk tarihine taalluk eden birçok hâdiselere de temas ettiği için bu hal tercümesinin büyük kıymeti, büyük ehemmiyeti vardır. Ne yazık ki Aziz, eserini fars dilile kaleme almıştır, o dili bilmiyenlere eserindeki hakikatlerden zevk almak imkânını vermemiştir. Osmanlıhk devrinde Erdşir oğlunun Bezmürezm adını taşıyan bu çok değerli eseri îstanbul kitabhanelerinin tozlu raf arında uyudu, kaldı. Eski Müze Müdürü Halil Ethem, tarihçilerden Tevhid ve Amasyalı Hüsameddin gibi ilmî eserlerin kıymetini bilen yurddaşların gazetelerde kopardıkları Vaveylâya rağmen Bezmü rezmin yüzüne bakan olmadı. Kitabm heder olmaktan kurtulmak saati ancak Cumhuriyet devrinde çaldı, Türkiyyat Enstiüsü takdire değer bir hamle ile bu nefîs eseri bastırdı. Fakat tahsisat mı kâfi gelmedi, iyi müercim mi bulunmadı, ne oldu, bilmiyo rum, Bezmürezmin türkçe tercümesi ashn yanma konamadı ve bu sebeble de eserden herkesin istifade etmesi temin oluna madı. Ben Babıâli caddesinden geçtikçe şu veya bu vitrinde sekiz yıldanberi müjteri bekliyen Bezmürezm nüshalarını gamh gamlı seyrederim, o büyük boyunlu kitabarı, kolayca tedavi olunacak dilsizlere :enzeterek üzülürüm. Ayni zamanda halkın okuyamıyacağı, anlıyamıyacağı bir eserin niçin basıldığını kendi kendime so* rar durum. • * • u Davetsiz misafir Daha oturmağa fırsat bulmadan Be lediyemiz Turizm şubesinin cevval ve sempatik müdürü Kemal Ragıb bileğime yapıştı. «Ben seyyah değilim, turist değilim, festival artistlerinden deği lim...» dedim. Para etmedi. «Aramıza geleceksin» diye beni sürüklemeğe başladı. Bileğimi nasıl olsa bu kuvvetli sportmen elinden kurtaramıyacaktım. <Mücadele» yerine «itaat> etmeği da ha kârh buldum. Sağımızda, solumuzda çok sıkışık iskemlelerinde bir tek boş yer bulunmıyan upuzun sofralar arasından geçiyoruz. Sağda birincisi siyahlar giyinmiş resmî sofra. Valimiz, davetlileri, Be • lediye erkânı... Bilek acısına dayanarak rehberimi kuvvetle Üerİye Ittim, bir adımda uzaklaştık. îkinci sofra sl yah ve açık renk giyinmişler sofrası. Diğer davetliler ve gazeteciler.. Yarı resmî sofra. Ne davetliyim, ne gazeteci. Burada da işim yok. Hızh bir iki adımla burayı geçince önüme rengârenk çiçekli bir masa geldl. Sofra üstünde çiçek var mıydı, yok muydu, pek ha • tırhyamıyorum. Fakat oturanlar bütün sofrayı bir buket çiçek haline getirmişler... Kırmm, mavi, yeşil, mor, beyaz siyah.. Hertürlü renklerde millî elbiseler giymiş esmer, kumral, sanşm ki2 lar ve erkeklerin sevinc, neş'e, şetaret kaynaşan bir sofra... Tam başında da boş bir iskemle. Kemal Ragıba: «Aman beni burada bırak> dedim ve bileğimi kurtardım. Oslo 31 ( A . A . ) Dış Bakanı M. Kobt, Osloya avdet etmiş ve Sovyet elçisinin Troçkinin ikameti hakkmdaki be yanatından ve Cenevrede, tethişçiliğe karşı beynelmilel muahede yapılmasına demesi kâfi geldi. Ötesini, sofra başında oturan ve derhal ayağa kalkan çok dair cereyan eden müzakerelerden bah sevimli bir zat yaptı: Doktor, profesör... sederek demiştir ki: «Norveç bu kabil bir muahedeye işti diye ismini söyledi. Ben de kendi is tnimi verdim. Tabiî ne o benimkini, ne rak ed/cektir. Maamafih, Norveç, mesede ben onunkini birden anhyamamak leyi, beynelmilel hukuk cephesinden ve la beraber anlamış göründük. Birbiri Sovyet Rusya ile dostluk münasebetlerimize gülümsiyerek oturduk. Oturduk amma bir yabancımn gelmesile de sof nin noktai nazanndan mütalea edecek tir.» ranm neş'esi kaçtı. Düştüğüm güç vaziyetten kurtulmaLondra 31 (Hususî) Norveç hü nın, benim gelmemle kaçan eğlence ve kumeti Troçkinin tardı hakkmda Sovyetşetaretin tekrar dönmesi çarelerini dülerin notasına cevab vermeğe karar ver şünürken şöyle etrafıma göz gezdir miştir. Hiikumet bu hususta bugün kat'î dim: Solumuzdaki masada beyazlı, siyahh karannı verecektir. millî elbiseler giymiş Bulgar dostların Diğer taraftan, Norveç Hariciye Naheyeti. Muntazam ve ciddî duruşla rın gazetecilere demiştir ki: rından profesyonel olduklan belli. Ni« Norveç hürriyete riayet eden bir tekim daha sonra öğrendim: Bu san'atkârların hepsi bir mektebin talebesi memleket olduğu için siyasî mültecileri imiş. Daha ilerideki Rumen dostlarımı kabul etmek siyasetinden ayrılamaz.» zm heyeti de başka bir biçimde olmakHariciye Nazınnın bu beyanatından la beraber gene beyazlı siyahlı üniformalarile disiplinli bir şekilde oturuyor anlaşıldığma göre, Norveç hükumeti lar: Onlar da millî danslar için yetişti Sovyetlerin talebini kabul etmek niyetinrilmiş meslekten san'atkârlar. de değildir. Arkamızdaki üç dört masa kendi Norveç, Savyetlerin teklifini memleketlerinde, candan eğlenen, güred mi etti? len hep Türk çocuklarile dolu: Mavl, yeşil, siyah, beyaz.. Bütün Türkiye ikLondra 31 (Hususî) Norveç hülimlerinin yetiştlrdiği çiçeklerden nü kumeti Troçkinin tardına dair Sovyetle mune renkler.. Genc Türk kızlan ve rin talebini reddetmiştir. Norveç hüku erkekleri.. Biraz sonra oyunlar başlıyacak: Bul metinin bu karan üzerine Troçki bundan garlar, Rumenler, Yugoslavlar ve lonra da Norveçte ikamet edebilecektir. Türkler ayrı ayn hünerlerini göster Valnız hangi şehirde ikametine müsaade dikten sonra bu muhtelif memleket ve iklimden gelen fakat dost olan millet edileceği daha belli değildir. Son hâdisc lerin çocukları aralarmda kaynaşacak lerdenberi Troçki evinde mahpus bulunlar, birbirlerini tanıyacaklar, Balkan tnaktadır. milletleri dostluğuna nişane diri bir Mm. Ozerskynin sözleri buket çiçek vücude getirecekler... Londra 31 (A.A.) Madam OzersMasalarmda misafir bulunduğum Yugoslav heyetinin reisl muhterem ve ki, M. Ozerskinin geri çağırılmasının Sovteki profesör benim sıkmtımı sezmiş, yetlerin yaptıklan siyasî tasfiye ile alâ dil ve lisan eksikliğini «hareket» le tekadar olduğu hakkmdaki rivayetlerin doğlâfi etmeğe karar vererek cebinden portföyünü çıkardı. Kartdövizitini ver ru olmadığını gazetelere söylemiş. ve de* miftir ki: di: Dr. ILIYA A. PRZIC Professeur agrege a la. Facuite de Drolt B«lgrad 40 HadBl Melentljeva Bunu kendî yazımıza ve dilimize çeviriyorum: Dr ILIYA A. PRJIÇ Hukuk Fakültesinde Profesâr Belgrad» 40 Htci MelentlyeV» « Kocam bana evvelki gün telefone etmiş ve bugün tayyare ile Londraya. gelecegini haber vermiştir.» Gömböş çekiliyor [Battarafı 1 inci sahifedei M. Gömböş dün akşam Magytetenyden avdetle gazetecilere tsalı günü hâdiseler cereyan edeceğini» söylemiştir. M. Gömböşün sıhhî sebeblerle istifa edeceği yahud muvakkat bir zaman için mezuniyet alacağı henüz malum değildir. Harbiye Bakanmm derhal tayin edilmesi melhuzdur. Harbiye Bakanlığına M. GÖmböşün eski hususî kalem müdürü M. Charles Bartha getirilecektir. Ttrctiman ve mihmendar Aramızda şu <Haci» kelimesi olsun bir yakınhk, tarihî bir hatıradır. Ne olursa olsun pek çetrefil de olsa dillerini biraz anladığımı gSstermeğe karar verdim. Ben de kartımı verirken îsim ve adresimin nasıl okunacağını kendi lisanlarında anlatmağa ve telâffuz et • meğe çalıştım. Profesör sevîncle ayağa kalktı: Di başladı. Ben içimden bir «oh> çekelimizi biliyor, diye beni bir daha sofra rek iskemleme oturdum. Profesör Prjiç heyet azasının isimlehalkına takdim etti... Daha müşkül bir rini söyliyerek tanıttı. Erkek, kız, hepsi vaziyete düşmemek için muhterem profesörün sozünü kesmeğe mecbur ol Üniversite talebesi.. Ben de size tanıtdum. Kızararak, sıkılarak • ve ne sak mak isterim. Çok enteresan bulacak • hyayım terliyerek «bilmiyorum, fakat sınız: Plâtin saçlı, ince yapılı güzel, biraz anlıyorum» tarzında birşeyler Sloven kızı kimya farmokologu talebesi... Uzun boylu ,geniş omuzlu deli söyliyebildim. Hepsi bir ağızdan: Mükemmel.. Mükemmel... dedi • kanlı edebiyat ve felsefe talebesi.. Hepsini saymak uzun sürecek. Yarına Yugoslav heyeti ler. Takdim merasimi olarak Kemal RaŞarab kadehleri • gene hep birden bırakalım. gıbın «Yugoslav dostlarımızm heyeti» havaya kalktı. Neş'e, şetaret tvdete V. BIRSON *m Abidin Daver DATER Eğer, kendi yorgunluğu, neş'esizliği, Yann Seyrisefain vapuru varmış. Onunla Ercümendin meziyetlerini anlamasına Îstanbul yolunu tutuyoruz. ve onun aşkından sıcak bir zevk duy masma mâni olduysa kusur ve kabahat, Toros lokantasmda yedikleri akşam genc zabitte değil, kendisinde idi. yemeğinde Ercümend de vardı, pek neş'eli idi. lştahı o kadar açıktı, o kadar çok Böyle düşüncelerle ağır ağır yürürken yemek yedi ki Saniha, onun adeta obur korna sesleri işitti. Gelen Süha idi. Sani lğuna hükmetti. hayı görünce hemen otomobilden atladı Genc zabit çocukça bir ısrarla: ve karısına doğr koştu. Böyle yaptığı va Motosikletle kırlarda dolaşmak inki değildi amma bugün neş'esi üstünde sanın iştihasını açıyor, diye tekrarlıyor ve idi. bu sözü her söyleyişinde Sanihaya yara Beni karşılamaya mı geliyordun Sa maz bir çocuk gibi göz kırpıyor, fakat niciğim? Ne iyi, ne iyi! Söyle yavrum, onu sinirlendirdiğinin farkına varmıyordu. bensiz çok sıkılmadın ya? Ben de biran Yemekten sonra, deniz kıyısına doğru evvel dönmek için acele ettim. Seni gö yürüdüler. Süha, mekteb arkadaşı Fuatürmediğime de pişman oldum. Seni yal din koluna girmiş, gördüğü pehlivan ve nız bıraktığım için üzüldüm. Sen de ya* deve güreşleri etrafında onunla müna nımda olsaydın, muhakkak daha çok eğ kaşaya dalmıştı. Kendi beğendiği bir lenirdim. Haydi yavrum atla otomobile, pehlivanın rakibine yenilmediğinde ısrar şoyle yanıma otur. Sana bir müjdem var. edip duruyordu. "Cumhuriyet,, In tefrikuı 53 O, böyle inadlaştığı zaman kansım değil dünyayı unuturdu. Ercümend fırsattan istifade ederek Saniha ile yanyana yürüyordu. Kadma sordu: Neniz var? Mahzun görünüyor smız? Yoksa artık beni sevmiyor musu nz? Acı ve müstehzi bir tebessümle mü lâzimin yüzüne baktı ve kocası duymasın diye yavaş sesle cevab verdi: Paşa hazretleri, efendimizi nasıl sevmem ki... Ben şimdi, artık sizin esirinizim, cariyenizim. Biliyorsunuz ki bugün hiçbir kadmm kendini kurtaramadı gı... Bir an durdu; devam etmekten uta nıyordu; sonra isyan eder gibi devam etti: Hiçbir kadının kendini kurtaramdr ğı erkek tahakkümü altına girdim. Esaret damgasını dudaklarımz ağzıma ya pıştırdı. Ercümend, hayretle ona baktı: Nekadar anlaşılmaz ve zalimsiniz Saniha! Fakat bu acı sözlerinizden dolayı size gücenmiyorum. Bugün bana yaptı ğınız lutuftan, fedakârlıktan sonra, size hiçbir zaman, asla danlamam. Ne ister Baştaraflarda, dodsitsu ismi verilen, Kendisini bilmukabele taziyet beyan yirmi altı heceden mürekkeb ve dört mısetmeğe mecbur bırakmamak için, mecmu rah bir Japon halk şiirine örnek olarak anın elim akıbetini haber vereceğv*! yer şu manzume vardı: de «fena değil...» deyip geçtim. ŞahısTori mo hara hara lardan ve hâdiselerden bahsettik. TürkiYo mo hono . bono to Kane mo narimasu ye aktüalitesine aid birçok küçük teferrüTera dera ni atı çok iyi biliyordu. Hayretimi gizlemedim. Parise anket yapmak için geldiğimi Tercümesi: ve muhatablanmda şöhretten ziyade saHorozlar ötmeğe başhyorlar; mimiyet aradığımı söyledim. Oece açumaya bafhyorı Çan çalıyor Zaten, dedi, şimdi Pariste meşMabedden mabede. hurların çoğu da yoktur: Gide Rusyada; akademidckilerin belki hepsi de sayFakat bu manzumenin şiiri göründüğü fiyede ve seyahatte; fakat, isterseniz si kadar basit değilmiş. Japoncasında her zi Malraux ile Max Jacobla ve diğer ba sesli harfin, her sessiz harfin, her hecenin zılarile görüştürebilirim. Daha evvel, cu başka bir dile nakli imk&nı olmıyan ayrı martesi günü burada bir öğle yemeği yiye bir ifade kıymeti varmı?. Îkinci sanrda lim. Profesör Georges Bonneauyu tanı O harfinin sağır tınneti, birinci mısradayınız. Japonyada Kyoto Üniversitesinde ki A harflerinin parlak tinnetlerile rnüjkürsüsü vardı ve oraya dair birçok eser delenen gündüze yerini terketmeğe hazırler yazmıştır. lanan gecenin son taarruzunu hissettiriyormuş. Birinci satırda harahara keli• Teçekkür ederim. İspanya hâdiselerinin Fransada akis meleri, kulağa horoz ötüşünü getiriyor ve leri olup olamıyacağını sordum, «zanne son mısra da çan seslerini andırıyormuş. M. Georges Bonneau, bize, Çin idederim...» dedi ve Avrupanm her taraogramlarma hususî ve müstakil bir fonefmda, nasyonalizmin taJıminin fevkında tik kıymeti veren ve onları eski manalayayıldığmi söyledikten sonra: • Öyle bulmuyor musunuz? diye nndan ayıran Japon yazısından, alfabesinden de bahsetti. Itiraf edeyim kı ben sordu. bu muamma etrafında sÖylediklerinden Pariste öyle görünmüyor, dedim, çok bir şey anlamadım. Japonyanın garbbakınız, sizin odanızda bile antifaşist lılaşması etrafında bizim için hususî bir broşürler ve beyannameler... Halbuki kıymeti haiz bulduğum sözlerini bundan ben sizin geçen sene Les Nauvelles Litsoiraki anketimde yazmadan evvel, şimtraireste yazdığınız ve münevverlerden, dilik, onun kitabında rasladığım ve güpartilerin üstünde bir tarafsız ve beşerî zelliği japoncasına bağlı olmıyan bir kügörüş bekliyen makalenizi hatirlıyorum. Şimdi işitiyorum ki fars dilini iyi bilen çük şiirin tercümesini de şuracığa bir Sonradan siz bile milliyetçilerin aleyhinde bir yurddaş Bezmürezmi dilimize çevir krizantem yaprağı halinde iliştiriyorum: aksiyone geçtiniz, beyanname dağıtıyormiş. Fakat ne Enstitüye, ne Kültür Basunuz! Unutulmuş şeyler kanlığına tercümesini okutamıyormuş. Kuvtun üstüne bırakümış Hazin ve çok hazin, değil mi? Ben, ba Hayır... Bunlan kendileri gö'ndeBir su parçası sıldığı halde okunamıyan bir eserin okunriyorlar ve görüyorsunuz ki olduğu gibi Denizin bir unutkanlığıdır. tnası muhakkak olan tercümesine ehemmiduruyor. Kimseye dağıtmıyorum. Fakat Uzak dağlarda yet verilmemesini bir türlü tevil edeme • isterseniz birer tanesini alınız. Kaybolmuş bir bulut dim. Bilmem okuyucularım bu işin içinKendisini beklerken yarısına kadar oRüegârın bir unutkanhğtdtr. den herhangi bir tevil ile çıkabilirler kuduğum bir broşürü kıvırıp cebime sokmi? Toprağa düşmüş tum. Masanın üstünde ona ithaf edilerek Gümüşlü bir kanat M. TURHAN TAN gönderilmiş ve hiçbirinin sahifeleri açılOeçen kuşun Wr unutkanlığıdır. Ankarada Yenişehir tahsil komisyonu mamış kitablan kanştırarak soruyordum: Hulyaya dalmak ve ağlamak azasmdan Mehmed Kâmil Vardarlıya: Edebiyatta neler oluyor? İhtiyacı Hammer larihinin on birinci cildi de Valdemin hastalığından ve felâGenclik günîerinin bir unutkanlığıdır. rahmetli Ata iarafından tercüme olun ketindenberi hiç kitab açmadım. PEYAMI SAFA muş, fakat baslırılamamıştı. Şimdi Devlet matbaasmda basılmak üzeredir. Müter seniz söyleyiniz, ne isterseniz yapınız. Fa adet beni deliye dondürdü. dmin oğlu Nurullah Ata tashihlerini yaDaha sozünü bitirmeden deniz kıyısmkat minimini sevgilim, bana kendinizi pıyor. Viqana dönüşü tefrikasmdaki notteslim ederken biraz daha memnun ve daki kazinoya doğru fırladı. lar, o tarihin fransızca nüshalanndan a mes'ud görünseydiniz, sevincimin sonu, Saniha, onun bu taşkm sevinc ve neş e* Immıştır. saadetimin hududu olmıyacaktı. sinden tekrar teessür duydu. Kendi ken" M. T. T. Saniha, bu sözlerden mütecssir oldu; dine: «Garib şey, dedi; ben neş'eli değil ona acıdı. Kabahatini kendi de biliyordu. mahzun Ercümendi seviyormuşum.» Sevgilisinin gÖnlünü almak istedi: Ziyapaşa kazinosundaki erkekler, gü Türk Kadınlarını Esirgeme Zamanla o da olur benim güzel aş zel ve genc kadını görünce, hep ona bak" kurumunun balosu kım, dedi. Kendi kendimi ben de iyi an mağa başladılar. Sevgilisini uzaktan ok Geçen cumartesi günü akşamı Sua hyamıyorum. Garib bir hal içindeyim. şıyan bu ihtiraslı bakışlar Ercümendi fe diye plâjı kazinosunda verileceği ilân Payastan ayrıldığımdanberi hatıramda na halde sinirlendirdi. Herkesten evvel edilmiş olan Türk Kadınlarını Esirgeme sizi o kadar çok sevdim ki bütün sevgimi, koşup girdiği bukazino, şimdi ona çirkin, kurumunun balosu o gece havanm şefkatimi hayalinizle tükeHim gibi geli berbad, tahammül edilmez bir yer gibi yağmurlu olmasından dolayı eylulün beşinci cumartesi günü akşamma bırayor bana... geliyordu. kılmıştır. Baloyu tertib eden heyetin Ben de sizi çok düşündüm. Haya Kalkın Allah aşkına, dedi; bu başında Rana Sani Yaver gibi gerçek liniz gözlerimin önünden bir an bile ay rftendebur yerde oturulur mu? ten münevver bir yurddaşımız bulun rılmadı. Fakat, şimdi, sizi daha çok ve duğuna göre davetlilerin o gece pek neSaniha cevab verdi: daha fazla sevdiğimi hissediyorum. Şim Niçin mendebur olsun? Şu denize zih birkaç saat geçireceklerine ve ba di, benim olduğunuzu, artık beni asla lonun pek hayırh bir maksadla tertib bakınız ne güzel! olunması itibarile de lâyık olduğu rağunutmıyacağınızı biliyorum. Bu emniyet, Ercümend haşin bir sesle cevab verdi: beti göreceğine şüphe yoktur. aşkımı büsbütün artırıyor. Saniha Hanım, bıktık sizin deniz Sonra birdenbire o yaramaz çocuk tava;kınızdan... Deniz güzel olsa bile; şu Yurdumuz yemiş memleketidir. rını takınarak: Yemiş te çok faydalı gıdadır. aç gözlü herifler de güzel değil ya... Bilseniz nekadar mes'udum, nekaYurddaş! Sonra, hiçbir cevab beklemeden sinirli dar mes'ud, dedi. Hayatımda, hiçbir zaYurdunun yemişlerinden bol bol ye man böyle bir saadet duymadım. Gül bir hamle ile yerinden kalktı ve kazino ve faydalan. Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumu mek, şarkı söylemek, dans etmek, hatta dan çıktı. ellerinin üstünde yürümek istiyorum. SalArkası var\