31 Temmuz 1936 CUMHURİYET BİR İNSANLIK FEDAiSi Bulduğu serumu tecrübe için kendine cüzzam aşılıyan doktor Dr. Langudakis Mısırda kurduğu cüzzam hastanesine yerleşti ve kendine de cüzzam zerkederek neticeyi beklemeğe başladı Avrupadaki silâh ve mühimmat fabrikalarında, beşeriyeti imhaya mahsus bin türlü ölüm vasıtaları imal edilirken. Mı sırda oturan bir idealist, kahramanlık noktai nazanndan, harb meydanındaki askerleri fersah fersah geride bırakan bir isle uğraşmaktadır. Bu idealist bir doktordur; büyük bir hayalin tahakkukuna hasrettiği bütün ömrünün mahsulü sâyi olan seru mun tesirini kendı vücudünde müsahede etmek için, kendine cüzzam mikrobu aşılamıştır. Bugün, Mısırlı entellektüeller, memleketlefinden uzak veya yakın yerlerde cereyan edn kanlı vakayii bir tarafa bırakıp, doktor Langudakis ismindki bu adamın, Posetta kasabasınm asude, küçük bir hastanesinde, afetlerin en dehşetlisine karşı açtığı mücadelenin safahatını, heyecanla takib ediyorlar. Doktor Langudakis İskendireyede tanmmıs bir sahsiyettir. Bugün 73 yaşında bir ihtiyar olan bu zat, gencliğinde spor sahasındaki muvaffakiyetleri ve İskenderiye gazeetlerinden birine yazdığı sosyo loji makalelerile söhret bulmuştu. Sonra, sporu ve sosyoloji tetkiklerini bir tarafa bıraktı ve musab olan biçareleri cehen nemî ve devasız bir can cekismeye mahkum eden o müthim cüzzam illetile mücadeleye girişmeği gaye edindi. Doktor, senelerce müddet bütün vaktini cüzzamın tedavisi çaresini aramağa hasretmiş ve bir yandan iane toplıyarak, bir yandan kendi varidatını sarfederek Mısırda ilk cüzzam hastanesini tesis etmiştir. Bu hastanenin insası biter birmez, doktor Langudakis ailesine veda etti, kitablarını, alet ve edevatını bıraktı, cüzzam hastanesine çekildi. Rosetta hastanesi açıldıktan sonra, doktorun, bir cüzzamlının kanmı kendine zerketmek suretıle cüzzama aşılandığı haberi ortaya yayıldı. Langudakis, hastalığın bütün vücudüne tamamen yayılması için üç ay bekliyecek, ondan sonra, kendi bulduğu serumla tedabiye başlıyacaktır. Bu serumun kat'iy yen memnuniyetbahs bir netice vereceğinden emin bulunuyor. Bu şayanı taaccüb haberi alır almaz derhal cüzzam hastanesine telefon ettim. Sıhhatfce bulunan insanların, artık yanına yaklaşmaları imkânı kalmıyan doktor Langudakis bana telefonla şu sözleri söylemeğe muvafakat etti: « Bundan birkaç sene evvel, Çinlı haydudlar kendi memleketlerinde bir tüccarı dağa kaldırmışlar ve ıstedıklerı fıdyei necat vaktinde verilmediği icin biçareye cüzzam mikrobu zerkettikten sonra onu haftalarca oradan oraya dolastırmışlar ve nihayet Yang Çe Kiang nehri kıyısında bir yere bırakmışlardı. Bu, epey eski bir vakıadır. Maamafih, vücudüme cüzzam mikrobu aşılamak hususunda, bu hayıdların gayriinsanî hareketlerinden mülhem oldum. Sıze garib ve lüzumsuz görünen bu karanmın sebebini soruyorsunuz değil mı? Anlatayım. Cüzzamlılann doktoru olmak itibarıle, cemiyetten zaten twdedilmiş gıbiydım. Beşeriyet, bundan 5 bm yıl ev\el, Ahdi Atiki yazanların bu afete müptelâ olanlar hakkında en siddet]i ledbirlerin alınması lüzumunu emrettikleri devirde cüzzam hastalığından nasıl korkuyor idise, bugün de. bu illet karsı sında ayni dehsete kapılmaktadır. Halbuki, beşer dehasınm, sabır ve zekâ ile calısarak, bu hastalığın üstesinden gelme tstanbul radyosu hükumete geçiyor Istasyon kuvveti yirmi kilovata cıkarılacak YAYLADAN DUYGULAR : Okaliptüs (Sıtma ağacı) Vunus Nadtye Bilmem hangi saik ve kuvvet beni bu ağacın meftunu etti. Toprakla alâkası üç beş dönüme malık olmaktan ibaret olan ve hayatını avukatlıktan maada hiçbir işe medyun olmıyan ben, bir gün kendimi okaliptüs âşıkı görmiyeyim mi? Herhangi bir ziraat fenni mensubu beni, toprak ve ağac hakkında, ufak bir imtihana tâbi tutsa teknik malumatının sıfır olmasına mukabil, okaliptüs hakkındaki geniş vukufuma şaşar, kalır. Hakikaten de böyle oluyor. Gezerken gödüğüm, gördükçe öğrenmek hevesine düştüğüm bu okaliptüs üzerine çok uğraştım. Iddia edebilirim ki, bugün nüshaları kalmamış eski kitablar, Ziraat Nezareti tarafından bir zamanlar çıkarıldığı halde Ziraat Vekâletinde bile bir tane bulunması kabil olmıyan kitabcıklar sayesinde epeyce zengin bir malumat hazinesine malikim, Orman mek tebimizle, (Nansi) Yüksek Orman mektebile, Cezayir orman idaresile, Filistin ziraat isleri müessesesile, Amerika kütübhanelerile muhaberem çok oldu. Nihayet notlarım esaslı bir eser yazmak cesaretini verecek dereceyi buldu. Hatta buna j biraz da baslar gibi oldum. Fakat, her hangi bir tekniğm ne esaslı malumata istinad etmesi hakikati karşısmda haddimi bildim. Kısmen tercümesine yeltendiğim fennî noktalar üzerindeki tereddüdlerim, beni müellif olmaktan hakkile mahrum etti, fakat bildiklerim hakkında malumat vermekten tabiî menetmedi. Istedim ki, bizim Türkiye için bugün ve yarın or mancıhk siyasetimizde büyük servet sayılabilecek olan bu ağac hakkında kısaca birşeyler yazayım' Bahusus, memleket işlerinde çok orijinal buluşlan olan Yunus Nadinin, ormanla meşgul oluşu ve ormancılığımız hakkında bundan evvel birkaç makale yazması benim için ayrı bir sevk ve zevk meselesi teşkil etti. Okaliptüs, bir ağacdır ki, kendisine ağac denmektense (nimet) demek daha yerinde olur. Bir defa dünyada bundan daha çabuk büyüyen bir ağac olmadığı gibi, bundan daha büyük cesamet iktisab eden bir ağac ta yoktur. Meziyetleri sayılamıyacak kadar da çoktur. Ağac olarak keresteciliğe, oymacılığa, gemiciliğe, arabacılığa, kutuculuğa, sularda azman olmağa yarar. Kerestesi derece derece serttir. Kuru duktan sonra içine çivi geçemiyecek ka dar olanları da vardır. Su içinde 25 sene kaldığı halde asla tabiilığini bozmıyanlan da bulunur. Uzunluğu 100 metroyu ge çenleri, kahnlığının muhiti 37 metroyu bulanları da vardır. Kökünden kesilince dahi şahlanndan en düz, bazan ellı metroya kadar muntazam düzlüğünü muhafaza eden dallar, hem de adedi 4050 ye kadar çıkmak üzere meydana gelir. Süs için, koku için, dağlardaki toprak ve çakıl akıtlannı def'e medar olmak için yarıyan çeşidleri de vardır. Yerlerini müsaid bulunca senede sekiz metroya kadar yüksekhk iktisab eder. Odunu, madenkömüründen sonra, harurî kuvveti en ziyade haiz bir nebattır. Ma den olmıyan yerlerde lokomotiflerin, ocakların yegâne gıdasıdır. bile tutup yaşıyanları bulunur. Bilhassa Glolülüs denen kısmının rutubeti çekme kabiliyeti, fevkalâdedir. Bu sebeble bu nev'i şehirler içinde değil, merzeğî yerlerde ve işe yaramaz toprak larda dikmek lâzımdır. (Mersin) beledir yesi şehir içinde e\ velce dikilmiş ağac ların, su yollarına musallat olmasından kurtulmak için sökülmesinden başka çare bulamamıştır. (Fethiye) bu ağac saye sinde gittikçe batakhktan kurtuluyor. Bir zamanlar belediye reisliği yapan doktor Pürşah Halidin ifadesine göre (Bu ağac o kadar arsızdır ki, su sebebile köklerini dibe tutturamazsa toprak üstünde tutturuyor ve mütemadiyen büyüyor.) En salâhiyetli bir lisan olan Yüksek Orman mektebi müderrislerinden Esad Muhlisin şu sözleri nekadar dikkate değer: «110 yaşında bir kayın ağacı bir yaz zarfında topraktan yalnız 9000 kilogram su cezbettiği halde yaşlı bir oka lıptüs ağacı ayni zaman zarfında 250 bin kilo su cezbettirir. Bir hektar vüsa tinde bir okaliptüs müşecceresinin vasatî 300 ağac ihtiva ettiğini kabul edersek bir yaz mevsiminde cezb ve tebhir edilen suyun 75 milyon kilogram gibi azim bir miktara baliğ olduğunu görürüz.» Ziraat bilgisinde tanınmış salâhiyeti olan ve eserleri cidden okunma$a değer bulunan Edirne meb'usu Faik Kaltakkıran, (Bir okaliptüs glolülüsün yirmi dört saat zarfında kendi hacminin 80 misli suyu çekriğini) söyler. Bunun içindir ki, ziraat erbabı okaliptüsleri emme, basma tulumbaya benzetirler. Yerden aldıklarını göke verirler, fakat gökteki bulut ları da cekerek yere yağmur getirirler... Bu kadarcık malumattan sonra okaliptüsün memleketimızin hangi yerlerinde yetiştirilebileceği hakkında da bir fikir verebiliriz. Okaliptüs bir defa sıcak memleketler mahsulüdür. Bu sebeble 25 45 derecei arz arasındaki muhitlerde yetişir. Hararet derecesi sıfırdan aşağı (10) olan yerlerde soğuktan kurumağa mahkumdur. Bu sebeble cenub vilâyetlerimiz umumi miyetle, Ege mıntakası ve Karadeniz sahilleri kısmen bu ağacların yetişmesine müsaiddir. Bilhassa Muğla vilâyetinin sulak sahası, Antalya vilâyeti, Adana vilâyeti bu ağaclar için birer tabiî hazinedir. îstanbul radyosunu on yıldanberi işletmekte olan Türk telsiz telefon şirketinin imtiyazı eylulün yedisinde bitmektedir. Bu sebeble sirket, bundan uzun bir müddet evvel hükumete yeni bir teklifte buIunmuştu. Bu teklife hükumetçe hiçbir cevab verilmemiştir. Yalnız, bu teklif lerden sonra şehrimize bir heyet gelerek îstanbul telsizinin vaziyetini ve şirketin yaptığı tekliflerin tatbik derecesini tetkik etmiştir. Şirket bu heyete de imtiyaz müddeti daha on sene uzatıldığı takdirde neler yapılabileceği hakkında bir rapor vermiştir. Heyet raporunu Nafıa Vekâletine takdim etmiştir. Fakat, Vekâletçe bu hususta henüz bir karar ittihaz edilmiş değildir. Anlaşıldığına göre, hükumet îstanbul radyosunu yedi eylulden sonra kendisi isletmeyi düşünmektedir. Fakat bu istek henüz bir karar haline gelmiş değildir. Çünkü verilecek karar bütün Türkiyenin radyo ve televizyon işlerine şamil olacaktır. Bu arada Ankarada biri büyük diğeri Dr. Langudakisin Mısırda alınnuş kücük iki istasyon kurulacaktır. îstanbul daki İstasyonun da 20 kilovata çıkarıl bir resmi ması takarrür etmiştir. mesine imkân yoktur. Hayattan umdu ğıım herşeyi gördüm; bundan sonra hikmeti vücudüm ancak ilim sahasındaki mesaimden ibaret olabilir. Hazırladığım serumla yapacağım tedaviler üzerindekı tetkikatımın, kendi vücudümde daha mükemmel olacağını düşündüm ve cüzzam mıkrobunu, vücudüme zerketim. Artık hastalarımm hayatına ben de istirak ediîstanbul piyasasında bir kısım pamuk yorum. Muvaffak olabilirsem, bu afetle ıplıklerinin bulunmadığını ve bu yüzden mücadele etmek icin yasıyacağım. Mesabinlerce amelenin işsiz kaldığını yazmışim akim kalırsa, vazifemi ifaya azamî tık. İktısad Vekâleti, bu vaziyeti ve bazı gayretle calısarak ölmüş olacağım..» Doktor Langudakisin kendi aralarında mutavassıtların bu iplikleri, Vekâletin yasamağa basladığını gördükten sonra, kcyduğu fiatlardan daha yükseğe sattı Rosetta hastanesindeki cüzzatnlılar, çok ğını nazarı dikkate alarak, fabrikalara tanberi kaybettikeri ümide yeniden kapıl makul ve meşru bir kâr bırakmak sure mıslar, hayatlarına ortak olmağa, kenditile tayin edilmiş olan fiatlara riayet et lerıni sıhhate kavusturmağa yahud birlikmiyenler aleyhinde takibat yapılmasına te ölmeğe karar verip aralarına gelen bu adamı itimadla ve muhabbetle karşıla • karar vermiştir. Sesin kıymeti kadar kulağın da haysiyeti vardır! azıcıhğa liyakat kazanıp kazanamadığımı cildlerle kitab bastırmış, yüzlerce sütun doldurmuş olmaklığıma rağmen henüz kestirmiş değilim. Fakat yazıcı olarak doğduğuma kanaatim vardır. Çünkü aziz mesleğimizin mümeyyiz vasıflanndan biri de ruhlara avarelik aşılamasıdır. Şairler nasıl derbeder ve gönülden gönüle dolaşmak yüzünden heder olurlarsa muharrirler de avareliğe mahkum gibidirler. Dolaşmak, boyuna dolaşmak bir yazıcmın şifa kabul etmez illetidir. Biz bu derdin adını «hayatta değişiklik» koymuşuzdur. Mevzu değiştirir gibi yer değiştiririz. Lâkin işin içyüzü, söylediğimden ibarettir ve avarelik bizim san'atte pek revaclı bir dalâlettir. Vaktile bu dalâlet beni de hükmüne rametti ve dıyar diyar dolaştırdı. Ne tetebbu seyahati yapıyordum, ne tetkik gezintisi. Sadece ruhumun ibramına uyup geziyordum. Bir aralık Nise uğradım, Saylav seçimi yapılan bir vakitte bu güzel sehre ayak basmışım. Herkes heyecan içindeydi ve bütün Nis, uykusuz bir hayat geçiriyordu. Bana öyle geldi ki halkın gözü, kulağı, kalbi ve bütün benliği intihab dolablanna bağlıdır. Nasıl ki dudaklarda da hep o dolablann sesi dolaşıyordu. Fakat seçim bitmeden duvarlar yepyeni afişlerle doldu, gazetelerin ilk sahifelerinde saylav namzedlerinin resimlerini küçülten bir sima belirdi. Meğer Italyadaki «Metro Politan Oper» tiyatrosunun tenörü meşhur Karüzo Nise gelmiş imiş!.. Ses kralının teşrifi yüzünden husule gelen heyecan, saylav seçimi sebebile sürüp giden teheyyücü adeta bastırmıştı ve bütün Nis şimdi onu dinlemeğe koşuyordu. Karüzo gecede beş yüz elli altın alıyordu. Lâkin herkes bunu azınsıyor ve bol alkışlarla tenöre manevî bir ücret daha ödüyordu. O da halkı bir dakika bekletmeden tam zamanında sahneye çıkarak sesinin ilâhî şiirini kulaklara büyülf bir semahatle döküyordu. * * * Pamuk ipliği Ihtikârı yapanlar tecziye edilecek miflardır. Rosetta cüzzam hastanesine dısarıdan hiçbir gürültü aksetmez. Bir doktorun, orada, beseriyetin en büyük düsmanla nndan birine karsı açmış bulunduğu mücadelenin safahatı, kanlı akislerile, şu sırada dünyanın dört köşesini dolduran hâdiselerin safabatından çok daha fazla alâkaya değer. Sümer Bank Kayseri fabrikası 12 ve 16 numara iplikleri mühim miktarda imal etmektedir. Vekâlet Sümer Banka da piyasaya derhal ihtiyac nisbetinde iplik çıkarmasını emretmiştir. Kayseriden ip liklerin ilk partisi İstanbula sevkedilmek üzeredir. Bu gibi vaziyetlerde hükumetin ka nunlarla temin ettiği himayeyi suiistimal edenlere karşı koymak ve bir buhrana meydan vermemek için ayrıca gümrük resmi tenzil edilerek haricden mal getirilmesi de imkân dahilinde bulunmaktadır. HERBERT RAY Köylüden afyon alınmağa başlanıyor Bu sene köylüden afyon alınması hususunda Uyuşturucu Maddeler İnhisarıle Ziraat Bankası arasındaki müzakereler neticelenmiştir. Köylüden yeni mahsu lün ay başından itıbaren toplanmasına başlanacaktır. Müstahsile beher sandığa mukabil verilecek avans miktarı henüz tayin edilmemiştir. Bu nokta hakkında da bir iki güne kadar icab eden karar vtrılecektır. Güzide bir polis âmirinin taltifi İzmir (Hususî) Vaktıle İzmirde birinci komiser iken polis mektebine gi rip 184 arkadaşı arasında birincilik le merkez memurluğuna terfi eden ve gene şehrimize tayin edilmiş olan İbrahim, kazandı ğı muvaffakiyet ten dolayı Emni Merkez memııru yet müdürlüğün Ibrahim ce bir saatle taltif edilmiştir. Saat merasimle kendisine verilmiştir. İbrahim, değerli, zeki ve münevver bir zabıta âmiridir ve İzmir muhitin de, sempatisile, muvaffakiyetile tanmmıstır. Sanihanın heyecanından yaşaran gözleri, binlerce senedenberi önüne durulmaz bir kasırga gibi dünyayı dolaşan Türk askerlerinin arkasından sürüklenip gitti... Üç saat sonra karı koca bu sırada pek tenha olan kazinoya geldikleri zaman, Ercümendi orada buldular. Yeni gelmiş, oturmuş kunduralarını boyatıyordu. A layı kışlaya döndükten sonra genc mü lâzim, İstanbullu hanımı, kazinoda bulacağını düşünerek oraya koşmuştu. Henüz sırmalı kayışları üstünde idi. Sühaya: Dehşetli hararetim var. Soğuk bir şey içelim dedi. Süha, cevab verdi: Bugün resmigeçidde sana ve bölüğüne ikimiz de bayıldık. Ercümend, o, ne geçişti o! Mükâfaten, sana bira ısmarlıyacağım. Çağanoz kuyuda soğuttuğu bira şişelerini getirdi. Ercümend bir kadeh birayı bir nefeste içtikten sonra: Oh! dedi, biraz serinledim. Kasketini çıkardı, terden alnına ya pışmış saçlannı parmaklarıle taradı. Bu esnada Süha, bir tanıdığının masasına gitmişti. Ercümend, kendisi gibi kunduralarının tozunu aldırmakta olan Sa nihaya baktı; masanın üstünden uzanarak Ormanı hep tabiatten bekliyen ve maalesef onu da tahrib eden bizler, biraz da ona kendi ellerimizle ilâveler yapsak olmaz mı? Bilhassa Ziraat Vekâleti her geçen günün ormancılık hasılatımıza kendi elimizle neler ilâve etmemiz lâzım geldığıni bir programla tesbit ederek tatbika kalkıssa, bueün çekmekte olduğumuz ormansızlık derdine şimdiden deva bulmuş olur. Ödemiş Gölcüğü Şo'hretleri plâkların harharalı göğüslerile kapalı kazinolann dar hududlan içinde dolaşan güzel sesli san'atkârlanmızdan birini dinlemek için dün bir kır kazinosuna gittim. Evime dönebilmekliğim saat on bir kırk beşte gelecek vapura yetişmekliğimle mümkündü. Orada benim vaziyetimde bulunanların sayısı, şüphe yok ki, düzineleri geçiyordu. Fakat san'atkâr, ancak on biri çeyrek geçe sahneye çıktı, uzun bir beste tutturarak dinliyenleri beş REF1K İNCE on dakika oyaladı ve güzel sesinin ince1 Orman yetıştirme fenni . Esad Hklerinden zevk almakhğımıza zaman Muhlls. 2. Revue de Botankjue appliquee : kalmadan bizim gibilere de yol göründü. Ipek fabrikatorlarının toplantısı Ticaret Odasında dün ipekli kunıaş fabrıkatorları bir toplantı yapmışlardır. Oda Sanayi şubesi müdürü Hakkı Ne zihinin de bulunduğu bu toplantıda Bursa Ticaret Odasınm ipekli kumaşlar için hazırladığı proje tetkik edılmis ve Is^anbul Ticaret Odasınm hazırladığı proje ile karşılastırılmıstır. Bu toplantıdan istifade edilerek daha bazı meseleler üzerinde görüsülmüstür. 11 * * * 3. Eucalyptus : R. de Noter 4. Les Eucalyptus : Felix Sahrt Şimdi düşünüyorum: Bizde dişi veya 5 Okaliptüs ağacı: Ticaret ve Ziraat erkek bir Karüzo niçin yetişmiyor?. Bu Nezareti 1330 Ağacından en ince nisbette kaplama 6 Ticaret ve Ziraat gazetesi Numaja. sırn anlamak için Karüzolann kendilerilar çıkarılır. Kerestesi çatlamaz, kurtlan 18 T maz. Yapraklarından okaliptül denen ve sıhhî meselelerde en aşağı yüz yerde kullanılan, sanaatte ve ticarette ayrı bir mevkii bulunan bir esans ta çıkarılır. Ağacının kabuklarındaki tanen miktarı fazla olduğu için debagatte fazlaca istifade edilir. Simdiye kadar 400 nev'i bulunmuştur. Kumsal, rutubetli, çakıllı, çalılıklı, kurak, kireçli arazide yetişenleri olduğu gibi denizler kenarında ve hatta denizler icinde onun Arab çocuğunun küçük kutusu üstünde duran mını mıni ayağını, teklıfsizce bir merakla muayene etti. Genc kadın, son moda bir spor kundurası giymişti. Bu garib iskarpinleri giymek nereden aklınıza geldi? Kunduralarınız çok garib amma çorablannız cidden çok güzel. Ömrümde bu kadar şeffaf çorab, bu kadar küçük ayakkabı görmedim. Böyle mini mini ayaklarla nasıl yürüyorsu nuz diye adeta şaşıyorum. Bakınız, bir defa benimkilerle mukayese ediniz. Sonra, siyah rugan çizmelerinin sar dığı ayaklannı uzattı. Ayakları küçük değildi; fakat boyuna nisbetle de büyük sayılmazdı. Tam erkek ayağı idi. Saniha, onun ince uzun ayaklarma baktı: Ayaklarınız boyunuza göre tamam dedi. Hele siz beni bir kere manevra pabuçlarile görseniz... Ayaklarım salapurya gibi birsey oluyor. Sonra, Sanihanın ellerine baktı: Ya elleriniz? Sühanın ve benim ellerimin yanında elleriniz çocuk eli gibi mıni mıni kalıyor. Bu aralık, Süha tekrar yanlarına gelmisti. Ercümend, ona: Aç elini Süha, dedi, bakalım Sa ni dinliyen halka karşı gösterdikleri derin ve engın alâka ile bizim san'atkârların biSar'alı amele boğuldu ze karşı takındıklan müstağni tavn karşıDün sabah Beykozda devriye gezen Iastırmak kâfidir. polisler denizde yüzen bir cesed görerek Sesin kıymeti kadar kulağın da haysisahile çıkarmıslardır. Cesedin Beykoz yeti olduğu ve san'atkârların san'atı sekundura fabrikasında amele Basriye aid venlere candan alâkalanmalarının zarurî olduğu anlaşılmıştır. Basrinin sar'ası tutarak denize düştü bulunduğu anlaşılmadıkça bizde Karüzo ğü söylenmektedir. Polis tahkikata baş değil onun tırnağı bile yetişmez. M. TURHAN TAN lamıstır. Saçmalıyorum değil mi hanımefendı, dedi. Şişlideki çaylarda, Beyoğlun daki balolarda etrafınızda pervane gibi dönen o zarif o çıtkırıldım beylerin hiç biri size böyle kaba saba şeyler söylemezler. değil mi? Bu sırada Süha kalkıp lokantacı Ali dayının yanına büfenin başına gitmişti. Yiyecek birşeyler seçmek istiyordu. Er~4 cümend biraz acı bir sesle devam etti: Etrafınızda dönen flörtleriniz de mek istedim. Ben kimse ile flört yapmam Ercüj mend Bey. Sahi mi? Ciddî söylüyorum. Ah, ne iyi! Çocuk gibi sevindi ve ellerini uvuştu rarak başka ve meçhul bir şeyden bahsediyormuş gibi ilâve etti: Bugün çok neş'eliyim, çok mes'udum. Nadiren böyle hem neş'eli, hera mes'ud olduğum günler vardır. Çok neşeli olmak demek, mutlaka mes'ud olmak demek değildir.Birkaç gündenberi içim de neş'e ile beraber saadet te duyuyo rum. Ağzıma bir damla içki koymuyo rum, hele sigaradan tavla zanndan, oyun kâğıdından nefret ediyorum, gürültü patırdı ettığim de yok. lArkası vat2 "Cumhuriyet,, in tefrikası: 23 Abidin Daver DAV'ER maktan kendıni alamadı. Nihayet gÖ7 göze geldiler. Onun yeşil gözleri, genc kadmın şimdiye kadar hiçbir gün görmediği başka bir alevle yanıyordu. Güneşliğinin gölgesi altında yanık yüzü, tuncdan bir cengâver heykelinin çehresi gibi, derin ve haşin çizgilerle gerilmişti. O yaramaz çocuk simalı Ercümend şimdi değişmiş, değişmiş, insana korku veren bir harb ilâhı olmuştu. Göz göze geldikleri zaman, Saniha, onun da diğerleri gibi kendisini gizlice selâmlamasını bekliyor ve hernedense bunu çok istiyordu. Fakat, hayır, onun sert bakışı hiç değişmedi, tunc yüzü hiç gülüm semedi, vakur başı hiç iğilmedi. Genc mülâzim, bir yay gibi öylece geçip gitti. Arkasında bölüğü, genc mülâzimin çelik iradesine takılmış, yekpare bir kaya parçası halinde, süngüleri simşekler saçarak onu takib ediyordu. Binbaşı Osman Beyle diğer yüzbaşı ve mülâzimlerden bazılan tribütün öteki köşesinde duran Sanihayı görünce saklı bir tebessümle ve başlarile hafifçe selâmlamışlardı. Nihayet, Ercümend de göründü. O, kıt'asının başında uzunca boyu, geniş omuzları, ince beli, heykel gibi vücudile dımdik yürüyor, sert ve keskin adımlanna rağmen, su gibi akıp gidiyordu. Hafifçe sola iğilmiş kasketinin altında güzel başı sağa dönmüş, sırmalı omuz kayışı ile kemerinin sardığı göğsü kabarmıştı. Daha Harbiye mektebinde talebe iken iştirak ettiği Kurtuluş Cidalinde kazandığı İstiklâl madalyası göğsündeki kurşun yara sınm tam ortasında vatan aşkının ve Türk kahramanlığmm günesi gibi parhyordu. Saniha, Ercümende kendisini göster mek ihtiyacmı duydu. Vücudünü ileri doğru sürmekten, başını öne doğru uzat niha Hanımın elleri, bizim avuçlanmıza kaç defa sığacak? Bunu söylerken masanın üstüne kendi ellerini uzatmıştı. Uzun parmaklı bü yükçe ve adalî elleri çok mütenasibdi. Kuv\etli bir pençe manzarası arzetmesi ne rağmen erkekçe bir güzellikle güzeldi. Sühanın elleri daha küçük, parmakları daha kısa olmakla beraber kalın, tıkız ve ağırdı. Süha, Ercümendin ellerini tutarak dediki: Ercümend senin ellerin, iri bir kadın eline benziyor. Görünüşe aldanma Süha... Tokatı patlattığım zaman ses getirir. Bir zamanlar boksa da merak etmiştim. Yumruğumun da hayli lezzetli olduğunu, Istanbulda, Galatasaraylı Küçük Kemalden ders aldığım zaman, bu yaman boksör her zaman bana söylerdi. Asker, dediğin silâhı üe vurmağı bildiği g*bi yumruğile vurmağı da bilmelidir. Askerlikte korku yok tur. Ne insan korkusu, ne ölüm korkusu. Rahmetli babam, bana derdi ki «Haz reti İsanın sana bir tokat vurana öteki yanağmı da çevir sözü saçmadır. Bilâkis sana bir tokat vurana sen iki tane yapıştır. Bu sözüm kulağına küpe olsun.» Sanihanın kendisini garib bir tavırla dinlediğini görünce: