22 Haziran 1936 CUMHURÎYET Dâra, 700 bin kişilik bir ordunun başında olduğu halde Anadoluyu aşarak Karadeniz boğazma geldi, deniz iizerine bir köprü kurulmasını emretti Kayseri Niğde arasında Karadeniz boğazından Dört ay sonra Ankaraya işliyen tenezzüh trenleri j taşınıyor geçen ilk büyük ordu Pazar günleri Kayseriden Niğde ve Bora kalkan Konferans münasebetile Mülkiye mektebi Mülkiye mektebinin imtihanlarına başlanmıştır. Bu imtihanlar 10 temmuza kadar sürecektir. Bu yıl Mülkiyeye yeni den ve her seneden fazla talebc alınacaktır. Bu talebelerin dörtte üçü Maliye Vekâleti emrinde okuyacaklardır. Bu suretle maliyede ihtısas sahibi memurlann arbnlması temin olunacaktır. Halen 190 talebesi olan Mülkiye mektebinin mevcudü önümüzdeki senelerde 240 a çıkanlacakur. Mekteb dört ay sonra Ankarada Cebecide yapılan yeni binasına taşınacaktır. Bu yıldan itibaren mektebin tahsil müddeti 3 seneden 4 e çıkanlacak ve ihtısas sınıfı, ikinci seneden başlıyarak aynlacakbr. Kaybolan saatler trenler çok büyük bir rağbet görüyor Boğazda mehtab safası Memleketimizin tamnmış san'atkârlarından bir ikisinin teşebbüsile geçen sene Boğazda bir mehtab safası tertib edilmişti. Üç yüz sandahn iştirak ettiği bu eğlence Boğaz halkınm hatırasında güzel bir gece olarak kalmıştı. Bu sene de ayni san'atkârlaruı bu gece şenliklerini her kamerî ayın on dördünde yap mak istediklerini haber alan Şirketi Hayriye, İstanbuldan ve Boğazın diğer iskelelerinden mehtab safasına iştirak etmek istiyen zevk ehlini taşımak için bir vapur tahsis edecektir. Beykoz gencliğinin de ehemmiyet verdiği bu eğlence, İstanbul festivallerinin bir başlangıcı olacaktır. lısverişleri yoktu, hiçbir lskit ordusu muhteşem hükümdann topraklanna gir miş değildi. Bu itibarla yapılan yürüyüş, silâhlanmı; bir haksızlığm masum hak lara taarruz etmesinden ibaret sayılabiİirdi. Halbuki o masum haklar, kudretli ellerde yaşryordu ve îskitleri yenmek, Boğazı geçmek kolay olamazdı. Dâra bu hakikatj biraz geç, fakat pek acı surette anladı. Iskitler, milyonluk orduyu kıpırdamaz hale koymak için geri çekilmişler ve Dârayı yolsuz dağlar, e kınsız tarlalar, kayalık boğazlar arasında sürüklenir bir vaziyete sokmuşlardı. ünlerce yürüyen ordu bir tutara ot ve bir yudum su bulamıyordu. îskitler berşeyi yakmışlar ve kuyuları ağulamışlardı. Dâra, bu dayamlmaz yolculuğa bir roüddet dayandı, Dinyestere kadar gitti. Fakat umumî açlık başgösterince dönmek zorunda kaldı. Şimdi hücum sırası İskitlerindi ve on ar, ciddî bir sebeb yokken yurdlarına giren müstevli orduyu yaman bir surette cezalandırıyorlardı. Dâra bir aralık blöf yapmak istedi, Iskitlerle müzakereye girişmek teşebbüsünde bulundu. Yiğit Türkler, onun yüksekten atıp tutan elçilerine bir kuş, bir fare, bir kurbağa, be§ ok vermişler ve «kralınıza cevabımız bu dur» demişlerdL Dâra, bu garib cevabın nasıl bir mana taşıdığını anlamak için sihirbazlara müracaat etti ve Iskitlerin: «Siz kuş olup bulutlarda uçmazsanız, fare olup deliklere sığmmazsanız, kurbağa olup bataklarda sanmazsanız oklarımıza ölmekten kurtulamazsınız» demek ıs tediklerini öğrendi. Hâdiseler de bu sözün doğruluğunu ispat ettiği, büyük ordu boyuna baskına uğrayıp doğrandığı için Dâra, hulyalanna veda etmek zo runda kaldı ve dörtte üçü eriyen ordu sunu ardına takıp yurduna döndü. Anadoluhisanndan karşı yakaya doğru kurulan köprünün yerinde şimdi köpükler kaynaşıyor. Dâranm tahtı deni en kaya kovuğu Anadoluhisannın temel taşıdır ve o haşmetli geçişi hatırlatacak ortada küçük bir iz yok. Fakat Boğazm sulannı dinliyen duygulu kulaklar için o mavi terennüm arasında zafer hulya üle ölüm uçurumuna yuvarlanan mil yonluk ordunun gafil sesini duymak gene mümkündür!... Kayserilileri teşyi eden Kayseri (Hususî) Her sene ol duğu gibi, bu yıl da Kayseri İşletme Müfettişliği Kayseriden Niğdeye ve Bora bir tenezzüh treni tertib etmiştir. Bu tren pazar günleri sabahın saat 7,55 inde Kayseriden hareket ediyor. Treni cloldu ran kalabahktan belli ki tenezzüh rreninm tertibinde Devlet demiryolları çok isabet etmiştir. Kayseri ile Niğde arası trenle üç saatlik bir mesafe olduğu halde geliş gidiş yalnız bir liradır. Bu u cuzlukdur ki, bütün halkı hat boyundaki mesirelere ve kazalara döküyor, te nezzüh treni saat on birde Niğdeye va rıyor. Niğdenin mesiresi Bordur, Bora gidecek Niğdeliler de Istasyonu tıkhm tıklım doldurmuş. Kayseriden binenler, bir vilâyet merkezini tepelevip te bu vilâyetin küçük bir kazası bulunan Bora gitmenin, komşuluk itibarile muvafık o lamryacağmı düşünmek gibi bir nezaket icabı ve belki de komşu vilâyet merkezini görmek merakile olsa gerek, hep bu rada iniyorlar. Biz de bu iki dü>ünüşe ittibaen Niğdede mdik. Halbuki (Geçti Borun pazan, sür eşeğini Niğdeye) diye meşhur olan ata sözüne uyarak, Borun pazannı dağıthktan sonra Niğdeyp gelmeliydik. Fakat komşuluk hakkını gö zetmek kibarhğı bizi dahi burada icmeğe mecbur ettL Niğde 1200 rakımlı ve tatlı meyilli bu sırt üzerinde bugün on bes. bin kadar niifuslu bir vilâyet merkezidir. Şehrin etraf;nı saran geni; ve uzun yeşilliklerin u zaktan nekadar dilber bir görünüşü vaısa, bu yeşillik ortasında çıplak ve kiil rengi topraktan yapılnu; evlerile, iğricik büğrücük dar sokaklarile şehrin de o kadar donuk ve insanı çekmryen bir görünüşü var!. Burası, merkezî Anadoluda iri ve kıpkızıl elmasile meşhurdur. Fa kat Niğdenin sokaklannda, caddelerinde elma ağacı görmedim. Elma bahçeleri, hep şehrin üstündeki sırtta ve (Kayaardı) denilen mevkideymiş. Belediye, so kaklan akasyalarla süsliyeceğjne her solağı, hatta her evi elma ağaclarile öraeydi, sanıyorurn ki daha isabet etnuş olur du. Niğdeye yeni gelen bir adam, bu noksanlık önünde hayret ediyor. Ş'mendıfer yolu üzerinde ve gelip geçen her kesin gözü önünde, duvara asıh ;irin bir levha gibi, şu sırta dayanmış olan Nig denin dışı kadar, içinin de yemyeşil bir hale getirilmiş olmaması şehircilik bakı • mından bir noksanhktır. Niğdede hafta tatili kanunu bütün şiddetile tatbik edilmektedir. Çünkü lokantalardan başka açık bir tek dükkân yoktur. Kibrit ve sigara anyan arkadaîlar, bu ihtryaclaruıı ancak bir bildik vasıtasile ve dükkân açtırmak suretile te min edebildiler. Kanunun tatbikı Sususunda Niğdenin gösterdiği hassasiyet şayanı takdirdir. Fakat pazar günleri şebri gezmek üzere haricden gelecek yiban* di, amma da aynasız tesadüf ha!.. Nereden çıktı bu kan?.. Sabahatin arkadaşı mı imiş?.. Tuh!.. Bak hele sen... Ya dalgınlığa gelip te kaçmasaydım?. Gördü mü acaba beni?.. Demek parası çalınan kız bu imiş... Sen tesadüf e bak!.. Ya Sabahatin yanında karşılaşsaydık ne olacaktı? Gene talih varmış be...» Hemen kahveden çıktı ve eve koştu. Bu tesadüfün verdiği halecanı biraz da Suzana nakletmek istiyordu. Ermeni kızı onun biraz telâşlı ve yalnız geldiğini görünce: Hayrola, ne var ki?.. dedi. Şadi meseleyi anlabnca Suzan bir kahkaha salıvererek bağırdı: Fena mı? dedi, birincisinde çantayı çalan sen olduğun gibi ikincisinde de elli lirayı çalan sensın! İyi amma bu kız elli lirayı değil, beni arıyor. Kendimi nasıl haber veririm? Bir elli lirasını daha alınz, aklı başma gelir. Seni Hindli kıyafetinde nereden tanıyacak? Şadi başını kaşıyarak düşündü: Niğdeliler Karadeniz boğazma köprü hnralup milyonluk ordunun Avrapa yakanna geçirilmesine ifte bu Harb mediu karar vermifti Milâddan önce beşyüzüncü yıla doğ ruydu. Babile dizçöktüren, Pencabı a v cunun içine alan, Send nehrinin ağzına kadar sürdüğü donanmalan oradan A rabislan kıyılanna yürüten, Himalaya dağlannda sürgün avı yapan, Nil sahillerinc zafer kitabeleri asan Dâra, tek bir tnillete ve tek bir devlete söz dinlctemi yor, diş, geçiremiyordu. Çanakkale ö nünden Send nehrine, Yaksart suyun dan Nil kenanna kadar uzayan bir ül • kenin mağrur hükümdan için bu, tahammül edilmez birşeydi ve tskitler adını taşıyan o milieti son neferine kadar ezmek lâzım geliyordu. Iskitler, kanlarına yabancı tek bir damla karışmamış. Türkler olup Yayıktan Tunaya kadar sürüp gicien toprak lar üzerinde bir imparatorluk kurmuş. bulunuyorlardı. Bütün Türkler gibi bunlar da kavgacı, savaşçı ve çok cesur bir zünr re idi. O devirde olgunlaşmış sayılan Ynnan lan'atı üzerinde bıle müessır olacak derecede ince ve zarif el işleri yaparlardı. Hele süslü eşyada, albn ve tunç at takımları yapmakta pek ileri gitmişIerdL Bununla beraber güvendikleri nokta, kvrvetti. Bir sürü yer ve gök tannsı kabul etmiş, olduklan halde harb mabudır DU en büyük ilâh tanırlardı. Ne tezgâhlanndan çıkan kumaşlarla, ne Yunan pazarlannda kapış kapış alınan ziynet eşyasile öğünmezlerdi. Onlar için şeref, herhangi bir düşmanı yenmekti. Yurdlarına saldıran yabancılar hakkında küçük bir müsamaha göstermezler ve onlan mutlaka mağlub etmek isterlerdL Bir Iskit, ilk vurduğu düşmanın kanını içerdi ve millî sınır içinde kesilen düşman ka fataslanndan bardaklar yapıp kullanır lardı. Sözün kısası Iskitler yurdsever in sanlard) ve yurdlan için güle güle Ölmeği v« öldürmeği en büyük namus borcu tanırlardı. lşte Dâra bu cesur ve asil milieti ez • mek hulyasına kapılmışh. Bir ayağını Hindistanm böğrüne, öbür ayağını Mısır ehramlannın yüreğine iliştirerek kurmuş oldugu cihangirlik abidesini ayakta lutabilmek için de îskitleri yenmesi icab ediyordu. Başka türlü o abide, milyonlarca insanın hürriyeti üzerinde yükselip kalamazdı. Hür ve mağrur bir lskit devleti, esir ve mağlub kavimlere örnek olup ihtilâller doğurabilirdi. Dâra bu idarî ve siyasî zaruretlerin ibramile nihayet harekete geçti, yedi yüz bin kişilik bir ordunun başında olduğu halde Anadoluyu aşarak Karadeniz Boğazına geldi. Daha evvel Sisamlı meşhur mimar Androklesi, kalabalık bir fen heyetile oraya göndermiş, büyük ordunun boğazdan geçmesi için deniz üzerine bir köprü kurulmasını emretmişti. Harb mec lisi de bu karan tasvib etmiş, bulunuyordu. Androkles, omzuna yükletilen ağır iş,i başarabilmek endisesile uzun incelemeler yaptı, şimdi Anadoluhisannın bulunduğu noktayı köprü başı olarak seçti. Bu noktada o vakit yalçın kayadan ufak bir tepe vardı. Bizanslılann Aretas dedikleri ve Türklerin Göksu adını verdikleri dere bu teperun eteğinde denize dökülüyordu. Androkles, ilkin kayayı oydu, küçük bir otağ haline koydu, sonra köprüyü kur mağa koyuldu. En geniş yerde 3000 metroluk bir açık gösteren Karadeniz Boğazı, Anadolu ve Rumelihisarları arasında ancak 550 raetro bir genişlik taşır. Bu bakundan mimar Androklesm köprüyü orada kurması isabetli bir hareketti. Fakat köprücü Iük san'atı iki bin beş yüz yıl evvel hele fennî alet itibarile pek geri idi. O ge rilik içinde, saniye başına 25,000 metro roikâbı su akıtan ve hakikatte denize benzer bir nebir olan Boğazda köprü kur mak kolay değildi. Bu güçlüğe rağmen yapı işi ilerledi, büyük çapta dubaların birleştirilmesi suretile kurulan köprü ni hayet tamamlandı. cıların zarurî ihüyaclannı defedecek bu gibi dükkânlardan birkaçının olsun ack bulundurulmasını belediyenin temin e* mesi lâzım. Sonra, Niğdenin tarih bakımından çok değerli ve çok kıymetlı e«ki eserleri ve eski yapılan var. Bunlar h^kkında etüd yapmak istiyen bazı arkadaşlar, tannnadığı bu ırSitte kendisine tek bir rehber bulamadı. .ğdenin kültür ijayahnda, içtimaî terbiyesinin inkişahnda mühim roller oynaması lâzım gelen ma Dâra, karadaki kayaya oyulan ota ğından ameliyatı ve iş bittikten sonra da at uşağı, ahçı, arabacı gibi silâhsız neferlerle ve ağırlıklara memur hademe ile sayısı bir milyonu bulan ordusunun Rumeli yakasına geçişini seyrettL Manzara şüphe yok ki muhteşemdi ve tarih böyle bir sahneyi ilk olarak temaşa ediyordu. Uzun, kısa rruzrakların, çeşid çcşid kılıcların, kalkanların pırılüları denizm kıvrak harelerile sarmaşdolaş oluyor ve renk renk atlann, boy boy develerin, katırlann velvelesi altında Boğa zm beli adeta çukurlaşıyordu, Birkaç gün süren bu parlak geçişten sonra Dâra da bir cenk arabasına bindi, karşı yakaya ulaştı. Artık Dâranm tahtı adını almış olan kayadaki oyuk, meraklı bir göz gibi geriden denize vurulan uzun kemeri ve Avrupa kıyılannda kaynaşan pırıltılı kalabalığı gözetliyordu. M.TURHAN TAN Bu zahmetler, bu külfetler, denize köprü kurup geçmek gibi yaman hamle[1] Birinci makale dünkü nüshamızda ler niçindi?.. Iskitlerin Dâra ile bir a çıkmıştır. hallî Halkevi, pazar günleri gelecek o lan yabancılara şehirlerini daha iyi tı*nıtmak ve gezdirmek için komitcleıini memur etmiş olsalar, Niğdeliler hem misafirperverliklerini gösterip şehirlerinin ve şehirdeki teşekküllerin eserlerini, faali yetlerini herkese tanıöp ilân etmiş o'ur 559 da Alber dö Vıs adlı bir elçinin lar, hem de gidenler avarelikten kur+u'up Topkapı sarayına sunduğu bir kule yükyedi saatlik bu kalıştan hakkile isbfade lenmiş fil resmini gösterir asma saat te kaybolmuştur. 1567 de Erlo başpiskopoetmiş bulunurlar. Bu, Niğde Halkevi başkanile Idare su Antuan Verahnitosle Istiryalı Kris heyetinin üzerinde durması lâzım gelen tof Töfenbahın elçi sıfatile sarayda bu zura kabul olunduklan sırada hünkâra bir meseledir. verdikleri birbirinden güzel üç saat te o Niğdenin en büyük bir noksanı ve bir gaibler silsilesine dahildir 1565 te Baron derdi vardır ki artık halledilmesi zamanı Preynerin getirdiği on iki gümüş saati de çoktan gelip geçmiştirl, FJektrik bu seriye katmak lâzımdır. Her birisinde işı.. Evet, Niğdede el'an elektrik yobur. başka bir sınaat inceliği göze çarpan bu Kazalarından olan Aksarayda, sudan is~ bir düzine saatin yarısı duvar, yansı da tihsal ve iıtifade edilmek suretile bu te masa içindi. sısat mevcud bulunduğu halde, merkezi Fakat benim kayboluşlarına en çok vilâyet bulunan Niğdenin bu mühirn ih yandığım saatler 1591 de Bohemyalı eltiyacdan mahrum kalışı hakikaten acı bir çi Fredrik her Geviçin getirdiği alb taoe şeydir. On bes bm nüfuslu koca bir şeh asma saattir. Bunların üç tanesinde her rin ana caddelerindeki sayısı nihayet saat başı çanı çaldıkça bir talum şekiller beşi onu geçmiyen lüküs lâmbalanle ve suretler peyda oluyordu. Birisindeki tenvir edilemiyeceğini takdir etmek lâ müteharrik tablo, mızrak atarak dövüşen, zım.. Bir şehrin rmar yolımdaki inkiî^fr çarpışan bir küme atlı silâhşoru gösteri nı mzlandıran amillerin başında e^rktrik yordu. İkincisindeki canlı levha, bir Tüık gelir. Onsuz terakki olamryor, olamaz Sipahi tarafından kovalanan ve nihayet da.. Bilhassa vilâyet merkezi olan Nığ yakalanan bir kurdu tecessüm ettiriyor dede bu ihtryac kendini heT vakit ve iki du. Üçüncüsünde gözleri, ağzı ve kulaklan ayrı ayrı oynryan iriboy bir adam misli olarak hissettirmektedir. vardı. Bütün Niğde halkmm haklı bir şikâyeBunlar, bu kaybolup giden sınaat etini burada yazmaktan kendimi alamıyaserleri benim gelişigüzel hahrhyabildi cağım. Devlet Demiryollan her yıl Kayseriden Niğdeye böyle tenezzüh trenleri ğim şeylerdir ve bunlann gaibler serisintertib ediyor ve birçok Kayserililer gelip de yüzdc beş nisbetinde bile yer rutrm Nığdeyi, Boru ve yol üzerindeki birçok yacağı bellidir. İnsanın şu veya bu ve yerleri görüyor ve gezip eğleniyorlar. sile fle elden çıkan hazineleri hatırlaymFakat Niğdeliler için de, Niğdeden Kay ca derin bir iç sıkıntısına düşmemesi kaseriye, neden tenezzüh trenleri tertib edibil değiL Onun içindir ki Topkapvdaki lemiyor bilmiyorum. Niğdeliler bundan Hazine müzesi biraz yetimdir. Zira orada çok şikâyetçi!.. teşhir olunan elmaslann, incilerm, saat İstanyondaki şu kalabalıkta, bunu anlerm devedekulak sözile tarife lâyık bir latan bir haleti ruhiye hissettim. Burada birçok eğlenti ve tenezzüh yerleri bultm yağma artığı olduğu apaçık sezilip durur. duğu halde halkm istasyonu hklım tıklım Saraylılar, harvurup harman savurarak doldurması sebebmi; tenezzüh trenile ge yaşamakla kalmadılar, hazineleri etek lenleri karşılamak, gidenleri de uğurla etek aşırdılar da. Bize kalan bir avuc armak değil, hep bu seyahate imrenmekten ük!... ileri gelen acı bir histe aramahdır. Yazık M. TURHAN TAN Niğdelilere, dördüncü işletme müfettişliğinin; halkm bu derdini nazan dikkate Çermik kazasında alacağını çok ümid ederiz. ünkü Cumhuriyette «Eski Türk saatleri» başlıkh bir yazı vardı, yakında açılacak bir saat sergisi münasebetile eski devirlerde Türkiye için yapılmış saatlerden bahsediyordu. Bu yazı bana kaybolmuş krymetli saaileri habrlattı. Bunların sayısı düzine leri geçerse de ben ilk lâhzada hatırlı yabildiğim birkaç tanesini anlatacağım: 1541 de büyük bir Türk ordusu Budinde bulunurken Viyanadan gelen Nikola dö Salm ve Sigısmonmd dö her berştayn adlı iki elçinın getirdikleri armağanlar arasında bir de büyük asma saat vardı. Gerçekten nefis bir sınaat eseri olan bu saat yalnız vakti ve günleri değil, yıldızların da hareketlerini gösteriyordu, on iki adam tarahndan taşınıyordu. Saatin kullanılması uzun temrinlere ihtiyac gösterdiğinden Viyana sarayı bir saatçiyi de Türk karargâhma göndermeği ihmal etmemişti. Bu saat şimdi yoktur, nereye aşmldığı da belli değildir. Her işin tıkırında gitmesini seven ve vakitlerini mutlaka ayarh bulundurmak istiyen dedelerimiz, siyasî müzakerelere bile saat bahsini karıştırıyorlardı. Nite kim 1547 de Sadırazam Rüstem Paşa, Avusturya elçisi Malvezi ile bir mukavele imzalarken usta bir saatçinin İstanbula gönderilmesini de sulh şartları arasına sokmuş ve bu saatçiye, elçiler dere:esinde saygı gösterileceğini taahhüd etmişti. Ne yazık ki Viyanadan gelen ustanın yaptığı ve tamir ettiği saatlerden bugün bir tanesi dahi ortada bulunmu yor. SAHİR ÜZEL Fakat benim içime şüpheler düşü yor. Ne şüphesi? Bu kızı polis göndermiş olmasın? Polis nereden duyar? Bilmem ki... Bu Sabahat ağzmdan kaçırmışhr, polisin kulağraa gitmiştir, birşey olmuştur... Pireltndim ben. Öyleyse çıkrp gidelrm. Hayır! Hem belki beni orada bulamaymca dosdoğru buraya gelirler. Sen Sabahate benim hasta olduğumu, fakat Hindlinin kendilerini kabul edebileceğini söylersin. Ben hemen hazırlanayım. Gelirler mi acaba? Şüpheli. Sabahat bensiz bu eve gelemiyeceklerini söylüyordu. Fakat o lur ki beni burada bulmak ümidile... Sözünü bitiremedi. Kapı çalımyordu. Şadi hemen Suzana bir işaret çekerek uzaklaştı ve koridorda rasladığı Madam Afroya da bazı talimat verdikten sonra acele hazırlanmıya başladı. lArkast vari bayındırlık işleri Cumhuriyetin tefrikası: 40 SERSERI Yazan: Server Bedi Ne yapmışız biz? îçi pırtı dolu minderin üstünde diz çökmekten bacaklarım ağnmış, yerfmden fırlamışım... Bu mu kabahat? Ne söylemişim ki? Ağzımı açtım hiç? Bir münasebetsiz lâf ettim? Sen benden aynlmaya bahane aroorsun. Neden bahane anyacağun. Gö beğim seninle mi kesildi? İstediğim gün aynhrım. Nikâhlı değiliz, sözlü değiliz, kuntratlı değiliz. Bahaneye ne lüzum var? Doğrudur amma bu söylediklerin nedir? Hakikat. Ne biçim hakikat ımış bu? Ben •cni karakolda lürundürmek istesem başka çaresi yoktur? Komisere bir telefon kâfi. ' O zamana kadar kızmamıştın. Birden parladın. Kızla benim aramda bir aşnafişna var sandın. Doğrudur. O ne biçim ağız ıdı. Kan tepeme vurmuş. Eh işte, bir kan da benim tepeme vurursa görürsün. Şadi basamaklan hızl» indi. Arkasından gelen Suzana: Yarm gene uğrıyacaksın. Sondur artık. Bir daha hırlaşmayız! dedi ve koşarak yürüdü. Suzan da arkasından koşarak sokakta bağınyordu: Dur hele... Sana diyeceklerim vardır... Şadi adımlannı büsbütün hızlaştırarak uzaklaştı. Suzan, arkasından, ona kaışı hiç duymadığı kadar şiddetli bir arzu ile bakıyordu ve kendi kendine sordu: «Sevdalanmışım aceb?» Şadi ertesi gün gene Pasajdaki mağazada beklryordu. Gözünü kapıya çevirdiği anlardan birinde, Sabahatin, yanmda ufaktefek bir kadınla içeriye girdiğini gördü. Onlara doğru birkaç adım atınca, göze görünmiyen bir ağacın kütüğüne çarpmış gibi geriye doğru sıçradı. Onlann tarafına doğru bir kere daha bütün dikkatile baktıktan sonra hemen yüzgeri dönmüş ve mağazanın içindeki müşterilere çarparak olanca mzile koşmağa başlamıştı. Arka kapıdan Tepebaşı caddesine çıkınca derin bir nefes aldı ve hemen bir kahveye girdi. Böyle kaçışına sebeb Sabahatin yanmdaki kadındı. Bu kadın, Şadinin ecnazede elli lirasını çaldığı mahluktu! Serseri derin bir nefes daha aldı ve kendi kendine: «Olur şey değil be! de Çermik (Hususî) Çok eski bir kaza merkezi olan kasabamızda son za manlara kadar hiçbir belediye faaliyeti yokken riysete eczacı Hakkı Demirağ getirildikten sonra bayındırlık çahşmalan başlamıştır. Evvelâ kasabamn şimalindeki Hey kel dağından ve kırk metroluk bir irtifadan oldukça güzel bir su demir borulara alınmıştır. Bu işin küşad resmi yakında yapılacaktır. Kasabamn methalinde olup manzarayı ilk bakışta bozan kabristan da tamamen kaldınlmış ve buradan 20 metro genişliğinde bir bulvann yapısına bajlanılmıştır. Bir tünel içindeymiş hissini veren çarşınin üst kısmı da kaldınlarak orada ticaret edenler temiz havaya kavuşturulmuşlardır. Bütün bu işler senevî alb bin liralık bütçesi olan Belediyemizin çahşkan reisi sayesinde yapılabilmişlerdir.