9 Mayıs 1938 CUMHURÎYET Yer yüzünde insan elinin yarattığı cennet Biz bize Dresden şehrinde açılan büyük bahçe sergisi Bahçe mefhumunun ne olduğunu kavrıyabilmek için bu sergiyi yakmdan görmek lâzımdır Alman çiçekçiliği yüz binlerce insan besliyor, her sene Almanyaya milyonlar getiriyor Sigmund Freud İnsanların ezelî hulyası Fevkalâde bir ntrette tanzim edilmif bahçelerden biri Dresden (Hususî) Dresden son yıllardaki güzel sergilerile beynelmliel bir şöhret kazanmıştır. Bu yılın sergisi ise ÇİÇEK V E B A H Ç E mevzulandır. Bütün genişliğile yaşatmayı gaye edinmiştır. Çıçek ve sebze ötedenberı, aşağı yukaıı, yanyana yetişmiştir. Toprak ve ev sevgrsinin artmasile hayat için daha güzel bir çerçeve yaratmak ihtiyacı artmıştır. Büyük modern şehirlerin inkişafı ise bahçeyi önemli bir meslek mevzuu haline getirmiştir. Dresden Bahçe Sergisi, bah j çeyi, bütün dal ve budak saldığı alanlarda kucaklamağa çalışmıştır. Bahçe mefhu munun ne olduğunu köklü bir surette kavrıyabilmek için sergiyi yakından görmek lâzımdır. Büyük sergi salonlanndan biri yalnız nisan ayında açan çiçeklere ay * Dresdenden bir görünüş: Büyük rılmıştır. Burada üstad ellerin yarattığı bahçe ve »aray bir çiçek cenneti uzanmaktadır. Boy boy kamelyalar, azaleler, hotensiyalar, pa rine yerleştirmiş, ot yığınlan değersiz ve lagonyalar, Alpmenekşeleri, orşideler, kısa boylu çiçek serpintileri bu durgun v. s. hayalin kucakhyamıyacağı bir tip ve yalnız bir yerden sızan suyu dile geve renk değişikliği içinde. gözün alabil |^irmiştir* • • f i r m ı ş u r * • • ı r • ı « • , » • . t » diğine yayılmaktadır. Işık ve havayı seBahçe sergisinin çok geniş bançesı, her ven, eşsiz güzellikte orşideleri ağaç tepe$>arçasındâ çiçeğin rengine ve tesîrine islerine tırmanmış görürsünüz. Orşidelerin tinad eden, suyu tam yerinde bir motif yaşadığı toprak ormanlar, bu salonlarda, olarak kullanan bahçe mimarisinin örneolduğu gibi kurulmuştur. Dallar arasınğini saklamaktadır. Kümeslerin, kuş kada dolaşan papağanlar; size Almanya feslerinin, an kovanlarının her çeşidini dan çok uzak bir toprak parçasının u burada bulabilirsiniz. Kafesin içindekı yandırdığı duygulan sunar. kuş bile manzaraya göre seçilmiştir. BahBaşka bir salonda, sebze bahçesile çenin herhangi bir yerinde gelişigüzel karşılaşırsımz. Burada sebze bakımı, ambir yapı kurmak, doğru değildir. Bahçe balâjı, yemişler ve ambalâjlan duvarları ve /apı; muhtelif sesleri birleştiren bir dolduran grafiklerle gözünüze çarpar. musiki ahengi yaratmalıdır. Mimar bunu Başka bir salonda konserveciliğin bütün da göstermek istemiştir. Onun için çok incelıklerıni görürsünüz. Ayrı bir salonda geniş bahçede, umumî ahengi hiç bozmıgübrenin her çeşidi, çiçek ve sebze yetişyan kır kahveleri, kır manzarasile kaytirmekteki rolleri ve tesirleri, örneklerile, naşmış modern dans yerleri kurulmuştur. grafiklerile anlatılmıştır. Gölge ve yemış Burada bahçe ve yapı kaynaşmış bir birağaçlannın bütün tafsilâtını burada bu lik halinde göze çarpar. Bahçe mobilyalabilirsiniz. sının da bütün manzara ile köklü bir ilSerginin çok geniş bahçeleri; bahçe gisi vardır. Bu da düşünülmüştür. ve Jıavuz mimarisi için aynlmıştır. Eşsiz Dresden bahçe sergisini dört beş saat güzellikte modern havuzların, manzara dolaşan, hiç şüphesiz, yalnız ana çizgiile nasıl büyük ve köklü ilgisi olduğunu, leri kavramakla kalır. Fakat bu ufak yalnız, burada sezmek mümkündür. Sugezintinin insanda uyandırdığı takdir; lannı en çok on beş santimetrelik beyaz çok büyüktür. Uzun ve sezgili bir çalışbir çakıl derinliğine döken fıskiye; öyle manın yarattığı bu büyük eser, size, ilk geniş, kıyısız ve duru bir havuz yarat önce, bahçe mefhumunun derinliğini sezmıştır ki, siz, bütün bu sadelik karşısında, dirir. Modern bahçeyi yalnız^jüyük bilduygulannızın tutsağı olmaktan kendini gili san'at adamlan kurabilir. zi kurtaramazsınız. Bizim, şimdiye kadar Alman çiçekçiliği yüz binlerce insanı görmediğimiz ve tanımadığımız öyle ha beslemektedir. Çiçek, Almanyaya milvuz tipleri vardır ki, bunlann karşısında yonlarca servet getirmektedir. Orta büadımlarınız birdenbire ağırlaşır ve durur yüklükte bir çicek bahçesi olan bir Alsunuz. Havuzun fıskiyesi yoktur, süsü man bahçıvanı bana, cok mütevazı bir yoktur. Şekli son derecede sadedir. Kı çiçek olan erika saksılarını göstererek yılanndaki ot yığınlan, birkaç çizgi, bu anlatıyor: rasını bir hayal köşesi yapmış, tam ye Ben her yıl Alma nyanın dışan PsychoAnalyse usulünün yaratıcısı doktor Sigmund Freud, bugün tam seksen yaşını doldurmuş bulunuyor. Eseri her tarafta tamamile kabul e dilmiş olmamakla beraber, Sigmund Freud için asrımızın en büyük ruhiyat çısıdır diyebiliriz. O, ileri sürdüğü iddialan, birçok â limlerin yaptığı gibi mantıkî faraziyelere değil, doğrudan doğruya tecrübeye istinad ettirir. Freud bir empirique'dir. Şahsı üzerinde yaptığı etüdlerden sonra çıkardığı, (Sebstdarstellung) Kendini Tarif isimli eserine vanncıya kadar onun bütün nazariyeleri, tecrübeye da yanan kanunlar peşinde koşarlar. Fakat Freud'a bugünkü şöhretini te min eden kitab, şüphesiz 1900 de neş rettiği (Traumdeutung) Riiya Tefsiridir. Beynimizin bir köşesinde kalmış. u nutulmuş hâdiselerin, çocukluğumuzda geçirdiğimiz ehemmiyetsiz bir hastahğın bugünkü şahsiyetimiz üzerinde oynadık lan büyük rolleri bize ilk olarak bundan otuz altı sene evvel yazılan bu kitab anlatıyor. Cinsî ilimler denilen şey, varlığını Traumdeutung'a borcludur. Herşeyden önce bir psychologue olan Freud'un Sociologie ile ne dereceye kadar uğraştığını bilmiyorum. Irk nazariyeleri karşısında onun aldığı cephe hangisidir? Bir Yahudi olduğunu düşünerek böyle bir nazariyeyi inkâr etmiş olacağını tahmin ediyorum. Yalnız, eserlerinden birinde hangisiydi unuttum cinsî instinkt'lerin tesirine en fazla maruz bulunan kavimlerin ba şında Türklerin geldiğini söyler. Psychologique meselelerin çok alâka uyandırdığı bu devirde ruhiyatçılanmı zın Freud'a dair etraflı etüdler neşret melerini isterdik. Olüm şuaı bulundu mu? tkisi İngiliz olmak üzere altı muhteri, öliim şuaı hakkındaki hayali hakikat yaptıklarını söylüyorlar Ölüm şuaı diye birşeyi, yani manyatolan, yahud sair elektrik teçhizatını durduracak, otomobil olsun, tayyare olsun, makinistini âtıl bırakıp, motörünü işlemez bir hale getirecek kudreti haiz bir şua var mıdır? İkisi Ingiltere olmak şartile altı muhteri, böyle bir ışık keşfettikleri iddiasındadırlar. «Olüm şuaı Matthew» adile tanılan Grindell Matthevv, bu sahadaki çalışmalanna, dağ tepesindeki hücra bir köşkte devam ediyor. Bu adam, esrarengiz plânlarile beraber, dikenli tellerle çevrilmiş bir kale içinde çalışmakta ve altmış kadem uzakta duran bir fareyi öldürmeğe, yahud bir otomobil motörünü durdurmağa elverişli bir cihaz yaptığını iddia etmektedir. Bu mucid diyor ki: «Şimşek kadar süratli bir elektrik cereyanı vasıtasile, uçan tayyareleri durdurmak, motörleri âtıl bırakmak imkânı ergeç bulunacaktır. Uzun mesafelere tesir yapması arzu edilirse bu şua pek pahalıya mal olacaktır. Bu şuaa maruz kalan tayyare harab olmıyacak, sadece yere inmeğe mecbur kalacaktır.» Chadfield isminde başka bir tngiliz âlimi ise, takriben yüz metro mesafeden, bir insanı ıstırab çekmeden öldürecek başka bir makine icad ettiğini söylüyor ve diyor ki: «Bu şuaın nüfuz dairesi içinde bulunacak bir insan, hiçbir şey duymadan ölecektir. Tatlı bir hararet duyduktan sonra şuurunu kaybedecektir.» Otomobilleri ayni esrarengiz şekilde durduran Bavyeralı bir âlim, saniyenin yüzde biri kadar bir zaman zarfında üç milyon mum kuvvetinde bir şimsek husule getiren ve civsrda bulunan bütün insanları öldüren Fransız mühendisi Edmond da vardır. ıstikba] harbinin ne kadar müthiş akıbetler sakladığını tasavvur edebilirsiniz. Amerikada da, ölüm şuaının birçok mucidi bulunduğu tabiîdir. Nevyorklu doktor Nikola Telsa, yetmisjnci yıldö nümü münasebetile yeni bir icadından bahsetmiştir. Bu icad ettiği şey, bir memleket hududları etrafına, şualar vasıtasile bir duvar çekip askerî taarruzlara karşı masuniyeti temin etmektir. Bu zat, ihtiraını, cihan sulhü namına, Milletler Cemiyetine bildirmek tasavvurundadır. Hakikî âlimler bu iddialar Yükü biz taşımışız! N. sma 300,000 erika gönderirim. Almanlığın, şimal ülkelerinin çiçek sevgisi çok büyüktür. Zengin olsun, fakir olsun, evde ve bahçede çiçeğin büyük bir yeri vardır. Yedi sekiz yaşında bir Alman çocuğu, kır çiçeklerinden başlıyarak bütün salon çiçeklerinin, demetleri süslemek için kullanılan güzel otlann adını bilir. * Ayni cinsten çiçeğin birçok fenk çkşidleri vardır. Çiçek sergisini gezenler, ellerindeki kataloğlara bakarak, her adı en doğru şekilde öğrenmeğe çahşıyorlar. Her şeyi doğru öğrenmek Almanda ikinci bir tabiat olmuştur. Bu yıl Dresdendeki bahçe sergisini görmeğe gelecekIerin sayısı, hiç şüphesiz, çok kabarık olacaktır. Berlindeki Olimpiyad oyunlarına gelenler, Alman bahceciliğinin, bu kusursuz eserine yabancı kalamıyacaklardır. Almanlar; bahçecilik sahasmda ihtısas çerçevesinden dışarıya çıkmamıştır. En yüksek noktaya erişmenin sırn da ihtisastadır. Onun icin dünvada en bas veri tutan Alman kanarvalan nasıl Harz mıntakasında yetiştiriliyorsa, azaleler de, kamelyalar da, hrotensiyalar da, v. s., bellibaşlı sehirlerde yetiştirilmektedir. Biz, eski Türk bahçelerini, eski karakalem tablolardan şöyle böyle seçiyoruz. Eldeki noksan resim vesikalarına gore, bizim eski bahçelerimiz, hayali çıldırtan masal güzelliğindedir. Bizim bahçelerimizin de Alman, Fransız, Japon, v. s. bahçeleri gibi, mimarimizle kaynaşmış. eşsiz güzellikte bir üslubu vardı. Hayat düşmanı medresinin bir sürü kurbanları arasında çiçeklerimizi ve bahçelerimizi de sayabiliriz. Sergiyi gezerken, lâleler arasında dolaşırken Türkün yüreğinde böyle acı tarih hatıralan ürperir. lâşe düşerlerdi. Ali Tunc, evlerden so kaklara uğnyacaklan; etrafına toplana cak meraklılan gözünün önüne getirdi. Sakin bir zamanında olsa idi, insanların ve insanlığın hiç değişmiyen bu aptal sr nıflanna belki .gülerdi. Şimdi, hiddetten kuduruyordu: Nerede yakmalı ? Hayatta, çok basit görünen, çok basit sanılan şeylerin bile, birçok engellerle kuşatılmış, çevrilmiş oluşuna şaşıyordu. Sinirlendi ve elindeki kâğıdlan ufak ufak yırtmağa başladı; ağır ağır yürü yor ve avcunda toplanan pul pul kâğıd parçalarını, konfeti serper gibi önüne, arkasına, yanlarına serpiyordu. Ufak ufak yırtılmış kâğıd parçalan, havada, kar tipisi savruntulan gibi dal galanıp uçuştuktan sonra, kaldınmlara, parke taşlanna dökülüyor ve ölü esintiVr. onlan tekrar sağa sola, ileri geri savu ruyordu. Ali Tunc, böyle bir iki sokaktan geçti, elinde yırtılacak kâğıd, avcunda serpilecek kâğıd parçalan kalmadı; yor gun ve geniş bir solukla durdu: Samsunda güzel bir Biçki Yurdu ekteb programlarının pek yüklü olduğu birkaç yıldanberi hakkında acaba ne düşünüyorlar? Doğsöylenip durur. Bu dedikodurusunu söylemek lâzım gelirse mütered ya revac verenlerin kendilerini haklı gösdiddirler. termek için ileri süregeldikleri en kuvvetDahilî ihtiraklı motörlerin çapraşık li bürhan, dönek bolluğudur. Filhakika mekanizmalarına alışık mühendisler, her 475 mevcudlu bir sınıftan yalnız 115 kihangi bir ışığın bir otomobil veya bir tay şinin geçip te üst tarafının ikmale kalmayare motörü üzerinde. yapacağı tesire sı gibi hâdiseler görülmüyor değil. Fakat mâni olmak için, motöre ince bir kalay ta bu netice, programların pek yüklü olubakası sıkıştırmanın kâfi geleceğini söy şundan mı, yoksa okuma ve okutma şevlüyorlar. kine hemahenk olamıyışından mı doğu yor. Işte burası meçhul. Bundan başka, bu mefruz mucidlerden hiçbirisi icad ettiği âleti henüz tarif etBen eski bir hoca ve mektebde bir çomemis olmakla beraber, ölüm şuaı, şim cuğu bulunan bir baba sıfatile şu progdiye kadar malum olan izahata göre üç am yüklülüğü meselesini incelemek is nev'e ayrılabilir. tedim, oğlumun edebiyat derslerini goz den geçirdim. Ne gördüm ve ne buHum 1 Heyeti umumiyesi bir ışıkta mevcud evsafı haiz ve öldürücü hassaya ma bilir misiniz? Bir tutam bilgi!.. Böyle lik bulunan bir nev'e göre görünmez ce Karakulak suyundan hafif ve gene su dan berrak ders programına canlar fe reyanlann intişanndan ibaret şua. da. 2 Bir elektrik nakili gibi tesir yaYıllardanberi kulaklanmızı dolduran pan ve uzak mesafeye, bir makineyi kı«yüklü program» dedikodusunu yalana racak, canlı mahlukları öldürecek kadar çıkaran şu kanaati oğluma da söyledim kuvvetli, gayet yüksek voltajlı cereyanlar ve bin yıllık Türk edebiyatını bir iki yüz sevkeden bir şua. sahife içinde temaşa etmek saadetine eren 3 Canlı mahluklarin ve cam ci ona, ders yükünün ne demek olduğunu, simlerin atomlarını mahva muktedir oto örnek göstererek anlattım. Verdiğim örmatik cüzülerden mürekkeb bir ışık. nek, eski idadilerdeki edebiyat dersle Fennî araştırmalarda ne kadar derine rindendi. Bir hakikati aydınlatmış olmak gidilirse gidilsin, öldürücü bir ışığın mev çin oğluma yaptığım telkirii buraya da cud olabileceği ihtimaline yer verecek çeç iriyorum: hiçbir emare bulunamamaktadır. Gerçi, Vaktile edebiyat imtihanına giren bir doktorlar «X» şuaı gibi, büyük bir im akirde «edeb» in ne olduğunu sorarlarha kudretini haiz ve kalın madenî cidar dı, buna şu cevab verilirdi: «Arabca i lardan geçebilecek kadar kudretli bir ta imdir. Zarafet, usluluk, tevazu, mahvikım ışıkların mevcudiyetini çoktanberi rct, merasim, usul manalarına gelir.» bilirler. Bu ışıkların, bir ayna vasıtasile Mümeyyiz, bu cevabla iktifa etmez, inkisar etmemeleri ve bir mihrakta tekâ erletici bir tebessümle şakirdi sıkıştınnasüf etmemeleri, bu hassalarından dolayı ğa başlardı,: dır. Bu ışıklar, kısa mesafeden, birkaç Lisan bakımından öyle. Ya fıkıhsaat içinde şiddetli yanıklar ve cildde tah :a edeb ne demektir? ribat husule getirebilirlerse de uzak meŞakird dersine çalışmışsa, duyduğu ve safeden hiç tesirleri yoktur. koduğu dersleri bellemişse bülbül gibi Vıkont Lee of Fareham, bundan bir anlatırdı: müddet evvel Westminsterde, tam ölüm Sünnete müstenid olarak iltizam odenebilecek olan birşey göstermişti. Bu unan işlere de edeb denilir. zat, içinde bir gram Radyum bulunan Misal> kücük bir şişeyi göstererek diyordu ki: Edebülkazî gibi. Zaten kaza adaBu bir gram Radyum, duvann öte ından bahseden ilme de ilmü edebül « tarahnda bulunan bitişik komşunuzu ne kazî ıtlak olunur. ailesinin, nr xfe zabıtanın şüpTiesînı cel*| Mümeyyiz hâlâ kanmamıştır ve sorabetmjeden öldürmeğe kâfidir. akhr: Bu bir gram madde bir kum tanesi iri Ahlâk ilmi bakımından edeb? liğinde ancak vardır. Bununla beraber, Kendisile hertürlü hatadan korubunun yüzde birini alan bir insan uzvi nulabilen kuvvet; manevî saika. yeti, uzun senelerden sonra feci ve muŞakird burada bir gösteri de yapabilir, hakkak bir ölümle ölür. hlâkî edebi anlatmak için ilâve ederdi: Radyuma, hakiki bir «Ölüm şuaı» di Fransızlann Moeurs du temps yemez miyiz? dedikleri dinî, siyasî haletler de edebi ahlâkî cümlesindendir. Mümeyyiz gene tam numara vermek stemez, şakirdi sıkıştınr: Tasavvufta edeb nedir? Elfül deb, edebi hak, edebi iman, edebi hizmet, edebünnefs neye defler? Edeb erenere edebdir söylemesi, edeb mahalli, edeb y«ri gibi tabirler neyi ifade eder? Edebül terbiye denilince ne anlaşılır? Şakird bütün bunlara cevab verirse, erebilirse «edebiyat» tan imtihan olmak hakını kazanırdı. (Edeb fenni) nin kaç lmi ihtiva ettiğinden baslanarak edebi kaidelerine ve en nihayet edebiyat arihine geçilirdi. O kaideler lugatle, arfla, iştıkakla, nahivle, meani ile, be anla, kafiye ve aruzla, muhadaratla, münazara usulile ve daha bilmem nelere alâkası olduğu gibi edebiyat tarihi de 'üleyman Çelebiden başlıyarak ve hiçbir şöhretli şairi atlamıyarak Tevfik Fikete kadar gelirdi. Yüklü program işte böyle olur ve bu rükü, dedikodu yapmadan, biz taşımışız. Mekteblilerimiz bir okuyup bin şükretsiner. Samsun (Hususî) Şehrimizdeki «Uzel» biçki yurdu, bu sene de ders programını ikmal etmek üzeredir. Samsun kadınları arasında dikiş ve biçki öğrenmek hevesi gün geçtikçe arttığından, Yurdun talebeleri gittikçe çoğalmaktadır. Gönderdiğim resim, talebeleri müdireleri Hadiye ile bir arada göstermek tedir. Bu iş te bitti! Boşalan elleri, avuçlan değil, sanki kalbiydi! Başını önüne iğdi ve kalbi durduktan sonra yürüyen bir cesed gibi apartımana doğru yürümeğe başladı. Kaptan, apartımanda idi. Ali Tunc, Nilüferin mektubunu okurken, kaptana kızmıştı. Fakat mademki «o», affetmışti, artık kaptana da kızamazdı, kızmak hakkı değildi. Apartımanın kapısını açtı, içeri girdi. Şapkasını vestiyere astı. Sofada bir an durdu. Hemen yatak odasına girip, hatta so* yunmadan yatacaktı. Fakat uyuyamıyacaktı. Vücudü değil, kafası yorgundu; bütün hüviyeti, benliği ezilmişti. Bu yorgunluğu, uyku dinlendirmez, yatak gi dermezdı. Tek başına apartımanda oturabilecek miydi? Kaptanı alıkoymak ta istemiyordu. Konuşacak ve dinliyecek halde değildi. Hem ne konuşacaktı? Ne dinliye cekti? Kararını verdi; kaptanı savacak ve sonra kendisi de sokağa çıkacak ve yalnız başına avunma çareleri arıyacaktı? Nasıl?.. Artık, bunu sonra düşüne cekti! Yazı odasına doğru yürüdü, kapıyı açtı: Merhaba kaptan! Diyecekti. Lâkin diyemedi, kapınm eşiğinde çakılmış gibi durdu. Pencerenin yanındaki koltukta «Solmaz» oturuyordu. Kapı açılıp ta Ali Tunc görününce, gene kız, ağır ağır ayağa kalkmıştı. Ali Tunc, gözlerine inanamıyordu. «Solmaz» m burada ne işi vardı?.. Onu, kim çağırmışh? Yoksa, bu bir tesadüf miydi? Eğer tesadüfse, niçin, neden, ne sebeble gelmişti? Bunda da, «o» nun parmağı mı vardı? Ali Tunc, şaşkınlığını belli edip et mediğinin farkında değildi. Gene kızın yumuşak sesi, onu, kendine getirmişti: Bonjur Ali Tunc! Ali Tunc, kapıyı kapıyarak ilerled» ve nişanlısının uzattığı eli kuvvetle sıktı: Ho} geldin, Solmaz! M. TURHAN TAN Aşk ve macera romant Yazan: MAHMUD YESARt 95 Bir şey yapacakta? Bir şey yapmak istiyordu? Sağ eli, ceketinin yan cebindeki kâ ğıdlara dokununca, ortasında durduğu genişçe »okağı tanıdı; Şişlinin yan caddelerinden biri idi. Demek farkında olmadan, apartımanına doğru yürümüştü? Nilüferin mektublannı yakmalı yîm! Cebinden zarflan, kâğıdlan çıkardı; bir müddet elinde tuttu, sonra dudaklanna görürdü; öptü, kokladı. Nerede yakacakh? Caddenin orta smda durup ta yakamazdı... Bu kâğıdlan apartımanına da götürmek istemi yordu. «O» nun kokusunu taşıyan; «o» nun son hatırası olan bu mektublan yakmağa kıyamıyacaktı. Fakat madem ki «o», böyle istemişti; «o» nun emri boyleydi; çaresiz, yakacaktı! Canına kıyar gibi, bunlara da kıyacaktı. Ara sokaklara baktı; oralarda, hiç yakamazdı. Sokaklarda, akşam kalabah ğı daha dağılmamıştı. Bir demet kâğıdın yakıldığını görenler, merak ederler, te • Bu, bir tesadüf te olsa; o, buraya hangi sebeble gelmişse; bu işte, «o» nun parmağı da bulunsa, Ali Tunc, sormıyacaktı; sormanın, anlamanın, lüzumsuzluğuna, faydasızlığına kendini inandırmıştı. Etrafına bakındı; Solmaz, odada yaln:zdı: Kaptan nerede? Gene kız, yorgun ve tatlı bir gülüşle başını salladı: Gitti! Nişanlısının orada bulunuşu, kaptanm gidişi, Ali Tuncu, kuşkulandırmıştı. Aylardanberi hâdiseleri, tesadüfleri idare eden gizli elleri, ördükleri görünmez ağ içinde, kendisini tutan gizli kuvveti hatırladı: Bir kâğıd, bir haber filân geldi de, buradan öyle mi gitti? Solmaz, onun kuşkulanışmı sezmiş gibi gülümsemişti: Hayır... Burada, seni bekliyor muş!.. Boşuna beklememesi için, ben söyledim, gitti. {Arkam vari