oUMHURÎYET 19 Nisan 1938 Dil üzerinde çalışmalar Az » sozu «Az» sözünün türlü manalarile, bununla ilgili kelimelerin Güneş . Dil teorisine göre tahlili «AZ» 8Özü «Türkçede menfi anlamlar» ve bunlan ifade eden türkçe sözlerin Indo Öropeen ve Semitik denilen dillerdeki mukabillerile mukayesesi hakkmda bu sütunlarda çıkan 14 parça yazıda [1], menfi anlamı veren elemanın bir (V. + z ) olduğunu göstermiştik. Birçok kelime kuruluşlanna bir ek gibi dahil olarak, bunlardaki ana kök mefhumlarım pek uzak bir sahaya nakletmek suretile o kelimeleri menfileştiren bu elemanın kendisi de Türk dilinde tam bir kelime halinde yaşamaktadır. Bu kelime de (çok) zıddı olarak hergün kullanageldiğimiz (az) sözüdür. (Az) kelimesinin türkçede ikinci bir manası da, (azgın), (azmak) sözlerinde görülen hadden dışan çıkmak, taşmak manasınadır ki bu fikrin suya tatbikı ile bazı taşkın nehirlere de «azmak» adı verilir. (Az) kelimesinin etimolojik şekli şudur: (ağ + az) ( ! ) Ağ: Ana köktür. Burada keli menin aldığı şekillere göre ana köke şu anlamlar verilebilir: I. Büyüklük, çokluk manası; II. Konkre ve abstre olarak hararet ve ateş manası; III. Su manası. (2) Az: Ana kök manasını kendinde temessül ettirerek onun yerine geçen bir eleman halinde görünüyor. Delâlet ettiği umumî mana ana süje veya objeden çok uzak, pek geniş bir saha anlamıdır. Burada ana kökle kaynaşmasile doğrudan doğruya ana kök mefhumunu böyle uzak ve geniş bir sahada ifadeye yaramaktadır. «Uzak ve geniş sahaya nakil» manası iki türlü tefsir edilebilir: I. Merkezden en uzak sahaya kadar nüfuzunun şümulü suretile ana kök mefhumunun her sahada hükmü geçer bir kudrette bulunduğunun ifadesi; II. Ana kök mefhumunu ana sü je veya objeden pek uzaklara atarak, süje veya objenın ondan ayrı ve mahrum kaldığının ifadesi. Görülüyor ki bu (ağ + az = a g a z = az) şeklinin gerek ana kökünü ve gerek mümessil ekini biribirine zıd manalara vanncıya kadar birkaç türlü izaha imkân vardır. Bu izahlardan her biri de bu kelimenin aldığı şekillerden birer zümreye uymaktadır. Şimdi, ana kökün üç anlamına ve ek elemanının iki delâletine göre kelimenin alabildiği manalan araştıralım: Azlık, Azalmak I. Ana köke «çokluk, büyüklük» manasını verelim. Bu halde «az» elemanı bu çokluğu ana süje veya objeden çok uzak bir sahaya atar. Binaenaleyh bahsetriğimiz süje veya obje ne ise onun hakkında «az» dersek bunun çokluktan pek uzakta kaldığı, yani çok olmadığı anlaşılır. îşte burada «az» elemanı ana kök mefhumunun zıddına delâlet ederek «menfi» rolünü oynamaktadır. Bu manada olan «az» sözünden «azlık, azalmak» gibi kelimeler çıkar. Bir örnek olarak bu kelimelerin etimolojik şekillerini yazalım: (1) (2) (3) (4) (5) Azlık : az + al + ık + . + . Azalmak: az + al f ım 4 ak f • (1) Az: Ana kökle kaynaşarak «çoklugun en geniş sahaya dağılıp ana süje veya obejden uzak kalması» manasını veren ikinci derece prensipal köktür [2]. (2) Al: Bu azlık mefhumunu mutlak ve şamil olarak ifade eden ektir. (3) I. Ik: Kelimeyi tamamlıyarak isimlendiren, manasını tayin ve ifade eden son ektir. Bununla (azlık) kelimesi tamam olmuş olur ki «ana kök mefhumunun ana süje veya objeden çok uzak bir sahada alelitlâk tecellisinin ifadesi» de mektir. Böylece (azlık) mutlak ve şamil olarak çokluğun zıddını anlatmış olur. II. Im: Kendinden evvelki elemanların verdiği alelitlâk azlık manasını bir süje veya obje üzerinde tecelli ettiren elemandır. Böylece teşekkül eden (azalım) kelimesi, alelitlâk azlığın bir süje veya objeye taallukunu göstermiş olur. (4) Ak: (Azalım) sözünü tamamlıyan, isimlendiren, manasını tayin ve ifade eden son ektir. Bununla (azalmak) kelimesi de tamam olmaktadır ki «alelitlâk azlığın bir süje veya obje üzerinde tecellisinin ifadesi» manasınadır. değil, merkezden en geniş muhite kadar yayıldığı manasını kasdedelim. «Oldukça yaygın, en uzak sahalara kadar nafiz bir büyüklük» manası çıkmış olur. Bu na «süje veya obje» ifade eden bir «im» eki de getirelim: Merinos fabrîkası insa edilirken Eski devirlere aid mezarlar bulundu İÇİMİZIN İBLİSİ... Hislerimizi pençesine alıp şuura da hükmeden: Lâşuur! Meçhul tarafımızm yaptığı azizliklere hergün raslıyoruz. Tanıdığınız bir adamın ismini niçin unuttuğunuzu hiç tahlil ettiniz mi? Dr. Freud icad ettiği ruhî tahlil sayesinde bir çok hastalıkları tedaviye muvaffak olmuştur. Dün feci bir tren kazasi oldu 12 yaşında bir çocuk ağır surette yaralandı Dün sabah, Maltepe istasyonunda feci bir tren kazasi olmuş, mektebe yetiş " mek üzere koşa koşa giden bir talebe tehlikeli surette yaralanmıştır. Kaza şöyle olmuştur: Ankaradan Haydarpaşaya gelmekte olan 1 numaralı katar, Maltepe istas yonuna yaklaşırken, istasyonun 200 metro yakininde oturan Tevfiğin oğlu 12 yaşlarında Kemal mektebe gitmek üzere evinden çıkmıştır. Kemal yoldan giderse mektebe yetişemiyeceğini anlamış ve kestirme olarak tren yoluna çıkmıştır. Fa kat tam telörgüyü geçerken kendine yaklaşmış olan lokomotiften kaçamamış, tehlikeli surette yaralanmıştır. Kazadan sonra hemen tren durdurulmuş, trende bulunan seyyar polis Ibrahim küçüğün ilk tedavisini bir doktora yaptırarak ayni trenle Haydarpaşaya gö * türmüştür. Haydarpaşada Demiryollan doktoru çocuğa tatanos aşısı yapmış ve yaralı Haydarpaşa Nümune hastanesine kal • dırılmıştır. Nümune hastanesinde görülen lüzum üzerine de çocuk Zeyneb Kâmil hasta • nesine kaldınlmıştır. (D (2) (3) (D (2) (ağ f az j im) şekli hâsıl olur ki «merkezden muhite kadar hükmü nafiz bir büyüklük kendisinde tecelli eden süje» demektir. îşte arabca denilen ve «azîmüşşan» gibi terkiblere bile sokulan «azîm» kelimesinin mahiyeti meydana çıkmış olur. Gene bu sözün en sonuna bir de «olmuş olmaklık, yapılmış olmakhk» manalarile «et» ekini getirelim: (1) (2) (3) (4) (ağ + az + am + et) şeklinde (azamet) kelimesini bulmuş oluruz ki «merkezden muhite kadar her yere nafiz bir büyüklüğün bir süje veya obje üzerinde yapılmış, bulunmuş olduğu» halini anlatır. Azgın, Azmak III. Şimdi ana köke konkre ve abstre olarak «hararet ve ateş» manasını verelim. Konkre olarak bir yerde veya bir uzuvda mevcud olan ateşin pek uzak sahalara kadar yayılmasile meselâ bir yaranın ateşınin bütün vücude sirayeti manasına olarak (yara azdı) demez miyiz? Demek oluyor ki (azmak) sözündeki bu anlam, ana köke konkre bir ateş ve prensipal elemana da uzak sahaya kadar nüfuz manalan vererek elde edilmekte dir. îşte buradan konkre ve hatta biraz da abstre anlam ile «azgın» ve «azmak» kelimeleri çıkar ki etimolojik şekilleri: Azgın : (az + ıg + ın) Azmak: (az + ım + ak) (D (2) (3) tır ve birincisi «ateş ve hararetin en geniş sahada olarak bir süje veya objenin yakınında tecellisi», ikincisi de ateş ve hararetin en geniş ölçüde olarak bir süje veya obje üzerinde ifadesi» manalanna gelir. Azm IV. Gene bu manayı tamamile abstre olarak yürekteki manevî bir ateş fikri üzerine tatbik edersek enerji manasına olan (azm) kelimesi çıkar ki «yürekteki ateşin en geniş ölçüde bir süje veya objede tecellisi» demektir. Azmak V. Bir de ana kökü «su» anla mile alalım. Senenin bazı mevsimlerinde taşarak kendi yatağını aşan suların ek serisine verilen (azmak) isminin esasını bulmuş oluruz. Bunun etimolojik şekli olan: (D (2) (3) (az + am + ak) ta (az) merkezden muhite taşmış bir su olduğuna göre (azmak) yatağını taşarak uzaklara kadar yayılan suyun bir süje veya obje üzerinde tecellisinin ifadesi» demek olur. Bir takım nehirlere verilen (kara azmak) gibi isimler işte bu mana iledir. Görülüyor ki «Az» sözünün analizi bize birçok orijinal Türk kelimelerinin hakikî anlamlarını ve lojik kuruluşlannı «Güneş Dil» teorisinin parlak ışıklarile aydınlatmaktadır. /. N. DILMEN 11] Bu yazılar (Ulus) un 1921936 dan başlıyarak 331936 ya kadar çıkan sayılarındadır. [2] Burada (az) sözünü doğrudan doğruya ikinci derece prensipal kok olarak başa ahşımız, bunun (ağ 4. az) yolundaki analizi biraz önce yapılmış olmasından ve müştak kelimelerin analizinde evvelce mahiyeti görülen ilk elemanların yeniden tekrar tekrar analizine hacet olmamasındandır. ADLtYEDE Karlonun evine bomba koyanlar Büyükderede, Baglar caddesinde Karlonun evinde üç bomba bulunduğu nu dün yazmıştık. Karlonun evine bomba koymakla suçlu Ratib oğlu Mehmed, Osman ve Mustafa oğlu Mehmed haklarındaki tahkikata devam edilmektedir. Müddeiumumilikçe yapılan tetkikat neticesinde tahkikat evrakında bazı noksanlar görülmüş, suçlular bu evrakla birlikte polise iade olunmuşlardır. Noksan kısımlar tamamlanarak evrak yarın tekrar Müddeiumumiliğe verilecektir. Uzunköprüde kozacılık kursu Edirne (Hususî) Edirne ve Tekirdağdaki kooperatifçilik kurslarından maada Uzunköprüde bir kozacılık kurAzîm, Azamet su açılmış ve bu kursa da Trakyanm II. Şimdi ana köke gene «büyük muhtelif yerlerinden birçok gencler işlük» anlamını verelim. Fakat «az» ele tirak etmişlerdir. Derslere devam edilmanile bunun azaldığını, küçüklügünü mektedir. Bursa (Hususî) Sümer Bankın şehrimizde yaptırmağa başladığı Merinos fabrikasındaki inşaata faaliyetle devam edilmektedir. Bugün 400 amele çalış tırılan temellere beton dökülmektedir. Fabrikanın yapılmakta bulunduğu yer çok geniş olduğundan bütün bu saha üzerinde toprak delik deşik edilmiş ve a Meşbur Dr. Freud melenin çalışması bir arıkovanı manza •oldakl gene kız otomoblle sOrtOb rasmı andırmakta bulunuyor. geçmek İçin şldTemelleri açılan ve beton dökülmeğe detll bir Istek başlanan yerler asıl fabrika ile şartna duymuştur, saflmede yazılı diğer binalardır. Aynca da aynl çehrenln fabrika sahasından geçen «Cilimbaz» Ikl ayrı hls altındaki Ifadelerl deresinin mecrası buradan kaldırılarak başka tarafa nakledilmekte ve bu suretle fabrika sahası tamamen kurutulmuş bu lunmaktadır. Yün yıkama ve diğer işler için uzak lardan su nakletmektense fabrikanın bulunduğu yerin altından arteziyenle bu suyun temini düşünülmüş ve muhtelif mıntakalarda arteziyenler açılmaya başlanmıştır. Yün yıkamıya lüzumu olan fazIa miktardaki suyu çıkarmak için toprak sathından 36 metro derinliğe inilmiş, yapılan etüdlere ve alınan neticelere göre bu derinlikte yeraltından büyük bir su yun akmakta bulunduğu anlaşılmıştır. Şu hale nazaran Bursanın altından bü Beşer ruhu, âlimlerin tetkik edebil yükçe bir su akıyor demektir. Merinos dikleri realitelerin en acibidir. fabrikasının temellerine beton dökülür Bütün hareketlerimizin, bütün dü ken çok eski mezarlar meydana çıkmış şüncelerimizin kendi malımız olduğu tır. Müze Müdürü Mahmud bu mezarnu, bu hareketlerin ve bu düşüncelerin ları tetkik ve bunlann Bitinyalılara aid üzerinde zekâmızın ve irademizin konbulunduğunu tesbit etmiştir. Mezarlan trolu mevcud bulunduğunu zannederiz. ben de gördüm. Toprak sathından bir En bayağı kelimeye varıncıya kadar kaç metro derinlikte ve maktalan birer her söylediğimiz sözü istiyerek söyledimüsellesi andıran tam biıer menşur mü ğimize, en basit hareketten, günün bi sellesi şeklindeki bu IShidlerin içinde ke rinde mukadderatımız üzerinde hayatî mikleri tahaccür etmiş iskeletler çıkmak bir rol oynıyabilecek kararlara varın tadır. Iskeletlerin ve kemiklerin içini kıs cıya kadar her jesti istiyerek yaptığı men çamur doldurmuştur. Yalnız kemik mıza kanaatimiz vardır. însan, kendi kendine şöyle düşünür: ler lâhidlerin içinde olduklan vaziyeti Bana, benden daha fazla kim hâkim 0muhafaza ediyorlar, bu mezarlardan çolabilir? Uğradığımız husranları, kaba ğu artık fabrikanın temelleri altında kalhatlerimizi, kusurlarımızı, meraklan mıştır. Meydanda kalan toprak arasında mızı, ayıblarımızı ve manevî ıstrablarıda birçok mezarlar bulunmaktadır. Lâ mızı mazur göstermek için <ne yapa hidler kâmilen tuğladan yapılmıştır. Hep yım, ben böyleyim işte», yahut tben si de kapalı birer sandukayı andırmak kendimi bilmez miyim?» gibi sözler tadır. söyleriz. Bununla beraber, bazı kimselerin, kabahatleri yüzlerine karşı söylendiği zaman: «Yaptığım şeyin fena olduğunu biliyorum, mücadele etmeğe çalışıyorum, Abdülhamid veresesinin mümessili fakat elimde değil, başka türlü hareket Sami Gunzberg, Türk Fransız muh edemiyorum» dediklerine de şahid ol telit mahkemesine bir mektub gönde muşuzdur. Acaba içimizde bir iblis mi var? Yokrerek, bu vereseye aid davanın yeni den rüyeti için verdiği istidanın verese sa, tanımadığımız, fikirlerimizin çoğutarafından iddia edilen hakları kâfi de na hâkim, kendisini bize tesadüf zan recede izah ettiği kanaatinde olduğunu nettiren hâkim bir kuvvetin elinde mive bu sebeble, davasını bir avukata yiz? Evet, bize hâkim olan bir kuvvet tevdie lüzum görmediğini anlatmıştır. vardır. Buna da lâşuur diyoruz. Biran Sami Gunzberg, bu istidasmda, mü için şöyle saçma bir faraziye yürütür ekkillerinin menafiini korumak üzere ve ruhumuzu vücudümüzün içinde, elverişli, meselenin derin bir tetkikten geçiril elle tutulur, mukayeseye maddî bir nesneye, meselâ bir meyvaya mesi hususunda mahkemenin adalet ve nısfet duygularına sığınmakta ve bu benzetirsek, onun, bildiğimiz tarafı 0hakların müdafaasmı Türk ajanımn lan şuuru, bu meyvayı örten ince zara teşbih edebiliriz. Bu ince zarm içi, lâtakdir ve salâhiyetine bırakmaktadır. şuurdur, keşfedilmemiş bir mıntaka Bundan başka, Sami Gunzberg, 8 ni dır; mevcudiyetini tahmin etmeğe muk san 1930 tarihinde Türk ve Fransız hü tedir bulunmamaklığımıza rağmen, 0, kumetleri arasında akdedilip her iki mevcuddur. hükumetin meclisleri tarafından tas Kendi manevî tarafımıza bakıp vic vib olunan mukavelenin de nazarı iti bara alınması iktıza ettiğini söylemek danımızı yoklıyacak olursak, bunun antedir .Bu mukavele mucibince, Fransız cak sathını görürüz. Acaba bizi idare ehükumeti, Türk tabiiyetinde kalan sa den bu lâşuur nasıl bir şeydir? Dünyaya gelirken, anamızdan baba bık hanedan azasına veraset tarikile intikal eden ve Fransız mandası altındaki mızdan, hatta en uzak cedlerimizden Suriye ve Lübnan arazisinde mevcud birçok ahlâk, tabiat, meziyet ve kusur bulunan bütün hakların iadesini taah tevarüs eder getiririz. Bu manevî ha mule, nevzadın dünya yüzünde ilk tehüd etmektedir. . Sami Gunzberg, ihtilâf zuhurunda ve neffüs ettiği dakikadan itibaren içinde bu mukavele hükümlerinin ademi tat mevcuddur. Sonra, çocuk, yavaş yavaş bikı halinde La Hey arsıulusal mahke inkişafa başlar. Hiçbir şey düşünmediği mesine müracaat etmek üzere lâzım ge halde, bütün hâdiseler, onun küçücük len resmî ve kanunî bütün muamele hayatınm bütün vak'aları, etrafında 0lere tevessül etmeği şimdiden düşün lup bitenler, tesadüfler, hepsi dimağına kaydolunur. Bunları unuttu zannedilir, mektedir. hakikaten de, aklı ermeğe başladığı zaFatmanın emlâki man, 0 zaman gördükleri hafızasında Lozan muahedesinin imzasmdan son mevcud değildir; fakat, silinmemiştir ra, Abdülhamidin kadınlarından Fat de, bilâkis, lâşuurun derinliklerine çe ma, Fransa hükumeti aleyhine Suriye kilmiş, sığınmıştır. Hayat, türlü türlü mandateri sıfatile bir dava ikame ede hâdiselerle, tesadüflerle geçer, gider, rek, Lübnanda ve Suriyede bulunan ve bıraktığı tesirlerin, hatıralarm ekserisi kocası Abdülhamidden kendisine inti unutulur. Bunlar da, ruhun lâşuuruna kal eden gayrimenkul mallar ve saire çekilmiş saklanmış, bu suretle içimizde, üzerindeki haklarının iadesini istemişti. bizim de tanımadığımız, gizli bir mahBundan iki sene evvel görülmekte 0 luk vücude gelmiştir. Asıl garibi şudur lan bu dava sırasında Fatma varis bı ki, lâşuur, her günkü harekâtımızda terakmıyarak vefat etmiş ve hakları zahür ettiği halde, ara yerde yükselen Türk hükumetine intikal etmiş olduğu bir duvar sanki bizi ona yaklaşmaktan için, Muhtelit mahkeme nezdindeki meneder. Lâşuur guya bir kumbaradır, Türk ajanı bu hakları, Türk hükumeti hisler bu kumbaramn içine girdikten namma taleb edeceğini söylemişti. sonra, aklımız, 0 kumbaramn deliğin Bugünkü muhakeme esnasında, Türk den içeri bakamaz. ajanı, Fransız hükumetinin 8 nisan 1930 Hayatın alelâde safahatında lâşuurun tarihli bir mukavele mucibince, Türk tezahürünü gösteren hâdiseler, ilk ba tabiİ3'etinde kalan eski hanedan azasına veraset tarikile intikal eden ve Fransız kışta manasız görülebilirler. Lâkin, mandası altındaki Suriyede bulunan bunlann 0 kadar büyük bir ehemmi bütün malların ve bütün diğer huku yeti vardır ki, hakikî âlimler, bütün kun iadesini taahhüd etmiş olduğu için, ilimlerini bunlann tetkikine hasretmişTürk hükumetinin. bu meseleyi, Muh lerdir. telit Hakem mahkemesı nezdinde takib etmek istemediğini bildirmiştir. yaptığı azizlikler Bu mesele, iki alâkadar hükumet arasında halledilecektir. Yapılan birçok tetkikat, meselâ gay Barda böyle eğlenilir! Evvelki gece Tepebaşmda Foliberjer bannda bir kavga olmuştur. Mehmed Ali isminde Izmirli bir şahıs yanınd* iki arkadaşile beraber bu bara gelmiş, Eleni isminde bir artisti masalarına çağırmışlar ve şarab içmeğe başlamışlardır. Bar kapanacağı vakit garsonlardan biri hesab puslasını getirmiş ve altı şişe şarab parası istemiştir. Mehmed Ali, dört şişe parasi verince artist Eleni: «iki şişe parası daha ver» demiş ve bu yüzden bir kavga başlamış ve Mehmed Ali Eleniyi adamakıllı dövmüştür. Abdülhamid veresesinin davası riihtiyarî söylenen bazı sözlerin ekse riya lâşuurun eseri ve istemiyerek yapılmış itiraflar olduğunu göstermiştir. Binlerce misal arasında şu birkaç tanesini zikredelim. Bir sofrada, bir kadın, tanımadığı bir erkeğin yanında oturuyor. Erkek soruyor: Evli değil misiniz madam? Hayır, mösyö. Bu sefer, erkek ağzından şu suali kaçırıyor: Hiç mi evlenmediniz? Bu manasız, budalaca telâkki edile bilecek olan sual, erkeğin, o kadının kalbinin serbest olup olmadığını anlamak merakında bulunduğuna delildir. Yolda tesadüf edilen bir ahbaba doğru elini uzatıp üerlerken cbonjur» yerine «Allaha ısmarladık» demek herkesin başına gelen hâdiselerdendir. Bu rada, lâşuur, bu tesadüften hoşlanılmadığını açığa vurmuştur. İsim unutmak ta bunun gibidir, ismi unutulan kimse hakkmda beslenen duyguyu gösterir. Yapılmasına karar verilen bir ziyaretin, tatbik edilecek bir projenin, sa mimî surette ve külliyen unutulması, ekseriya, bu ziyaretin veya o işin, yapmak istemediğimiz şeyler olmasmdandır; iş işten geçtikten sonra, unutulan bu işler aklımıza geldiği zaman bunu anlarız. Aklımız ve şuurumuz bize bunu yapmağı emrettiği halde, lâşuur bizi bundan menetmiştir. Bir şey kaybetmek ekseriya dalgın lıktan ileri gelir. Fakat bu hâdisenin kökü bazan ruhî sahanın derinliklerindedir. Meselâ bir seyahate çıkıyorsu nuz, fakat bu seyahat sizin için çekil mez bir angaryadır. Pasaportunuzu, içine sakladığınız gözden almak istediğiniz zaman, daima üzerinizde taşımak mutadında olduğunuz anahtarı bulamıyorsunuz. Seyahatten vazgeçiyorsunuz. Anahtarı uzun uzadıya arıyorsunuz ve hiç yanmızdan ayırmadığınız bu anahtarı, biraz evvel açtığınız kasanın için de buluyorsunuz. Lâşuurunuz, siz de farkına varmadan, sizi bu angaryadan kurtaracak çareyi bulmuştur. Bazı insanlar, evlenecekleri tarihi unuturlar. Bunlara kızanlar olur, sonra gülünür, geçilir. Bu garib hâdiseleri tetkik eden mütehassıslar, bu unutganların, evlenme hâdisesinin tahakkuk etmemesini biran şiddetle istemiş bulunduklarmı meydana çıkarmıştır. Bazan lâşuur, bizi vahim akibetlere sürükler. Sokakta, bir gene kız, bir otomobilin altında kalır. Oraya istiyerek yuvarlanmamıştır. Bu hâdise tetkik ve tahlil edilir, görülür ki, bu gene kız, bir hafta evvel, kaldırımda yürürken, otomobillere sürtünüp geçmek için kuv vetli bir istek duymuştur. Bu istek 0nun lâşuuruna gelmiş yerleşmiş ve onu, kendi de farkında olmadan, tekerlek lerin altma sürüklemiştir. Bu müşahedelerden ve cildler dolduracak kadar çok olan daha buna benzer nice vak'alardan sonra, tasdik edersiniz ki, bir hekim, şuurumuzun araya çektiği duvardan aşıp ta lâşuurumuzu gö rebilse, onun gizli dehlizlerinde dola şa bilse, mekanizmasını keşfedebilse, belki birçok dimağ sefaletlerinin devası bulunur ve sebeb olduğu şayani esef hâdiselerin önüne geçilir. bütün dünyaya yayılan ve bu yıl, sekseninci yıldönümü, yalnız doğduğu şehir olan Viyanada değil, bütün büyük payitahtlarda kutlulanacak olan Sig mund Freudün keşiflerinin heyeti mecmuasına ve bunlann tekniğine ruhî tahlil dendiğini bilmiyen yoktur. Bu ilim her tarafta tahsil edilmekte, Ja ponyada, Avustralyada ve Filistinde bile tatbik olunmaktadır. Fransada, 1900 denberi devam eden sayısız ve sonsuz münakaşalardan ve hücumlardan sonra, ruhî tahlil, resmî denilen ilme dahil olmuştur. Doktor Sacha Nacht, Sainte Anne yurdunda, fakülteye merbut, tedrisata ve tetkikata mahsus bir ruhî tahlil lâboratuarı idare etmektedir. Yukarıdanberi verdiğimiz izahat, lâşuurun, her insanda mevcud bulundu ğunu göstermiştir. Saydığımız vak'alar, normal bir insanda, bir bataklığın sat hına çıkıp patlamak suretile suyun di bindeki çamurda bir tahammur husule geldiğini tahmin ettiren hava kabar cıklan gibidir. Bunlar alelâde hâdise lerdir. Fakat, bunlann haricinde, Freudün tedaviye muvaffak olduğu lâşuur hastalıkları vardır. Hekimlerin «Nevropathe> dedikleri ruh hastalarını herkes bilir; her gün, farkına varmadan sokaklarda, kim bilir kaç tane ruh hastasına tesadüf ederiz. Ruh hastası, aklına tamamile sahib, fakat sabit bir fikre, her hangi manevî bir ıstıraba müptelâ, yahut acıb veya utanılacak bir kusurla maluldür. Dimağmı, yahut hislerini kavrıyan şeyden kurtulamaz ve bundan muzta rib olur. Bazan, fena bir iş yahut garib bir hareket yapmak gibi marazî istek ler duyar, yahut ta kendisini şahsan veya zekâ bakımından başkalarından aşağı seviyede görür. Kadınlardan korkar. Ruh hastalarının sayısı pek çoktur. Bu hastalara, yaptıkları şeyin saçma olduğunu, kendisini beyhude yere azaba soktuğunu söylerseniz, size hak ve rir, sabit fikrini unutacağını vadeder. Fakat buna muvaffak olamaz. Ruh hastalıkları çeşid çeşiddir. Ki misi, bununla malul olanı her türlü faaliyetten alıkoyar, cinsî iktidarsızlığa, hayattaki vazifelerini ihmale sürükler. Freudden evvel bu hastahklarm mütehassısları, hastalarını tıbbî ilâçlarla, duşlarla, beden hareketleri ve saire,ile tedaviye çalışıyorlardı. Ruh hastalık larmın uzviyette j^ahut dimağda husule gelen bir bozukluktan mütevellid alelâde hastalıklar nev'inden bir şey olduğu zannediliyordu. Ruhî tahlilin mucidi, bu has talıklann, bilhassa ruhta husule ge len bir karışıklıktan doğduğunu ispat etti. Lâşuur, ihtiva ettiği kötü hisleri izhar etmek ister, şuur buna mâni olur. Bu çarpışma dimağî marazi ve onun ıstırablarını tevlid eder. Hulâsa bu mu Rahi tahlilin mucidi sademe, içimizde saklı bulunan vahşi benlikle, ana ve babamızın, mektebin Büyük Freud verdiği terbiye, zabıtanın, patronun, İşte bu ilim mevcuddur. Benliğimizi hayat zaruretlerinin icabatı neticesinde kaplıyan yabani orman, Avusturyalı meydana gelen medenî insan arasında bir âlim olan uıeşhur Freud sayesinde, bir mücadeledir. bugün keşfedilmiş bulunuyor. Şöhreti CLAUDE BLANCHARD