12 Eylül 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

12 Eylül 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

12 Eylul 1935 CÜMHURÎYET 1 «Otel» türkçedir rkadaşımız Nadir Nadi, dunkü sayımızda çıkan, «Biz Bize» başlığı altındaki yazısın « da fransızca Hotel kelimesini niçin şekli aslisinde kullanmayıp ta Otel olarak' yazdığımızı, tenkid ederek, soruyordu. Ve bunun, behemehal Hotel tarzın da, başında bir H harfile yazılması lüzumunu, kelimenin lâtince Hospitale kökünden gelmekte olmasile teyid edi « yordu. Lâtince Hospitale kelimesile fransız * ca Hotel, Hospitalite, Hote, Hotellerie, Hopital kelimeleri şüphesiz ki ayni köktendir. Fakat bu kök türkçedir. Otel, türkçede ateş manasını ifade e' den Od kelimesinden gelir. Bu kslirneyi • diğer lehçeler kendilerine muhtelif şekil ^•e surette mal etmişler; Ingilizler Hot , yapıp, sıcak anlamında kullanmışlar, j Yunanhlar Fot, Fotyaya çevirip gene a<eş manasına kendi dillerine almışlardır. Fransızların attiser, (ateşi uyandırmak) rtbiri de, gene ayni köktendir. Bundan ötürüdür ki, Dil Araştırma iurumunun, uzunboylu incelemelerden nonra meydana koyduğu hakikate göre, 'lillerin en eskisi olan Türk dilinin ba$ka dillerden istiane ettiği iddiası varid olamaz. Od Ot, ateş olduğuna göre, bu kökten gelme otel sözü de elbette türkçedir. Tarihten önceki çağlarda, ev ne demek olduğunu bilmiyen insanların akşamüstü yorgun dönüp, ateş başında toplandıklarını ve orada dinlendiklerini biliyoruz. İşte (od = ot) la, (el) ekin den kurma bir tabir olan otel bu atej başını ifade etrr.ktedir. Od başı, gittikçe, medeniyetle bera ber tekâmül ederek, otağ, sonra da oda olmuştur. Otel tabirini de, diğer bütün tabirler gibi, bizden alan Lâtinler ve Lâtinlere halef olan uluslar, onu ve ondan müştak tabirlerini kendi lehçelerine, kendi fonetiklerine uygun bir şekle sokmuslardır. Dil incelemelerile uğraşmamış olan genc arkadaşım bu hakıkatleri bilme mekte mazurdur. Onun, temiz bir heyecana, ulusal bir endişeye kapılarak, dilimizi bir karikatür olmaktan korumağa matuf güzel yazısını, bana şu hakikati ortaya koymağa vesile olduğu için min netle karşılarım. Böylece ispat etmiş cHuyorum ki, dilimiz hiçbir vakit fransızcanın bir k<mkatürü değil, olsa olsa. fransızca, düi mizin bir kankatürüdür! Ercümend Ekrem TALU Dünyayı dolaştım Kapital Şu karşıdan gelen kıranta adamı tanıyor musunuz? En büyük şairlerimizden biridir. O kadar içten yazar ki, meselâ güle dair bir şiirini okusanız, satırların arasından burnunuza mis gibi kokular yayıldığını duyarsınız. Denizden bahseden birkaç mısraına göz gezdirseniz, hafif dalgaların okşayışlarile tatlı tatlı ürperirsınız. Solumuzdan ge,çene dikkat ettiniz mi? Bütün dünyanın tanıdığı meşhur bir profesördür. Birçok hastalıkların mikrobunu bulmuş, binlerce zavallıyı iyi etmiş, canlarına can katmıştır. Köşedeki kahvede oturan göbekliye iyi bakın. O ne bir şair, ne de bir âlımdir. Fakat, bu yakınlara kadar zavallının bir dâhi olduğunu söyliyenler bulunuyordu. Merak ediyorsunuz. Anlatayım: Bu gördüğünüz muhteşem adam, vaktile zayıf, sıska birşeymiş. Hiçbir işe yaramadığı için her yerden kovulurmuş. Nihayet, bıleğinin kuvvetile hayatını kazanamıyacağını aklı kesince tutmuş, şöyle yorulmadan, toptan para kazanmanın caresini aramağa başlamış ve çok geçmeden de bulmuş. Evet, yorulmadan bitmez tükenmez para kazanmanın kolayını bulmuş. Bu, Kristof Kolombun yumurtası gibi birşey. Bakınız, karşıda gördüğünüz ablak suratlı adam nasıl düşünmüş: Bir domuz bir oturuşta on domuz doğurduguna ve bir domuzun elli lıra ettiğine göre, elli lirayı kısa bir zamanda tchlikesizce çoğaltmak imkânı vardır. Buna karar verdikten sonra, borc et miş, harc etmiş, iki domuz almış ve dü şündüğü gibi beş on sene zarfında çok zengin bir adam olmuş. Ben tanıdığım zaman en parlak devrini yaşıyordu. Artık domuz ticaretinden vazgeçmiş, daha büyük, daha derin işlerle uğraşıyordu. Görseniz devlet içinde devlet gibi bir adamdı. Meb'uslar karşı sında elpençe dıvan dururdu. Nazırlan telefonla yazıhanesine çağırırdı. Fakat zavallı birkaç sene evvel top attı. O koca servetten kala kala işte su gördüğünüz yağlı göbekle romatizmah iki hasta bacak kaldı. Bugün beş paraya muhtac bir vaziyettedir. O kadar borcu var ki domuz isi yaparak ödemeğe kalksa, her domuzun bir oturuşta 150 yavru yapması ve bunun en aşağı elli sene böylece çalışması lâzım. Zavallının sinirleri bozulmuş. Geçen gün rasgeldim. Bana derd yand». Demın rasçeldiğimız şaırle profesörden bahsetti?" İyi zamanında arkadaşmışlar. İkisine de bol bol yardım edermiş. «Ben olmasavdım şair en güzel şiirlerini yazamazdı. Profesör de hiçbir hastalığın mikrobunu bulamazdı» diyor. Basit, ayni zamanda felâket geçirmiş, sinirli bir adam olduğu için şikâyetlerine kulak asmadım. Fakat haklı olmasa bile zavallının sözleri bize bazı kapılar açmıyor mu? Profesör, mikroblan onun sayesinde değil, nasılsa onun elınde toplanmış olan kapital sayesinde buldu. Şair de, şiirlerini şışman dostumuzun göbeğrnden değil, yanaklarına kan, yüreğine ferahlık veren kapitalden aldığı ilhamın hızile yazdı. Profesörün zihnini açan, şairin muhayyilesini zenginleştiren kapital bizim do muz tüccarının yalnız göbeğini şişirebildi. Zavallının bunda ne kabahati var? Nihayet, bütün bu işleri gören kapitali o bulmadı mı? Adende bîr îngiliz, yerli işçiyi koğdu: Defol buradan! Genc yerli, düzgün bir ingilizce ile cevab verdi: Mümkün değil Mösyö, çünkü kendi yurdumdayım! Ingilizler, Italyanların Habeşistanı almasını niçin istemiyorlar ? «Her önüne gelene müstemleke lâzım mıdır? Bizim müstemlekelerimiz herkese açıktır. İstiyen gelir, yerleşir ve ticaretini serbestçe yapar. Biz medeniyetin mutemedleri hâkimler i y i z, daha ne isterler? Üsttarafı süs meselesidir » Seylân sahillerinden korkunc ve güzel bir manzara [Fransız edib'ı Framcis de Croisscimn diınya gezisine dair konferarmm neşre devam ediyoruz.] Yolda uğradığımız Portsaidden ve Adenden bahsetmiyeceğim. Bu ıki li manı «Feerie Cinghalaise» ad!ı kitabııııda tarif etmeğe çalışmıştım. Ayni seyi tekrar etmiş olacağım. Bununla beraber, Adende geçen ufak bir hâdiseyi iize rimde büyük bir tesir yaptığı için an latmak isterim. Yolculardan bir îngiliz ve karısile beraber karaya çıkmıştım. Temiz giyinmiş genc bir yerli, birkaç defa yanımıza sokulup, îngilize hizmet arzetmişti. Üçün.cü defasında artık sabn tükenen ve bu kurşun gibi ağır havanın tazyiki altında, tıpkı benim gibi, otelin gölgesine kavuşmaktan başka düşüncesi olmıyan yol arkadaşım: Ey, yeter artık! Defol! Dcfol buradan! diye bağırdı. Genc yerli, tngilizin yüzüne baktı ve düzgün bir ingilizce ile şu cevabı verdi: Mümkün değil mösyö, çünkü kenUl V UlUUlllUdV Ulı . Bir Habeş koyünün genel görünüşü arîsSoir gazetesi, Londra ö zel aytan Louis Gilletnin, «Lyautey» i lâkabüe mrşhur, îngiliz lordu Lugardla, Habeşistan meselesıne dair yaptığı görüşmeyı, asağıda naklettiğimiz şekilde neşretmektedir. «Afrika tetkikleri sosyetesi sekreteri bulunan arkadaşım Nicholson beni, eski şefi Lord «Lugard» la tanıştırclı. Lord Lugard, ismi İngilterede büyük bir saygı ile anılan, eski bir askerdir. Londranın batı güneyinde, Dorking civarındaki evinde ziyaret ettiğimiz Lord, yirmi beş yaşından itibaren Afrikada, Hındde, Çınde dolaşmış, Ingilterenin müstemleke harblerine iştirak etmiş, kırk sene, Ingiltereye çok büyük hizmetler yapmış, ve şimdi inzivaya çekilmiş bir adamdır. Lordu, kitablar ve Afrika hatılarile dolu odasında, piposunu tüttürmekle mesgul bulduk. Ufaktefek, zayıf, çelik gibi bir adam. Yanında, müstemleke işlerinde ihtısas sahibi zenci muhibbi bir genc kız vardı. îngiliz Somalisine birçok defaUr seyahat etmiş olan bu genc kız, oradan Times gazetesine, nazarı dikkati celbeder yazılan gönderen Mis Marjaire Perhamdı. Ilkönce teknik bahislerle açılan gö rüşmemiz, tabiî Habeşistana aiddı. General, bir asker görüşile, îtalyan teşeb büsünün tehlikelerini, Habeşistanm yüksek mıntakalarını, susuzluğu anlattı, ta lim görmüş kıt'aların mevcud olmadığını söyledi, bu isin nekadar büyük gü^lük Ierle dolu olduğunu, ani bir hücumla işi halletmenin imkânsızlığını, dağlarda tankların beyhudeliğini, tayyareler için, yere inmeğe müsaid arazinin yokluğunu ızah ettı. Mis Perham, hürmetkâr bir sabırsız lıkJa, Lordun sözünü bitirmesini bekli yorc'l. O bitirince, dedi ki: « Bu zavallı yabanıleri, gidip r.nemleketlerinde ezmek, Afrikanın son kalan müstakil parçasını çiğnemek günah de ğil mi? Bunda da âmil, tanklara, tay yarelere sahib olmak... Sanki bir faiki yetmiş gibi!» îngilizleri en çok tiksindiren şey, kuvvetin suiistimalidir. «Biz burada köpeklerimizi bile dövmeyiz» diyorlar. Mis Perham, İtalyan Somalisindeki zencileri ve onların maruz bulundukları muameleleri bıliyor ve Ingilizler, umu miyetle, Italyanların, Fransızlar ve Holandahlar gibi, müstemleke tecrübeleri rendi. Aryan gündüzün o kadar susmuş, o kadar hasmane bir vaziyet almış ve o kadar kırıcı sözler söylemişti ki fena halde kızan Konstantin, akşam yemeğini lokantada yalnızca yemeği tercih etmisti. Otele erken dönmüştü. Aryan divana uzanmış, Poutchkine (Puçkin) in şıirlerını okuyordu. Akşamdanberi ağzını bir kerecik bile açmamıştı. Şimdi lâmba sönmüş, daracık yatakta yanyana yatmışlar, uyumağa çalıvorlardı. Birdenbire Konstantin, zaptedilen bir iç çekmesi işitir gibi oldu.. Hiç kımıldamadı. Aryanın bütün vücudü, boşuna önüne geçmeğe çalıştığı küçük. sinirli hareketlerle titriyordu. Konstantin, tahammül edilemiyecek kadar, kalbinin sıkıldığını hissetti. Geceleri geçen bu vak'alardan herşeyden fazla korkuyordu. Aryanın küstah gözlerile alaylı dudaklarını görmediği, sade yanında bu genc vücudün tazeliğini duyduğu vakit kendisini tamamen kuvvetsiz hisseder ve bütün al çaklıklan yapmağa hazır sanırdı. Fakat bu akşam onun için uyumak imkânsız olmuştu. Yaklaştığını sezmeğe başladığı facia, artık bertaraf edilemez bir hale gelmişti. Genc kızı kollarının arasına alarak: Nen var? diye sordu. geçirmcmiş olduğu kanaatinde bulunu yorlar. Lord Lugard. diyor ki: Her önüne gelene müstemleke lâzım mıdır? Bizim müstemlekelerımız meydanda ve herkese açıktır. Kim isterse gelir, orada yerleşebilir, tam bir ser bestî içinde ticaretini yapabilir. Biz medeniyetin hâkimleriyiz. Daha ne isterler? Ust tarafı nüfuz, süs meselesidir. Sualleri sormağa başladım: Fakat bu nüfuzun da bir önemi olduğunu tasdik edersiniz zannederim. Biz, eski müstemlekeci milletlere, arka daslarımızı bizim yaptığımızı yapmaktan alıkoymak yakışır mı? Italyanları, bunu yapmaktan kim menediyordu? 1896 da şanslarını denedıler, kaybettiler ve olan oldu. Şimdi bunun acısını çıkarnıak is temeleri tabiî değil mi? O zamandanberi, oldukça önemlı ufak bir hâdise olduğunu unutuyorsunuz: Harb oldu. Harbden sonra da Versay muahedesi yapıldı, bu muahede netice sinde Uluslar Kurumu vücud buldu. Kuvvet kullanmaktan vazgeçtik, harbi reddettık, harbe gırmemeğe hepımız ye min ettık. İtalyanlar da bunu imza etti ler. Şimdi muahedeyi yırtıp imzalarını inkâr mı edecekler? Evet amma, îtalya, Versay muahedesi mucibince yapılan müstemleke tevziatında kendinin zararlı çıkt'.ğım haklı olarak iddia edıyor. Ispanya \e Por tekiz gibi öyle memleketler var ki, önem itibarile îtalya ile eşit olmadıkları halde Afrikada muazzam topraklara sahib bulunuyorlar. Şüphesiz, fakat burada çok bü yük bir mesele ortaya atıyorsunuz. Şa yed Almanya, günün birinde, ayni isteklerle karşımıza çıkar ve kendi payını isterse, ona ne cevab vereceksiniz? Durumun gayet garib olduğunu itiraf etmeliyiz. York başpapazı, yeni bir müstemleke paylaşılması işıni derpış etmeğe hazır olduğunu söylüyor. Bu taksim vazi fesini kim üstüne alacak? Boş ve emre amade toprak sade afrikada mı var? Niçin herkes bu parçadan pay istiyor? E sasen böyle bir taksim işi nasıl yapılabi lir? Fransa, Holanda ve Portekizle karşı karşıya bir masa başına geçip «sen yararsın, sen yaramazsın» diye mi paylaşacağız? Bu çok nazik ışı ben kendi hesabıma başaramam. Maalesef bu sefer, ben, Kolomboda karaya çıkamadım. Sıtma nöbeti geçiriyordum. Bununla beraber, Seylanı tekrar görmüş gibiyim. Bakın nasıl oldu: Kamaramda yatıyordum ve lom bozdan o ilâhî adayı görmeğe çabah yordum. Geminin, benim bulunduğum tarafından, ancak güvertenin bir kısmile bir harb gemisının burnu görünüyordu. Arasıra martılar ve gagalannı kanadlarının arasından ileriye doğru uzatmış su çaylakları uçuşuyordu. Bazan, canh, acayib bir koku, kamaradan içeri dolu yor, fakat, o kadar kuvvetli ve o kadar yakın duyuluyordu ki, kamaramın bir denbire çiçekle dolduğunu zannediyor dum. Bunda, biber, bal, aselbend, an ber ve daha başka kokular karışıktı. Lombozda, parlak bir gölge, tereddüdle dolaştı, kenarlara çarptı, sonra içeri girdi. Bu, kanadları, küçük birer yelpaze gibi çırpınan, mücevherden daha parlak bir kelebekti. O kadar büyüktü ki, ilkönç£ kus sandım Ne vesjL ne mavıydj» fakat ayni zamanda hem yeşil hem nıa\i, bîr gök yakut v< zümrüdün oynayışmı andırır birşeydi. Denizi, ve rengıni üzerinde taşıdığı ormanı hatırlatıyordu. Kanadlarının daha koyu ve küçücük al tın sarısı noktalarla süslü iç tarafı, Me dar gecelerini andırıyordu. Birkaç saniye etrafımda dolaştı, te reddüd etti, bir lâhza lombozun kenannda çırpındı, ve kayboldu. Seylan, beni ziyarete gelmişti! Sabırsızlıkla beklediğim liman «Pe nang» dı. Çünkü burayı daha hiç gör memiştim. Fransız hattında seyahat e derseniz, gemi, bu iskelede durmaz, buna mukabil «Saigon» u görürsünüz. Maalesef gemiler, şimdi, eskisinden daha çabuk yol alıyor. Sürat, modern hayatın bir eğlencesi oldu, fakat, ayni zamanda da yarasıdır. «Saigon» a uğrayınca «AngKor» a kadar gidecek vakit bulamazsınız, meğer ki o vapuru terkede sinız. Insan, seyahatte, ne acele etmeli ne de yanında fazla yük bulundurmalı. Bir tek bavulla seyahat ettiği halde her a radığını bulan kimseler varmış. Ben on bavulla seyahat ederim ve daima da birşeyim eksiktir! Gelelim «Penang» a. Oraya hayran çıktım, çılgın döndüm. Memleketler kadın gibidir. Yavaş yavaş, zamanla, sebe Bundan birkaç sene evveline gelinciye kadar bir yerlinin söyliyemiyeceği bu küçük cümle beni çok düşündürdü. Dostlarımız olan Ingilizlerin, müs temlekelerde uğradıkları sukutu hayal den, bazı yurddasjarımızın yaptığı gibi, memnun olmak doğru birşey değildir. Hepimiz bırıbırımıze bağlıyız. Aden Cibutinin yanıbaşındadır. Hindistan ih tilâlle kaynaştığı vakit, Hindiçinî tehdid altına girer ve Mançurinin simalinde Harbine sığınmış olan Beyaz Ru^lar kızlarını Çinlilere satacak kadar sefale te düşünce, ihtiyar generaller harnallığa ve çekçek sürücülüğüne başlayınca, bu hallere kayidsiz gözle bakmak doğru olmaz. Bu vaziyet bütün beyaz ırkın aleyhinedir. Adenden bahsetmeyince, Sevlandan hele hiç bahsetmiyeceğim. Bu sihirli a dayı tekrar gördüğüm zaman yüreğim de bir çarpıntı hissettim. Şayed günün birinde bu adaya seyahat ederseniz, Hattıüstüva çiçeklerini ve otlarını ilk defa olarak Kolomboda göreceksiniz. Sabahleyin erkenden karaya çıkmanız ih timali çok kuvvetlidir. Ve muHaka Kandyye çıkacaksınız. Bu klâsik gezintiyi her yolcu yapar. Bu, bir günlük iştir, fakat unutulmaz. Gerçi, göreceğiniz şey, yabani ormanların başlangıcından başka birşey değildir. Fakat inanınız ki değer! Uydurma tecimenler Gümrük satış ambarından müzayedeye çıkarılan sahıbsız eşya satışında kendilerine tecimen süsü vererek fiatleri artıran ve diğer alıcıları tehdid eden Isak, Nesim, Cemil, Leon, Şabat, Isak, Israil yakalanarak haklarında tahkikata başlanmıshr. Ocak kongreleri Binbirdirek parti oc. ğının kongresi eylulün 14 üncü günü akşam saat 21 de Divanyolundaki Ocaklar merkezinde toplanacaktır. N. bi bilinmeden sevilenleri; bir de, bey ninden vurulmuş gibi birdenbire sevilenleri vardır. «Penang» ı bu şekilde sevmezseniz aşkolsun size derim. (Arkası var) kıldığını sanıyordum. Meselâ bizim müstemlekelerimizin, sadece kaybettiğimiz illerin tazminatı değil, günün birinde, AImanyaya karşı «Alsas Loren» tazminatı diye kullanılacağını zannediyordum. İşin ahlâkî tarafını ne yapıyorsu nuz? Size vedia olan halkı istediğiniz şekilde kullanmağa hakkınız vor mı? Bir müstemleke sadece topraktan ibaret değildir. Bu topraklara sahib olanlar, ayni Ben şimdiye kadar, müstemlekele zamanda, manevî mes'uliyetler de yük re biraz da, mübadele metaı gözıle ba lenmişlerdir.» Aryan ona sokularak: Kederliyim, dedi. Konstantin bir sürü şey sorarak onu tazyik etti. Aryan cevab vermekten kaçıyordu. Hayır, hayır, dedi, yapamam. Eğer sana hakikati söylersem artık beni sevmez, ve kovarsın.... Of, ne iğrenc şey! Bu kelimeler Konstantinin zihnini altüst etti. O zaman kendi kendine: « Ah! dedi, muhakkak beni aldattı. Bizim bitmek tükenmek bilmez kavgalarımızdan sonra, bir kızgınlık anın da, kendisini baska bir erkeğin kucağına atmış olmalı... Bugün bu ağır yükü vicdanında tutamıyor... Acaba onu dinlemek kuvvetini kendimde bulabilecek miyim?. Bari Tann bana ondan ayrılmak ve bütün bu işkenceleri bitirmek kuvvetini verse... Konussa da ben de onu kalbimden koparıp atsam.» Birdenbire zıd hisler içinde cırpınıyor, Aryanı kaybedeceğini düşündükce titriyor ve kesin (kat'î) izahatı başka bir güne bırakmak istiyordu. Fakat ayni zamanda hakikati öğrenmek için de cıldırıyordu. Metresınin korkusunu teskin etmeğe çalışıyor, çok müsamehakâr ola cağını ve sadece yalanın, önüne geçılmez bir bozuşmıya sebebiyet vereceğini anlatmağa uğraşıyordu. Nihayet Aryan itirafa başladı. Fakat hıçkırıklar onu boğu yor ve her an sözünü kesiyordu. Sorup anlamak lâzımdı. Mesele, bir para meselesiydi. Aryan ona: Burada ne ile yaşıyorum zannediyorsun? diye sordu. Bilmem... Beni bu mevzua hiçbir zaman yanaştırtmadm ki... Muhakkak zengin olan teyzen... Genc kız: Teyzemden on para bile almadım, diye dostunun sözünü kesti. İkisi de uzun müddet sustular. Istırabdan kaskatı olan Konstantin kendi kendine: « Biraz gayret daha, dedi, herşeyi öğreneceğim.» Aryan. nihayet, geçen yaz babası ve teyzesile olan ihtılâflarını ve mühenefise yaptığı müracaati, iç çekmeleri ve ^ z yaslarının ikidebirde kestiği küçük *.u çük cümlelerle anlattı.... Anlıyor musun? dedi, vücudümü ödünc vermek suretile benliğimden hiçbir şey vermeksizin istiklâlimi satın alabile ceğimi zannettim. İrişmek istediğım mtksad, gözume her§eyi muhik gösterıyoıau.. (Arkan vta) dum... Bir saat sonra, kızmış olarak, yatağm ta öbür ucunda uykuya daldı. Bir müddettenberı Konstantin, genc kızın şık sık teessür anları geçirdiğini görüyordu. Aryan bazan bütün bir akşamını 11 Cumhuriyet „ in edebî romanı: 42 hiç konuşmadan, okumadan, büyük şala Yazan: Klod Ane çevirenler: F. Varal ve F. Osman bürünerek divanda büzülmüş olarak geöldürücü bir merak bütün benliğini büs etti. Fakat Aryan yüzünü erkeğin çiriyordu. Konstantin sorduğu vakit ise sardı. Hiçbir sebeb olmadan daha fena ensesinin arkasına sakladı. Konstantin o de: Birşey değil, aldırma, diye karşısından korkuyordu. Banyo odasma ko§ nu odasına götürürken sıcak damlalann boynundan içeriye doğru aktığını hisset lık veriyordu. tu; burası da boştu. ti... Aryan ağlıyordu... Konstantin onu Başka zamanlar da: Aryan, Aryan! diye seslendi. yatağa yatırarak öpücüğe boğdu. Fakat Bazı şeyleri merak edıyorum, beKarşılık veren olmadı. Salona döndü, elektrik düğmesini çevirdi. Aryan divan Aryan birdenbire kalkındı ve parlak bir nimle uğraşma, derdi. Konstantin fazla sorsa, Aryan her da yatıyordu. Yüzünü yastığa gömmüş, kahkaha kopararak: Komedyayı fena oynamadım değil türlü izahattan kaçınır, evden nahoş saçlan dağınıktı. Bir Iskoçya şalına bübir mektub aldığmı ve onu alâkadar etrünmüş, bükülmüş bacaklarile, herkpsin mi! Ne dersin? terkettiği on yaşlarında ümidsiz bir küKonstantin afallamıştı. Aryan ise a miyen düzelmesi zor maddî meselelerin çük kıza benziyordu. laylı bir sesle istediği zaman hakikî göz başgösterdiğini anlatmak isterdi. Konstantin Aryanın yanıbaşında diz yaşı dökebileceğini ve eğer ahmak bir aGenc kızın karışık cevablarından koçökerek onu öpmek istedi. Genc kız mü ile onu sahneye çıkmaktan menetmeseydi parabildiği malumat kırpıntılarını bir amaneat etti. Konstantin onun yüzünü kendisine artist olarak fevkalâde parlak raya toplıyarak ve başlarından Kırımda kendi tarafına döndürmeğe çalıştı. bir istikbal yapabileceğini anlatıyordu. geçen bir sahneyi hatırlıyarak, KonstanAryan: Ah, niçin X i dinlememek zâfın tin Aryanın ondan saklamak istediği sır Bırak beni, bırak, dedi, haydi ce da bulundum? diye içini çekti. Beni be rı keşfe çalışıyordu. içinde paranın rol nennem ol! raber almak, bana ders vermek istiyor oynadığı muammalı ve karanlık bir meO zaman Konstantin onu kollan ara du «San'atler» tiyatrosunda sahneye sele sezer gibi oluyordu. sında havaya kaldırarak b'pmeğe teşeb çıkmağa bajlar ve bugün mejhur olurVe bir ak;am birdenbire hakikati öğ A'N

Bu sayıdan diğer sayfalar: