1 Kasım 1933 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

1 Kasım 1933 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

'Cumhuriyet' 1 Teşrînîsanl 1933 KOLTUK GÜNÜ M. Turhanın millî hikâyesi Ruj»eni Efendi kahvehans köşele î rini evinden fazla »ever gibi göriinür. Çünkü gfin doğar doğmaz soluğu bir kahvede alır, gün batmadan evine dön. mez. Kansı Güîbalıar Hanım da, gü • niinii yalmz gecirroekten memnnn gi bidir. Ök boro« sesile beraber serili dö•eğmden ftrlar, mutfağa girer. Kocasf nın uyanıp giyinişinden haberdar bfle olmaz ve ancak sokak kapumın ver . diği gürültülü müjde üzerine yukan çıkar, odalan süpürür, camlann tozuna «lır, öğle üzeri tek başma yemeğini yer, çarşafını giyip komşuya gider, gün batmcıya kadar çene çalar. Kankoeanm şu biçhtı yaşayışlarma göre aralartnda yıldız barısıklığı bu hmmadığına hükmedilmesin. Onlar birbirierîni candan severler. Eğer, yirmi *ene bir yashğa bas koyan çiftlerin hâ. iâ âşık yasamalanna imkân varsa Ruşeni Efendinln karuını mecnunlar gibi coskun bir muhabbetle sevdiği, Gül bahar Hanmun da ona Leylâlar kadar engm btr sevda 3e yüreğmde tasıdığı iddia olunabîlir. Bu haJrikate rağmen Ruşeni Efendi karısından kaçar, Gülbahar Hanım da nzun ya* ve soğuk kış günlerini yapa • valnız geçirmekten zevk alır. Neden? ÇönJrii aralarmda bir tfirlü halledi • lemiyen birkaç ihtüâf noktası vardır. Bu yüzden ozun boylu yanyana ohıra. mazlar, vüzyüze geldikçe mutlaka neticesiz bir münakaşaya girmekten kendiierini alamazlar. Bu münakaşalar i•e daima Gülbahan ağlatır, Ruşeni Efendiyi toer. Onun içm günlük uzaklaş. ma caresini bulmuşlardtr. Gündüzleri karşılaşmazlar, geceleri Ytrtiarmı birbirlerine çevirerek uyumakia geçîrîrler, dı'Perine kîlit vurnrlar. üzerinde bir törlü uzlaşılamryan noktalar acaba nedir?... Bize belki g3 Ionc görünür una onlarca bu mesele • lerin hayatî bir kıymeti ve bir Insmı . nm da an'anevî ehemmiyeti vardır. Me»elâ: Gülbahar Hanım, kocasma babasından ve dedesinden kalma aziz bir yadigâr olarak şu evden göcedilmesmi ister. Sebebi de evin bir medreseye bî h'sik olmasıdır. Kadmcağız bu kom • suluktan ton derece muztariptir. Çünkü kafesli pencerelerin arkasında bile ge. semez. Medresedekfler, bu gezintiyi vehmî şekilde olsun sezince avluya nralanırlar, münasebetsiz ve küstah bi çhnlere bürünerek bir ağizdan «yahey!» diye bağırmaya giriştiler. Haftada bir veya iki kere medreseye kapatılmış orta malı yosmalar yüzünden kopan çirkin kavgaları da baska!... Ruşeni Efendi, karamın ıztirabmı tak. dir etmekle beraber erinden aynfanak fedakârlıgmı gösteremez. Çünkü ço • euklueu orada geçmistir, odalann her kösesmde bir çocukluk hatvrası vardır. Dört buçuk kendîni bilmez yobaz yuzünden bu atalar yadîgârmı elden çıkarmaya bir türlü razı olamaz. Sonra Ruşeni Efendi gazete okumak merakmdadır. Hele tstiklâl Harbi si • rasmda bu merak on kat daha ziyade . lesmîştir. Sabahlan kalkar kalkmaz köfesine kurulup tedarik ettiği gazeteleri •aatlerce gözden geçirmek ister. Gül bahar Hanım okur yazar ohnadığı ! • çin gazete dilinden anlamaz, kocası nı zorlayıp satırlan hızlı sesle okutsa bile gene o anlayıssızlıktan kurtulamaz. Keümeler capraşık, cümleler kanşık . hr. Daha sonra Gülbahar Hanım, kocanmn tek başma sinemaya gitmesine de İçm için kızmaktadır. Orta Anadolu • nun şen bir kasabasında oturan bu karıkoca, işte bu sinema yüzünden ihti . lâflı vaziyettedirler. Gerçi Ruşeni E fendi, sinemaya karısını da götürmeği bir zevk sayacak kadar açık fikirli ise de an'ane ve içtimaî kaide, bu zevki tatmak için kendisine imkân vermemek tedir. fşte kankocarnn arasmı açan bu gi bi seylerdir. Ruşeni Efendi evini satma. makta, gazetesini bırakmamakta, sinemayı ihmal etmemekte ısrar ettiği i çin kansınm mütemadiven tarizlerine ve sistemlerine uğramaktadır. Kadın, yürek acısı yüzünden tarizlerini belki taarruz derecesine de çıkarabilirdi. Fakat koeasının bir hiddet buhranı içinde kendisini ücten dokuza kadar uzayan kuyruklu bir tallâk ile bosamasından korkuyordu. Ruşeni Efendi de ayni korkuyu taşıdığı icin kansile çene mübarezesini pek uzatmazdı, savuşurdu. Fakat ne olursa olsun evde bir tat . sızlık vardı. Erkek, giin başına sitem görmekten ve kadın, hakh bulduğu her dfleğinin yerine getirilmemesinden müteessirdi. Bu teessürden bir yanguı çıkmaması için Ruşeni Efendi, evden ka çıp kahveye sıemmak caresini bulmuştu. Gülbahar Hanım da bu kaçıştan bir nevi «el'aman» feryadı sezinsiyerek gün. lermi yalnız geçirmek yolunu tutmuştu. Birçok yıllar gibi tstiklâl Harbi devresmi de bu kankoca bu şekilde geçirdiler. Yalnız bir gün, son düsman kütlesinin Türk yurdundan koğuldugu mü j . desi alındı^ı gün kankoca basbaşa bir kaç ısıkh saat yaşadılar, o müjdeyi veren ajans ilâvesini biri okudu, obüra dinledi. Ertesi gün, Ruşeni Efendi sabah kahvesı'ni gene bir çayhanede içiyordu ve Gülbahar Hanım, gozünün çapaklannı gene mutfakta siliyordu. *** Gülbahar Hanım bîr gon süpürge işini bitirmişb", saçrnı tarayıp altm dizili fesini başma gecirmisti, eteşn tonu1'''orten entarisîni, gelînlik kürkünü giyip çene çalmak, dedikodu yapmak için komsuya gitmeSe hazırlanryordu, hızh hızlı kapı çalındı. GüTıahar Hanım, îsteksiz isteksiz cum. baya gîrdi, kamyı kîmm çaldığını an lamak istedi ve esik önünde kocasmi gördü. Ruşeni Efendi sevincK bir telâş îcinde idi, kaoı tokmağmı hîc durmadan kaldınp îndîriyordu. Kadın, bu gelise bir niana vereme • mekle beraber merdivenbasına cıktı, ipi cekti ve kavitsîzce geri çekildi. Hastalrfc gibi bîr sebeple eve gelmedigi anlaşılan kocasımn yıTlanmıs itîyat, kök . lesmis usul harîcinde vakitsîz eve ge liîine karsi kayitsiz gorunmek istîyordu. Rusenî Efendi, merdiven basamaklanm ikiser ikişer atlıyarak yukan çıkti •e bathrdı: Müjde kancığım müjde. Cum hurîvet ilân oiundu! Gülbahar Hanım, eli alt<n!ı fesîne ortmpŞe savashgı oyalı vazmanın üzerinde. bön bön kocasma baktı: Cumhuriyet mi, bu da ne? O kasabamn gazete hafızlıifr kuvvetîle hatın sayıhr b!İaric'^rinden ve hatta siyasilermden olan Ruşeni Efendi, yürekten eelen bîr heyecan icinde anlatti; Cumhuriyet, miilctin efendiliginî ele almasi demektir. Cumhuriyet, ge cenln gündüz olması demektir. Cum horiyet, dikenli yollann düzelip temizIenmesi demektir. Cumhuriyet, durmadan yükselmek için kanat bulmak de. mektir. Cumhuriyet, halkm soyulmak tan, hakkın çiğnenmekten, faziletin e zilmekten kurtulması demektir. Cum huriyet, bir ıştktır: vicdanlan aydınlatır. Cumhuriyet bir ruhtur, millet denilen büyük varlıklan canlandınr. Cumhu riyet bir yüce kaynakhr: Yurda iyilik, rahathk ve emniyet getirir! Gülbahar Hanım, kocasımn heye . canma kapılarak bir ic sevinci duydu: Oyleyse mübarek olsun, inşallah biz de bu Cumhuriyetin hayrmı gö riirüz. Ve sonra kadınlığm<n tesiri altında kaşlannı çattı, sert sert sordu. Şu medrese gene yanıbasımızda kalacak mı. sen hanl harıl gazete okurken ben alık alık bakacak nuyım, si nemaya gene tek başma mı gidecek sm, ağzımı acıp hakkimı istesem «br> . sanm ha» diye yüzüme haykıracak mısm? Bunlara cevap ver de yeni gelen Cumhuriyetin bana ne verdiğini anh yayım. Eğer bu da, on *>es yıl evvel eelen hürriyet gibi (mesnıtiyet demek istiyor) erkeklere mahsus birşeyse müjden senin olsun! Ruşeni Efendi, böyle bir sorguya çeküeceğini hiç te ummuyordu. Bununla beraber şaşırmadı, ciddi bir çehre al dı: rünce tesbih çekmeğe girişmiyecekler mi? Artık medrese yok, tekke yok, şer'î mahkeme yok. MiIIetin mektebi bir, mahkemesi bir olacak. Aman ağzını öpeyim kişi. Şu u ğursuz medrese kapanacak mı? Kapanacak, yalnız bu batakhane değil, biitün medreseier kapanacak. Yerlerine mektepler açılacak. Çünkü Millet Meclisi, hilâfeti kaldırdı, halifeyi hudut haricine çıkardı. Medrese, hali felerin beslediği tenbellerin inidir. Bes. liyen gidince beslenen kalmaz! Gülbahar Hanım, bir uzun lâhza düşündü: Vallahi kişi! dedi şu müjden cana değdi. Ancak bugün evimin kadını olduğumu aniadım. Yirmi yıldır kafesin önüne bile gidemiyordum, med. rese yobazlannın şerrinden evimde ses çıkaramıyordum, gün yüzü görmüyordum. Fakat gene içimde bir üzüntü var. Medreseleri kapayıp en büyük sevaba giren iş erleri, bhaz da bizi düşünseler. Verdi, fakat *be verdî. Bfa« ge. ne birşey yok! Hayır kancığun hayv. Bu »efer size de birşey var. Ne var?. Hürriyet var, serbestltk var. Çünkü fesle peçe ikizdir, hem de yapışık bir ikiz! Fes kalkmca peçe de düşer! Gülbahann sevfnçli hayreti, çehre • sinde okunuyordu. Ağzı bir kanş a çık kalmışh, kekeliye kekeliye soru yordu: Ben de, ben de yüzümü açacak mıyım ?. Elbette açacaksm. Yüzü günah . tan kara olanlar maske kullansm. Türk kadıru gümüşten akhr, alhndan parlaktır. Nicin yüzünü örtsün? Yüzümü açnvca böyle cajcavîak mı gezeceğim ? Haytr. Sen de Avrupah, Ameri • kalı kadmlar gibi zarif bir şapka gi yeceksin. Şu beli kuşaklı entariyi de ğistirip sırtma daha biçimli, daha kul . lanışlı bir kcitüm gecireceksin. Sonra? Benrmle beraber stnemaya, Belediye bahcesine, kırlara ve her yere gî deceksin ? Gülbahar Hanon, elüe yüzünti kapa. dı: Böyle deme kî«, böyle deme. Bizi yanyana göriirlerse ne derler. Val . Jahi tefe koyup çalarlar, malamaj ederler. Ne tefe korlar, ne dümbelege. ŞUT nun bunun giyiniştne, yürüyüşüne, ya tıp kalkışma kanşanlar hep o medrese haylazian, o tekke sersemleri idi. Cumhuriyet onlan da boş fîkirlerden, cirkin duygulardan kurtanyor. Artık Irimse kimsenin başma, ayağuıa kanşamaz. kanşanlan kanun cezaya çarpar. Gülbahar Hanım, bu sözleri dinler ken vaktile yüreğini imrendiren, gözSnü nemlendiren, içîne haset alevleri dolduran bir sahneyi hahrladı. Bu sahne, tstanbuldan gehne bir ailenin dü . ğünü idi. Bütün komı komşu gibi kendisi de geiini görmek için o düğüne gftmişti ve güvey olan delikarJınm geKni kolhıklayıp odaya göturüşünü seyret • mişti. O vakrt gencti, Ruşeni Efendiye varalı henüz bir yıl olmuştu. Bu sebeple kendi evlenişîle bu tstanbullu gençlerin evlenmeieri arasmdaki farkı urun uzun ölçüp bicmişti. Bu fark, büyüktü, pek büvüktü. Ko. caaı ne koltuğa grrmişti, ne basından para serpmisti. Gününü erkekler ara • sında geçirdikten sonra yatsı namazmı me<c'rte kıiın eve gelmîşti. Kendisi bir odada onu bekliyordu. Bu bekleyiş, bircok hulyalarla dolu idi. Halbuki Ruşeni Efendi o hulyalartn hiçbirini can landırmıyarak seüemüsselâm odaya girmiş ve doğruca seccadeye yanaşarak n. zun bir «gerdek namazı» kılnuşh. Halbuki bu tstanbullu gençler, yüzlerce kisilik bir kalabalığm önünde birbhiie karşılasıyorlardı. Gelin, «mes'udum!» diyen bir tebessümle kocasmi sanyor, güvey de: «babtiyanm» diye haykıran neş'e îçinde onu kofaıkhyarak tatlı nazl' nazlı odasma götürüyordu. Gülbahar Hanım, belki 5ç yıl bu manzarayı untrtmadı, için için imrendi, kıskandı. Kadınlarm erkeklerie bera • ber gezebileceklerini, diledilderî yere beraber gideceklerini söyliyen kocasmi dinlerken gene o manzarayı hatırladı ve içi trtriye titriye sordu: Demek ki sen benim koltuğuma gireceksin, sinemaya götüreceksin. katin solmıyan ve kurumıyan çi • çeğini kalbinde taşıyordiı. Anî feveranlann acı hamlelerini teskin e*meğe, boğmağa muvaffak oluyor, saadeti dikenlenmiş olsa da şikâ • yet etmiyor, şefkatini ihtırasına galebe ettiriyordu. Âciz ve sergüzeştçu Paprikanın ruhu ne büyük bir imtihan geçir miş, ne büyük tahavvüllere uğra mıştı. Eskî Paprikadan e*er kalmamıştı adeta... Saç boyalarile, yağh düzgünlerini nasıl unuttuysa, tur nelere çıkarak alkış toplamak he veslerini de öylece unutuvermişti. Bu serseri ruhlu, Eksantrik kız, hayatında ilk defa olarak hakikî bir rol oymıyordu. Arfak ne taşra müzikhollerinde çapkınlığile iştihar et* meği, ne Parisin üçüncü smıf ti yatrolannın birinde taltif ve tef vik edici bir söz beklemeği, ne de bar afişlerinde başarttist olarak ilân edilmek için bar sahibine nasıl hulul etmek icap edeceğini düşün • müyordu! Hay hay. Ta sen beni koHuk • hyacaksm, ya ben seni koltuklıyacağun, beraber gezeceğiz. Artık engel yok. Korkn yok, endişe yok. Çünkü Cum , huriyet var. Ne vakk yanyana dolaşacağız? Hele bir şapka al, bir kostüm hazıria, o vakit. Çünkü el icme çıkan temiz çıkmalı. Kimseye gülünç olmamah. Kaçgöç kalkarken, peçeler duşer ken omuzunuza yeni yeni vazifeler yük. leniyor. Malum ya, her nimetin bir küU fetî olur. Hür ve serbest kadın da. temiz giyinmeği ve temiz görünmeği bilmelidir. BiHşik medresenm kapandığini gV zü ile gördükten sonra Cumhuriyetfn çok îyi ve çok yüksek bir varlık oldu. ğuna îmân getîren Gülbahar Hanım, kocasmm bu son müjdesmm de doğ ruluğuna şüphe etmedi: Şapka sana yaraşmîş, dedi, bana da yarasır mı dersin! Güzele heMev yarasîr\ Gülbahar, bu ıltifata karsı elhtf a zath, uzun izdivaç vıllan içinde ük defa olarak güpe gündüz kocası tarafmda öpülmesme îzin verdi. tzm mî rerdi ya? «Bunu» bizzat kendîsî istedi ve ondan sonra hazırlanmaya grişti. Ruşeni Efendi, medenî hayata karL şacak olan kansmı o hayatla mütenasip bir kılığa sokmak istediği için elînden gelen fedakârlığı yapmıştı ve Bc beş gün icinde onu tam bîr Avrupalı kıyafetme büründürmüştfi. Şimdi ikisi de tatlı bir heyecan içm • de sinema vaktini bekliyorlardı. Er kek, fötr şapkasmı elle çevîrirken kari. smra yenileşen ve kirden kurtulmuş bir altm gibî panl panl parhyan gözel yB zime bakıyordu. Kadın da, erkeğini keı disme yaklaşbran şu değişiklikleri dü şünerek Cumhuriyetin kıyamete kadar yaşamasma dua ediyordu. Onlar, kolkola sokağa çıktıîar, ko nuşa konuşa sinemaya gittiler, yanyana oturup fümi seyrettîler, gene kolkola eve geldiler. Gülbahar, ba hiç umulmı . yan, habra bile getirihniv* L«,OK nadisenin bu kadar basit birsey olduğuna şasıyordu ve kadınla erkeğtn ayn ayn yaşatdmaaındaki mânasızlığa büsbütün kızıyorduı Eve gelip te içeri girdîkleri vakit Gülbahar Hanım taşlıkta durdu: Efendi! d e d i . merdiveni de kolkola cıkalım. Ruşeni Efendi, bu teklifi bîraz gü rîp bulmakla beraber nazik davrandı, «hay hay» diyerek kansmm koluna gir di, odaya çıkardı. Gülbahar, orada, o danm icinde mes'ut bir tebessümle ko. casma sanldı: Bugün, dedi, benhn kohuk gönüm. Çok geç kaldı ama iyi ve tatlı ol Rüfeni Efendi kar^aına şapkainkılâbını bu kılıkla müjdelemifti Cumhuriyet, milletindir. Senin benhn ve bütün yurttaşlann, Cumhu riyette ayn gayri yoktur. Herkes hak kım alacaktır re her hak, nvjtlaka ye. rini bulacakfar. öyleyte beni bu gece sinemaya götör! Ruşeni Efendi başmı kaşıdı, sakalım kanştırdı: Hele sabır, dedî, gün doğmadan neler doğar?... O günden sonra Gülbahar Hanım yeni ve çok kuvvetli bir taarruz cephesi almıştı. Cumhuriyeti candan seven kocasmı Cumhuriyet namma sıkıştırıyor du, evi değiştîrmesmî, evde gazete o kumamasmı, sinemaya yalsız gilıueme. «ini, eskismden daha büyük bir ısrarla teklif ediyordu. Ruşeni Efendi, bütün bu tarizlere ve taamızlara karşı sükunetini muhafaza ederek ayni cevabı veriyordu: Hele sabır. Gün doğmadan neler doğar? *** Bir gün o, eve çılgın bir teiâşla geldi, kansmı kucaklıyarak yeni bir müjde verdi: Artık bu eve îsinacaksm, pence renden kafesi atabfleceksin, sokağa ser bestçe bakıp temiz hava alacaksm. Gülbahar Hanım, şaşkm şaşkın ko . casına baktı ve sordu: Medresedekilerin gozleri toptan körmü oldu, yoksa dillerine «selâmün kavlen» mi (inme demek) geldi? Beni pencereden görmiyecekler mi, gö daha doğrusu, on bir aydanberi tbrahim Bey Şombergd'en bahsedildiğini duymamıştı. Yalnız Paprika, on bir ay evvel Şomberge verdiği söze sadık kalarak onu muntaza • man herseyden haberdar ediyor du. Büyük bir ihtırasla sevdiği âşıkının sıhhati ile alâkadar olan, onu gıyaben fakat yakmdan takip eden o âlicenap doktora, o büyük insana muntaza man yazıyor. has tanın sıhhati, mükemmel olduğunu tebşir ediyor ve her yeni gittikleri yerin adresîni derhal bildiriyordu. Paprika her ayın ilk günü Şombergden kısa bir mektup alıyordu. Dolrtor, birkaç satır yazı ile has tanın sıhhati hakkında güzel te mennilerde bulunuyor, müşfik has tabakıcının mes'ut olup olmadığım soruyor ve muhabereleştiklerinin hasta tarafından kat'iyyen bilinmemesini her defasmda bilhassa kaydediyordu. Sıhhati ile bu derece alâkadar olunduğunun hasta tara tşte kaç ay oldu, yurdumuza Cumhuriyet geldi. Lâkin kadmlar gene sizden geri. Gezen, tozan, gazeteyi yüzüne kapayıp hanl hanl havadis okuyan, sinemalara giden gene siz. Biz hâlâ mırtfaktayız. Ruşeni Efendi, dilinden düşürmediği cümleyi tekrarladı: Hele sabır, gün doğmadan neler doğar? Cumhuriyet, filhakika mübarek bir kaynaktı ve bu kaynaktan her yıl, ye nî bir şerefli hâdise doğuyordu. Nite kim hilâfetin lâğvi gibi milleti yükselten tarihî ve mühim vakıâdan sonra sap ka kanunu rı''* " , ^.ine karşı püsküllü bir mânia gibi Türkün başma geçirilen fesi, ortadan kaldırdı. Ruşeni Efendi, bu büyük inkılâbı ba. sında bir şapka olduğu halde eve gel mek, kansmın önünde şapkayı çıkanp zarif bir reverans yapmak sureüle müjdeledi: tşte, dedi, buna şapka derler. Diinyanın en yüksek, en değerli milletleri başlannda bunu taşıyorlar. Bizim fes, medenî âlemde gülünç birşey o luyordu. Hele bizim için o, biraz da feci idi. Nasıl anlatayım sana. Hani ka. sabadaki cephaneliğin üstünde bir demir var, adına yıldınm tutan diyorlar. tşte bizim püsküllü fes te, onun tersi ne birşeydi, medeniyet ışığını geri • ? yeni bir kanunla o pençeyi de dağıttı. bize medenî bir başlık giymek hakkı verdi. Gülbahar Hanım, dudaklannı büktü: fından bilinmesi aksi tesir yapmaktan hali kalamazmış. Bu itibarla bu cihetin fevkalâde mahrem kalması onun için hayatî bir mesele imış. Hastanın, zevk ve arzularmı tamamile yerine getirmek için elinden geldiği kadar gayret etmesini tavsiye etmekien de geri kalmıyordu. Saf ve gafil Paprika da, sırf sayesinde gülmeği ve yaşamağı öğrendiği doktorun nasihatlerile âmil olarak, azamî gayreltle çalışıyor, tıp âlimleırinin hayatını tahdilt et tikleri o bedbaht hastanın son günlerini mes'ut geçîrmesi için tekmil benliğini ona vakfediyor ve susmasını tenbih ettikleri işler için ağzını bile açmıyordu. Taşıdığı sırrın ağırlığı, saadetini bazan tırmalar gibi oluyordu. Fa • kat genç kadın kendini derhal toplıyor ve deruhde ettiği vazifenin ulviyeti karşı sında bu yüke seve seve katlanıyordu. Ekseri kadınlarda olduğu gibi, hilkaten hasiaba kıcı olarak doğan Paprika da, şefpen V". Harf inkılâbı üzerine Mfllet mektepIeri açılmca o kasabanm birind şakirdi, Gülbahar Hanım oldu. A ve B kurslannı imrendirici bir şevkle bitirdi, kocası kadar okuma ve yazma öğren, di. Bu suretle iAdsi arasmda kalan son ihtilâf ta ortadan kalkh. Artık Ankara ve tstanbul gazetelerini kankoca beraber okuyorlardı, günlerinî ve gecelerini beraber geçiriyorlardı. Cumhuriyet, aile temelini de sarsintıdan kurtanr ve kuvvetlendirir. Çfin kü kadma bakkmı verir, erkeğe de o hak". ka hürmet etmeği öğretir. Bugün Anadoluda böyle kaç Ruşeni, kaç Gulb» har var?.. M. TURHAN Sahne hayata ölmüstü onun için artık. Kendini beğendirmek veya kar şısindakini para mukabilinde gül dürmek zamanı geçmisti artık. Paprika bugün ulvî bir vazife ifa e* mekten doğan bîr haz ile yaşıyor • du. Sevdiği, çok sevdiği, çıld^rasıya sevdiği bir erkeğin sayılı günlerînin elemini hafifletmek için, ona ölO • mün korkunç hayalini hisaettirmemek için, mahdut hayatını en mes'u bh* tarzda geçirebilmesi için çalı • şıyordu. Dünyanm en büyük dok • torlannm en korkunç teshislerile idama mahkum ettikleri bedbaht bi insanın elemlerini teskin etmek için yegâne servetini hibe etmisti: Kalbini ve vücudünü. *** Uç ay... Tam üç aydanberi tbrahim Bey hiçbir şey düşünmemisti. Bu son aşkının emin ettiği saadet, esasen başka birşey düşünmesine mahal ve meydan vermemîstî ki... (Mabadi var) Tefrika: 64 Moris Dökobradan naklen Aşkın Kudreti Yeni aşkının, yeni ihtirasının çıl(înlıkian arasmda o acayip tabîatli kadmı sevdiğini, onun için ıstırap çebtiğini, onun için bin bir maceraya atıldığmı, onun için hayatını pervanzea tehlikeye a*hğını, bir an için, unvrfctu. tbrahim Beyin, Marevanın adre•ine Berline gönderdiği mektuplar cevapsız kalmıştı. V*faMx kadın, sevgilisinin mu kaddera'tile alâkadar olmak şöyle d^zrsun. mektuplanna cevap ver meği bile zait görüyordu. Halbuki âşıkmm, sırf onun ar sasumı yerine getirmek için, onun Wr »8lü fizerine gözlerini kapayarak kendiai ateşe attığım unuta cak kadar vakH te geçmemişti. O nun tstanbuldaki divani harp ta rafmrfan idama mahkum edilmiş olduğunu pekâlâ biliyordu. İbra him Bey, Bekirağa bölüğünün idam mahkumlarına mahsus dar ve karanlık höcerede inlerken. o kanat lanmış, arkasındah sürüklediği âşı • kmm mukadderatile alâkadar bile olmaksızın meydandan yok oluvermişti. Eğer tbrahim Bey idam seh pasmd'an kurtulmuş idise, buna, Gürcii güzelinin delâlet veya teşebbüsile değil, gene en büyük düşmanının ihzar ettiği ve hayatı muka bilinde istifade imkânını satm al dığı fırsat sayesinde muvaffak ol • muştu. Tam on bir aydanberi Şombergden de ses sada çıkmamıştı. Yahut

Bu sayıdan diğer sayfalar: