20 Şubat 1933 Gazetelerin cankurtaranı! Bir ölü Tramvay Şişhane yokıısunu çıkarken içerde bir vaveylâdır koptu: Dur.. Bayıldı.. öldü.. Eczane.. Dokto*1.. !mdat!.. Altmış yaşlarında, gözkapak Iarı siş, kırmızı yüzlü bir adam, oturduğu yerden yıkılıvermişti... Derhal tramvay durdu, ahali bi rikti ve şişman yolcuyu iki kişi kollanndan, iki kişi bacaklarından tutup indirdiler. Ellerini yoklayan bir genç mırıldandı: Kalibı din'endintıi» geliba.. Bir başkası lâkırdıya karıştı: Hayır, nefes alıyor.. Bu aralık yoldan srecen bir ^oktor imdada yetişti. Hastavı der hal bir eczsneye götürdüler.. Doktor, kvlağım hastanın göğsüne dayadı: Mükemmel.. Kalp tıkır tıkır işliyor! Sonra eczacıya döndü: Biraz eter koklatınız.. Bi Ieklerini kolanya ile uğuştunı • nuz.. Eczacı, baygın yolcunun elle rini, bileklerini bir müddet uğuşturduktan sonra: şaşkın, müterddit gözierle doktora baktı: Elleri gittikçe soğuyor!.. Doktor gülümsedi: Merak etme, kalp munta zam! Ve tekrar kulağım hastanın göğsüne dayadı: Saat gibi işliyor! ~ Fakat, buna rağmen baygın adamın yüzü gittikçe ölü manzarası alıyor, vücudii hararetini kaybediyordu. Eczacı tekrar ür kek ürkek mırıldandı: Nabız da atmıyor galiba!.. Doktor bu sefer hastanın nabzını tuttu ve hayretle bıraktı: Atmıyor!.. Ve süratle iğilip bir daha kalbi dinledi: Atıyor.. Saat gibi!.. **• DiKODl Yüz lirasına! Meşhur antikacı Salamon Efendi, kaçırdığı zengin bir Amerika'hnm karşıki mağazaya girdiğini görünce, teessüründen tıkanı • vermişti. Mağazadaki çıraklar biribirine girdiler: Eyvahlar olsun.. Şimdi ne yapacağız?.. Evine kim gidecek? Karısına bu kara haberi kim verecek? Mişon, bu acı vazifeyi kat'iyyen üstüne almak istemiyordu: Ben dünyada söyleyemem! ızak ta teessürden titriyordu: Ben de söyleyemem! Fakat kücük Moiz birden atıldı: Ben söylerim... Hepsi hayrette kaldılar: Sahi söyler misin? Vallahi söylerim... Peki... Git söyle öyle ise! Moiz, Salamon Efendinin Tak* sim'deki apartımanına gitti. Ü çüncü kata çıktı. Zili çaldı. Kapıyi madam açmıştı. Moiz, kızıl kirpikler arasında kaybolmuş küçük renksiz gözle • rile bakarak sordu: Merhum Salamon Efendinin evi burası mı? Madam hayretle sordu: Salamon Efendinin evi burası ama, Salamon Efendi mer • hum değildir.. Merhumdur.. Değildir.. Salamon Efendinin merhuı» olduğuna beninSfe*y«z lira bahse girer mîsiniz?... Madam, Salampn bahse girdi ve kocasının merhum olduğunu, ancak yüz liraya öğreneb'Mü Çimdik Gece yansına doğru, yazı o dasında hararetle çalışan beye fendi, bir yanık kokusu duyarak yerinden fırladı. Alt kattan, müthiş bir duman bulutu gelivordu. Bunun bir yangın başlangıcı olduğuna beyefendinin şüphesi kalmadı, hemen yatak odasında koştu, hanımı uyandırdı: Hanım, kalk... Yanıyoruz... Bir esvap giy çıkalım. Hanımefendi, uyku mahmur • luğu arasında gerinerek sordu: Hangi esvabımı giyeyim? Krep jorjet tangoyu mu? Yoksa beyaz krep damuru mu? Mürettip Efendim, daha dört sütun yazı lâzım... Gazeteci Hey, cocuklar .. Güzellik mes'elesine dair bir mülâkat, üç telefon, iki tekzip, bir tavzih uyduruverin!.. Nasır ilâcı Kunduracı dükkânında: Kırk iki numara iskarpin mi istiyorsunuz? Sizin ayaklarınız ancak otuz altı, otuz yedi numaradır Fakat ben, akşamlan saat dörtle beş arası, Topkapı tram • vayına binerek evime gidiyorum! keder Küçük Cevdet, mektepten dönüste çok neç'esizdi. Annesi merak etti: Neyin var, çecuğunv? Keyfin mî yok? ' ~"' " «,•' Hayir, anne! wui \^ Peki, neye durgun duruyorsun? Bizim hesap hocası, ağır hasta, diyordum ya... Vah zavallı adamcağız! ölmüş mü? Hayır iyileşmis! Bugün mektebe geldi. Saf ve berrak Lokantada: Bey Garson, dikkat et... Çorbayı, refikamın esvabının üstüne döküyorsun? r• Garson Merak buyurmayınız, beyefendi, Sade suyadır, leke yapmaz! Haysyetli mikroplar Hele yağmurlardan sonra terkosun rengi pek şekerleşir. O tath sarılık içinde öyle göz alır ki, artık posa yapraklardan kaynatılma çaylara taş çıkartır. Abdi Bey, bir gün, susamıştı, dayanamadı; bir terkos çeşmesine dayandı, yanındaki arkadası, kolundan çekti: Ne yapıyorsun yahu? İçme.. Mikropludur. Abdi Bey, omuzlannı siDcti: Haydi be, budala olma. Bu kadar pislikte mikrop yaşar mı? Aşinalık! Hastanın göğsü üstünde tıkır • dıyan şey, yelek cebindeki küçük saatti ve yolcu kalp sektesinden oleli yarım saat oluyordu! Kcarga Veysel Bey, sokakta, kılığı kıyafeti orta halli bir beye selâm verdi: Merhaba beyefendi. Merhaba efendim. Fakat af Mflhim mes'ele buyorunuz Bendeniz, zatı âlinizi Karı koca arasında: tanunıyorum: Bu sabah Neclâ Hanımefen Abdi âciz de zatı âlinizi tadi bize geldi. Lâkırdıya dalıp oğnımıyorum. Yalnız, dün lokantale yemeğini unutmıyalım mı?.. da sırra kadem basan şapkamı Muhakkak güzellik müna kaşasına tutuşmuşsunuzdur! tanıyorum da... öyle tuhaf adamdır ki her rasgeldiğimde, ne kadar uzakta o lursa olsun, mutlaka sabahsa «bonjur» aksamsa «bonsuvar» diye bağınr, guya »elâmlar.. Meslâ ben Taksim'i dönüyorum. O Galatasaray'da ezkaza gö?üne ili sirsem bir tarafına hançer saplanıyormus gibi bonjur yahut bon •uvar narasım basar. Bu da onun bir illetidir. Geçn gün Babıali'de baktım karsıdan geliyor. Beni gördü. ^akat nednse sahabla aksamı ve bonjurla bonsuvan karıştırdı. Tuttu var kuvvetîle haykırdı: Bonjuar! Gülüştük; geçti. Fakat sonra düsündüm. Bonjur sabahlan, bonsuvar akşamlan; güzel. öğle ile akşam arasındaki zaman için de bir «Bonjuar» desek hi; fena olmıyacak. «Desek» değil biz diyoruz bile.. Siz de bakın da isinize gelirse kullanın.. * * Bonjuar! zarafet Sinema kapısında: Yazısız hflcâye: Çarei hal! Yazısız hikâye: Maniler Vay bana vaylar bana, Yıl gelir aylar bana! İğildim su içmeğe Su vermez çaylar bana! * Kız fistanın ıslanmış Gece çık ta aya yay! Gül yözünden öpünce Almanya'nın meş j hur bıyıklan: Maniler Dağlar dağladı beni, Gören ağladı benil Değme zincrr kâr etmez Gönül bağladı beni! Sel olup taşamadım, Dağları aşamadım.. Vilhelm Sevdiğimin bir gece Yanında yaşamadım! Niçin derain: Ay ay ay! HiiMİenburg Kadın • iki koltuk* mu aiacaksımz?.. Erkek Hayır, bir loca... İktısada riayet edelim! Hitler Şenuiye yerîne!