İmamı-Azam BU Hanife Hazretleri... Öz ismi Numan bin-i Sabit... Sünnet ve Cemaat Ehli toplulu- gunun dört büyük imamından biri... Hicri 80 tarihinde doğdu. İranın en soylu hanedan- larından birine mensun... Saha- bilerden bazısına yetiştivse de hiçbirile görüşemedi; ve bu yvüz- den, sınıfca «Tâbiler» den olamadı ve «Tâbilere Tâbiler» den. oldu, İlim; “zekâ ve ahlâktâ haş dön: dürücü ve göz kamastırıcı bir derece... Az vakitte fıkıh ilmin- de misilsizlik belirtti. Fakat bü- tün tecellisini en muhfeşem bir idrakle' zahir plânma tahsis eden bu büvük zat, büvük bir velinin sohbetile de bâtın plânının en mahrem * vollarından haberli ve bizzat gizli bir velâvetin sahibiv- di. Hayatının bir ömre bedel olacak kadar uzun senelerini, sabahlara Okadar din yolunda amel ve tetebbu ile secirdi. Bü- tün gecelerini ihva, vani uykusuz gecirin ibadet etmek voluna söyle bir vesilevle dökülmüs: Henüz genç bulunduğu bir cağda sokak- tan gecerken, uzaklarda bir adam onu görün yanındaki ar- kadaşina hitap etmiş: — Bak, Ebu Hanife geliyor! tasli bu büyük zat, bütün gecelerini ihya eder ve sabahlara kadar ibadetten ayrılmaz! Halbuki İmamı Âzam Hâzret- leri o güne kadar yalnız yarı ge- celerini ibadetle geçiriyormuş... Duyduğu medihlerden fevkalâ- de müteessir olan büyük zat, doğ- ru evine geliyor ve Allaha yal- varıyor: Yarabbi! Lâyık olmadığım yağiİiedİ anılmaktan sana sığı- nırım! Bu bana, senin tarafından bir ihtardır. , Ve o günden itibaren, hakkın- daki mübalâgalı medhi tekzip et- memek içih bütün gecelerini iba- dete hasrediyor. Kendisine birçok defa kaza, yani hâkimlik ve fetva mesnedi teklif edilmişse de kabul etmemiştir. İbadın haklarını idarede kusur etmekten korkuyordu. Bir riva- yete göre, zamanın Halifesinin, kaza mesnedini kendisine teklif edip kabul etmemesi yüzünden İMAN İ MANIN başı, Allâha inan- maktır. Var olan, varlık ken- disine mahsus olan, bir olan, yâ- ratıcı olan, her şeyi halketmiş ve . halketmekte olan; âlemlerden müstağni, bütün kaytlardan mü- cerret, noksan sıfatlardan münez- zeh olan, tenzihi sıfatların hep- sine « birden sahip olan Allah... Allah, mutlak varlık, sonsuz kud- ret, külli irade, eksiği ve fazlası olmıyan kemal, her idrak ve mik- yasın üstünde .ve ötesindeki zat... Evet, imanın başı, Allaha inan- Ya maktır. Fakat sadece ve sâf ola- rak Allaha inanmakla iman te- şekkül ve tekemmül etmez. Al- lahın mürad ettiği iman, bu, yal- nız zata inanmak değildir. Al- laha, meleklerine, kitaplarına, re- sullerine, kıyamet gününe, ka- dere ve hayr ile şer, hör şeyin Allahtan geldiğine, öldükteh son- ra tekrar dirileceğimize de bir bütün halinde, inanmak lâzımdır. Yahut Allaha inanmanın bütünü içinde bunlar da vardır. «Amen- tü» nün 7 itikat esası... Esas olarak bunlar; ve teker teker bunlara bağli daha bircok nokta... İşte bu bütünün ifadelendirdiği tas- dik ve teslim haline iman denir. Başka bir tabirle de tevhit... Tev- hit, vani birleştirme... Fakat dili- mizdeki birleştirme tabiri, iki şeyi birbirine karıştırma mâna- sına, bu tevhit mefhumunu asla belirtmez. Buradaki tevhit, bir- leştirme değil, mutlak bir ha- linde idrak, kalbde bir kılmak, mutlak birliği ifade etmektir. Ak lahı, mutlak sıfatlarından birile bir olarak tesbit ve ifade etmek... Mücerret mefhumlar bakımından fakir olan dilimizde, bu mânada tevhidin karşılığı yok... Birleştir- menin umumi mânası ise dâva- nın tam aksi... Dilimizde iman ve tevhidin özü, Tevhit ve Şehadet kelimelerin- er mânalarla çerçevelenmiş- rev kelimesinin mânası: «Allahtan başka ilâh yoktur; Şehadet kelimesinin mânası: «Şehadet ederim ki,. Allahtan başka ilâh yoktur; ve şehadet ederim ki, 'M..... onun kulu ve Te- -sulüdür.» İşte, asli ibaresini bilmese de, bu mânayı kabul eden, onu ha- tmida birkerecik söylemiş, içi- ne sindirmiş ve hiçbir kere ya- lanlamamış' olan, ruhunun en giz- li köşesinde gömülü kalmış olsa da bu kanaatle ölen, görünüşte ve amelde nasıl olursa olsun, bu kanaatini tekzip edici bir hali ol- madıkça mutlaka mümin ve müs- limdir. Durun da '#ize imanı, imanın hakikatini, en ince, en nâzik ve o nisbette kati ve müşahhas cep- hesile göstereyim: İman, Sadece Ona, Allahın 'son veen üstün Resülüne, hâs ismi- ni hayâ 've hürmet hissimizden dolayı noktalarla gösterdiğimiz Kâinatın Efendisine, Haktan al- dığı ve getirdiği bütün hüküm- ler ve ölçülerle inanmak; ve 6 hükümler ve ölcüleri, bilinenleri ve bilinmiyenleri, anlaşılanları ve ça me işe Mez doğru ve hak bilm . İman ve Blake en sağlam ta- risi-büdur. VÂİZ : zindana atılarak kamçı altında vefat etmiştir. Halifeye verdiği söylenen şu cevap meşhurdur: — Ben size diyorum ki, kaza mesnedini alamam; buna liyaka- tim voktur. Ya doğru, ya yalan söylüyorum! Doğru söylüyorsam mesele yok, demek liyakatim yok- muş; yalan söylüyorsam, yalancı kaza mesnedine getirilemez. De- mek her türlü bana kaza mesne- di verilemez! İlk defa olarak fıkıh ilmini kı- sımlara ve bahislere taksim ve farzlarla şartların kitaplık tab-. losunu tertip eden Ebu Hanife- dir. Talebeleri arasından büyük müctehitler yetişmiştir. Hicri 150 de 70 yaşında vefat etti ve cena- yüzbinlerce zesinde kisim kisım insan bulundu. Sünnet ve Cemaat Ehlinin bü- “ yük kısmı ve bütün İslâm. dai- resinin “yarısından fazlası onun mezhebine bağlıdır. M. K. 7