29 Kasım 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13

29 Kasım 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ES Tefrika No:4 YÜZBAŞI Böyle olacak... BAŞKURMAY Ve artık sizi, vatanınız, eviniz, karınız, çoçuğunuz, arkadaşlarınız her- kes, benden başka herkes ölmüş bile- cek... Size, iman ordusunun vazife uğ- runda can vermiş bir ferdi sıfatiyle muhteşem bir cenaze alayı yapacağız. Alayın başında Başkurmay, kayınba- banız bulunacak... Halbuki iman ordu- sunun bir ferdi sıfatiyle vazife uğrun- da ölenin büyük vazifesi asıl bundan sonra başlıyacak... YÜZBAŞI Evet! BAŞKURMAY Vazifenizi en ince teferrüatına ka- dar öğrendiniz | YÜZBAŞI Evet! BAŞKURMAY Şu noktaları tekrarlıyorum; beyin zarınızda bunlar, gramofon plâklarının çizgileri gibi meçhul birer kıvrım ha- linde kalsın ve sonra onların nereden niçin ve alındığı unutulsun... (Paraşüt)ünüz toprağa değdiği andan itibaren artık siz bir yeşil değilsiniz; ama gerçekten değilsiniz! Yeşil'lerin dilini bilmiyorsunuz; fakat gerçekten bilmiyorsunuz! Hasta olsanızda sa- yıklasanız , lisanınız osiyah'ların dilidir. O ândan itibaren bütün ömrü- nüz boyunca hiçbir kere ana dilinizle tek satır okumıyacaksınız. Yalnız Alla- IP, ha dua ederken, yalnız Allahın duya: bileceği şekilde dılimizi kullanabilirsiniz. Namazlarınızı kılarken öyle hareket edeceksiniz ki, sizi bir lâhza gören göz, şahsınızda, Başyücelik devletinin bütün pilânları kadar müthiş bir vesika ka- zanır gibi gelecek size.. Ona göre gizleneceksiniz! Tesadüfler karşınıza, ayni yerde ayni vazifeye memur dört arkadaşınızdan birini çıkarabilir, Bun- lardan biri de, kendisine verilen en kat'i talimata rağmen. insan bu ayni fedakârlık yolundaki siladiğii tanımağa doğru bir meyil, bir tecessüs sahibi olabilir. Böylesinden, siyahların hükümet reisinden saklanmağa mecbur oluşunuzdan bir derece daha bir titizlikle o saklanacaksınız. ayni zaafi siz gösterseniz, karşınızda- daki ayni şeyi yapacak... Bütün insani zaaflara paydosl Benden, karınızdan çocuğunuzdan, omemleketinizden tek ber almağa teşebbüs etmiyeceksiniz. Siz onların herbiri için ölmüş bulunu- yorsunuz; onların herbiride sizin için... Bu kadar!.. Hiçbir ibtimal, bir daba sizi onlarla kaşılaştıramaz! Buluşma- mız, beraberliğimiz ve ebediliğimiz bu dünyade değildir. Böyle: bir zaaf, kendi çocuğunuzu kör bıçakla kıtır keser gibi, Büyük Doğu mefküresini ta kalbinden vurmağa bedel görünsün... (Sağdaki kopıda üstüste sinirli darbeler... Tık, tık, tık Başkurmay ve Yüzbaşı o tarafa bakarlar. FPYye $: MAM MSALİEK BİR KADIN SESİ Baba, girebilirmiyim? BAŞKURAY (Kapıya doğru) Sen misin kızım? Gir içeriye! (Kapı açılır, içeriye H apkurmngii kızı, Yüzbaşının zevcesi girer. Üstün de, kadına göre hususi bir biçiliş ifade eden son derece zarif ve sade çizgiler içinde yeşil bir harmani.. Zevce, doğru babasının yanına sokulup elleri- ni uzatır ve babasının ellerini tutar.) BAŞKURMAY (Birdenbire değişmiş, derin bir şefkat buğusu içine girmiştir.) Söye kızım! ZEVCE (Gözleri sr dimdik kendisine bakan kocasında ..) Korkuyorum! BAŞKURMAY eden korkuyorsun ? Hem bu sa- atta işin ne böyle ayakta ?.. ZEVCE Ben sizi yatmış sanıyordum. Müt- hiş bir rüya gördüm. Uyanıverdim. Bir de baktım ki yapayalnizım. Misafir, siyah alpak yeldir- yamadan Ar şaşir. , mıştı. Sefaletinin bir şahidi olan yamayı demindeberi itina ile saklayan bu elde şimdi diger elinin-taşkın hareketleri- ne we ediyordu: ızın ismi neydi? Şöhret Dadı hem konuşmak fırsatı bulmuş olmaktan, hem- de canlanan bir sıla hasretin- den gelen heyecanla muttasıl söylemek istiyordu: — Memleket ismi Halimet. Halayık ismi Teranedil! —A,a.. benim, ben... O benim Şöhret Dadı, şimdi hattıüs- tüvadan kutba atlamış bir in- san gibi iki büyük ve zıt he. yecan noktası arasında sefer ediyordu. Fakat bu heyecânın tezahürü taşkınlık değil, hay- retengiz hâdiselerin sebeb ol- duğu koyu ve derin bir tehay- yür, sükünet ve düşünce idi. Yavaşça ayağa kalktı, günün müsaid ışığından meded umar gibi ihtiyar kadını da elinden tutarak pencerenin önüne sü- rükledi. Fakat ne yapsa ara- aş bulmağa imkân yoktu. Şu bol ziya altında büsbütün feci bir harablık arzeden vi- ran perdeyi delerek, tâ buzlu Kafkas dağlarının yamaçlarında oynıyan sarışın kızdan, billür avizelerin aydınlattığı muhte- şem salonlarda, kahve, şerbet tepsisi ile misafirlerin önünde birer nazlı vakfe geçiren genç ve güzel kıza kadar uzayıp gidiyordu. Hiç olmazsa o altın sarısı saçlardan bir tutam kal- miş olsaydı, diye düşündü ve nihayet öğrendigi hakikate inanmamakla bu hazin levhâ- nın içinden Ml gibi ağır ağır mırıldani — Sen mi Üreme Kabil değil kadını; O fidan e bir kızdı ; başın- da bir kucak sarı saçı vardı ya- nakları karanfil gibi pembe idi. İhtiyar misafir, yüzündeki buruşukların içtiği iki damla yaşı başörtüsünün ucu ile ku- rulayarak cevap verdi : — Amma seninde pırıj pı- nil yanan lepiska saçların, ahu gibi gözlerin vardı. şanın büyük oğlu beğendiği için ismini Şöhret koymadı mıydı? Esirciler daha bizi Lovkajeden çalmadan, hep senin iie a dilden dile ydi Raşid pa- seni çok Şühret Dadı şimdi, bir ân evvelki sükünetinin aksülame- linden gelme bir tarafından sürükleniyordu. Sözden daha beliğ bulduğu bir AN misafirine doğru his fırtınası Kahve getirmek için salona ya giren genç hizmetçi, iki ihti- yarı kucak kucağa ağlarken buldu. 18. game“ <

Bu sayıdan diğer sayfalar: