Tefrika, No: 11 Bu mahfellerin altı taş oyma şebeke ve parmaklıklarla çevrılünş biver açık dehliz pa eder. Cenup cephesindeki son ce - maat yerinin önündeki sedin altında düx- ik vardır. denen avlusunda, abdest musluklarının boydan boya sıra - yer Ibir revakla çevrelenmiştir. Maun ortasında Mesin Faşa'nın şebe - keli kabri vardır, Sokak köşesindeki çeş- me duvarının üstüne bir yeniçeri bölük ışareti kazılmıştır.» .Hâlıs etenaınin akıl erdiremediği nok- talardan biri de, ecdadın biraktığı miras lara, bu miraslara sahip olanların değil, olamiyanların gösterdikleri alâka idi. k.- ğer arada bir seyyahlar ve yabancı me - raklılar da gelip böyle rehberler, kitablar hazırlamasalar, hiç bir Istanbullu çıkıp aa şurada yüce bır sanatkârın bize hediye.i , diye araştırmayacaktı. Zaten İs - sahibi; bel kemiğine illet gelmiş bir has- gibi, sade yattığı yerde başını doğrui- tabildiği kadar etrafını gözetliyebiliyor ve çarçabuk yorularak tekrar hasta kata- sını yastığına bırakıyordu. İşin asıl acına- riyor, ama biraz daha soldurup sararttığını bilemi - yordu. efendi, nihayet duvar ve kubbe ala bitirerek taşlarını sü - pürdü ve yıkadı. Yorulmuştu. Ama kolla- rı ve bacakları ağrıyıp sızladıysa bile içi dinlenmiş gibiydi. Giyindi ve kahveye gitmek üzere sokağa çıktı. Fakat beş on adım atmış atrmamıştı ki, yolunu gözleyen marangoz, akşamdan kalma bir ayyaşlık bakiyesi, sanki dumanı bitmiş harareti kalmış bir baca gibi, ağzından tüte tüte üstüne atıldı. Zavallı imam, yüzüne çar- Fakat Tahir Msi geri! —— korkunun ver- diği bir ihtiyata. hamlederek büsbütün kız- mıştı. Bağırmağ; : — Merak etme, elimi pis suratına çar- pacak degilim. Ama söyle (bana, şu za- * Xaprakların yeşil aydınlığında mevsimi yeşerir, sonsuz. gül gibi açar gönülde sevda Aşkın her nakşında seni okuruz. Ufuklar ötesi bir şehir; ve sen... Burada hâtıran, deniz ve kumsal, Her şeyi terkedip geri dönmezsen Bu sahilde 'yarı kalacak masal Hüseyin ULAŞ vallı hayvandan ne istedin de kınlası a - yağınla tekmeledin? Biçarenin derdi ken- dine yetmişken bir de bacağını sakat et- zaman Hâlis efendi Tahirin ceketi- nin içinde bir kedi olduğunu farketti. Bu olsa olsa bir gün evvel eteğine dolandığı için tekmelediği uyuz kedi olacaktı. Bir an ne cevap vereceğini şaşırdı. Bereket Ne daha söyliyecekleri vardı: den haber aldığımı düşünüyo sun değil mi? Mahallenin iklimde. O senin kulaklarından futup, tutup cami a. ES SAM AR 3 AYVERDİ va sira peykeleri dolduran ihtiyarlardan hangisinin oğlu babasının yerini tutmus veya tutacaktı? Atalarda misk gibi ko - kan merdlik, doğruluk, vefa ve sadakat, oğullarda, bakımsız bahçelerin çiçekleri gibi yabanileşmiş, bozulmuş, ya da büs- bütün kurumuştu. Şakir ağanın oğlu Sah- ri de, sırf mene hp sevdiği bir ada- mın evlâdı olduğu için, hakkında dola- san rivayetler açığa gr İM maz, gigi e arlı ateşi külleyecek saygılı bir el b mara p (Arkası var) avlusundan dışarı attığın Elinden gelse onları da tak ile yerden yere fırlatırsın; ama analarından babala- rından korkuyorsun. Benim hasta hayvan- larım için bir hesap soran olduğunu sana kimse söylemedi mi? Hâlis efendi, ayık zamanında bile is- pirtonun tesirinde olan bu adama cevap vermemeğe o kadar alışmıştı ki, yürüyüp gitmek istedi. Fakat büsbütün susmakla sarhoşa yenilmiş olduğunu açıkça kabul .etmiş olmaktan çekinerek: — Terbiyesizliğin lüzumu yok.. Sen artık fazlaya kaçıyorsun... dedikten sonra Tahirin arkasından bağırdığı küfür ve ha- karet tufanına kulak vermiyerek yürüyüp kahveden içeri girdi. Peykeler sıra sıra dolmuştu. Sigara ve nargile dumanları, koşuşan sabah sisleri gibi, çizgi çizgi alçalıp yükseliyordu. Kah ve hemen her zaman böyle kalabalık olur, hararetlenmiş sesler, hedefsiz vızıldayan kurşunlar gibi, fasılasız oradan oraya çar- pardı. Bu kahve, mahallenin tek toplantı o olduğu için her yaşta insanın uğrağı idi. Sorulursa, bunda biraz da kahveci Şakir ağanın her sınıf ve her yaştaki kim- se ile çarçabuk ahbap oluşunun cazibesi- ni aramak da lâzımdı. Şu da var ki, salaş binayı, böyle kalabalık ve çeşitli toplan- tılara elverişli kılan bir başka se' asıl kahveden başka, yarı yarı Şakir ağanın bekçi Hüseyin ile bera bor dibek dövdüğü ve yalnız gençlerin rağbet ettiği bir geçitti. Kahvenin bir hususiyeti de, bu g çitten çıkılan çınarlı bahçe idi ki, güzel havalarda kimse içerde oturmaz, Şakir a- ganın, bütün bir kış bala üşmüş arılar gibi, mahalleliyi etrafına toplayan kah- vesi boşalır, bu sefer de aynı kalabalık asırlık çınarın kolu kanadı altına yerle - şirdi. Lâkin bir zamandır in için şikâyete sürükleyen yeni bir vaziyet takarrür etmek üzere idi. İhtiyar kahve- cinin oğlu Sabri, kahveye tavla ve da madan başka iskambil de sokmuştu. Ah. lâk ve en pek babasiyle ölçülemiye- cek olan bu genç, mile a na hiç de itimat vermezdi. Zaten gözü- nü etrafında gezdirmesini kaldi Bak aklı başında kimse, ga nesillerin eski b bakınca çok eksik ve sakat tarafları olduğunu görmemesi kabil miydi? Şu sı- ORMANDA SÖYLENEN TÜRKÜ Ses geliyor ormandan... Her taraf pırıl pırıl, Toz yağmuru, samandan. Teselli gibi serin, Ses geliyor ormandan. Benim bir bilmecem 'var; Daha girift zamandan. Anlatamam, ne güzel! Ses geliyor ormandan. Arkalarda şehirlör, Kıvılcımdan, dumandan, Kördüğüm çözülüyor, Ses geliyor ormandan. li Kaçın, kaçın dağlara! , Ahdan, oftan, amandan. Bir nağmede bir âlem, Ses geliyor ormandan. Benim halim yamandır, Yaman, yaman, yamandan. Halimin âşinası, Ses geliyor ormandan. Ahmet Bundan sonra bu köşe, ği yeme is- miyle okuyucu şiirlerinindir. 9 köşesini hifedeki © (Okuyucularımıza) uyun