7 Nisan 1944 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 12

7 Nisan 1944 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TEF vE yi TEE “rirdi. MEŞRUTİYETYEN. BEŞİ. Jayatımızdan Sayfalar 19 İnkılâp 1877 Kanunu Esasisi ile Mithat Paşaya yazılan . Hattı Hümayun, bilmem padişahın nasıl bir düşüricesile her yıl basılan Devlet Salnamesinin baş tarafında çıkardı. Yalnız önceleri “ «Veziri mââlisemirim Mithat Paşa» hi- tabı 7 sonraları bu kaldırılmıştı. Devletin Sadrâzamı vardı; nazır- lar mim reislik ederdi. Hüküme- tin idaresinde padişahın vekili demek- ti; Mührü Hümayun onda bulunurdu. Padişah «Veziri Azam» kulunu, nazır- ları azil ve nasbederdi. Âdi hükümet işlerinden başka devletin bütün işleri (İradei Seniye) lerle görülürdü. İradei Seniyeleri, Mabeyin Başkâtipliği bildi- Harbiye o nazırlığı makamına (Babı ia Seraskeri) derlerdi. u kumandanları, (Babı Seras- kei, ye Sesa Fakat Mabeyn- den doğrudan doğruya İradei: Seni- ye alırlardı. Yalnız ordu kumandan- ları değil, Serezdeki 9 uncu fırka - ki Şamdaki beşinci orduya ait olarak Giritte iken adanın Yunanistana terki üzerine Sereze kaldırılmıştı - Kuman- danı Müşür İbrahim Paşa, İşkodra Vali ve Kumandanı Müşür Kâzım Paşa, Metroviçadaki 18 inci nizamiye fırkası kumandanı Ferik Şemsi Paşa... Doğ- rudan vi lekii Mabeyin ile muhabere ederlerd Görülüyor ki, Devlet ve Millet iş- lerine ait bütün mesuliyetler doğru- dan doğruya Mabeynin, yâni padişa- hın omuzlarında idi. Mahkemelerin hükümlerini bozar, ölüm cezalarını affederdi; buna karşılık istediği adamı yakalatmak, hapsettirmek, sürmek, as- tırmak elinde idi. Padişahta, bazılarına göre yedi, bazılarına göre de yetmiş evliya kud- reti vardı. Halife, yâni Peygamberin vekiliydi; . zıllâllahı fiiâlem (dünya yüzünde Allahın gölgesi) idi; Hâdi- mül Haremeyni Şerifeyn (Mekke ile Medinenin hizmetkârı) idi. Bütün mil- let, din ve cins ayırmaksızın, onun kulu ve kölesi sayılırdı. Padişaha hi- tap edildiği vakit (abdi memlükleri, bendei dirineleri, kemteri kemineleri) gibi kölelik tâbirleri kullanılırdı. Yer- den selâmların, etek öpmelerin âdet olduğu, yüksek bir terbiye eseri sa- yıldığı bu zamanda Mabeyne karşı Mahmut Şevket Paşa ve maiyeti gösterilen kulluk derecesinin -ne ola- cağını düşünebilirsiniz. Bu esaslara bakılınca Esat Paşa- da, Hayri Paşaya vekil olarak Selâniğe gelirken, ayrı bir Mabeyin şifresiyle gelmiş olmasında şaşılacak bir şey görülemez. Ben, Müşür mer- humun hususi kâtibi de olduğumdan, onun Mabeyin şifre miftahı bende du- rurdu. Halbuki Esat Paşanın, durumun Kâzım Nami DURU nazikliğini göz önünde tutarak, bu miftahı, henüz iyice tanımadığı kim- selere vermemesi tabii görülür. O, gelen Mabeyin şifrelerini kendi halle- der, cevaplarını kendi şifrelerdi. Ben, nöbetimde, karşısında oturur, abonesi olduğum fransızca aylık (La Rövü- Ansien Rövü de Rövü) mecmuasını okurdum. Bir gün sabahleyin yine Mabeyn- den bir şifre gelmişti; paşa onu hal- letmeğe uğraşıyordu. Henüz işini bitirmeden kendisini içeriden çağır- Canıma minnetti bu... Talât, ikide bir bana şifrelerin muh- tevasını AN söylerdi. Paşa, geldiği vakit şifreyi halle- dilmiş buldu, Miftahı aldı, masasının gözüne koyup kilitledi. Gece Mabeynden yine bir şifre geldi. Bunu açtım, miftahsız hallettim. Ertesi sabah aşağıya inipde şifreyi halledilmiş görünce: «Bunu miftahsız mı hallettiniz?» Diye sordu. «Dün ak- şam, dedim, miftahı bana vermiştiniz; ezberimde kaldı; böylece hallettim.» kasına göstermeyiniz!» Emrini verdi, Babası Mehmet efendi merhumun be- nim hakkımda sitayişli sözler söyle- mesi, Paşanın bana emniyetini artır- mıştı. Talât, Mabeynden, Sadaretten, Seraskerlikten gelen şifreleri görür, şüphelendiklerinin ne istediğini ben- den hemen sorardı. Ben de onun dediğini yapardım. Bunda, emniyeti veya vâzifemi suyistimal ettiğime ka- naatim yoktu. Resmi vazifemden ev- vel vatani, vicdani bir vazifem vardı; onu yapmak zaruretindeydim. ğın işe burnunu sokma gibi... Kararımı (o verdim; «güzelim suratımı ikiye bi- çen bu menhus uzunluğu ortadan kaldıracaktım. Zira, (karikatür) ü in andan beri çuşmağa, genzimi tıkamağa, 12 boğazıma dolmağa başla- mıştı... Elimi kaldırdım. Ustu- rayı yukarı doğru bir hare- ketle sıyırdım. Üfİ, anam!!! Çok acıdı ama, kurtuldum. Sünnet olur gibi birşey... Galiba fazlaca kan kaybet- mişim... Buraya getirdiler... İnşaallah iyileşince kan ko- kusunun kaybolacağını dok- torlar söylüyorlar. Yoksa imkânı yok, bu kokuyla ya- şayamam. Tuzlu, kırmızı ve ağır bir kokul.. Hem artık bu kokuyu duymamın da mantıken imkânı kalmadı. Biliyorsunuz, koku alma uzvu burun deliklerinde de- gil, etli kısmın iç zarında- dır. Şimdi taşıdığım intiba hkO da zamanla geçer değil mi?.. Sizede tavsiye ederim. O çirkin çıkıntıyı bir ustura ile uçuruverin!.. Nekadar rahat edeceksiniz, bilsenizl.. Ve, neşeli neşeli gülmeğe başladı. Tabii ancak göz- lerinin büzülüşünden, mum- , yanın güldüğünü anlamış- tım... Zahir GÜVEMLİ

Bu sayıdan diğer sayfalar: