İzmirden Yukarıkızılcaya! “Gazeteler hep böyle mi yazarlar - Bizim köyde olduğu yazılan işlerin hiç birisini göremiyoruz.,, B H u bulunduğum evin köy ulu beşinci sınıfına devam bir oğlu var. Şimdilik bi- köy rehberim küçük Ne- beni ilk olarak oku- Beyaz badanalı & bir serinlik veren okul ka- pısından içeri girer girmez çok c“ iden tanıdığım bir öğretmen arkadaşla karşılaştım. Saçlarına fazlaca kır düşmüş, oldukça yaşlı, fakat gönlü genç, lâtifeci köy hâamurile yuğrulmuş öğ- retmeni buluşum sevincimi are tırdı. Dinlemekten ziyade an- Tatmasını seven bu eski dostuma maksadımı söyledim. — Desene, gene sırlarımızı öğrenmeğe geldin. Başka birisi solsaydı bizi öğrenmek isteme- nin neye mal olacağını göste- rirdim, haydi neyse.. Sana bunu yapmıyacağım. Merakımı gickliyan bu garip mukaddeme üzerine: — Ne demek istediğinizi an« hyamadım dostum; bundan evel sizi kıracak harekette bulunan- lar mı oldu? Kaşları çatılan arkadaşım: — Evet... Dedi... Evet... Bu. lundular ya.. Bak sana anlata- yım, Hani bizim kültürcü ve ayni zamanda dağcı bir yardi- rektörümüz vardı. Bilirsin ca- nım. Şimdi Manisa kültür di- Jrektörü“Rauf İnan,.İşte onunla birlikte buraya geçen yıl Ens-” “titü öğretmen ve öğrencilerin- den müteşekkil bir dağcı kâfi- lesi geldi. Yanlarında gözlükle- rinin altında iki metre ilerisini görmediğini anladığım gazeteci “olduğunu söyledikleri birisi var- dı. Bunlar geldiler. Sabahleyin erkenden şu gördüğün — 1387 rakımlı sivriceye çıkmak içü oyola ayrıldılar. Gözlüklü dağcı daha yarı yola gelmeden yel- “kenleri suya indirdi. Bir ağacın dibine oturdu, olduğu yerde kaldı; diğer dağcılar da tabii ayni vüziyette. Yalnız; bizden olan dağcı çıktıkça çıktı, — tir- mandı tırmandı; en nihayet siv- riceyi buldu. Ha bak; bunun adı harita- larda “ Mahmuttepesi , diye yazılıdır. Bunu da öğren. Her ne ise.. Akşam dönüşü oldu. O zaman bizim mahçup, müte- vazı bir başöğretmenim z vardı. we kaçıyoruz.. .Ruhlarımızın, tahtesşuurumuzun azametli gör Tünüşü içinde ne — esrarengiz bayağılıklarımız vardır. Foakat bütün bu Ekirleri, in- — -san hakkındaki bütün şu kötü — düşüncelerimi, şu kaymakama — reva göremiyorum vesselâm.. lyı bir uvç.' iyi bir baba, * “Yakarıkızilcada “Ah, bu gönül,, | Yazan: Üstün Tangu Dağdan dönüşte bizi kahvede karşıladı. Kendisini kahve ka- pisından içeri dar n gör lüklü hemen nargilenin marpu- çuna sarıldı, tokurdatmağa baş- ladı. Etrafını gördüğü yak. Bir aralık başöğretmenden — okul hakkında bilgi almak için ya- nına yaklaştı. Epeyce konuştu- lar. Akşam oldu. — Geldikleri gibi döndüler, gittiler.. Şimdi işin can sıkıcı taral- ları: Üç gün sonra İzmirde ve İstanbulda çıkan gazetelerden bazılarında — günlerce devam eden sütunlar dolusu yazı... Bizim muharrir ilk evel şunları sıra- hyor: Mahmud Sivrisine nasıl çıktığını; dönüşte bâş öğret- menin kahveciye: Umar, Umar... diye — seslendiğini, “ köyde; hiç kerpiç ev bulunmadığını, daha ne bileyim aklımdan çıkan bir- çok şeyler.. Bu üçüne bilhassa sıkıldığım için unutamıyorum. Mahmud dağının zirvesine nasıl çıktığını haydi köydekiler görmedi, am- ma ben ve benimle birlikte giden köylüler gördük. Başöğretmenin şive bozuk: luğunu anlatmak istemesi... Hal- buki bugün burada olmiyan bu başöğretmen keadisine dil der si, Türkçe dersi verecek kadar kuvvetlidir Ömerle, Umarın ne şekilde telâffuz edileceklerini çok iyi bilir. Üçüncü ve en olanı: SK SRpiş ev yokmuş. Gerçi hu köyü tanımıyanlar için iyi bir pro- paganda... Fakat merakı muc p olursa kö Bu gazeteyi her- halde ecnebiler de okur. Bu. raya da sık sık avlanmak - için gelirler. Bu şekildeki bir yazı © zaman nas | bir netice verir. Gazeteci arkadaş öyle zan- nediyorum ki — yalaız karşıda kârgir, Taşhanı gördü, buna göre aklna geleni yazdı. Sonra işin asıl garip ve içinden çıkıl- maz tarafı, bu yazıları okuyan dördüncü, beşinci sınıf çocuk- ları benim yanıma geldiler: — Öğretmenim, bütün gaze- teler böyle mi yazarlar? Bizim köyde olduğu yazılı işlerin, bu evlerin hiçbirisini göremiyoruz; köyde hç kerpiç ev yok mu? Sorgusunu — savurdular.. Ne diyeceğimi — şaşırdım. Tatmin edinceye kadar eklı karayı | 5 Yazan: Saime Sadi AA o Bu kelimeler üzerinde çok | iyi bir arkadaş, iyi bir vatan — durmak isterim Saime... İasan, | ve cemiyet adamı.. Münevver, dedikce, kendi kendime soru" | sevimli, yürekli, merd.. Yani, yorum: $u âz bulünür. insan - tiplerin- — Nasıl insanl. den.. Nasılsa yaradılışının ulvi olan insanl.. O ve temiz bir gününde doğup — önuü tanimiyorüz. Hatta - onü | gelmiş.. — teşhis etmeğe — yaklaştığımız Bir aralık yanıma — geldi. zaman — bile gene korkuyor | Hüsniyecik, bir çiçeğin dibin- deki otları temizlemeğe çalışı: yordu. Yavaşça: — Bizim kız! Dedi, — Ne var kaymakam amca.. — Yavaş konuş. Açtı mı sana herşeyi Hüsniyel Ne zeki, ne hassuş imis avni zamanda: ANADOLU lngıltere Bâğvekıli Çember- layn, mühim bir sö İngilterenin harici siyaseti, iki temele dayanır: Biri, dostça mü- >ylev verdi zakerelerle sulhu korumak ve diğeri, gene sulhu korumak için İngiliz silâhlarını matlüp dereceye çıkarmak Londra, 9 (ALA.) — Başve- kil Çemberlayn Birminghamda söylediği -bir nutukta İngiliz- İtalyan müzakerelerine telmih ederek demiştir ki: — Son zamanlarda bozub duğüu vakte kadar İtalya ile çok eski olan dostluk münase- betlerimiz. © kadar uzun sür- müştü ki, iki memleket arasında an'ane halini almıştı. Sizden ancak biraz sabır göstermenizi ve biraz beklemenizi istiyorum. Çemberlayn, Fransa ve Bek çikaya sebep o'madıkları bir —————— seçtim. Çocuk bu... Sorar ya... Sora, sora öğrenecek zaten... İşte dostum bunun için s'zlere çok kızarım. Doğru olmiyan birçok şeyleri doğru gibi her kese sunarsınız. Fazla hiddetli görünen arka- daşımı te etmek için: — Bura: ademki sizi gör düm. Yukarıkızılcayı artık siz- den dinlerim, yazacaklarım da sizin o'ur.. Gülüştük... İhtiyar — dostum, eğildi: —' Sana okulun manevi bün- yesini tanıtmadan evel maddi ; varlığını tanıtayım. Biz burada başöğretmen dahil olduğu hal- de beş ııkıdıııı. İkimiz ba- yân... Nerde ise şimdi gelirler. Sakın kim olduğunu söyliye- yim deme.. Herşı yi bana bırak. kulağıma rağını çınlatan gür kahkaha- larla yerimde doğruldum. Mer- divenlerden duvarları dahi de- lecek derecede — gülüşmelerle çıkan iki bayan gözüktü. Bukleli saçları omuzlarinı örten - bir sarışınla, koyu esmer tenli, kıvırcik küzgüni siyah saçlı ba- yan öğretmenler yanmıza yak- laştılar. Kadınların ilk gördük- leri erkekleri derin bir süzüşleri vardır. Maalcsef ben d: buna hedef olmaktan tabii kurtula- madım. Yaşlı arkadaşım: — Nezaket Becerikl — Turan Dinmez! Diye takdim törenini yapar- ken, kısa boylu, tıknaz, elma- cık kemikleri şişkin bir genç içeri grdi. Bu da: — Sabri. O-hon! Ü.T. — Evet, açtı.. — Sen ne düşünüyorsun bu mek mevkiine düşeceğimi hiç hatırlamamıştım. Daha doğrusu, hayatta böyle birşeyin vuku- bulacağını tahayyül bile etme- miştim. ; Alnından — damlıyan - terleri elinin tersile sildi. Bana biraz daha yaklaştı: — Fakat bizim kız; hayatta bundan çok fazlaları olur. Ne çıkar sanki?, Bzi yaratan, bize her çeşid şeyi gösterebiliyor.. aha korkuncunu, daha - zali- manesini bile düşünmelisin. — Ben bu izdivacı tabii gö- remiyorum. — Halbuki, işin tabit ciheti orada... . Sen insiyak — denilen © kanunu bilir. misin kızım? Bak, şu hasta gövdenin altında, cismani ve cinsi bir zevk . ve İngiliz askerleri taarruz karşısında İngilterenin yardım etmek taahhüdünü ha- tırlatmış ve demiştir ki: — Fakat İngiltere menfaat- lerinin bu derece mühim olma- dığı diğer uzak noktalar hak- talar hakkında —Avrupanın her hangi bir yerinde çıkacak ihti- nebileceği kestirilemezse de mü- mas | taahhütler altına giremez, Herhilde böyle bir harbe gir- memizin lâzımgelip gelmediği kararını vermek hakkını muha- timizi başkalarının eline bırak- mamalıyız. Bazan sizlere şöyle denildi- Yalnız gö-. Gördüklerini uı-l:lnl işitiyoruz: bit igalış... — HAĞ ARAREN AAAT e t 'fğei MALELELE sa dünyaya öyle bir ihtarda bulunmuş olur ki harbin patlar masına imkân kalmaz. Bu bir spekülâsyondan baş- ka birşey değildir. Öyle bir spekülâsyon ki para ile değil insan hayatile kadın ve çocuk canile yapılan bir spekülasyon. Bzim ırkımızlı kanımızla oynı: yan bir spekülâsyon. Ben öyle bir oyuna girişemem. İleride bir harbin zarureti her ne-olur: sa olsun kendi hurriyetimizi başka türlü korumağa imkân olmadığına kat'i kanaat getr- dikten sonradırki harbe gir- meğe karar verebilirim. Çemberlayn hüsümetin hedef ve syıseti sulhün — muhafazısı olduğunu — tekrarlıyarak — şöyle Çdemişt'r: — Harici siy3se'imizin da- yandığı ki temel uardır. Birisi dostca müzakerelerle sulhu araş- arzu Göğabileceğini — halırına getirebilir. misin?. Doktorlar bile, hayır, diyorlar. Ne Fen- nin kendi kaldeleri, ne de in- san mantığı bunu kâbul etmi- yor. Fakat hakikat, hakikattır. Bu kız evlenmelidir. — Peki sonra? — İşte beni düşündüren ye- gâne nokta da o değil midir zaten? Ya sonra? İki büyük ihtimal var: Ya ölecek; yahud da kurtu- lacak.. Onun ölümü demek, herhal- de benim ölümüm demektir. Ben Hüsniyeyi, asıl hasta'an" dıktan sonra daha fazla sev meğe başladım. Baba sevgisin- den daha yüksekte, daha derin, daha şuurlu ve daha - insani bir sevg.. : hafifce kızına doğru çevirdi. Gözleri yaşla doluydu kaymakamın.. — Kalbim onun için çarpı« ilrmak ve diğeri silâhlarımızı mesuliyetlerimizin - ve — snlhun muhafazasında oynamak istedi- ğimiz rolün - derecesine - çıkar- maktır. Çemberlaya, hükümetin şim- dikinden daha büyük ve daha iyi bir Milletler cemiyeti fikrini lâfa hangi devletlerin - sürükle- | bırakmak istemediğini de kayd- eylemiştir. “ S.lâhlanma hakkında başvekil şunları söylemiştir: — Bir milletin servetini harb levaimı imaline sarfetmek bir faza etmeliyiz. Ve biz hareke- | cinayettir. Fakat dünyanın bu- günkü veziyetinde bizzat impa- ratorluğun — mevcudiyeti bile tehlikede olduğu — keyfiyetine hükümet göz yumamaz. — Niuhayet — Çembertaya- O milli hizmetler hakkında demiştir ki: İş büroları ve iş nezareti 12 milyondan fazla işçinin ehliyet ve ikametgâhlarını etrafile tes- bit eylemiştir. Keza fevkalâde ahvalde süratle tatbik edilebi- lecek bir plân da itina ile ha- zırlanmış bulunuyor. Başvekil milletin müdafaası- na herkesi ısrarla ştrake da- vet etmiş nutkunu şöyle bitir- Miğtir : — Ancak harbin kısa bir zamanda patlıyacağı düşüncesini aklınızdan çkarın z Doğru olan bir şey varşa o da harbin çk- mıyacağı'dır. Fakat kanaatimiz şudur ki sılhu muhafaz3 etmek için en iyi çüre barbe hazır- lanmaktır. Çemberlayn dılıi Çekoslo- vıl:yı taarruza 'uğradığı ve Fransa da onun yardımına ko- şarak ihtilâfa girdiğ takdirde İag lterenin alacağı — v ziyet yor.. Ya ölürse? Evet o takdır- de bunun mesulü ben olaca- ğım.. Fakat buna mani olursam onu insiyakın bu kuvvetli, bu | zalim tazyikı harap etmiyecek mi? Düşünüyorum: Kurtuluş ümidi de var.. Ba- zan böyle ha; ra izdivacın iyi olduğu bile görülmüş.. — Netice? — Netice; evlenmes'ni karar- laştırdık işte.. Fakat onu kur- tarabilirsem, beni yüz sene da- ha yaşarken bulacaklar.. Onun vereceği ıstırapla, önun getire- ©.ğ. saadetler, bea'm için işte bu kadar kuvvetlidir. Sesi keseiim bizim kız, an- nesi geliyör.” Saat on sularında kaymakam ayrıldı ve biz Hüsn y» ile yal nız. kaldık. Fakat bu mevzu üzerinde artık hiç konuşmu- yorduk.. Her ikimiz de, düşün- celerimizin — altında — ezilmiş, Hile Elindeki güğümü, çeşmenin yalağına koydu ve şarıl, - şarıl Halkapınar suyunu kâfi mik- tarda sütüne sundu. Kestiği kuzu etine müşterinin dalgınlığından ade ederek | önündeki dana etinden parçayı karıştırarak kâğıda sanp eti uzattı. . Dartmakta olduğu elmanın içerisine bir hokkabaz mehare- tile iki çürük elma sıkıştı- tırıp işini tamamladı. Dükkânında müşteri olmadığı bir zamanda etrafına bakındı ve kimsenin görmed.ğine kana- at gelirince büyücek bir gü- ğümden şarap variline bol, bol su doldurdu. Bunlar esnafın ihmal — etme- diği günlük, saatlik işlerdendir. Ticaret hayatında bu işlerin büyüğüne, genişine de tesadüf edilir. Hatta meşru şekle 80- kulmuş'arı da çoktur. * Bir şekerciden dinledim: Büyük şehirlerimizden birinde büyücek bir fabrika var. Bu fabrikanın bütün işi, uncular- dan satın aldığı un çuvallırını tem'zlemek ve az bir kârla satmaktır. Fakat bu fabrikanın işi bu kadarla bitmiş değildir. Asıl mühim iş, bu basit işin dedir. Şekercilerin kare. kullandıkları un bu n istihsalâtıdır. Fabri- kada iki makine çalışır. Bu iki makine un — çuvallarının mesa- malı içerisine giren unları sil- ker ve bir yere toplar. — İşte, şekerc'lerin kilotunu 3-4 küru- şa aldıkları un bu - fabrikanın mamulâtıdır. Ticarette zekâ, şüphesiz mü- öğtndün ei l geee Eleİiş6 Bettüğee Hizmet eden zekâ kalası ezil. mesi lâzımgelen bir yılandır. N. B. YN SAAT CYEMEE BAA KERERANAA hakkında tereddüde mahal br rakmamıştır, Binaenaleyh alâ- kadar hükümetlerin — temayü- lâtımı ve garp devletlerinin onların taşriki mesaisine ne dere- ceye kadar güvenebileceklerini sormak zamanı artık gelmiştir. Bu devletlerin vaziyeti — çok grifttir. . Polonya Fransaya bir askeri ittifak ile bağlıdır. Ve 7 Mart 1936 da bütün taahhüt- lerini yerine getirmeğe amade olduğunu açıkça beyan evle- miştir. Fakat Polonya ile Çe- kos'ovakya arasında h'çbir mu- ahede yoktur. Bundan başka iki devletin karşılıkı -münase- betleri ekseriya müşkül safhalar arzeylemektedir. Romanya Fransa ile o kadar sarih taahhüdleri iht va etm'yen — Sonu 3 üncü sahifede — yuğrulmuş, idik.. Yorulmuştuk.. Havuzun kenarında oturmuş- tuk.. Su da bizim rubumuz gi- bi ağır ağır kaymıyor. Kamer- yenin üstünde ihtiyar bir kum- ru, kanadlarının altını temiz- liyor.. Bahar, bütün varlığını gös termeğe başladı. Fakat zavallı Hüsniyeciğin 'çinde ve çehre- sinde bahar namına ea küçük birşey yok.. O şimdi, gizli bir kasıganın — avuçlarında, çatır çâtır inlemek'edir. Öğle vakt evs gittim. Bas bam beni kapıda karşıladı, ko- lanu omuzuma attı. Başını bas şıma dayadı. Ağır ağır merdi> venleri çıkmağı başladık: — Sen bizi çok ihmal edi- yorsun Aferide... Sonra İstan- bula gitmek istiyormuşsun.. — Kim söyledi baba? — Devam edecek — N ü zedelenmiş — gibi