ANADOLU Istırab geceleri Hary Bauerun çevirdiği bu film; ıstırabı ifade etmek bakımın- | dan çok kuvvetlidir Şaklta * Büyük köy hikâyesi Billür Köşk Ser Sinemada aşk Hayır, sinema bence aşkı ili, köylü kardeşlerime armağan YAZAN: Nezihe Muhiddin - i6-— Çamlar, dereler, kuşlâr, her şey uyuyordu. — Fundalıkların yüzüklerimizi takarız. © bu kararımı ö!dü»rmüştür Ray Milland ve Jean Arthur ( Sinema ve aşk ) mevzuu üzerinde epeyce şeyler yazık mıştır. Dikkat edilirse bütün bu yazılanların, hakiki mevzua azıcık olsun temas - etmedikle- rini görürüz. Sinemadaki aşklar, kucaklaşmalar ve — öpüşmeler çok yapmacıktır. Diyebilirim ki, hemen hemen filmlerde ciddi bir saşk sahnesi görmemişimdir. Nedir © patavatsızca ilânı aşk- lar. Nedir o çocukça ve bayağı şiir okumalar! Bunlara — taham- mül etmek için insanın demir- den bir kalbi olması lâzımdır. Bence sinema, aşkı — öldür- müştür, Filimlerden aşk hita- belerini ve aşk jestlerini öğre- nen gençler bunları hayatta da tatbik ederek gülünç olmaktan kurtulamıyorlar. Asıl mesele şuradadır!. En güzel ve en temiz aşk sahne- lerini ve aşk mevzularını öyn yan artistlerin hususi rını bilseniz, benii olmakta bir an tereddüd et- mezsiniz. Filmde söylenecek cümleler hakiki ve iştihalı dudaklardan çıkmadıktan sonra eser yari yarıya kıymetinden kaybeder. Filmde kalb söylemez. Ancak zoraki bir cehd, zoraki — bir faaliyet (sahici) sahneler yarat- mıya kalkarl Biz de onları sahici -telâkki ederizl Onlar samimiyetten ne kadar uzaktırlar. Rejisörün bâ kimiyeti, — rollerin müteaddid dçfılıı tekrarı, sevmediğiniz, hâtta iğrendiğiniz bir eşle oyu- na girmeniz insanı çıldırtır. Bizim gibi hayatını sahnede geçirmiş kadınlar, bizzat © hayatı yaşadıkları için sinema- nn kusurlarını — amatörlerden daha iyi görürler. Meselâ yukarıki resimde gör- düğünüz Jean Cravford ve Clark Gablein lütfen aşk sahnesine bakınız. Vaziyet, hareket, ahenk güzeldir. Lâkin, ne yazık ki bekledi- ğimiz, istediğimiz büyük aşk heyecanı yoktur. Bunlar maki- neden adamlar gibi hareket ediyorlar. Yalnız koşmak, ye- tişmek, sevgiliyi kucaklamak ve öpmek parâ etmiyor. Hakikt aşk ârtistlerini bula- bilmek için, rejisörlerin, altın arayıcılar kadar meşakkate, alın terine katlanmaları iktıza eder. Sinemacı Siyamda büyük 'Fil avı Hollivud lki yüz elli fil istiyor Bir fil ve yavrusu Şu, biç bir işe yaramıyan zan ettiğimiz koca (fil, meğer nelere kadirmiş. Arasıra, koca hortumile ge- vezelikler yapan ve kazara düş- tüğü zaman onu kaldıran ol mazsa postu terketmekten baş- ka çare — bulamıyacak kadar âciz olan filin yalnız derisinden istifade edildiğini bilirdik, Hal- buki; fil, bir devletin. büdce- sinde açılan rahneyi bile ka- satmağa medar - olabiliyormuş! Biyam hükümeti, son zaman- da bir ilân vermiş ve büyük bir itina ile bir fl avı - tertib ettiğini bildirmişt'r. Herkes, Siyam hükümetinin bu avdan ne beklediğ'ni anla- mak İstemiş ve nihayet maksad, Ciark Gabel ve Jan Crav/ord! bütün ıhtraz ve ketüm.yete razı Ğ p Harrg Bauer ve filmden bir. görünüş Bir sinema mecmuasının baş yazısından; Bazılarının göklere çıkardığı, bazılarının da yere vurduğu öyle filmler vardır ki, gösterildikleri tarihten biraz soora hakiki hü- viyetlerini kendi kendilerine bul- makta hiç de kusur etmezler. Buna sebep olan müfritlerdir. Halbuki halk, seyrettiği - filme lere notunu vermekte gecikmi- yor. En tutulmaz zannettiğimiz filmlerin büyük itibarlarla kar- şılandığına her zaman şahit oluyoruz. (İstarap geçitleri) adlı film de son haftalarda böyle bir müna- kaşaya yol açmıştır. Bence ha- kikat şu tar diri Mollenord yahut (İstırap ge- çitleri), zannedildiği gibi hiç ehemmiyet verilmeden geçile- cek, ve üzerinde ciddi tenkit- lere mahal vermiyecek bir filim değildir. Bilâkis esaslı hatları itibarile hayatın ta kendisini ifade etmesi ve hayatı tam ile göstermesi noktasından men meydana çıkmıştır. Siyam hükümeti, Hollivuddan vububulan bir müracaat üzerine iki yüz elli fil tedarik edib göndermeğe ve bu suretle büd- cesindeki açığı kapamağa ka- rar vermiş ve bu avı tertib ey- miştir. Hollivuddan — sipariş edilen iki yüz elli file gelince bunlar, yakında çevrilecek cihanşümul bir film için lâzımmış! Fıl avı son derece — meraklı olduğu için, Siyam hükümetinin ilâmı üzerine, dünyanın muhte- Lf memleketlerinden otuz. bin- den fazla avcının Siyama gi detek bu meşbur ava - iştirak edeceği söyleniyor. Siyam halkı, bükümetin mak- sadını anladıktan sonra, derhal yüz elli fil tedarik edib götür meği teahhüd etmiş ve fakat, fil avı resmen tertib edileceği için bu - teklif, kamca reddolunmuştur. Filler, avda çok zor avlanır lar. Zira ne kürşün — ve ne de ok kolay tesir eder. Bu tibarla £I avciları, tuzak kurarlar. Bir *Devamı TO uncu sahifede - Istırap, bu filimde öyle ya tılmıştır. âdeta seyrederke irkiliyoruz, boğazımıza bir şoy yapışıyor gibi oluyor. Nüzüllü ihtiyar kumandan, ayağa kalkmak için kâlpsiz ka- rısından yaptığı istirhamlar in- sana fazla tesir ediyor. Mol- lenardın da kendi felâketli ha- yatına hitam vermek - için ta- bancayı yakalaması ne kadar hazindiri. Gabrielle Dorrziatın Harry Bauerin san'atlarındaki incelik- lerini bu filmde de gösterme- leri, filmin soğuk kalmasını im- kân kılacak noksanları — telâli etmiştir. Geçen gün arkadaşım şöyle bir itirafta bulundu: — Söylediğiniz filmi seyret- tim. Lâkin, ne yalan söyliyeyim; bıkarak ve çok ıstirab çekerek sonuna kadar devam edebildim. Filvaki hakiki hayat da böy- ledir. Her gün yaşadığımız günler- den, hâdiselerden bu parçalar çıkabilir. Yani demek - istiyo- rum ki bunlar (Çolabilir). Fakat niçin, bize bunlar bütün çıplak- hiğile gösteriliyor. Bütün ince- liklerine varıncıya kadar serilip önümüze dökülüyor. Yalnız bu filmde değil, başkalarında da böyle ifratlara tesadüf ettim. Bunlara tiyatroda, kitapta kat- lanılabiliyor; fakat filmde, ha- yır.. Bu hayat çıplak ğina, iş- tırabın bu kadar elle — tutulür şekline isyan ediyoruz. Bu sözlerde iyi bir görüşün hâkim olduğunu açıkca söyle- mek lâzımdır. Ben ki daima her şeyin olduğu gibi gösteril- mesi taraftarıyım; ben bile bu husustâ ifrata kaçan, hududu tecavüz eden filmlere isyan ederim. Hislere hürme! etmek lâzımdır. Seyircilerin sinirleri üzerinde oynamak cidden teh- likelidir. Mâamafih bütün bunlar (ls- tırap geçitleri) nde çok mute- dildir. Ben film: — seyrederken ne çok merhamet duydüm, he de çok sıkıldım. Serge Veber arasına Kim bilir ne kadar öyle kaldım. Çoban yıl- dızı dağın ardına — gizlenirken, senin güzel sesini duydum, — Söyle Fadimeciğim.. Kü- çük yüreğine © yaraları açan kimdir? yattım. — Söylesene Fadimel, Doğan göğsünde yatan alevli başı çenesinden tutarak yukarı doğru kaldırdı. Fadime- nin dudaklarında çok tatlı bir gönül sevincinin izi pembe bem- be gülümsüyordu. İri, siyah ka- dife gözleri, dağın ardında yük- selerek çamların arasına süzülen günün ilk ışığını yaldızladı. Doğan, bu tatlı bakışlardan her şeyi anlamıştı. Eğildi, bu sefer Fadimeyi pembe dudak- larından öptü. Fadime derin derin içini çekti. Bir sant evel garib yüreği inim Zim inlerken şimi de umulma- dak bir sevinç içinde tatlı tatlı çarpıyordu. Elele, ormanın kıyısına doğru yürüdüler. Güneşin ilk ışıkları bu iki mutlu genci karşılarken arkalarından gelen ana koyunla yavruları oyaaşı oynaşa mole- şiyorlardı. Doğan Fadimenin yumuşak elini okşıyarak sordu: — Dün neredeydin Fadime- ciğim? — Gene yordum. — Pınarlı köyden - gelenler- den haberin yok mu? Fadime elile Doğanın ağzımı kapa! — Niçin cevap vermiyorsun Fadime? — Birak bu sözleri Doğan.. Yüreğimi incitme. — Demek Voysel onbaşı bi kâyesi uydurma ha. Fadimenin gözleri yaşarmağa başlamıştı. Sesi titriyerek yak vardı: — Anma 'bu kötü günlerimi Doğan.. Ben neler çektim bilsen. — Mademki iş böyleydi niçin bana her şeyi söylemedin de beni böyle üzüp durdun? — Ben hep senden bekledim. Hiç umutlanmıyordum ki.. — Beni gördüğün yerden ka- çıyordun, seni elime geçire- medim ki. Hele son günlerde niçin o kadar kaçıyordun ben- den? — Nasıl kaçmıyaydım. Sana uçakla İstanbuldan gelin gele- ceğini işitmiştim.. Doğan güldü: — Kim söyledi sana bunu? — Köy kızları. — Köy kızları roman yazmı- yorlar amma güzel romanlar uyduruyorlar. — Uçakla gelin gelecekmiş ha? Çok güzel hayal değil mi Fadime? Fadime hatırıma birşey geldi; biz, köy kızlarının bu uydurma romanını hakikat yapamaz mıyız? Fadime heyecanla sordu: — Nasıl hakikat yaparız? —Basbayağı.. Bak dinle.. Bir hafta sonra Mayıs bayramı Vi O gün şenlikler yapacağız.. Köylü hazırlanıp — duruyor.. İs- ter misin seninle o gün nişanla- nalım? Sen beyaz esvablar giyersin uçakla mavi göklerden bir melek gibi yer yüzüne iner- sin. Bu romanı uyduran köy kızları da seni şaşkın şaşkın alkışlarlarkan biribirimize nişan buralarda — dolaşı. beğendin mi Fadime- ciğimn? Fadime cevab olarak sevinç- ten sarhoş olan güzel başın Doğanın göğsüne yasladı. Garibler köyünde bir Mayıs bayramı Garibler köyü haftalardanberi 1 Mayis bayramına haztlanı- yordu. Bir yıl önce bu çorak köyün garib halkı böyle se vinçli bayrama erişeceğine ina- nabilirimiydı? Garibler — köyü âdeta bir nümune köyü haline gelmişti. Şimdi toprak altı izbe kulübeler artık yerden yüksel- mişler, fabrikada çalışıp kazar nan köylülerin çoğu bucaklarına bir iki göz oda eklemeğe mu vaffak olmuşlardı. 1 Mayıs gençlik bayramı şe- refine, yeşillikler içine gömülen bu sevimli evcikler baştanbaşa beyaza boyanmıştı. Her beyaz evin çatısında bir al Türk sön- cağı dalgalanıyordu. Büyük v- küçük sokaklar da dümdüz, tertemizdi. Eski birikinti - kak- Müş çÇamurlu sulardan — eser kalmamıştı. Hele köyün mey danı, — şehirlerin — meydanları îeuiı dleğılıı de öyle cana ya- in, Öyle şirin bir görünüşü vârdı ki... 1 Mayıs bıyr'ınıı i:,ın bütün köylü candan bir se- vinçle hazırlanmıştı. Gençler yeni rubalar yapmışlar, yaşlı- lar da oıılırdıyıı pq:ğı Iı:lıııu— mağa uğraşmışlardı. Her — yıl köylerde yapılması âdet olan hidirellez şenliğini de 1 Mayısa bıîıkmıılırdı. Boi T İR eee a a mıştı nihayet.. Bu güzel şenli- ğin içinde —yalnız — hidrellez değil daha neler vardı, neler... O gün köyün adı değiştirile. cek, köye saadet ve varlık ge- tiren fabrikaya, isim konacak. Bir kaç genç yavuklu nişanlar nacak, bir iki dulun — nikâhı lacak, bütün köy sabahtan akşama, akşamdan ertesi saba- ha kadar gülüp oynıyacak, gö rülmemiş bir şenlik yapacaktı Bunlar bilinen, kararlaştırılan şeylerdi. Daha umut edilmiyen bir çok sevinçlerin de birden- bire yürekleri coşturacağı bes- belli idi. İşte köyağası Osman ağa evinin önünde şimdiye kadar görülmemiş bir ziyafet sofrası hazırlıyordu. Şehirden tabaklar, çatallar, bardaklar ısmarlamıştı. Şimdiye kadar hep bir kâseder su içen, hep bir kabın içine parmaklarını dalarak yemek y> yen köylüler, Osman ağanın zi- yafetinde çatalla kendi önlerin- deki tabakta yemeklerini yiye» cekler, sularını ayrı ayrı billür n içinde içeceklerdi. Bay Osman amcanın hovarda- lığı tutmuş, şehirlilerin makbul içkisi şampanyadır. Fakat Bay Doğan bu güzel ve uğurlu zi- yafette içkilerin en şifalısı olan ayranlâ, şıra içilmesini münasib görmüştür. Sonra uçakla Bay Doğana bir gelin geleceği de kulaktan kulağa fiskoslanıp duruyordu. Daha kim bilir bilmedikleri neler, ne sevinçler vardı, Bu candan hazırlığı Tanr da uğurlamak istemiş olacaktı. Mis gibi serin serin kokan yeşil çamların üstüne öyle parlak bir güneş doğmuştu ki, köyün mey- drnima asılan al bayraklar gö nül çekici bir renk ve ışık içinde sallanıyor, fidanların arasına as - lan renk renk kâğıt fenerlerle ışıl işil parıldıyan cam fanosla rın gözleri kamaştırıyo du. — Sonu var —