? Şuhat — erer. ANA NN DÇ : ,/ı'ı(%?ı N Yazan: Aleksandr Düma Dartanyan bu adamı görünce galeyana geldi ve kılıncını yarıya kadar çekerek kapıya koştu Madam Bonasyö bu sözleri söylerken gözlerinden — yaşlar akiyordu. Bu yaşları görerek kederlenip gözleri yaşaran Dar- tanyan kadının ayaklarına ka- pandı. — Benim odamda mezarda bulunur kadar - selâmetle -bulur nacaksınız. Asaletim namına sizi temin ederim. — Haydi gidelim. Size bü: Gün manasile inanıyorum, dos- tum.. Dartanyan ihtiyat olarak sür- melediği kapının sürmesini ya- vaşça açtı ve her ikisi de bir gölge halilliği ile iç kapıdan geçerek koridora çıktılar ve merdivenleri pek çabuk çıka- rak Dartanyanın odasına gir- mişlerdi. Odaya girdikleri zaman deli- kanlı iyice emin olmak için ka- pısını sürgüledi. İkisi de pen- cereye koştu ve pencerenin ke- penklerindeki aralıktan M. Bo- nasyönün mantolu bir adamla konuştuğunu görmüşlerdi. Dartanyan bu adamı görünce galeyana geldi ve kılıcıni yarı- sına kadar çekerek kapıya doğ- ru koştu. O Mön kasabasındaki adamdı. — Ne yapıyorsun? - İkimizi de mahvedeceksin! diye madam l — Fakat bu adamı gebert- meğe yeminim var... diğiniz Ve ı&wt zamanda hal Seyahatinize taal- lük etmiyen her hangi bir tek- likeye atılmaktan sizi kraliçe namına menederim!.. — Kendi namınıza bir emri- #iniz yok mu? Madam büyük bir heyecanla cevap verdi: <— Benim namıma, kendi na- mıma da size rica ederim. Fa- kat dinleyii benden bahse- diyorlar gibi görünüyor. Dartanyan pencereye yakınla- şarak dinledi. Bonasyö apart- manının kapısını açmış ve apart- maninı böş bulduğu için tekrar yalnız bıraktığı, mantolu ada- min yanına gelmişti. — Gitmiş dedi, mutlaka Lu- vura gitmiş olmalı. Yabancı adam sordu: — Sizin we maksatla sokağa çıkmış olduğunuzu bilmediğine emin misiniz? — Hayır, o çok kurnaz - bir kadındır! — Genç muhalız evinde mi? — Zannetmem; pencere ke- penklerinin kapalı olduğanu ve aralarındâ işık görünmediğini görüyorsunuz. — Doğru; fakat emin olmak daha iyil. — Nasıl anlıyabiliriz? Kapısını çalarak. Haydi. Hizmetçisine soracağım. Bonasyö tekrar evine girdi. İki kaçağın henüz sıvışmış — bu- Tundukları kapıdan geçti. Dar- tanyanın katına çıktı ve kapı- sını çaldı. Cevap veren olmamıştı. Por- tos kendisini zengin göstermek ve caka satmak maksâdiyle o akşam Planşeyyi yanına almıştı. Dartanyan ise içeride bulunduk- larını sezdirmemek için son de- recs ihtiyatlı davranıyordu... Bonasyönün parmağı kapıyı vurduğu sırada iki gencin kalp- leri içlerine çöküyor gibi oldu.. — İçerde kimse yok. Diye Bonasyö söylendi. — Zarar yok. Haydi sizin apartmana girelim. Kapı önün- SAA A ŞYit eli Madam Bonasyö fısıldadı: —Ahİ Allahım! Artık bir şey duyamıyacağız... — Bilâkis iyi işiteceğiz diye Dartanyan cevap verdi. Dartanyan üç dört tuğla daha çıkarıp ikinci bir Şeytan kulağı yaptıktan sonra üzerine bir halı parçası örttü; yere uzandı. ve kulağını deliğe dayadığı sırada madama da kendisi gibi yap- masını işaret etti. Meçhul adam tekrar sorü- yordu: — Orada kimse bulunmadı- ğina emin misiniz? — Yemin edebilirim, Bonasyö cevâp verdi. diye — Karınızın nerede olduğunu Zan.... — Luvra gitmiştir. — Sizden başka görüşmeden mi? — Buna eminim. — Bunun en mühim bir nok- ta olduğunu bilmelisiniz! — Demek size verdiğim ha- ber çok kıymetli? — Pek kıymetli, azizim Bo- nasyö, Bunu inkâr edemem.. kimseyle — Demek Kardinal hizme- | timden memnun olacak? — Şüphesiz olacak. — Azametli Kardinall.. — Karınız sizinle konuşur- ken hiç isim zikretmediğine emin misiniz? — Söylediği miyor. — Madam Şevröz, Dük dö Bukingham, yahut Madam dö Vernet isimlerini söylemedi mi? — Hayır; yalnız büyük bir zatın menlaatlerinin temini için beni Londraya göndermek iste- diğini söyledi. — Ah! alçak! Bonasyö söylendi. Dartanyan kadının farkında olmadan uzattığı elini tutarak susunuz! diye fısıldadı. Mantolu adam sözünde de- vam etti: — Neyse, siz bu vazifeyi ka- bul etmemekle ahmaklık etmiş- siniz. Şimdi mektup elinizde bulunacaktı. Tehlikede bulunan bükümet — selâmete çıkacaktı! Siz ise.... — Ben ise? — Evet, siz ise! Kardinal de size asaâlet rütbesi vermiş bu- lunacaktı. — Size öyle mi söyledi? — Evet, onun size karşı ümit etmediğin'z bu lütufta bulunmak istediğini zalen biliyorum. — Müsterih olunuz; karım beni çok sever ve henüz vakit geçmemiştir. — Ahmak budala! diye ma- dam tekrar mirildandı. Dartanyan onun elini daha ziyade sıkarak: — Susunuz! dedi. Mantolu aâadam sordu: hatırıma — gel diye madam NORDE VA —— aü Ka AA MELANREN ' a sanma e Borsa 1-2.938 Üzüm satışları Ç. Alıcı K. s. 240 İnhisar ida. 11 75 | 157 Alyoti bira.13 25 109 M. J. Ta. 13 37 Vitel 12 31 Y.L Talât 13 50 24 Ş. Remzi 13 125 16 Ş. Rıza H.17 4 P. Klark 17 | 618 — Yekün İbıs115,5 Eski yekün 18733,5 Umum yekün Fiyasa Hiatleri 1-2-938 çekirdeksiz üzüm or: ta fiatleri: No. K. S. 13 75| 12 75 13 25 13 75 10 14 75 n 17 00 İncir satışları Alıcı KS KS 80 Albayrak burdaâ — 4 126961 Eski yekün 127041 Yekün 127129 Umum yekün Zahire satışları Ç. Cinsi ü İN 140 Buğday 6 34 Susam 15 75 128 kent Palamut 28) 465 226 B. Pamuk 30 41 Maliyede tayinler Vilâyet maliye tahsilât mü- dürü B. Kadri Emre, Ankara vilâyeti tahsilât müdürlüğüne; Ankara tahsilât müdürü Müeyyid Or da vilâyetimiz tahsilât mü- dürlü; tayin edilmiştir. — Henüz vakit geçmemiştir diye ne demek istiyorsunuz? — Luvra gider, keyfiyeti dü- şündüğümü ve istediğini yapa- cağımı söyler ve moktubu al- dıktan: sonra doğru Kardinalin yanına koşarım. — Çok âlâl Öyleyse durma git! Mümkün olduğu kadar acele et! Plânınızın neticesini öğrenmek için tekrar gelirim. Meçhul adam dışarıya — çıktı. Madam Bonasyö kocasına karşı şu muhabbetli sözü savurdu: — Alçak herifl.. Dartanyan onun zyade sıkarak: — Susunuz diyorum! dedi. Dartanyan ile madam bu dü- şünceleri dehşetli bir bağırma ile kesilmişti. Kocası para ke- sesinin kaybolduğunu anladığın- dan, — hırsızlar! - hirsizlar! diye bağırdı. elini daha Inkılâb hatıralarından Meşrutiyet ilân edildikten sonra Avusturya Hariciye Nazırı Kont Brihtold Türklerin kuvvetlenmesinden korkuyordu Avusturya -Macaristanın mev- simsiz ve vakitsiz olarak Bosna Herseği ilhakı, Bulgarların Krak- hk ilâm memleketi heyecana getirmişti. Bunlar yetişmi yormuş gibi bir de Balkan komitası meselesi çıkmıştı. Rumi 1291 yılında Bulgar ih- tilâli, Karadağ isyanı ile uğraşan ordumuz epeyce yıpranmış en sonunda Sırp prensliğile yapılan harplerde de pek yorgun düş- müştü. Tam iki sene durmadan, dinlenmeden çarpışan ordunun hakikaten istirahate ihtiyacı var- di. Çar Rusyası için bu bulun- maz bir fırsattı. Harp ilân etti. Balkanlardan İstanbula doğru Gnen Rus ordusunun sağ cenahında Avusturya ve Macaristan hükü. meti vardı ve bunun takip et- tiği siyaset ile Rus siyaseti zıd kat Ruslar ne bu vaziyeti dü- şündüler ve ne de bir müşkü- lâta maruz kaldılar. Meğer harp ilânından evel iki komşu biribir- lerile anlaşmışlar. Biz mağlüp olup ta Berlin konferansına gittiğimiz gün bu gizli ittifak anlaşıldı. Ortada fol yok, yumurta yok iken Rus mürahhasının — teklili — üzerine Bosna- Hersek vilâyetleri bu komşusunun uslu — oturmasına mükâfaten muvakkat tabiri ile Avusturya işgaline verildi. Meşrutiyet —ilân edildikten sonra Avusturya Hariciye Na- zıri Kont Brihtold, Türkler ile- ride kuvvetlenirde başımıza bir iş çıkarır endişesile ilk iş ola- rak otuz iki senedenberi askeri işgal altında bulundurduğu Bos- na -Herseğin kat'i hesabını gör- İdi. Bu vaziyete karşı Rusların | müş, Avusturyaya ilhakını ilân hdi aa. ladlir . » — Bareketleri pek müşküldü. - Fa> İPetmişti. " Bu vaziyetten Bulgar Prensliği de — istifade ederek Bulgar Krallık tacını başına ge- çirmişti. Üç kazadan ibaret bir Prens- lik olan Karadağ da ayni he- yecan içinde Kral oluvermişti. Bunlar bir temizlik ameliyesi idi, Türkler henüz harp edecek bir halde değildiler. Sıra tam bu sıradır, biz hesapları göre- lim dediler. Bulgar Prensinin Bulgarlar Çarı veya Bulgarlar Kralı ol- ması Virhovistlerin hiç işlerine gelmemişti. Bizden ziyade bu adamlar telâşa — düşmüştüler. Bunların Sandaneski ve Pançe gibi elebaşıları: —Bizler sağ oldukça Ferdinand başına Bulgar tacı giyemez., Diye bar bar bağırıyorlar ve hükümetimizin —ilk işöretinde Bulgar içlerine atlamak üzere elleri tetikte bekliyorlardı. Merkezi Londrada olmak üze- re bir Balkan komitası vardı. Bokeston biraderler tarafından idare olunuyordu. Bunlar da İstanbula gelmişlerdi. Mebusan meclisi açıldıktan sonra İttihad ve Terakki merkez heyeti de İstanbula nakletmişti. Merkez heyeti azaları bu Bokeston bi- raderlere Sadrıâzam Kâmil Pş. namına bir ziyafet vermek istes mişlerdi. Kâmil paşaya da: Tashih — Dünkü nüsbamızda Kozmidi efendi ile Sadayı Mil- let gazetesinde çalışan ve bö- rekçi firınınin önünde vurulan 'Türk gencinin adı Ahmet Suphi diye yazılmıştır. Halbuki bunun adı. Ahmet Samimdir. Vaki mürettip hatası maalitizar tasbih olunur. “Arkası var- VD SAŞROC DA ” NASREODİN HOCADAN .olih v s #& * Şeyh ;e KİUP lar Ü Küştari — 16 — (Nihayet mübarek geliyordu. Bir de ne bakayım: Medet Allah! Derken elendim, anıslıya bon- zer ve adına “Davudi, denilen iri bir ses.. İdgamımaalgunneli | tarafından “Hegehegeyy, ler ve etraftan: — Yaşşşşasaaa! 5i .. Hâşâ buzurdan ha- yda ciddi bir surat, hafif tertip yanlara süzülerek bakışlar, ara kararında -kendisi değilmiş gibi tavırlarla- bir ka- deh çekiş, arkasından lâğım temizleme ameliyesi, yani bak gamlı bir öksürük ve meyan anırtısı... Gazel bitti mi; bitti, bir sırı- tış ve: — Beğenmiyen meydana çık- İ nn da göstereşi 88 L.Ta:Mah: hurdad 375 43750 Y L Söslereyim, Kılıklı sert, sert etrafı süzüş.. Söz sözü açar derler; hakika- ten doğrudur. Bakınız, biz ne- reden nereye gelmişiz. Evet; Ramazan Soltasını va- purda tanıdım. O zamanlar var purların , daima soldan - tertip birinci mevkünde seyahat âde- timdi, Para fazlalığı adama ne- ler yaptırmaz?, Fakat ambarlardaki eşya ve bahusus koyun, keçi gibi mah- lükatla yanyana yatmak bir hayli mâsele olduğu için los- tromo denilen adamcağıza bir adet gümüş mecidiye toka eder, geceyi bir tayfa yatağında ge- çirirdim. Yatağın sahibi eğer biraz da adama benzer bir şeyse size mutfaktan aşırdığı yemek- leri de getirir, mukabilinde iki kuruşu çekerdi. Bu biçim seyahatin bir de malümat ve tetebbü ciheti var- dır: Akşamları tayfalarla sohbet eder ve deniz ahvaline dair ma- lümat edinirsiniz. Görseniz ne sıkarlar, ne sıkarlar.. Zaten dün- yada avcılar bir, tayfalarfliki, bir de bizim palavra kulübü azası; üçtür. Buralara düşenlere, kemali merhametinden, Allah selâmet veriyor; — mücerreptir, gaf et olunmıya... Tıpkı her zaman yaptığım gibi lostromoya bir mecidiye vererek o canım bembeyaz çar- şaflı, simsiyah yastıklı, kokulu amma ne kokulu yatağı kirala- dım, Daha evel de arzettim ya: — Amman şu bey meydana çıksa da kendisinden bu akşam | beraber yatmağı teklif etsek. Diye düşünen yolcu hanımları daha fazla üzüp intizarda bı- rakmak nezaketsizliğini irtikâp etmemek için vapuru dolaşmağa çıktım: Sağda bir hacı baba ikindi namazını - kılıyor, solda yedi Buharalı seyyah semaveri kay- natıyor, şu târafta sırtına gece- lik entari, çıplak ayaklarına mercan terlik, başına da bir takke geçirmiş bir efendi boz- ması, yüzü sımsıkı kapalı ka- TİBIL — Yahu, abdesthane ibriğini nihayet unuttun ha, senin bu haltı edeceğin zaten belliydi. Diyerek çıkışyor. Gözüme, — küpeşteye dayan: mış, iki hanım ilişiyor. - Yanla- rında erkek te yok. Hemen yanlarına — gidiyorum. Denize bakarken: — Ayl. Deyiveriyorum. Hanımlar me- rak ediyorlar, tıpkı benim g'bi denize bakmağa başlıyorlar. Vapurla yarış eden yunusba- lıklarını gördükçe: — Ay geçti, ay — daldı, a) Çıktı. Ka Derken, delikanlılık bu, ben- deniz de >mumaralara — başlıyo- rum. Minterafillâh pek, amma pek fenalaşıyorum. Sol elim göğsümde, sağ elim küpeştede; — yalancıktan — şöyle bir sarsılır gibi oluyorum. Fe- nalaştığımı gören hanımlar da- yanamıyorlar.. Telüşla: — Bir şeyiniz mi var? Sualini soruyorlar ve... yutuyorlar. Artık ahbabız.. Bunlar - iki kardeştir. Birisi Şerife, — öteki Habibe... Davgana kazası eşra- fından Elhaç Hoca Hafız Satık mış Efendinin kerimeleri... Büyüğü fıkır, fıkır; küçüğü çıkır, çıkır; bendeniz de takır, takır.. Gözünü sevdiğimin - gençliği hiç bir şeye benzemez. Onlar; — Ahha.. Balıhlara bak ba- lıhlara.. Dedikçe ciğerim bun oluyor. Kara sevda dedikleri şey sa- kın bu olmasın?, Konuşmağa başlıyoruz: — Nereyi teşrif buyuruyor: sunuz efendim? Teşrifi duyan cevap veriyor: — Sen benim Şerife olduğu- mu nirden bildin be?. — Canım, ben habibi ekrem değilim a; söyleyiverdim işte., Haydi bu sefer “Habib,i işi- ten öteki: — Aba giz.. Bağa dedi, nirden biliyo ki? 6 Çarşaflara sığmıyan kalçala.: rını zevk ve lezzetle seyr ede yorum. Muhakkak bu - kızlarda yaban elması çeşnisi olacak.. — Yalnız mı gidiyorsunuz efendim, yanınızda kimse yok mu?, — Aah, yok.. Bubam - bizi Hafız Durmuşa ısmarladı.. — Bu Hafız Durmuş te kim? — Ahha geliyo.. Başımı çevireyim de ne gö reyim?. Meded Allah, meded Allah.. Çarpık, çurpuk, hamam böceği kılıklı bir solta... Kim olduğunu sormayınız: Yazıya başlarken tarif ettiğim çok muhterem Ramazan Softası beyefendi... Siz olsanız ne yaparsınız? Bu müstekreh adam müsved. desile konuşmamak için bırakıp kaçsam fikir, fikir, çıkır, çıkir kaynıyan kızcağızlar var. Haydi bundan da vazgeçelim; ya bea- deki çarpıntıları ne yapmalı?, Çarü naçar kaldık. Herif geldi. — Şeriat, namehrem, haram, günah. Der gibi bir bakışla beni süzdü. Herifi tutub denize at- mak hem günah değil; hem de beşeriyete bir kişilik müvelli- dülhumuza kazandırmak bak- mından sevab bile.. Fakat işin ucunda a: Hey çarosizlikleri halkeden Allah; ne olur her çaresizliğe bir de çare halkedeyd n... Evet; kâldık ve sırıttık.. Elin hödüğüne surat etmeğe gelmez, maazallah saldırıverir. — Hoş geldin. Hafız efendi hazretleri,.. Amanın, herif yılıştı. Hazret- leri lân hoşuna gt ş olacak ki © yakışıklı suratının asıklığı der: hal zail o'du: — Hoş bulduk, yâ merhaba. Velâkn, — iste zübillâh, kim ola? — Sonu 10 uncu sahifede — hapı kiz. hayretle Habibe zâlınız