25 Ocak 1938 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9

25 Ocak 1938 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

4 25 Künunasan! Halkevinden Anadoluya Kostümlü balo Kıı!_li Baledan bir intiba — Geç oldu ütüyü getirsene canım. — Hülâü yemek olamadı mı? — Bana bak, hor zaman sa- na gülü buraya takma demi- yor muyum? — Oto kapıya geldi mi? Ve- saire ile, bır çok evlerde de- vam eden bir hazırlıktan sonora, işte Halkevi.. Sıcak Bir salon, zengin bir büfe, nezih bir topluluk. Gözlesim Halkevinin geniş salonlarında gezinen bir efeye ve onunla şakalaşan kizanına çevrildi. Hemen; içimdeki his- lerin birden kaynaştığım duy- duüm ve mazisinin .temiz vas - larına bağlı olan Türk ulusunun milli varlığının — hâlâ ayakta durduğuna bir daha iman ettim. Sağlı, sallu masılarda yer almış millt kılıklı kadın, erkek bir kitle içindeyim. Düşünüyo- rum. Ne kahhar yumruklar var- dır ki, şimdi güderi — eldivenler içinde saklıdır... Frak ve simo- kini kendisine — yakış'ırmasını bilen ince Türk erkeğine bir zeybek heybeti de o kadar ya- raşıyor.. Bayanlar; zarif kostüm- r da daha güzell.: Halkevi âdeta asırları biribirine ekliyen ve Türk heybeti ile za- rafetini bir anda ifade edebilen zengin bir möüze gibi olmuş. Milletin heybet ve hürmet tel- kin eden milli giyiminin arasıra muhitimizde — karakterize edil- mesi, hakikaten çok isabetli ve yc..ndediı. Şu Bayan; sırmalı çepkenile, dallı entarisile, koyu gözlerinin üstüne düşen yüzlerce altın iliş- tirilmiş değirm sile ne kadar da cana yakın.. Ya şu zeybek;, Ya şu poturl. Dans ediyoruz... Bu temiz muhit içinde kimse kendinden uzak değil. Nezahet; bütün kıymet ve büsusiyetlerile bu sa- lonun her köşesimni dolduruyor. İçiyoruz... İçki neşeye hük- metmiyor, noşe içkiye hükme- diyor. Ve biz iyi orgânize edil. miş bir cazın melodisile seya- hat ediyoruz. Bir az süküt ve bir az din lenmeden gonra, kulaklarımda gök gürültüsü kadar damarlerı sarsan, adelâtı geren, göğsü gü rurla kâbartan bir ses dılıı- lerile ne dimdik | Bu ses ne Bethovenden, ne de Bahttan melodidir. Bu ses; dedelerimizin savaşlarında kah- ramanları coşturan, düğünlerin- de saadeti, heyecanı terennüm eden, şu bir kısıntmızın bı.-fııı mediği sestir: Davul, zarnal, Bilmezler ki, Türk hep böyle gür ve vakur söyler... Bir ses yükseldi: — Ekremi istiyoruz Ekremi... Bir alkış, bir kaç haykırış.. İleri masalardan bir nâra, salo- nu sallar gibi mihrakta çatladı.. — Heceeyyytt. Bir pulat ortaya atıldı: Harmandalı... Bu, oyun mu- duür, yoksa;. kahramanlık ruhü- nun nefis bir estetik içinde raksı mıdir? Ortada dönen arkadaşla be- | raber kalpler mizin, ruhumuzun, dimağımızın da o azamete uyup i anlıyoruz. İşte ihin kaydedebil- senedenberi — bu hüküm şerefini diği iki bia millete daima vermiştir. Harmandalı, oyun değil, esa- tiri bir heybet ve azametin ifa- | desidir. Başkanla karşılaşıyorum. Ba. Şehime Yunus her zamanki ne- zaketile ve tebessüm ederek: — Eğleniniz çocuklar, eğle- niniz başka ne istiyebilirim! Diyor. Evet... - Çalışmasını, fabrika kurmasını, düşünmesini ve her şeyi bilen millet, eğleamesin. de bilir ve eğlenme, onun hakkıdır. Beynimin — içinde bir tarraka koptu.. Serpantin ve konfetilerin| | arasından dökülen yüzlerce ba- lon sigaralarla pa!t atılıyor.. Bu iş bana bu günkü Avrupa siya- setini hatırlattı... -Fakat onun acılığı ile bunun neşesi hiç mu- kayese edilebilir mi?... Gün ağardı... —Ayrılıyoruz... Kulaklarımızda ve gözlerimizde bu güzel gece, bütün - canlılığı ile yaşıyor. Güzel bir gecenin tertemiz hatırası içinde, milli kostümlerden bir dekor silinip gidiyor..; Öğretmen tayini İzmir C'llburıyot Kız ensti- tüsüriyaziye öğretmeni Ba. Afife Bakırköy Ortaokul riyaziye öğ- tüyin edilmiştir. mektubdarı —Başı 5 inci sehifede— ğ en'irksini seçtim, ken- dim bindim. Diğerlerine nasır ilâcı, termus şişesi ne varsa: Hiddetle bağırdım: — Hülâ mı bu lâf?. — Seki, — söylemiyecektik. . . dim, koça binip yola dü- züldük amma bir müddet sonra kaşıklarım ağrımağa — başladı. Dünyada iken koça binmeğe alışık olmadığımı bilirsin. Çe- resi me?. Dişimi sıktım, taham- müle çalıştım. Koçun üstünde torsine döndürülmüş saat rekkası gibi sağa, sola sallana, sallana köprüyü geçııoic başladım. Henüz yi otuz metre ka- dar ya gitmiş, ya gitmemiştim ki bir şeyler oldu. Arkamdan topuzla m — vurdular, koçun ayağı mı sürçtü, ne oldu; hulâsa emsalim misillü, ben de Cehen- nemin honisinden lüp diye aşa- ğıya yuvarlandım. Cehennemde; dünyadaki ha- mamların soğukluğu gbi bir *Kapıaltı, dairesi var. Honiden düşen biçareler hep orada top- landık. Saffı harp nizamında dizildikten sonra ansızın zebel- lâh gibi bir Arap peyda oldu. Meğer bu herif; Cehennemin zebani başısı Arap r, birer çehremize baktıkça âalnımızda kendi ken- disine: — Cehennemin falan katına gidecektir. Diye ibareler peyda oluyordu. Meğer dünyada iken “Alnımızın kara yazısı, dediğimiz şey işte bu Uzatmıyayım; beni nisbeten az ateşli bir yere ayırdılar. Ga- liba niyetleri birdenbire - pişir- mek değil; hafif ateşte ağır, ağır rosto yapmakmış, Ah, ne bilirsin — kardeşim; — bilseydim ölürken yanıma biraz salça ile iki baş sarımsak alır ve hiç s- kntı çekmeden mükemmel bir sakız yahnisi olurdum. — Sonu var — Tavzih İk'çeşmelikte bir tehdid hâdi- ses'nin mahkeme safahatını yaz- mıştık. Dün bu hususta Ba. Hikmetten bir mektub — aldık. Bn. Hikmet diyor ki: *Ben Tevfiğin on bir senelik karısıyım; yazıldığı gibi - kâtibi değilim. Esasen onun kâtib tu- tacak vaziyeti de yoktur. Bıçaklaâ tehdid — meselesine gelince, berber Tevfik kendisine bıçak çektiği söylenen Hakkıyı, tabanca ile arkasından kovala- mıştır, Tren kazası tahki- katı devam ediyor Geçen gün Torbalı - Tepe- köy istasyoları arasında Liceli Muitafa oğlu B. Raşidin Nazilli treninin — çarpması — yüzünden ağır Surette — yarâlandığını ve İzmire hastaneye — getirildiğini yazmıştık. Bu kazaya sebebiyet vermek suçundan makinist De- vud ve ateşçi Muamtmer hak- kında tahkikata başlanmıştır. Tohum, aşı istiyenler Ziraat Vekâletinden - vilâyet »izaat müdürlüğüne gelen bir ta- mimde hariçten memleketimine adele süretile tohum, çelik, M aşı gönderecek ccnebi mücüse. , vselerle ayni şekilde memleketi- mize tohum, çelik, aşı ve diğer Üretme ve yetiştirme — vasıtaları ketirtmek istiyenlerin Anykara tohum islâh istasyonuna müre- osat etmeleri lüzngeldiği bil- dirilmiştir. HİKÂYE Düşesdö Vindsorun mavi robu Bir arkadaşım bana bu hikâ- yeyi anlattır — Bir kaç ay evel geçimsiz bir lı.ıızıçıyn yol vudığımx haftasında evde bir sürü yıka- nacak çamaşır - toplanmıştı. Gi- den kadımın yerine gelen hiz- metçi çelimsiz çıktı. Toplanmış rları arıtacak hali yoktu. i: istemez dışardan çamaşırcı arattık. Bir sabah erken gelen işçi kadını yatağımın başucuna ge- tirdiler. Bu, pek genç, narin, mahcub tavırh bir tazecekti. Pişkin, kart, çaçaron mahalle çamaşırcılarının soda ve kaynar sudan süngerleşmiş küt tırnaklı çarpuk çurpuk - ellerile, bu na- rin tazenin, karşımda ezile bü- züle uğuşturduğu ince uzun par- maklı, pembe avuçlu zarif elleri arasında ölçüsüz farklar vardı. Bu nasıl çamaşırcıydı böyle? Karşımda heyecanlı bir tered- düdle kabul cevabı bekliyen genç kıza karşı içli bir şefkat duyarak: — Kızım - dedim - sen pek ince bir tazeye benziyorsun.. Bu yorucu iş sana ağır gelmiyor mu? Gergin ve parlak dudakları reddedilmek korkusile titriyerek derhal atıldı: — Hayır - efendim.. Neden ağır gelsin. Hem ben görüm- düğüm gibi kuvvetsiz değilimdir — Bilmem amma. Bizde de epeyca çamaşır toplandı. Büyük, kalın yatak çarşafları da — var, Acaba becere bilecek misin? — Elbet beceririm. Ben bu gün çamaşır yıkamıyorum ki.. — Ne zamandanberi bu işe başladın? Kız bir an yeşil hareli parlak gözleri: üstüne Gdüzgün göz kapaklarını indirerek düşünür- ken, ben onun yüzüne bakıyor- dum. Bu hareli, menevişli yeşil ve sarı ziyalı gözler, bu î kahverengi ve altın ıltınıl öndüleli saçlar, bu narin, ber- rak ve ince” hatlı alın ve yüz bana birini hatırlatıyordu.. Fa- kat acıba kimi? Çamaşırcı taze tekrar gözle- rini açarak bâna cevab verdi: — Ben tam iki buçuk aydan- beri bu işe başladım.. Düşes Dö *Vindsor evleneli tam iki bu- çuk ay oldu değil mi efendim? Şaşırmıştım.. Hem iki taraflı şaşkınlık.. Yataktan doğrularak sordum: — Ne münasebet? Madam Vindsorun evlenmesile senin bu işinin — arasındaki — münasebet nedir? Ben bu suali sorarken kızın yüzüne daha dikkatli ba- kıyordum. Bilmeceyi halletmiş- tim: Evet bu kızcağız tıpkı Ma- dam Vindsora benziyordu! Ça- maşırcı taze beyaz ve kuvvetli dişlerini gösteren — tatlı bir gü. lümseme ile cevab verdi: — Çünkü ben Düşes Dö Vind- sorun gelinlik mavi elbisesini gördükten Sonra bu işe başla- dim. O elbiseyi o kadar çok sevdim ki.. Ona benzerini ken- dime yapmak için bu — işten başka çare bulamadım. Epeyce de param birikti. İçimden kopan derin bir &cı ile; - Yazıkl — dedim « ellerin nasırlanacak. İnce endamın bo- zulacak. Manalı düzgün kaşları- min uçlarını kaldırarak: — Ne çare? -Diye genç göğ- sünün titrerek bir — hareketile acıklı acıklı içini çekti- ne çare efendim? * Çııııv yıkarken gözlerimin önüne hep ©o mavi ipek elbiseyi getiririm. tim artür. Snrılın büzmeli büz- demin içli bir hasretle titreyei göğsünün etrafında, şimdi ince parmaklarile hayali bir mavi robun şeklini çiziyordu. — Ne güzeldi değil mi efen- dim? Siz de — beğendiniz mi? Zavallı kızcağız! Bu ne candan bir arzu, bu ne iptilâlı bir ka- pılıştıi?. Ona yüreğim sızlıyarak bakıyordum. Cevab vermediği- mi görünce kendini — topladı. Belki ileri gittiğini zannetmişti. Gene o zavallı ve mahcub ha- Kle ellerini oğuşturarak: — Vak't geçiyor - diye m- nldandı - müsande — ederseniz işime başlıyayım? Onu bu istekten mahrum ede- mezdim: — Peki kızım -«dedim- şimdi hizmetçiye tenbih ederim. Sana iyice yardım — etsin. Ben de şimdi kalkıyorum. Kendi çama- şırlarımı da kendi elimle yıka- nm, işin hafiflemiş olur. Gözlerinde idetlinin kıvılcım- ları tutuşarak; — Siz yorulmayın efendim * diye atıldı - merak etmeyiniz, ben hepsini istediğiniz gibi yı- kar asarım. Ve bir şimşek hızile odadan çıktı. O gün akşama kadar — bep gözlerimin önünde Madam Vind- sorun mavi robu dolaşıp durdu. Bir genç kız kalbini - sihirli bir ağ gibi saran 6 mavi ipek e- bisenin şekli bir salgın halinde en yüksek moda evlerinden, en mütevazı dükkânlara kadar hü- cum ettiği zamanlar bile onun bir kopyasını yaptırmak - aklım: dan geçmemişti. Fakat — şimdi bu elbiseyi gözlerimin önünde canlandırarak, onun hayal ve hasretile kalın yatak çarşaflarını sıkmak için kuvvet bulan genç çamaşırcıya giydiriyor ve güzel tazenin muradına erişini tahay- yül ediyordum. Ah mümkün ol- saydı da ona tıpkı o - biçimde bir mavi ıpek rob hediye ede- bilseydim!. Zaman malüm.. Böyle bir he- diyeyi hemen yaptıramazdim. Fakat ufak telek çamaşırları bahane ederek kızı haftada bir iki çağırttım. Artık ne o,ne de ben mavi ipek robdan bahset- medik. Fakat ne o, ne de ben onu unutmuştuk. Bir gün gene bizim genç ça maşırcıya haber gönderdim, bur lamadılar.. Başka bir yare taşın- dığını söylemişler. Canım sılaldı. Yüreğimde derin bir acı hisset- tiğim o gün ahbaplarım bizde tepi . Akşam çayının buhar odanın loş havasına da- gilirken moda bahsi açıldı. İçi- mizden biri bahsi Düşe dö Yazan: Nezihe Muhiddin Vindsorun istekoz işlemeli tuva: letinden, mavi gelinlik robuna getirerek: — Bir zamanlat bin beş yüz dolara çıkan o meşhur mavi rob artık demode oldu. Dedi. Ben derhal mavi robun hikâyesini anlatmağa başladım. Arkadaşlarım müteessir oldular. Hepsi şimdi demode olan o ideal mavi robun mütevaz “bir eşini yaptırmak için yardım et- mek istediklerini söylediler. Derhal işe başladık. Ertesi günü Düşesin dol ismi verilen kırepten altı metre alarak Be- yoğlunda bir terziye götürdük, içimizde endamı bizim zavallı çamaşırcıya en çok uyan birine prova — yaptırtık, nihayet — bir hafta içinde mavi rob elimize teslim edildi. Ertesi günü iki arkadaşım ve ben elimizde mavi robun pa- keti genç çamaşırcının eski evine gittik. Bu basık, rutubetli yer odasına taşınan kiracı bize sağlık veremedi. Bakkala, aktara sorduk.. Gene sağlam bir adres alamadık. Nühayet yer odasının bulunduğu sokağın köşesindeki kahvehaneye baş vurduk. Eski mahalle bekçisi bize dikkatle bakarak en doğru adresi tarif ettikten sonra: — Galiba hasta imiş - dedi - kimbilir sizi görünce sevinecek zavallı Feridel Fazla tafsilât alacak vaktimiz yoktu, hepimiz mütecessir ve te- lâşlı idik., Epeyce çarpuk, dar ve çamur. lu sokaklar dolaştıktan sonra bir viraneye geldik, teneke ve kof tahtadan yapılmış Feridenin kulübesini bulduk. Kapıyı kızcağızın büyük anası açtı. Bizi görünce dişsiz ağaı titriyerek baktı. Ona Ferideyi sordum. Kadın ne yapacağını şaşırmıştı. İçeriden genç kızin halsiz sesi duyüldu: — Buyürunuz hanimefendici- ğim, — Ninemin - kulakları iyi duymaz. Derhal içeri- girdik. Toprak zemin üstündeki kerevetin yır- tık fakat tertemiz Öörtüleri üze. rinde zavallı Feride yatıyordu. Bizi görünce sevinçten süzgün sarı yüzünün elmacık kemikleri kızardı. Sesi boğuk bir titre yişle beyazlaşmış hummalı du- daklarının arasında fısıldıyordu. Gözlerimden dökülen yaşları göstermemeğe çalışarak: — Hepsi geçer Ferideciğim »dedim- inşaallah yakında iyi olursun da, o kadar istediğin bu mavi ropu- güle - güle gi- yersin. İnce kâğıd paketi açtım. Ma- vi elbise meydana çıktı. Feride şimdi idealine bir düşman ba- kışile bakıyordul! Büyük anası hıçkırarak elbi- seye koştu. İncitmeden korkar gibi buruşuk ellerine alarak onu hasta — torununun — başucuna yaydı: — 'Feride yavrucuğum has- retini çektiğin bu elbise inşaal. lah sana şifa getirir. Seni yüz Üüstü bırakıp bu hallere sokan © hain nişanlın. Rabbimin hu- zurunda günabını çeksin! Feride — Nineciğin ona in- kisâr etmel Diye hıçkırdı, sonra başucun- da mavi bir köpük yığını gibi Pırıldayan ipek roba, sönmüş ve kırılmış aşkının sön hi tile bakarak bitkin ve bıçlayıklarla üstüne kapandı. sik

Bu sayıdan diğer sayfalar: