15 Künenusani gn iki günlük iye Knid Afroditi — Dünden mabad — Sen beni Bizansın Lausus sa- rayında yandı sanma, ben dün- yada kadın, erkek çoluk çocuk milyarlarca —insanda yürüyen, bakan, seven, sevinen gene hep benim. Gözleri ışıktan kamaşan kara baykuşlar gihi, öteye be- riye çöken felâketler ancak bu- rada masmavi bir gedik, — bir aralık bıraktığı için ben buraya her akşam ay ve yıldız. işiğile gelirim, ve eski yerimde geze- rim. Ben bir Şarklı Asuriler bana “Iİştar,, alibeyim. dediler. Finikeliler bana “ Ashtoreth! Ashtoreth! ,, diye yalvardılar. Suriyede Atargatisti. Ba- billiler, Hititler ise bana Belit (Meüttal) diye taparlardı. İnsan insan olalı ve daha evel var. dım. Ben Astarteim. En derin hücrenizde kâinatın her atomun- da kaynıyan hayat kaynağıyım. Hap idim, hep im ve hep ola- cağım. Çünkü hayyim ve lâye- mutum. Benim geçmediğim yer yoktur. Çünkü gerek mabed, gerek duvar, insan, hayvan, zınr dan, kale, saray, ordu, devlet ve medeniyet, a yol vermi- yen şeyi ölüm çiğner ve bana yol açar. Seni ben doğurdum. Sana ilk önce Aana şeklinde göründüm. Elverir ki seni doğurayım. Yer yüzüne bir yeni kafa çıkarayım, © doğuruşta güle güle ölmeğe razı idim. Prazitel bana kanad takmadı. Çünkü ben malıhul- ya mamulâtından ferişteh ve gıl- man değil, fakat bu dünya ta- şından, toprağından, maddesir- den yapılma bir kadınım. Ve acı ile bu dünya maddesinden yeni beyin doğuran anayım. Ben yaradıcılık hamlesile yaratmak işine koyulduğum zaman, kem dimden de öte fırlarım. Gözle- rim doğum işkencesile çukurla- Bar, kemiklerim açılır, etlerim Pürça parça parçalanır. Kanlarım akarken, eğer cennet varsa ve © cennette kanadlı. melekler varsa, cennetlerinden de kanad- larından da utansınlar. Tepem- den tırnağıma kadar güzelliğime bak. Ben insanım. Kanadsız yük- selirim. İşte ben bu güzelliğimle sana bağrımın südünü emdir- dim. Bu dünyaya gözleri tığın zaman ilk gördüğün gülümseyişti. İşte senin üzerine eğilen, sana gülümsiyen benim gülümseyişimdi. İnsanlar evelce beni bir ay alihesi diye tanırlardı. Onun için sana eski ışığımla parlıyorum. Tarih başlamazdan evel bile bütün şark beni otlara, ağaçlara can verici, hayat, bareket bağış- layıcı diye severdi. Fakat o za- man bile enginle, denizle birliğim wardı. Çünkü deniz dünyanın en büyük yaratıcısıdır, velüddur. Bağrında sever, sevdirir, çoğal- tır ve var eder. Onun için ayni zamanda bir engin ilâhesi idim. Şarkta eveldenberi hayat, hep su gibi akıcı, yürüyücü, — ilerle- yici bir şey olarak sezilirdi. Ma- dem ki ışıktım, aydım, denizdim. Bittabi beni Helenler Airodit diya, tanyerinin ufaktan ağar- ması gibi, enginin köpüklerin- den yarattılar, Kendi yıldızım Venusun Egeden — doğduğunu görmemişler miydi? — Şarktan gelmiyor muydum? Onun şarkı Egenin mavi enginlerinden gel dim. İlk önce bana derinlikler ilâhı Poseidor - taptı. Şarktan geldiğim için beni evvelâ Cythera | Kıbrıs ) hlar taptı. Sonra Finikeller uçuşan yelkenlilerile beni geride taşı: slar. Yunanistana vardığım za- man hayatı hayat eden ne varsa hep o idim ve onun için güzek lik ve sevgi mabudesi idim. Bir gün geldi Prazitelin bey- ninde parlıyan bir şaheser o- dum. Biribirlerine karşı yaratı- lişin cazibeli yarattığı gonüller, gelip önümöc yerleşirlerdi. İki ayrı şekil, ruhumda kavuşur lardı. Bana beyaz güvercinler getirirlerdi. - Yaşamanın çılgın isteği, yaşamağı özlemenin de- rin “şarkısı mavi göklerde yüz binlerce güvercinlerimin uğul tusuna karışırdı. Bak bu yezler şimdi harabedir. Fakat sen o şarkının burada sayısız renkle fisiltli ile Ççakan ve söylyen ahengi duüyuyorsun a. S Bir an geldi, sana sevdiğin kadının gözlerinden parladım, dudaklarından gülümsedim. Bit- tabi bakışımı, gülüşümü görün- ce, beni aya, yıldıza, denizlere benzettin.. Çünkü bakışım ve gülüşüm sana bakan yıldızlardı. Sana gülen varlıktı. Eğer o an bir avuç toz olaydım. Beni se- mavata savurur, — kehkeşanlar yaratırdın. Çünkü ben senin gözünde bülün insaniyeti temsil ediyordum. Bütün beşeriyeti bi- ricik gövdemde toplanıp, bütün beşeriyeti sana veriyordum. Sana bütün güzellikleri veri- yorudm, kâinatları veriyordum, bana doğru uzattığın - kollarına yüce dağların kuvvetini - bağış- hyordum. Gönlünün bana doğru! atılışına bütun okyanusların son- suz vüsatini veriyordum. Sana bir an için ceanet kapılarını açtım. Göklerin milyarlarca yıl- dızlarını kulaklarında çınlattım. Aylar, güneşler beyninde fırıl fırıl dönerken sana semavi ci- simlerin — musikisini — dinlettim. Rüzgârlar seni arşıâlâya çıkarttı. Bir an içinde sana ebediyetler yaşattım, gövdemle ölümüne set çektim, işte bu sebeplten Afro- ditım, Sevgi âlihesiyim. Kanunum öyledir ki, beraber yaratılan, ya- S” Halikarnas Balıkcısı şıçan ve büyüyenler biribirlerini | seveceklerdir. Çünkü biribirlerini sevmekten başka her ne yapar larsa biribirlerinin cellâdı olup yekdiğerini idam edeçeklerdir. Hayat değil miyim? Bir özley $ değil miyim? Ümit değil miyim? Bu günü yarına götüren hız ve musiki değil miyim? Değil mi ki, ben varım; insan müşkülleri hal- leder; ben olmasam müşküller insanları hallederdi. Sultanlar ve köleler tanyeri ağarırken geceden artakalan gölgeler gibi önümden kaçarlar. Çünkü Afro- ditim, dalganın tepesindeki kö- püküm, Maddenin özü ve yara- dılışın son mahsulüyüm. Her an bütün güzelliğimle doğar ve çırılçıplak parlarım. Bütün cemi- yetleri saran ölüm çemberini çözer, daha engin, daha öte, daha güzel dünyalara insanı do- ğurur ve vardırırım. Ben Knid Venusuyum. Bazan bana Havva, bazan da Meryem dediler. Zaten en eski Mısırda insan oğlunu doğuran İsis de- ğil miydim. Cithera ve Kypris değil miydim. Her zaman genç, her zaman güözel, her zaman doğan gene bendim. Öldürücü Azraile karşılık hep müjdeler getiren Cibril ben — değil de ! kmdi? Fakat Uzak Şarkta beni tulum göbekli ve ağzımdan ateş püskürür yapıyorlardı. Ben asıl Knidde insanlığı ve kadımn saf ve dosdoğru İnstinctı oldu: ğumu gösterdim. Ve bu İnstinctim bütün insan oğullarının bakası esasında o kadar güzel bir mw yazenede duruyordu ki, bir. ti- cari meta imişim gibi alım sa- tım ve piyasada, banada parâ- Ça bir kiyaret “biçilerek; derder ğüum yerden — devrilmeseydim, varlığın en temiz ve en güzel bir şeysi olarak kalırdım. Baloda ve salonda henüz çocukluktan yeni çıkmış dekol- teli kıza, seksenlik milyoner sıska elleri kolları, sinek kapr mağa hazırlanan örümcek mae- temengiz bacakları gibi titre- meseydi. Sılanan ağzından sar- kan alt dudağı yolile — salyası frakının beyaz plastronuna sığır salyası gibi sulamıp akmasaydı, kendimden ve gövdemden uta- nacak neyim vardı? Doğan çocuklar bile, hakkım- daki malümatı mutlaka gzli olarak mezbelelerden öğrenmek ve şehirlerin lâğımlarına muvazi akan umumhane sokaklarında, iki yapmacık tebessüm arasına sıkışa kalmış, ve karın tokluğu haçına çakıla kalmış, kendi ilk pantomimasını para mukabilin de meşk etmek — mecburiyetin: dedirler. Bu böyle olunca, han- gi mekteb, hangi darülfünun, her şeyin temeli olan ve varlık işinin özü olan böyle bir işte basıl olan kirlilik telâkkisini ye kayıp temizliyebilir? Oğlumu ben dünyaya - getir- dim. Ve onu seçe seçe kuvvete ulaştırdım. Fakat kuvvete ula- şınca o beni âldı, “sattı. Ve o beni seçmeğe başladı. Yaradı- lış işi ters kepçe saptı. Ve er kek her bir ananın evlâdı - de- gil fakat mal diye, (ya ömür imtidadınca toptan ya saat he- sabile perakende) — satılan bir esirin oğlu oldu. Fakat ben Knid Afroditiyim. Hürriyetim- den başka namüsum ve hâysi. yelim olamaz. Ben herhangi şeyin üzerine parlarsam onu güzel eden Astar- | AMERİKADA Vazaa ” e tedhiş YAZAN: /Korku v — —0 Fransaya yardım- evleri ile hayaletler da bulunacak.. Evet, orada bunlardan istifa- de edenler vardır İskelet kafaları Amerikada Detruat şehri, bü- yük ve san'at merkezi bir şe- hirdir; cihanın en büyük otomo- bil ve traktör fabrikaları bura- teyim. Gençliğinin şafakında t riyen dudaklarla öpüşler sayık- larken, sana rüyalarında gülüm- siyen benim. Peri adalarında, fısıltıl kıyılarda büyülü dağ ve yamaçlarda sana gülümsiyen, Melitta benim. Deniz ve ırmak mda sana seslenen ben m. Açık dudaklarından ko- kular soluyan çiçeklerde, yağ- murlarda, rüzgârda, renkte, şar- kıda seni çağıran benim. Açık enginin fısıldayışında sana ko- nuşan, hali pasça parça edib geçm şin üzerine yığan, fırtınanın sesinde çığlık salan hep ben Astarteyim. Her yabancının yü- züne bir kardeş tadlılığı veren gene benim. Sen her yüzde, her bakışta beni aradın, çünkü ben güzelliğim. Herkesin ben olmıyan kısmı yüzüme geçirilen maskesi midir? Her gözden ben Astarte sana baktım. Seni her gönülden sevdim. Ay aşığı kirpiklerimin ara- sından gönlüme akıyordu. As. tartenin çıplak beyazlığı ay ışır ğında gölge salmıyordu. Göv- desinde sanki nurdan bir kan cereyan ediyordu. Gözlerimi aç maktan korkuyordum. Ebediyen böyle kalmasını özlüyordum; ay aydının öyle gönlüme bir tatlı akışı vardı ki? Fakat yavaş ya- vaş aydınlık diniyordu. Nihayet ışık sustu. Uyandım. Gördüğüm rüya idi. Hareket rüyamda en- gin bir seyahatin tadını tatmiş- tım. İrkildim. Harabede kimse yoktu. Yalnız ay ışıldıyor. Yüz. gâr fısıldıyordu. Birdenbire arşipelin ufku ây- dınlandı. Sabah yıldızı, Venus denizden dışarı yükseldi. Gün aydınını müjdeliyordu. Sendeli- yerek kalktım ve kayığa döndüm, Kayıkla Knidden uzaklaşıyor- duk. Şehir buğu — içinde ögizli duruyordu. Gün doğarken bir şehre ba- kanlar, şehrin uyanmasını, tram: vayların işlemesini, otomobille- rin hırıltısı ve klâksonlarını bek- lerler. Fakat Knidin üzerinden sisler eriyince ilelebed uyanmı- yacak olan bir şehri seyret- mekte olduğumu anladım, Za- vallı Knidi! Bütün tayfa ile bir- likte ona denizden Çtulıyan bir selâm gönderdk. İki bin sene evel ölen şehir duydu mu acabâ? dadır; amele yekünu akıllara hayret verecek kadar büyüktür. Fen ve san'at yurdu olan bu şehirde kurunuvustai zihniyetin henüz hâkim olduğunu söylersek, hayret etmemek İlâzımdır. Maa- mafih bu kurunuvustai zihniye- tin Amerikanlaşmış şekli de yok değildir. Bu şehirde bulunup da gâze- telerden birinin ilân sahifelerine bakan bir kimse şu ilânla kar- şılaşırlar: *“Korku nedir? Biliyor musu- nuz?. Bilmiyorsanız, size biz öğretebiliriz. Göstereceğimiz vil- lâda bir gece geçirebilene tam 2000 dolar mükâfat veriyoruz.. Bu ilânın altında bir de mu- vazzah adres vardır. Bu Amerikalılar kadar tuhaf mahlükat yoktur; bu ilânı ve- renler halkın evham ve hayal- lere düşkünlüğünü istismara kal- kışmışlardır. Detruada tenha bir yerde, lüks bir villâ vardır. Bu villâ, oldukça sermayeli bir şrket ta- rafından “korku ve tethiş evi, olarak kullanılmaktadır. 2000 doları kazanmak veya- hud korkuyu öğrenmek istiyen ler buraya gelirler ve bir gece- yi geçirmek teşebbüsünde bu- lunurlar. Detrua gazetelerinin iddiasına göre, hiç bir kabadayı burada bir geceyi sabaha kadar geçi- rememiş ve hiç bir kimse de bu sebeble 2000 doları hak edememiştir. Bu villânın her odası, salon veya her hangi bir yeri korku verecek şekildedir. Villâya gi- denler ilk olarak karanlıkça, du- varları siyaha boyanmış bir odaya girerler. Bu odada ko- caman ve ağır yapılı bir dolab vardır. Gözler karanlığa bir az alışınca bir köşede tavana asıl- mış bir adam görülür. Bu ada- mın yüzü balmumu gibi sarı, dili de bir karış sarkmıştır. Bu odadan meselâ yatak oda- sına geçilirse, karyolada — göğ- süne bir hançer saplanmış bir maktul göze çarpar. Başka bir saâlona geçilirse, duvarlarda cehennemlere mah- sus korkunç resimler vardır. Hasılı, her yerde korkunç bir manzara, Bunlar yetmiyor- muş gibi mekanik vasıtalarla bin bir hareket ve gürültü bü- tün gece hüküm sürer, iskelet- ler hareket eder, misafıri - boğ- mak teşebbüsünde bulunurlar! İşte, Amerikanın korku ve tedhiş evi budur. ve bu, bir şirketin de iş ve Püra kazanma nevuılldııL__— Madridde Müthiş bir infilâk daha oldu.. Paris, 14 (Radyo) — Son ge- len haberlere göre, yeraltı $' mendiferlerinde — patlıyan dina- mitlerden sonra ikinci bir infi- lâk daha olmuş, yüz kişi ölmüş ve pek çok kimseler de yâra" lanmıştır. Cumhuriyetçi İspanya- hükü meti, bu hâdiselerin, Frankistler tarafından tertip edildiği kanaar tine varmış, Valânsiya, Madrid ve Barselonda şüpheli olanların hepsini tevkif eylemiştir. M. Ruzvelt Vaşington, 14 (Hususi) — Ma- liye Nezareti, frank buhranının inkişafını büyük , bir alâka ila takip etmektedir. Buna rağmen henüz üç taraflı anlaşmayı vikaye etmeğe matuf hiş bir harekelte bulunulmamıştır. Alâkadar me- hafil, üç demokrat devlet ara- sındaki para anlaşmasına karşı alınacak tahdit vaziyeti, Amerika * siyaseti üzerinde mühim tesirler busule getirebileceğinden, buna meydan bırakılmıyacaktır. Fran> sanın vaziyetini düzeltmesi için eskiden olduğu gibi Amerikanın - yeni bir yardımda bulunması ih- timal d de görülmektedir. , TTTT mürettipleri Dün yedi kişi daha a tevkif edildi Paris, 14 (Radyo) — — İhtilâl teşebbüsünde metdhalder olduk. ları zannenilea yedi kişi —daha — tevkif edilmiş ve bazır. orman- —— larda silâhla cephane sandıkları bulunmuştur. Hain Çin komutanı Apuletleri söküldük. ten sonra harb diva- nına verildi Hankeo, 14 (Radyo) — Şan: tung kumandanı genera! Anloço, apuletleri — söküldükten harp divanına verilmiştir. General, Şantung şehrine hü- cum eden Japon — ordularına mukavemet etmiyerek çekilmişti. Kont Ciano Romaya döndü Roma, 14 (Radyo) — İtalyı Hariciye Nazır Kont Cuno, bugün saat 8,35 te Budapeşte- den buraya dönmüş ve islas- yonda maarif Nazırı ile Alman- ya, Avusturya, Macaristan ve ” asi ispanya sefirleri taralından” karşılanmıştır. Yugoslavyada Başvekile kim ve-. kâlet edecek? Belgrad, 14 (Radyo) — Neş” redilen bir kararname ile, ec- nebi memleketlere seyâhat eden Bay Stoyadinoviçin yerine 14 kânunsaniden itibaren başvekâ- Tet, bhariciye nezareti işlerini ted- vire Bay Koroçes memur - edil- miştir, Prens Pol Belgrada döndü Belgrad, 14 (Radyo) — Yur goslavya kral Naibi Prens Pa ile zevcesi Prenses Olga, Ali- nadan buraya dönmüşlerdir. sonra