nl 2 ED. 2 Dİ Kat LR 2 m pa Pr HER AKŞAM BİR HİKÂYE Başlarına gelen en korkunç, en hayret uyandırıcı vakaları anlatıyorlardı. Nedim onlara döndü: — Siz, dedi, «Tablodaki kadının esrarını bilir misiniz?.. i , Arkadaşlarından biri sordu — Bu bir filim ismi mi, yoksa bir cinsi tomanın adı mı? z Nedim cevap verdi: - Hayır, ne o, ng de öteki... Ru doğrudan doğruya benim başıma gelen bir vakadır. Bakın anlatayım.. Bundan pek çok sene evvel bir yerde satılığa çıkarılmış bir sürü tablo arasında güzel bir resim görüme iliş- ti. Pek beğendim. Satın aldım. G yağlı boya tabloyu odama astım. Resim şu idi: İçeriden görünen bir oda.. Kenerda bir koltuk. Odanın tam önünde kapılan açık bir balkon. Bu ük, tabii yüzü görünmeyen bir kadın var- dı, Zayıf omuzlar üzerine bir şal atmış, rüzgârdan saçları dağılmış kadın birisini bekliyor gibi idi. Zaten resmin ismide «Bekleyiş»di. Evime gelen dostlarım, bil- hassa ressam arkadaşlarımdan Şevki bu pesini pek beğeniyordu. Senelerce bu tablo duvarda asık kaldı. Bir akşam evimde birçok misafirlerim var- dı, Öteden beriden konuşurken bir aralık duvardaki tablodan bahsedilmeğe başlandı. Arkadaşlardan biri — Bu tablodaki kadın kimi bekliyor aca- ba... diye sordu. Misatirlerden genç bir kadın tatlı bir gü- lümseme ile cevap verdi — Mutlaka âşıkını.. Çünkü ben seneler- denberi bu tabloyu görüyorum. Resimdeki kadın hep ayni yerde bekliyor... Bu kadar ısrarla başka kim beklenebili başka bir kadın ek söze ka Hayır, dedi, bu kadın âşıkını beklemis Balkona çıkmış «Acaba kanı « kadm kaynanam mı?» diya etrafı kol- dedi, bu kadın balko! kendisine getirecei Hayır, hayır da o gü elbiseyi heye F ALLA uzun uzun Hattâ kkında dedikodu bile essam Şevki bir aralık sordu dönük olan kadının SUNUZ? 1, bu yüzünü görmedi dını şöyle tahayyül ediyorum. İ lan Ağzı çok küçük, Gözleri ko kışları ihtiraslı... O samana kadar hiç söze karışmayan baş- ka bir misafir de Ben bü kadına hayalimde şöyle bir kıştırıyorum. Soluk, hastalıklı bir ura batmış gözler, uzun kirpikler... Bakışları çok dalgın. Onların bu sözleri ine ben güldüm: — Ne olurdu, dedim, şu tabloda arkası dö- nük olan kadın birdenbire başını çevirip bize baksa. Onun yüzünü görsek.. Sonra biraz t etse, balkon kapısını kapasa ve şu kenardaki koltuğa olursa. Böyle duvardaki tabloları canlandirabilecek bir sihirli âletimiz olsa. O günkü konuşmamız bu kadarla kaldı. Şunu da söyliyeyim ki bu «Bekleyiş. tab- losunu çok sevmemin mühim bir sebebi da- ha vardı, Senelerce evvel Mürüvvet isminde genç bir kadınla tanışmıştım. Mürüvvet hiç bid kadında görmediğim bir şekilde bana bağ- Janmıştı, onunla belki evienebilirdim. Fakat bir türlü başımı bekârlığın maceralı haya- tindan kaldıramıyordum. Çok yorulduğum, artık herşeyden elimi eteğimi çektiğim za man evlenmeği düşünüyordum. Mürüvvet benim bu fikrimi bildiği için — Zarar yok.. Ben seni beklerim!.. de- mişti, İşte onun bu sözünün üstünden s8- neler geçmişti. Ben resimdeki «Bekleyen kadına baktıkça dalma Mürüvveti hatır- yordum. Hatsâ tablodaki kadının ismini da Mürüvvet koymuştum, Bu resme baktıkça, beni bekleyen bir kadın olduğunu düşünür- düm. Bir gece yarısı odamda olurmuş ki- tap okuyordum. Bir aralık okumaktan yo- tirdim, bu | Ikonda arkası dö- | Resimdeki kadın ruldum. Kitabımdan başımı kaldırdım. Gö- züm karşımdaki duvarda har zamanki ye- rinde aslı duran tabloya İlişince tüylerim Ürperdi. İnanılmıyacak bir hâdise karşısın- da idim. 'Tabioda her zaman sırtı bize dönük olan kadın şimdi köşedeki koltuğa oturmuştu. Balkon kapıları kapanmıştı. Kadının yüzü de bize doğru idi. Hayretler içinde kalmış- tam. Sanki hakikaten karşımda, her zaman ayni vaziyette duran kadın resmi canlan- mış, hareket etmiş, açık duran bâlkon Ka pılarını kapamış, bir kenarda duran koltu- ğa oturmuştu. Şimdi ne zamandanberi merak ettiğim kadının yüzünü görebiliyordum. İsmini Mü- rüvvet koyduğum kadın beklemekten pek yorulmuş gibi bir halde koltuğa kendisini bırakmıştı. Senelerce balkonda Aşıkını bek- lediği için midir nedir, yüzü tamamile bu- Tuşmuştu. Fakat bu buruşuk yüz ne kadar da Mürüvvete benziyordu. Lâkin beni asıl dehşete düşüren şey tab- Yodaki kadının vaziyetini değiştirmesi idi, Bu inanılmıyacak şey nasil olmuştu? Ak- lum kaçıracaktım. İşte bu sırada telefonum çaldı. Arkada- şım ressam Şevki bana şunları söylüyordu Sana oynadığım oyunu beğendin mi?. «Bekeleyen kadın» tablosundaki dekoru, ka” dının giyinişini aynen kopye etilm. Fakak Senin tablodaki açık duran balkon kapıla- rını kapattım. Kadının yüzünü de çevir- dim ve onu bir koltuğa oturttum. Senin Mü- rürvetin resmini de kendime model yaptım. Yalnız onu çok ihtiyarlattım... Zavallı bek- ıhtiyarlamıştır artık.. Bu akşam im. Yaptığım resmi senin tablo- astım. Ona tıpkı senin tablodaki çerçeve yaptırmıştım. Farkına var- den son- ra düşündüm. Acaba Mürüvvet, beni hâlâ bekliyor muydu? Onu bulmağ karar ver- dim. «Belki de tablodaki gibi artık ihtiyar- lamiştır« diyordum. Nihayet bir gün ken- disine ras geldim. Gençliğini çok iyi mu- hafaza elinişti. Hâlâ çok güzeldi. Ve beni tmuş genç yakışıklı bir erkekle evlen- mişti, Tablodaki «Bekleyen kadın» canlı insan- lardan çok daha vefalı idi, Resimdeki ka- dın senöleree beklemekten yorulmamıştı. Onu tekrar eski yerine aslım Hikmet Feridun Es BU GECEKİ Nöbetçi eczaneler Eminönü: (Beşir Kemal), Küçük- pazarda; o(Bensason), (o Alcmdarda: (Esad), Kumkapıda: (Süreyya), Bey- oğlu: (Beyoğlu, Hayreddin), Taksim- de: ÇTakâim), Şişlide (Necdet), Gala- tada (Karaköy), Kasımpaşada: (Tu- ran), Hasköyde (Hasköy), Fatih: Şeh- mall Hakkı), Karagümrük: Fenerde: (Emilyadis), Samatyada: (Ridvan), Aksarayda: (Ethem Per- tev), Beşiktaşta: (Vidin), Ortaköyde: (Ortaköy), Arnarutköyde: (Kostan- tin Miltiyadi), Bebekte (Merkez), Ü: küdarda (Merkez), Kadıköyde (Mar- ko), Yeldeğirmeninde: (Yeldeğirmen) eczaneleri, «Koca bulacağım» diye kadını dolandırmış İzmir (Akşam) — Göztepede dul ve zengin bir bayana oczacı bir koca bu- lacağını söyliyerek elli lirasını dolan- dıran ve parasının yerini de öğrendik- ten sonra 700 küsür lirasını çalan Fat- ma, zabıtaca tutulmuş, adliyeye veril- miş ve tevkif edilmiştir. Paranın bir kıs- mi Üzerinde bulunmuştur. Fatma, ev- velce İstanbulda da ayni tarzda bazı suçlar işlemişti. Tuzak içinde Tuzak ka: No, 151 Bizi kimse dinlemediği için size birkaç kelime ile seyahatimin sebebini an- Jatabilirim... Mısırda icap eden malü- matı topladım. Oranın adliyesile, po- Jisile görüştüm... Hakikaten Mısırın cerup tarâflarında Elstanbuli ismin- de bir aile mevcud... Efradı da pek çok... Bu âilenin dört kolu var... Sühi ismindeki gencin mensup bulunduğu kol inkıraz etmiş. Delikanlı; — Inkıraz edecek... Fakat şayet ben evlâdsız vefat edersem... - ceva» bını verdi. — Şayet o ailenin hakiki mensubu olsaydınız... Bahanın talebesi, gülümsemek te- şebbüsünde bulundu. Fakat ağla makla gülmek arasında bir İşmizazdı bu Adliyeci devamla: — Evet... Dünyada hakikaten bir Bühi Elstanbuli varmış... Aşağı yu- karı sizin yaşınızda, sizin şek bir ada an k Allah Allah ... i — Bunda zerrece şüphem yok... Nakleden : (Vâ - Nüf Servetini alıp Türkiyeye gitmek üze re yola çıkmış... Küçük bir servet... Dört beş sene evvel gitmiş... Ve o z8- mandanberi de haberi alınmamış... Ferhad cebinden beş altı tane fo- toğraf çıkardı: — İşte o delikanlının resimleri... - dedi, - Siz de bakar mısınız? Bu, esmer, siyah saçlı, yirmi beş yaşlarında bir gençti. Umumi ifade- nin Sühanınkinden bambaska olduğu meydandaydı. Süha, bu resimlere seri bir nazar attı. — Yanıltınışlar sizi... - dedi, — Akrabayı birer birer şahit göste rebilirim... Bana bu fotğrafları onlar verdi... Hakiki Sühinin bu olduğuna dair mahkeme huzurunda yemin ede- cekler. - Peki efendim, şimdi mesele ney- miş?... Ne yapacak muşsmız?... Asıl ona gelin... İşte hedefim beyim: Sizin Sühi Elstanbult olmadığınızı ve sahte bir isimle dolaştığınızı isbat edeceğim... Bu sahtekârlık yegâne cürmünüz d ğildir... Daha başka, daha menfur £ | CUMA 10/5/9409 1230 Progtam ve mem'eket saat Ayar, 125 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1250 Müzik: Muhtelif şarkılar (PL), 1330-14 Müzik: Karışık program (PL) 18 Program ve memleket saat ayarı, 18,05 Müzik: Solistler ve melodiler (PL), 1830 Müzik: Hafif müzik ve cazband (P1), 19,10 Müzik, Çalanlar: Fahire Fersan, Refik Fer- &an, Fahri Kopuz, i— Okuyan: Radife Er- ten, 1- Yesari Asım - Hicaz şarkı: (Bilmem niye bir buseni), 2- Udi Cemli - Hicaz şar- kı: (Ne küsdün bisebeb), 3- Refik Persan - Hicaz şarkı: (Olhanda biricik sevdiğim #en- #in), 4- Fahri Kopuz: Ud taksimi, 5- Refika Karcığar şarkı: (Hep neşeli sevda dolu), 2— Okuyan: Aziz Şenses, 1- Kemal Emin Bo- ra - Uşşak şarkı: (Bağı hüsnün o güzel gül- leri), 2- Eyüplü Mustafa - Hicazkâr görki: (Bak şu dilber kadına), 3- Sadettin Kay- nak - Hüseyni türkü: (Yanık Ömer), 1045 Memleket saat ayarı, Ajans ve meteoroloji haberleri, 20 Müzik: Nişaburek faslı, Ça- lanlar: Fahri Kopuz, Cevdet Çağla, Hayri Tümer, Zühtü Bardakoğlu, Celâl Tokses, Mustafa Çağlar, 2030 Konuşma (Mill kah- ramanlık menicbeleri), 2045 Müzik: Sas eserleri ve münferit teganni, 21.10 Konuş- ma (Sıhhat saati), 2130 Müzik: Küçük or- kestra (gef: Necip Aşkın), Johann Sieauss gecesi: 1- Artist Hayatı, 2- Binbir gece ma- salı (İndigo opereti), 3- Şark hikâyeleri, 4- Viyana kanı, 5- Güzel mavi Tuna, 2130 Memleket saat ayarı, Ajans haberleri, zira- at, esham - tahvilât kambiyo - nukut bor- sası (fiat), 2250 Müzik: Cazband (PL), 2325 0 Yarınki program ve kapanış, i — Tebdil, 2 — Ulaştırma 3 — Alaturka gelirse tanrı olur. 4 — Büyük — Pirzolanın sonu, 5 — Rezli edin. 8 — Beygir - Taze değli - Tersi bir sıfat edatıdır. 7 — Bir izadın daml, 8 — An - Kuşu Kafeslen çıkarıp bırakma, 9 — Birdenbire - Tersi etektir. 10 — Ayağında bal var - Arza, Yukarıdan aşağı: 1 — Kaplanın zevcesi, 3 — Esirlik - Valide. 3 — Gurbette kalmış - Erbap. 4 — iptida - Beyaz. $ — Başına «Ke gelirse soğuk mevsim vaktidir. 6 — Uzak nldası - Tersi idrarda bulunan bir zehirdir. 7 — Diploma, Tuhaf, iki parçası - Sonuna «He 19 — Rabadan ve dededen. Geçen bulmacanızın hali ücavirlik, 3 — Ape- 5 — Eren, Kab, 6 —Ge, 5, 8 — İerileme, 9 — » Nal, | Süpürgeler, $ — rün, Arap, 5 — Eviz, Eyi- — Rim, İnek, 8 — BI£, | ena, 10 — İktibas, Al, Ferh yecanla konuşuyordu: — Bunlar: kıskançlık zannetmeyin. Belkisle evlendi hükmü yoktur. yet de var, J | İ İ niz, fakat izdivacmızın | Bu işten rizanızla | Ben buraya, bir hafta evvelki vapur- la gelecektim. Fakat bu zamanımı si- | zin oralarda dolaştığınız yerleri tef- tiş etmekle geçirdim, Tanıştığı nız İnsanlarla görüştüm. Hayatınızı mahvetmek istemiyorum. Fakat şunu unutmayın ki elimdesiniz. Tunga ile Ebülhaşeb arasında bir kervansaray- dan malümatınız var mı? —E? | — İşte orada İbni Hasan isimli bir hancı var... Kendisini unutmamışsı- nızdır. Süha, susuyordu. | — İşte bu İbni Hasan, Nilin beş altı yüz metre inde gayet derin bir | uçurum göslerdi... Bugün orasını ot- | lar, ağaçlar bürümüş. Orada bir cina- yetin izi gizli imiş. Bahanın talebesi; — Ne eina | ölen biri ... | — Kaza ile de | de paraları çalınmış... edecek delilleri efendim?... Kaza ile » Katil... Üstelik Bunu tsbat | ! TÜRKÂN HÂTUN 'Tefrika; No, 58 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Nurucihan ayılır ayılmaz idam hükmü okunacak ve genç kadın kayanın üstünden nehre atılacaktı E ler ozaman valide sultan: «şo, hüküm- darın sevgilisidir. Ben onu sana mem. Fakat, onun kadar güzel cariyelerim- den birini hediye ederimi. deseydi, İmad hiç de böyle bir çıkmaza düşmiyecek ve 68- ki şerefli mevklini kaybetmiyecekti, Şimdi onu: — Hükümdarın, velinimetinin eşine göz diken hain... Diye tel'in ediyor, hattâ sultan Mehime- din kendisini neden idam ettirmediğine $â- sıyorlardı. Türkün hatun bunları duydukça mütees- sir oluyordu. İmad bu ithamlara, bu yersiz hücum ve telinlere müstahak değildi. O, sndece, valide sultana gösterdiği fedakârli- gın karşılığını istiyordu. Imad, Uzlak şa- bın yanina gittiği zaman, vezir Nâsırın ba- şını vurmadığına o kadar pişman olmuştu ki... Bütün bu felâketleri, bu tahammül edil- mer irtırap ve İşkenceleri onun yüzünden çektiğini anlıyordu. Türkân hatun, Semerkanddaki hafiyeleri araştırmakla maşgulken, bir taraftan da İmadı zindandan kurtarmak çarelerini arı- a bir gün vezir Nüsurı çağırt- — İmad, haksız olarak (Cehennem kuje- si) ne atılmıştır, Onu ki k istiyorum. Bu işe senin de çalışman gerek... ni cellâdın baltasından k Dedi, Nâsır cali 5 — Onun (Cek bir adamdan gün bir Moğol ca: zaman bana şu kanda, İmada saydım, şimdi ide medi Türkân sultan bunları duy edi. — Ne diyorsun, Nüsır? Demek ki, şimdiye kadar içimizde bir yılan beslemişiz. Öy mi? Halbuki ben, İmadı bize çok sai zabit sanırdım. O halde ( nde inliyerek gebersii Vezir Nüsır, bu küçük son ümidi de böylece suya Türkân hatun, İmadın mektub» ren nöbetçiye: kulesi)ne gidersen, 0 kö- Ölünceye kadar orada imliye- Dedi. Saray nöbetçileri sık sk (Cehennem kulesi) ne giderler, malıkâın götürüp döner- Nöbetçi bir gün kuleye gittiği zaman, valide sultanın verdiği cevabı aynen Imada söyledi. (Nürncihma)” yakalandı sn? Örcün, Karakalâ muzafteriyetinden son- ra, Uzlak şaha yardıma gitmiş, o civarda baş kaldıran Türkmen beylerini tâdip ede- rek Semerkanda dönmüştü htlyar bir anası vardı. Bu ka- sonra yüzüm gülme- lendireyim da, gözüm arkada kalmasın. Diyerek, oğlunu evlendirmeğe kalkmıştı. Oysa ki, Özcan, Karakalede gördüğü Nü- rucihanı delice seviyor ve her gece rüyasın- da onu görerek, uyandığı zaman Ben Nürucihandan başka bir kadınla t ğında bir sızı vardı. Sokağa çıkamı- yor, dostlarını ziyarete gidemiyordu. B bir haber getir- n hertürlüçâ ığraşırım... Kaçmanızı kolayla . Buna mukabil siz de vana garanli vereceksiniz. — Fikirlerinizi vazıh aöyleyin... Adliyeci bir masa gösterdi. — Şuraya geçin. - Ve söyleş rimi yazın. Süha, kollarını kavuşturdu ve ya- man rakibine dikkatle baktı. Acaba kendisini bir tuzağa düşürüp mahvet- | meğe mi hazırlanıyordu? Fakat ayni zamanda aklına Şermin geldi. Kendisine kaçmayı, kurtulmağı tek- lif ediyorlardı Sevgilisini görecek, ikna edecek, beraber sürükleyecekti, Ferhad: — Vakit kaybetmiyelim... Çabuk... - dedi. — Süha, boğuk bir sesle: — Peki Masanın başına geçti. Stilosu kardı. Bir kâğıda yazı hazır, bekledi. Ferhad imlâ ederek; «Ben, aşağıda imzası bulunan...» Ve — İsminiz? kle. | «— Nürucihan bir Moğol tacirinin erin- de yakalanmış!» Özcan bu haberi almea serindi. — Ne olursa olsun, Nüruciharı benim hak» kımdır. Türkün sultan onu bana bağışlı- yasaktır. Diyerek, adamlarından iki kişinin yardı- mile saraya gitti. Özcanın koltuğuna giren adamlar: — Sultan Mehmed, Nürucihanı Karaderya nehrine attırıp boğduracakmış. Dediler, Özcan, Nürurihanı kurtaracağın» dan emindi. Türkân hatunun yanına çıkmm- — Yarın bacaklarım iyileşirse, gene or- duda çalışacağım. Bâbamın ve benim yur- da bağlılığımızı ve gösterdiğimiz yararlık- ları unutmadınızsa, Nürucihanı bana ba- Bışlayın! Diye yalvardı. Türkün hatun, Özcan gi- bi değerli bir kumandanı kırmak istemedi, — Nürucihanı zindana, attıran ben deği- lim, Fakat, onun yurdumuza yaptığı fenm- lıklar saymakla bitmez. Senin gibi bir kah- ramanın öyle bir aşifteye gönül verme: herkes gibi ben de şaşıyorum. Eğer Nüruci- hanın suçu affedilecek kadar ehammiyotsiz olsaydı, şimdi onu kendi elimle sana verir- dim Dedi. Özcan yurdunu herşeyden ve her- kasten » bir kumandandı. Tür- kân hatu lerini dikkatle dinledi, mü- eşi şimdi gidip söndürece- Özcan saraydan çi- girl. Kü- ia konuşmadılar: ır tı. Uzaktan birkaç Adamlarından biri: nehre atmağa geliyorlar. , gerçek, sultan Mehmedin tatbike gelmişlerdi. Nürucihan, bir atın üstüne bağlanmıştı. Özcan bunu — yanın dibi- un geldiği: ne kadar gitti, Saray muhafızları Özeanı burada görün- ce şaşırdılar. Özcanı herkes severdi. Bil- hassa orduda onun hatırını saymayan bir ferd yoktu. Özcan, muhafızları: — Sevgilimin yüzünü görmek isterim Dedi, Nürucihan at üstünde baygın bir halde yatıyordu, Muhafızlar İran düberini attan indirdiler... Ve Sarıkayanın üstüne çıkardılar... Bacaklarına demir bağladılar, (Nürucihan) nehre atılırken.. Özeanın kollarına girmişlerdi... Yavaş ya- vaş Sarıkayanın tepesine kadar çıkardılar. Nürucihan hâlâ baygındı. Nehre atılması için, uyanması bekleniyordu. Harzem ka- nunlarına göre, bir idam mahkümuna, idam hükmünü aynen okumak lâzımdı. Saray mi hafızı, sultan Mehmedin iradesini okumağa, hazırlanmıştı, Nürucihan ayıhr ayılmaz, idam hükmü okunacak ve genç kadın, yüksek kayanın üstünden nehre atılacaktı Özcan, ölüm mahkümu- — boğulmadan — , gözler aç.. Ben de s- ölmeğe geldim! Diye bağırmağa başlamıştı. Fakat, bir- denbire beynine yıldırım çarpmış gibi, yen Özcan, hayretle geri (Arkası var) — Kudret Süha, — «Bon, aşağıda imzası bulunan Süha, Mısırlı Sühi Elstânbuli- etine bürünmüş olduğ! um. Bu ismin sahibi M rda vefat etmiştir. Ne şekilde öl güne dair burada izahat vermeği lü- zumsuz görüyorum. Binaenaleyh, bu- gün akdettiğim izdivaç akdedilmemiş sayılır. Böylelikle Belkis Kolonbeyle ilç bir alâkam kalmadığına dair bu vesikayı veririm.» Ferhad, parmağını uzattı: — İmzalayın. Süha, yerinden sıçradı... Önündeki kâğıdı yırtmak ister gibi bir hareket yaptı. Fakat yırtmadı. Adliyesi, cebinden büşka bir kâğıd çıkardı. — Durun, durun! - dedi, — Neymiş? — Bu, aleyhinizde isdar edilmiş bir tevkif müzekkeresidir. Nerede bu- Tunursanız yakalanacaksınız. Süha dudaklarını kanama derece he gelecek kadar ısırdı. — Bu yazdırdığımız kâğıd mukabi- nde bana ne temin edeceksiniz? — Yirmi dört saat müddetle hürri- İ yetinizi, — Pekâlâ, — imzanızı atın ve çabuk olun... Yarın sabahtan tezi yok, Türkiye- den ayrılın ! (Arkası var)