Fakat günün birinde Cemil Suzan başka biz duygu ile de bağlı olduğunu . Evlenmek arzusu dimağında yer- Aşkını anlattı. sözleri dinlerken, genç kız, bayalin imkânsızlığını ve tahakkuk etmiyeceğini kardeş bil- delikanlıya anlattı. |, kalbinin en derin yerinden yaca- muhitlerde teselli artmağa git- sene sonra, Suadiyedeyiz. eng bir karı koca bir ev tutmuş, oturu- - İrdivaçları iki ayın içinde çabucak uk etmişti. Erkek, karısını çılgınca - Karısının ise, anlıyamağığı bir ci- 5 erkek, nasi olmuştu da onu bu derece alâka göstermiş” taşkın coşkun bir hisle ona bağ- İlk rasladıkları zaman, Cemil, haykırmıştı. Kız, dönüp bakmış, , bundan istifade etmiş, konu$- Münasebetleri bir anda inkişaf emen ertesi günü, Cemil izdivaç ta- de bulundu. Kadın, arada sırada: Nasıl oluyor a böyle görür görmez bö- e*vdin, bana bağlandın? - diyordu. Kocanı, onun ağzını tatlı bir büseyle Ka“ — Çocuk! - diyordu. Mal op aziyi hatırasında canlandıran bu de ei hafifçe kızartıyordu. Günün birin- indi. Karısı Bedriye villâda buka ald. evaiğı erkeğin bıraktığı boş” i uyuyordu, Evi bulundukları Şydanberi ilk defadır ki, tek başına ka- ordu, Mahzundu. Reçirmek için, kocasının kütüpha- Pakagına girdi. Bir Kitap alıp okuyacaktı. Mala, p Dada masanın gizi bir göründe gli bir anahtar takılı bulunduğunu » Bir memnuniyet sayhası kopardı: rİ zihnini meşgul eden muammayı bilecek miydi? Hemen çek- Kan başına sıçrıyordu. Fakat bu kıs- mânasız buluyordu. Zira, Cemil © kendisini tanımıyordu kl. Ganlardırmamak için bu mesele- Mi sona eriyordu. Bahçedeki çiçekler ktaydı. Bedriye, bir tente koltuğa otur « havuz başında kitap okuyordu. Ansi- küçük el, güzlerini kapattı. İnce bir ; 12! Hi ; eciğim... Ne yapıyorsun sen bu- haykırdı. , kendisine «Annes diye hitap şaşırarak başını döndü ve sü- ük kızın yaptığı yanlışlıktan © baktığını gördü. ki, annene bu kadar benziyo- mi elcim? hanım efendi... Çok benziyorsü- ma, daha gençsiniz... i i $ j # ş 1 ; # e # » Aim Yine nerede? akında.. Şurada... Ben bu bahçenin & ken geçerken, çiçekleri gördüm de bir arayın diye içeri girdim... Sisi de m, Bürde Cemil de bahçeye çıktı. Karsı, İMA erir in yaptığı hatayı ona anla- ina m tutamayıp yavruyu ku- < ü. — işin me, çocuğum? İp Sen de beni öp bakayım. Çocuk Cemili öptü. Dizlerine olurarak: — Babama eskiden yaptığımı size dö ya- dü, Ve birdenbire; — A. Annem sokağa çıkmış... Beni ari- yor... Anel! Anne! Buradayım... Patmaklığın önünden geçen kadın kızi- nı görünce içeri girdi. Cemil onu tanıyıp kalbinin âdeta çarpar gibi vurduğunu his- setti, Bu kadın Suzandı, Genç kadın da sarardı. Ve o esnada Bedri- ye, anlaştlmaz bir hissikablelvukuun tesirins de kalbinin burkulduğunu duydu. İki ka- dın, biribirlerine nasıl böyle benzediklerin- den mütehayyir, yüz yüze bakışıyorlardı. Suzan: — Cemli!,. Sen burada ha?.. — Evet, Suzan... Tebrik ederim... Çocuğun 4 meseleyi arıyordu. kisar duydu. Demek kocası onun şahsında başka bir kadın: seviyormuş. Arada bir ben- zeyiş bulmuş, İlk aşkina devam ediyordu. Kendisi bir manken gibiydi. Ne kadar ıztırap çekiyordu... Buzansa, Bedriyenin kendisine bu kadar benzediğini görerek Cemilin onu hâlâ ne kadar sevdiğini anlıyordu. Bu erkeğin &$- kını böyle isbat edişi onu cidden mütehas- giz etti. Vledan azabı duydu. Arkadaşının kendi yüzünden ne kadar iztırap çektiğini anladı, Cemi ise, sevdiği bu ki kadın karşısında müteredditti, Kalbi çarpıyordu. Kız: «— Görüyorsunuz ya, hanımefendi... « de- di, - Anneme nasi benziyormuşsunuz... Bedriye, birdenbire hıçkırmuğa başladı. ... Ve artık bu hayata dayanamıyarak, kora» sından ayrıldı; akrabalarının evine gitti, Cemil, onu alıkoymak cesaretini kendinde bulamamıştı. Bu kadının kalbinin tamir ka- bul etmez şekilde parçalandığını sezmişti, Fakat Bedriyenin gidişile bütün saadet de uçmuş oluyordu. Yüzünden vaktile o derece iztırap çekmiş- ken şimdi gene yeni bir mzuraba uğradığı Suzandan ise nefret ediyordu. Eve döndüğü sırada, Suzan, kızıma: — Söyle bakayım, yavrum?.. O bey seni nerenden öptü? — Ya... — Gözlerimden. Ve yogi kızını, gözlerinden uzun uzun , İffet endişeyle: anne? — Niçin ağlıyorsun — Niçin mi?.. Çünkü o bey senin baban olabilirdi. Nakleden: Hatice Süreyya , ılı um Tuzak içinde Tuzak Tetika yo, 147 — Müallime, — mi muj Üni yanlarında kadar, Ne Metre kadın... Deha doğrusu, bir in na amı Pammuslu olabileceği kadar kadın Sizler ah... Sanki namuslu Mey da pg çıkarmasını bil- gibi.. Müsaadenizle na- 8k bir Sual sorayım. Oyunun. ğe 8sığa siz miydiniz? a k Ye son âşığı... Sy Sİ £din öyleyse... üç sene müddetle m oldu... İşini gücünü benim Ke bırakmıştı. Bir apartı- UŞ, oturuyordum. Maödeyle amdan kisa bir.müddet evvel ın bana öyle fena havadis N pem attı. 3 oi bakalım, Takip Eer hümileymiş... Düşürme Makt, , <tirmiş... Doktorlar alma israr etmişler... &a de Kolonbey, kendini bir koltu- m si Yüzünü ellerile kapadı. Nakleden : (Vâ - Nü) açık saçık söylemesi onu fena halde asabileştirmişti. Bütün benliğini tarif edilmez bir nefret ve korku kapladı. Daima ketum olan Kudret bey, bu kadar şeyler anlattığına nazaran her halde uğradıkları felâket, tabmi- ninden de müthiş olacaktı. Acaba işiteceği hakikat neydi? Kızı bu derece tereddütteyken, tec rübeli bir erkek olân Möllabey bü muhaverenin nereye ulaşacağını Şim- diden kestiriyordu. — Zengin bir adamdınız, metresi» nize kârşı cömerdlik göstermeniz mümkündü! - dedi. : — Evet... Fakat başka türlü hare- ket ettim. — Ne yaptınız? — Kendisine bir miktar para ver- dim... Birkaç yüz Tira.., — O... Maşallah... 4 — Yanlış bir hareket... Fakat böy- le yaptım. —, Ne yaptı zavallı kızcağız? — Kendini kovduğumu farzetti ve gitti... ; Maide artık isyan etti; og ört isin yüzünün (00- Ve Ne Ze Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye 1648 m. 182 Ko/& 120 Ew Ankara Radyosu T.A. P,317 m. 9485 Ke/s 20 KW. T.A.0.19.74m.Ke/s20K.W. Mer gün öğleleri 194 metre ve akşam- ları 317 metre kısa dalga postalarile her gün me olan ecnebi dillerde ha- Derler neşriyaff programı: Birinci gerris (İkinci servis Saat 1209 110 215 1745 İranca Saat Arapça Pazartesi 6/5/1940 12,30: Program ve memleket saat ayari, 1235: Ajans ve meteoroloji haberleri, 1250: Müzik: Muhtelfi şarkılar (Pİ) 1330 - 14: Müzik: Karışık program (PL). 15: Program ve memleket saat ayari, 1805: Müzik: Uvertür ve operâ arys'ları (PL), 1830: Müzik; Radyo Cax Orkestrası (Şef: İbrahim Özgür), 19,10; Müzik: Ka- dın geçit konseri - 8 Okuyucu Sıra ile, Ça- lanlar: Kemal N. Seyhun, Ruşen Kam, Cevdet Çağla, Fahri Kopuz, Hasan Gür, İzzeddin Ökte, 1945: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 20: Müzik; Fas heyeti, 2030: Konuşma (Umumi Ter- biye ve Beden Terbiyesi), 20,45; Müzik. : Reşad Erer, Kemal N. Seyhun, din Ökte, Fahri Kopuz. Okuyan: Ne- bile Ralf, 1 — İkte: 'Tanbur tak- simi, 2 — Artaki Candan - Kürdili H. şar- kı; (Artık ne siyah gözlerinin), 3 — Kür- dili H. şarkı: (Güller açmış bülbül olmuş bikarar), 4 — Artaki Candan - Kürdi E. ; (Kurılırdı oyuncak olsa bile), 5 — Küzdili Hi. Şan: (Şen gözlerinin şiirini), 6 — Halk türküsü: Ey serenler serenler), 21,10: Konuşma (Fen ve Tabiat Bilgileri), 2130: Konser tadimi; Halil Bedii Yönet- ken; ve Müzik: Oda müziği - Beethoven: Yaylı sazlar kuarteti (Opus 95, Pa minör, Ulvi Cemal Erkin: Yaylı sazlar kuarteti. Ça- lanlar: UecoAmar (Birinci keman); En- ver Kapelman (İkinci keman); İzzet Al- bayrak (Viyola); Mesud Cemil €Viyolonsel). 2230: Memleket saat ayarı, ajans haber leri; ziraat, esham - tahvilât, kam nukud borsası (fiat), : Müzik: 6 — Başına «Cs gelirse mayi halinde bir «K, gelirse pislik olur. $ — Nota - Yeni dünya, 10 — Saha - Sükün. Yukardan aşağı: 1 — Bir erkek ismi - Tersi güzel sanat- tr, 2 — Sonuna «A: gelirse Başvekil olur. 3 — Türk Avrupası ehalisinden, — İnad gütme - Kolay. 5 — Sonuna «T» gelirse kehle olur - Usul ve kanun. 6 — Ahzü italar. 7 — Sayma » Tersi dinlenmedir. 8 — Elbiseye dikili küçük torbacık - Bir seyyare, 9 — Aran en soğuk noktaları - Bir nevi 10 — Tersi kaygadır - Kesme, Geçen bulmacamızın balli Soldan sağa: 1 — Onikikuruş, 2 — Ramazanayı,3 — Asabibayan, 4 — Yılan, Rana, 5 — Arik, Sik Amel 7 — Alo, Romalı, 5 — Dalak, Azim, 9 — Acar, Arısı, 10 — Rıyak, Akak. Yukardan aşağı: 1 — Orayakadar, 2 — Nasırilâsı, 3 — İmalikolay, 4 — Kabak, Ara, 5 — İzin, Ark, 8 — Kab, Aro, 7 — Unab, Amara, 8 — Rayakkazık, 9 — Uyan, Klisa, 10 — Şınadlımık. cuk sahibi olen bir biçare... Ona kar- şı nasıl oldu da böyle hâşin davran- dımz? — Elden re gelir... İnsanların mukadderatı üzerinde işle bazan böy- le gâfletler hâkim oluyor. Mollabey: — Devam edin. Kudret; — Kısa bir mektupla, metresim ba- na neticeyi bildirdi. Bir erkek çocuğu dünyâya gelmiş. İsmini benimki gi- bi Kudret Süha koymuş... Kendisine cevap veremedim, Fakat aradan dört beş sene geçince merak ettim, öğren- mek istedim. Terkettiğim evlâdımın istikbali beni meşgul ediyordu. Ka- dının İzmire, yahut Bursaya gittiğini tahmin ediyordum. Oralarda bir araş- | tırma yaptım ve metresimin ken- disini öldürdüğünü öğrendim. Çocuk hayatta kalmıştı amma, nerede bu- Tunduğunu bana kimse söyliyemedi. O zamandanberi oğlanın izini öğren- mek kabil olmadı, Ancsk demin öğre- nebildim. — Kim öğretti, Baha mı? — Beha... Oğlum, ihtiyar bir ka- dımda imiş. O da ölürken Sühayı Ba- haya teslim etmiş. Tesadüfün muzib- 1iği... Mollabey, başını avuçları içine ak dı, Beyninde fırtınalar o kopuyordu. Hakikati öğrenmekten korkuyordu. aski, 2 Tefrika No. 54 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Nöbetçi ortadaki demir mazgalı açınca meydana homurdanarak üç aslan fırladı Kimbilir, Sarayda belki böyleleri de var- dı, Fakat, Azrânın halifeye casusluk ettiğini Kabul etmek herhalde gülünç olurdu. O hal- de, vezir «Halifenin emri» diye ge- tirdiği mektup sahte miydi, Gıyaseddin kapıda fazla konuşmak imkâ- nini bulamadı. Nöbetçilerden biri: — Uzaktan bir gölge geliyor... Belki baba- nızdır. Buradan uyaklaşınız.. Diye fısldadı!.. Gıyas yavaşça çekildi... Ve kâranlıklara karışarak gözden kayboldu. * Ertesi sabah... Gıyas sarayında aslan bes- iediğine bin kere nadim olmuştu. Zabitle- rinden birine: — Aslanlarımı öğlene kadar gehirleyip öldüremez misin? Dediyse de zabit korktu: — Ben, hükümdarımıza karşı gelemem. Onun iradesini kim geri çevirebilir? Diye cevap verdi. Gıyas babasına Yal- varmak istedi: » Bir kadından bu kadar korkulur mu? Onu bana bağışlayın! Dedi, Sultan Mehmed hiddetlendi: — Ben onu, kendisinden korktuğum için değil, başkalarına ibret dersi vermek için cezalandırıyorum. Böyle yapmazsam, yur- dumuzun her köşesinde düşman casusları cirid atıp bize meydan okuyacaklar. Sultan Mehmedi hiç kimse kandıramı- yordu. Azrü'nn ölüm saati yaklaşmıştı. Gıyasın sevgilisini sarayın arka bahçe- sindeki ağaçlardan birine bağlamak üzere mahzenden çıkarmışlardı. Bahçenin eira- fındaki yüksek duvarların Üstüne ve ke- narlardaki taruşalara birçok seyirciler top- Sultân Mehmed bu cezanın halk tarafın. için, tatbikinden başka ne yapılabilirdi? Bir aralık muhafız zabitlerden biri sul- dan tuttuk. Müsaade ediniz de hemen ağaca bağlıyalım. Sultan Mehmed güldü: — Biraz sonra gözlerinin önünde açılacak korkunç ölüm sahnesini mek için gözlerini hem de kendi elile çıkarmak isti- yor bal Ve başımı sallıyarak taraçaya doğru yü- rüdü: — Şimdi bir daha inanâim ki, bü kadın, sağ yaşıyorum. yılanı aylardanberi koynunda saklıyan adama budaladan başka ne denir? Azrâ'- nın suçu olmasaydı, kral Ödip (1) gibi ba- şını yumruklıyarak döğünür müydü? 'Te- essürünün, feryadını cibette bir sebebi vardır, Azrâ, görlerini kendi elile kör etsç bile, bu, onun kendisine verdiği bir ceza- dır. Bu hareketile, benim Ona vereceğim cezadan kendini kurtaramaz. Haydi, bağ- Yayın kahbeyi ölüm ağacıma!.. Kalabalık, saatler geçtikçe srtıyordu. Sultan Mehmed, oğlunu da yanına çağiri- mıştı, Taraçadan bahçeye bakıyorlardı. Biraz sonra, Gıyasın aslanlarını bahçeye * sahvereceklerdi. Aslanlara o gece yem ve- rilmemişti. Hepsi açlıktan kudurmuş cana” varlar gibi bağrışıyordu. Azri'yı bahçeye çıkardıktan sonra, kol- larından ağaca sımsıkı bağlayıp geri çekilen muhafızlar, şimdi etrafta toplanan halkı teskine çalışıyorlardı. Gıyas o sabah el altından yerlileri tahrik etmişti. Buharanın marul âlimlerinden Necdeddin Afevi şakirdlerile saraya gele- yek: — İşte efendim, bu kölü tesadüf, bizim haln Bahanın bana düşmanlı- ğını tahakkuk ettirmek için vesile teşkil etmiş... Elinin sltındeki oğlu- mu fenalıklar yapabilecek bir terbiye ile büyütmüş... Kinini, intikamını alabilmek için zavallıyı âlet edin- miş... Maalesef şimdi bu kötü tiynetli herif hepimizi birden mahvediyor, Maide heyecanla dinliyordu. — Demek Sühi bey dedikleri. Maide: — Evet... 0... Oğlum Süha... — Oğlunuz mu?... » diye bir çığlık kopardı. Kudret, cevap vermedi. Kadın: — Eyvah... Kızımız... Belkis... Mahvoldu... Ne felâket... - diye inli- yordu. Mollabey düşünüyordu. Büyük Afetler karşısında soğuk- kanlılık belirir; — Bundan emin misiniz? - sordu. — Katiyetle, — Oğlunuz, babası olduğunuzu bi- Tiyor mu? — Bilmiyordu... Fakat her halde öğrenecektir: Zira, Baha dedikleri o herif, intikamını tamamlamak için, öğretecektir. Hem, bilmiş, bümemiş, ne kıymeti var? Hakikat bu: Oğlu- muzl diye muzda, hiç bir kadın idam edilmemişti, Memleketimize çöken uğursuzluklar yetmi- yormuş gibi, bir de bu çirkin hadiseye mi şahid olacağız? Diye söylenmişti. Sultan Mehmed - ho- caya bir hakaret olsun diye - kendisini huzuruna kabul etmemiş — Nevdeddine söyleyin... Bahçede seyir- ciler arasında kalabilir. Suçlu, cezasını gör- dükten sonra, hoon ile görüşeceğim. Diye haber göndermişti. Necdeddin Aferi hiddetinden küplere bi- niyordu. O, ilk defa saraya gelmişti. Ta- Jebeleri yüzden fazla İdi. Buharanın en büyük medresesinde otururdu, bülün ha- yatını - dünya evine girmeden - ilme ve talebelerine hasretmişti, Bultanın kendi- sini hürmetle kabul edeceğinden ve risa- sını reğdetmiyeceğinden emindi, Bu mun- meleye maruz kalınca, talebesini toplayıp medreseye döndü. AzrA, bağlı bulunduğu ağaçta cansız bir beykel gibi hareketsiz duruyordu. Artık ne çırpınmağa takati yardı he de sesi çi- kıyordu. Göz yaşları bile dinmişü. Azri'ya acımıyan bir tek adam vardı; Vezir Nâsir, Ondan başka herkes müleessirdi. Seyir- ciler: — Bu kadar güzel bir kadının, hayatile ödeyecek kadar büyük ve affedilmez bir suç İşiiyeceğine inanılmaz. Diye söyleniyorlarsa da, seslerini yük- seltmekten korkuyorlardı. Hoca Necded- dinin talebelerinin bir anda mızraklı mu- hafızlar tarafından nasıl dağıtıldığını gör- müşlerdi. Sultan Mehmed meydanda düran bir nöbetçiye elile işaret verdi. Nöbetçi orta- daki demir açarak yüksek bir yere kaçtı. Meydana homurdanarak çıkan bir aslan ilkönce başını güneşe çevirdi... Ken- disine güzel bir yem nasip eden Tanrıya şükreder gibi, birkaç kere başını salladık- tan sonra, meydanda dolaşmağı başladı. Onun arkasından bir aslan daha, bir da- ha... Ve nihayet meydana üç aslan çıktı. Bunların üçü de yirmi dört santtenberi açlı, Midelerini doldurmak için yem ara- yan hayvanlardan birisi, ağaçta sarıl du- ran şikârını uzaktan gördü. Bu, mahzen- den en sonra çıkan aslandı. Fakat, Arrâ'- ya ilkönce o saldırmıştı (Arkası var) (1) Yunan esatirine göre, Teb hüküm- darı (Lâyus) un oğludur. Doğduğu zaman, kâhinler, babasını katledip ânnesile evle- neceğini söylemişlerdi. Ödip doğar doğmaz kurtardığı için, halk tarafından krallığa intihap edilmiştir. Ödip bu esnada, mak- tul hükümdarın zeveesile, yani kendi ana- sile evleniyer; dört çocuğu dünyaya geli- yor. Ödip bilâhare, “pederini katlettiğini ve validesile evlendiğini anlıyarak, tecssü- ründen kendi gözlerini çıkarlıyo! Hidları tarafından koğulduğu için, yalnız kendisine sadık kalan vefakâr kızı sAnti- gonav ile serseriler gibi, şehirden uzaklaşa- rak dolaşmağa başlıyor. Yunan şairlerin- den meşhur Sofokliş tarafından bir haile — Oğlunuz... Peki amma, Sühiliği, 'Mısırlılığı nereden çıkmış? — Böyle bir hüviyet iktisab etmiş olacak, — Serveti? — Çalmış olacak. Mollabey: — Şayet oğlunuz hırsızsa ve katil. e bile onu he yapıp yapıp kurtarmak sizin vaziflenizdir. dedi. - Zira onun bu hale düşmesine siz sebebiyet ver- mişsiniz, — Nasl kurtarabilirim? — Siyah elbiseli kız mı kendisini itham ediyor? — Öyle olâcak. — Hangi cürümle? Bilmiyorum... Bilmiyorum... Zihnin de karmakanışık!... Anlıyas cak gibi değilim... Bu karışık işlerin içinden nasıl sıyrılacağım: bilemiyo- rum. — Bu genç kız şimdi Ferhadla be- raber mi?... Salondalar mı — Bilmiyorum... İhtimal... Demin orada beraber bulunuyorlardı sanr — Bir kere bakalım... Molla, bir an mütereddld durduk- tan sonra kararını vermiş gibi kr muldadı. Kaybedecek zaman yoktu, Kızını elinden tuttu. Beraber rüttü, yü (Arkası var)