AEŞAM Amerikanın Büyük Okyanustaki bu ileri mevzii büyük ehemmiyeti haizdir LiPiIN ADALARI Sar | Filipin adaları tabü güzellik itibarile eşi nadir bulunan | yerlerdir, burada toprak çok zengindir Soleh Filipin adalarında ge mağazaları ve kadinlanm erkekleri traş ettiği bir eni berberi, sağda Manilâda ! büyük mağazalardan biri ve Filipinli üniversite gençleri büyük üniformalarile Japonyar Hollandaya bir Alman tecavüzü ihtimali üzerine Felemenk Hin- distanı üzerindeki emellerini açığa vur- ması, Filipin adalarını bütün dünyanın nazarı dikkatini celbediyor. Filipin ada- ları, Büyük Okyanusta Felemank Hin- distanının şimalinden ve Çin sahilleri yakınında Amerikanın en ileri bir mev- Züü mesabesindedir. Japonya tarafından Felemenk Hindistanına bir tecavüz vu kubulursa, Amerika tarafından Japon- lara karşı hasmane bir vaziyet alındığı takdirde, bu adalar atratejik bakım- gok mühim bir rol oynamağa namzeddir. Filipin adaları, askeri ehem- miyetinden sarfınazar, tabii güzellikleri ile dünyada eşi nadir bulunan yerlerdir. Topraklarının verimi ve bereketi hari- kulâdedir. Hattıistüva yakınında bulu- Ban bu yerlerde tabiatin, her karış top- rak altından fışkıran emsalsiz bereket, Filipin adalarında da görülür. Bu a. ların geniş ovalar: bin bir renkte ve gü- zellikte çiçekler ve nabatlar ile bez müştir, Yaz kış demeden tabiat barik; de verimliliğini bin bir nümunelerini gös- terir. Filipin toprakları o kadar verimli” dir ki yerhiler, günün her saatinde yer altımdan fışkıran lüzumsuz nebatlara bir düzen vermeseler ve fazlalarını sökme- seler, bir iki sene içinde ba ovalarda sarmaş dolaş dan hattsüstüvanın, ağaçları vaziyetinde bulunan, ormanlarına bezi- yeteklerdir. Filipin adaları, Okyanusun uçsuz bu- caksız derinliklerinde vukubulan volka» nik indifaların eseridir. Bu yerde küçük ve büyük adaların adedi yedi bini geçer. Fakat bu yedi bin ada arasında memle- ketin iktisadı üzerinde rol oynayan ve Amerika kolonilerinin yerleştiği Luçon, Semara, Negres, Mudans, Panay ve Pa- lanat adalarıdır, Bunların o mesahaları 300,000 kilo. metre murabbas olup, nüfusu 12 mil yonu mütecavizdir. Fakat bu nüfusa, adaların bâlâ insan ayağı basmam; sarp ve çetin muntakalarına çekilip v bir hayat süren kabileler dahil değildir. Bu on iki milyon nüfustan 30 - 40 bini Amerikalı ve Avrupalı, 30 bini Çinlidir. Memeleketin iktisadi ve ticari faaliyeti nin dizginleri bunların elindedir. Yukarıda söylediğimiz gibi harikulâde bir derecede münbit ve bereketi Filipin adalarında şeker, pamuk, kendi deri, kereste, meyva vesaire istihsal € lir. Bu adaların merkezi 300,000 nü- fuslu Manila şehridir. Manila, Büyük Okyanusta hem modern bir şehir, hem de büyük bir ticaret limanıdır. Bu adalar, 1521 senesinde meşhur Portekiz denizcilerinden Magellan tara» fından keşfedilmiştir. — Magellan, ertesi ii am. Siird (Akşam) — Çocuk koruma cemiyeti tarafından kostümlü bir balo verilmiştir. Balo çok müvafTakiyetli olmuştur, Gönderdiğim resim balodan bir köşeyi gösteriyor. sene Filipin adalarında Zubu adasındaki kabile efradının attığı zehirli okli rupalı ve bilhassa İspanyol kâşifler ilk #eleflerinin yarı bıraktığı işi tamamlamak için Filipin adalarına uğramışlardır. 1564 senesinde Legaspi, İspanya kralı tarafından adaların umumi valiliğine ta- yin edilmiştir. Zubu adasında yerleşen yeri umu itaate almağa uğraştıktan sonra Luçon adasına geçmiş ve Manila şehrini kur- muştur. İspanyol valisinin bu teskin izi çok çetin olmüş, kâh beyazların, kâh yerlilerin lehinde kanlı ve şiddetli mu- harebeler cereyan etmiştir. İspanyolla- rn Asyada, ilk müstemlekelerini kurma» ları, kolay olmamıştır. Asyanın bu mun- takasında müstemleke tesis etmek için İspanyollarla o Portekizliler arasında da ali, oradaki yerli kabileleri | can | vermiştir. Magellandan sonra birçok Av | çok çetin boğuşmalar olmuştur. 17 nei aarn başında, Luçon adasına çok mik- | tarda göç etmiş olan Çinliler, İspanyol ok defalar isyan etmişlerdir. Neticede iler, İspanyol lara boyun eğmeğe mecbur kalmışlardır. Bundan sonra İngilizler, kısa bir müd- det için Filipin adalarında hükimiyetle- pini kurmuşlardır. Fakat o adalarda yer- leşmiş olan İspanyol papası Andranın yerli kabileleri İngilizler aleyhine ayanklan- dırması üzerine 1764 senesinde adalar- da İspanyol hâkimiyeti yeniden kurul- muştur. Aradan bir asır geçtikten sonra 1899 senesinde İspanya Fihipin adalarını Bir- leşik Amerikaya terketmiştir. İspanyanın Asya mıntakasında müstemlekeleri #on derece azaldığından mütebaki toprakla- nni Almanyaya vermiştir, Arasıra tayfunlar ve siklonlarla sahil leri harap olan Filipin adalarında şairane ve güzel yerler pek çoktur. Muazzam şelâleler, mühip dağ silsileleri, volkan. lar, parlak kumlarla dolu mefis plâjlar boldur. Bu tabii meziyetler memleket için büyük bir servet ve refah meabaı teşkil ederler. Filipin a rmda bol miktarda pirinç, şeker kamışı da yetiş- tirilmektedir. Adalarda pek zengin ma- denler de mevcuttur. Filipin adalarında yerli bir idare mev- cuttur. Fakat Birleşik Amerika cümhu- *iyeti bu yerli idareye nezaret etmekte, #naddi ve manevi her nevi yardımda bu- Junmaktadır. Amerika, Filipin adalarına çok büyük ehemmiyet ve kıymet veriyor. Zira bu adalar, Havay adalarile beraber, Amerikanın Büyük Okyanusta ve Çin sahilleri yakınında en ileri biz mezvilni teşkil ediyor. Zi Nisan 1940 m ve konakların dili Yüz yıllık Nişantaşı ve civarı Yazan: Mustafa Ragıb Çeragan sararı Beşiktaşta caki Mevlevi tekkesinin ar- sasında yeni sarayı yaptırmağa karar veren Sultan Aziz, tarihi bir hatırayı ih- ya etmek hevesine kapılmıştı; Lâle dev- rindeki (Sarayi Âsafi) gene bu sahiller. de bulunuyordu: (Sarayi Âsafi) ile em- salinin lâle bahçelerinde geceleri (Çera- gan sefaları yapılırdı (1). Padişah bu eğ-) İenceleri canlandırmak emelile yeni sa- raya (Çeragan) ismini vermeği münasip gördü. Fakat, Lâle devrini tekrar etmek için o zamanın şartlarından mahrum ol- duğunu düsünememisti: Ne Nedim gibi bir şairi, ne İbrahim pasa gibi bir veziri, me de © zamanki muhit vardı. Yeni saray yapıldı. Ancak daha ilk adımda bir ha- yal sukutuna uğrayan hünkâr, bir gün bi- le Çeragan sarayında bu eğlenceleri ya- satmağa imkân bulamadı: Zamanın his rafe perest, batıl itikatları bir kale gi- bi önüne sed çektil Beşiktaş sahilindeki dergâh. mezarlı ğından Maçkadaki yeni kabristana kaldık nlan kemikler, lâhidler, on basit hâdise- lerden istifade etmek isteyen payıtahtın cahil ve müteassıb zümresini ayaklan- | dırmıştı. Kimin tarafından, nasıl idare edildiği bilenemiyen bu cahil kuvvet, Beşiktastaki Mevlevi dergâhile mezarlı- inin kaldırılmasına isyan ediyordu. Bu | sırada sultan Azizin cülüsundan bir s€- ne sonra, 1278 senesinde vefat ederek Besiktastaki Tekke Haziresine defnedi- len dergâh şeyhi şair Nazif efendiye (Di- | van edebiyatının son şairlerinden Yeni- #ehirli Avni beyin kayınpederi) izafe m bir vasiyet, bu taassup ateşini kö- yordu. Güya şeyh Nazif efendi, ömrünün son günlerini yaşarken selefleri gibi dergâh haziresine gömüleceğini dü- sünerek etrafındakilere: ük taşlar ko- id yapmayınız; be- ni tabutumla gömünüz! Cünkü bu yer- | de uzun müddet kalmıyacağım, buradan | sonra birkaç yer değiştirmek benim için | mukadderdir!» tarzında vasiyet etmiş! Bu rivayet, bütün İstanbulda yayılmış, umumi bir dedikodu halini almıştı. Pa- | dişah, dergâhı yıkmağa, mezarlığı kaldır»! mağa teşebbüs edince, bu vasiyet riva- yeti, şeyhin bir kerameti olarak ortaya | sürüldü. Hünkâr, yıktırdığı tekke yerine yeni bir dergâh, kaldırdığı küçük mezar- lık yerine kocaman bir kabristan kurdu- Ku halde Yeniçeri ayaklanmasını andıran bu menfi ve mürteci hareketi teskin ede- | miyordu. O derecede ki, bu cahil ve ge- ri zihniyet padişahı dinsizlikle, mukad- 'desatı çiğnemekle, dine, Mevleviliğe hür | metsizlikle itham edecek raddeye çel- | mişti. Hattâ mukarribleri, bu geleyanı nat sürmeğe meyyal bir mizacta olan bu mağrur hükümdar, kendisini selefinden aşağı görmeğe mütehammil değildi: O, yeni sarayı yaplıracak ve bur rasıni daimi ikametgâh ittihaz ederek Dolmabahçe sarayı metrük bir hale getirecekti! Bu kararı veren hünkâr, tah- tını sarsacak kadar kuvvetlenen hoşnut- suzluklara, dedikodulara ehemmiyet ve- rir miydi? Filhakika dört milyon Osman- h altın sarfedilerek eski Mevlevi der- gâhı arasında inşa ettirdiği yeni (Çera- gan sarayı) 1284 tarihinde ikmel edil di. Gerçi bu bina, Dolmabahçe sarayı kadar geniş salonları, müteaddid daire- | leri ihtiva etmiyordu. Fakat tezyinatı, | nakışları Dolmabahçe sarayına faik bir | vaziyette bulunuyordu. Çeragan sarayınm döşenmesi de bit- tikten sonra padişah, bir yaz sabahı, 49 kiz çifte saltanat kayığı ile yeni sarayın | nhtımına yanaştı. Zamanın vükelâsı, rica»! b, saray mensupları tarafından tazimle karşılandı. Hünkâr, rıhtıma çıkınca bir kaç dakika durdu, sarayın cephesine ne- «e ile, hayranlıkla uzun, uzun baktı... Ve sonra ağır adımlarla cümle kapısından | a Sie ilerineniğii böğüdi Padişah, sarayın geniş, muhteşem sa lonuna girerken gözleri, salonun bakış- ları kamaştıran büyük, billâr avizesine, tavanların, duvarların en mahir işçiler elinden çıkmış güzel minyatür ve nakış- larına dikilip kalmıştı. Bütün dikkatini; başının üstünde, etrafında göz alıcı renk ve ziya oyunlarına veren sultan Aziz, adımlarını gelişi güzel alıp ilerliyordu. Birdenbire ayağı kaydı - ve hiç bir yere onun parke döşemeleri üzerine düştü! Pebli- van cüsseli, kuvvetli bazulu, kalın ba- caklı padişahm bu ansızın çöküşü, ken- disini fena halde kızdırmıştı, Fakat bu hiddetli ve gazepli hükümdar, maiyeti- nin gözü önünde ve kendi dikkatsizliği yüzünden bu apansız yuvarlanması kar- sısında hiç kimseyi tekdir edemedi. Mağ» rur tavrına uygun görmediği bu halinden dolayı bütün biddeti, yalnız kendi nef- sine-tevcih ediyordu. Maamafih, Sultan Aziz, yere düşer düşmez etrafındakile. rin hiç birinin yardımına muhtaç olmak» sızın- bir saniye içinde ayağa kalkmıştı. Padişahın kendini toplayan bu çevik ha- reketi, onun pehlivanlık hayatında edin- “fasıllarına vesile verirdi. diği mümareseden ileri geliyordu Fakat artık onun manevi kuvveti sar- sılmıştı, Ve bir adım daha ilerlemek is- temedi. Sarayı gezip dolaşmaktan vaz geçti, ağır, mağrur adımlarla salondan çıktı. Cilâk parke döşemeler üzerinde yü- rümek itiyadında olmuyan padisah, bu basit ayak kayma hâdisesini yalnız hid- detle karşılamamıştı: Daha şehzadeliğin- denberi üzenip bitmesini dört gözle beklediği bu güzel saraya ilk girdiği an, ayağının böyle sürçmesi, onun tecrübesiz ve olgunlaşmayan ruhunda bedbin de- Kişikliklere sebep oldu. Zaten sarayın arsasını intihap ettiği gündenberi sağdan soldan gelen şeamet dedikodularile kul ğı dolmuştu. OO zaman hiç kıymet ve hemmiyet vermediği bu lâkırdılarda o, şimdi büyük bir hakikat arıyor, sarayın uğursuzluğu hakkımdaki batıl, esassız id- diaları kabul ediyordu! Bu alelâde hâdise, Sultan Azizin bin- bir hülya ve ümüd beslediği bu güzel sa- rayın üstüne siyah bir damga vurulma- sına sebep olmuştu. Artık padişah, Çe- raganı anmak bile istemiyor; kendisi söyle dursun, yakınlarından bile hiç kimsenin bu saraya girmesine razı olmu- yordu. Bir aralık yıktırılması bile zihninden geçecek kadar hünkârın rahat ve huzu- İ runu ihlâl eden bu yeni saray, artık bir kaç bekçinin muhafazasına terkedilmisti. Sultan Aziz, bir şeamet âbidesi telâk- ki ettiği bu saraya hal'edilinceye kadar bir daha ayak basmamıştı. Fakat tahttan indirilmesini müteakip, kanlı bir akibetle son nefesini de bu sarayda vermeğe mec- bur olmuştu! Padişahın şu vehimli ve mariz inanışı, yalnız ruhundaki bu menfi aksülâmelden ibaret değildi. Çeraganın inşasından ev- vel, âdeta umumi bir isyan şeklinde bü- kümdarı bu sarayı yaptırmaktan vaz ge çirmeğe savaşan payıtahtın o müteassip ve hirafe perest muhiti derhal harekete geçmiş, hünkürm parke zeminli salonda ayağı kaymasına manevi bir mâna ver- mekte tereddüd etmemişti, Güya bu hâdise Şeyh Nazif efendinin ruhani bir kudretle Abdülâzizden imti- kam aldığına işaret etmiş! Artık bu esassız, cahil dedikodulara biz- zat hünkâr da inanmıştı, Nitekim Çera- gan hakkındaki bu uğursuzluk ithamı, yalnız sultan Azizin hayat ve saltanatı müddetince devam etmedi. Onu takip eden halefleri ve bütün hanedan azasile mensupları, bu güzel sarayı âdeta bir şe amet yuvası olarak gördüler! Vehimler ve hirafelerle bilgisiz yaşı yan saray muhiti, son günlere kadar bu batıl inanıştan kurtulamamıştı. Hele se- leflerinden birinin kanlı bir şekilde xö- <üp #itmesini, diğerinin de akli muvaze- tahtını bırakma- cülüs eden İline; Abdülhamid, Çerazan sarayı- nı meşum addetmekte pek ileri gidiyor- du, O, amcası sultan Azizin nasıl büyük emel ve heveslerle burasını inşa ettirdik- ten sonra birdenbire nefret ederek nasıl bir daha içine girmediğini ve sarayın sakfi altında hayatının nasıl bir facia ile niha- yet bulduğunu hatırladıkça geceleri müt- hiş kâbuslar geçirirdi. Bu vesveseli ve vehimli hükümdar nazarında kendisini, taç ve tahtını, evlâdını, yakınlarını mahv ve perişan etmek üzere Beşiktaşın bir sahiline sığınan bu taştan bina, içine gi- renlere felâket, nuhuset ve ölüm veren bir nevi sfenks'ti! Bu itikadladır ki, rakibi ve kardeşi be- sinci sultan Mur ölünceye kadar, bu- rada hapsetmiş, içinde oturanlara şeamet getireceğinden hiç şüphe etmediği bu sa- rayı kardeşine lâyık görmüştü! Padişa- hın nazarında bu kadar uğursuz bir ma- ziye malik olan bu saray, halk için de “hakikaten- tehlikeli olmuştu. Meşrutiye- te kadar sâdeta- aforoz edilen bu sara- Yın önünden geçen vapurlar, sahili takip edemezlerdi: Yolcular bafiyelerin şerrin- den korkarak vapurun kamara ve güver- telerinde Boğazın Anadolu kıyılarına ba- kan köşelerini tercih ederlerdi. Bu ibtiraz, içinde yaşıyan sultan Muraddan ileri ge- liyordu. Bunun için Fizana, Akküya pa- saport almak istiyen vapur yolcuları böyle bir seyahate derhal başlamak içim yüzlerini Çeragana doğru çevirip dik- katle bakmaları kâfi bir sebepti. Beşiktas civarındaki tepelerde, bilhas- sa saraya bakan Kıhcali paşa gibi mahal- İelerle pencerelelrin önünde parlak ışık h-lâmbelar bulundurmak da padişahca manidar görülürdü. Güya bu ışıklarla Çeragana esrarengiz işaretler verilirmis! Zavallı Çeragçan, bu macerayı geçirdik” ten sonra Meşrutiyette, âyan ve mebu- san meclislerine tahsis edilmesine rağ” sinde yandı ve bir enkaz halinde taribe göçtü. (18 Kânünusani, 1910). (1) Lâle devrinde yapılan bu eğlen celer, lâle bahçelerinde tertip edilirdi. Kabuklarına muhtelif renkte konan şalelerle kaplumbağalar, lâlezarlar sında dolaşırlardı. Bu eğlenceler, sah İnra kadar devâm ederek, güzel mu siki l