SÖZÜN GELİŞİ Bahara dair ormşumumun bahçesindeki büyük erik ağacına korku ile bakıyorum. İçimden bir bis onun bu sene şimdiki kura halil, çiçek açınadan ve yapraksız kalmasını istiyor Hattâ bazı sabah, kapıdan çikmen, mahsus duvar dibinden yürüyerek onü yakından görüyor elimi uatıp, 80- kağa uzanan dallarını tutarak tomursuklanmaya, çiçek açıp yapraklanmaya Goğru bir hazırlığa kalkışıp kalkışmadığım dikkatle gözden geçiriyorum: Obi Çok şükür! Henüz hiş bir faaliyet yok! Komşumla dargınım, onun her öne bahçesindeki bu velüd ağaçtan bol bol erik yemesini kıskânıyorum, sanınayın. Bilâkis aramız çok İyidir ve muh- terem komşum, erikleri güneşlen kızarıp olgunlaşmca bize de bir tabak gündermek suretile komşu hakkını muntazaman ödeyen bir zattır. Benim korkum, karşımızdaki erik ağacının çiçek açmasile «bahar» gek miş olacağı içindir. Çünkü bize her sene baharın geldiğini o haber verir. Hn- sır ağaç geçen sabah beni cidden aldattı, Uyku sersemliğiyle pencereden ba- kar bakmaz onu bembeyaz görünce birdenbire «bahar» gelmiş zannederek heyecana kapıldım, biran evvel gazeteleri okumak üzere as daha palas pan- Gıras sokağa fırlıyacaktım. Miğerse kar yağmış! Ob, çok ştkür! Bugün dünyada baharın gelmesini aru eden pek az İnsan vardır, zanne- derim. İnsanlık ilk defa olarak kışın uyumasını İstiyor. Bahar, artık eskisi gibi özlenecek birşey değildir. Çünkü harbe dalr yazıların çoğu «Büyük faaliyet baharda olacaktır!» cümlesile bilanekleğir. Rir zamanlar «gençlik» ifade eden #bahars şimdi bir harp ıstılahıdır ve onu şairler değil, askeri muharrirler kullanıyor. | Çocukluğumuzda mektep avlusuna dizilip neş'e ile söylediğimi Bahar olsun da seyredin, Nâşıl süsler bayırları Zümrüd gibi çayırları... şarkısındaki çocukluğu ilk defa olarak kavrıyor ve maalesef bugün hali tas fiyede bulunan şair Bayan Şüküte Nihalin: Bahar, ah o'hain, o serin bahari misramdaki derinliği şimdi anlıyorum. Baharın bu hain tarafını şewelerce evvel keşfeden Bayan Şüküfe Nihal, bence, Naili'den de büyük bir şairdir, Çün- kü Naili, derin bir gaflet içinde: Neslmi subha refikiz bahara dek gideriz Demiş ve bu suretle üstadın, nereye gittiğinin farkında olmadığını biyük münekkit «zaman» bütün vuzuhile meydana çıkarmıştır. Şevket Rado İ Jar geçilir, ziymetli odalara girilirmiş. NELER SEBYep Vapur mezarlığı Japonya çelik ve demir imalâtı ve behn- #us harp ve ticaret gemileri inşası için ha- Fiçten külliyeti: miktarda hurda demir &i- Tet kazanmışlardır. İngüizler ve Amerika- bular bile bu gibi işlerde Jmpon dalgıçları kullanıyorlar, Japon vapurunun mevklini ve vaziyetini anlamak üzere Hainan adasi civarındaki körfene dalan dalgıçlar bu vapuru bulduk. tan başka burasının gemiler için hakiki bir mezar ve tükenmez hurda demir hazinesi olduğunu görmüşlerdir. Halnkn adasinde barınan Çinli Korsunlar elde etikleri bütün vapurları buraya getirip soyduktan sowra, igierini kaybetmek üzere Üst üste batırmış olduklarından bu kadar tekme enkazı bir araya toplanmıştır. Japon dalgıçları şimdi- den İşe başlamışlar ve evreli 6000 tonluk vapuru çikarmışlardur, uzun ömürlü kardeşler Fransız şark ordusu Bir Alman gazetesi 150 bin, ise 400 bin tahmin ediyorlar Fransa, Almanyanın tehdid ettiği küçük devletlerin yanında derhal mücadeleye girişmek için icap eden ihtiyat tedbirlerini almıştır Pariste İntransigeant gazetesi yazyar" Gan malz m el a piti miktarda döyizi ve nakıl vasıtaları hu daya ve İskandinav: memleketlerine 'mü. ii ile yaptığı töhdidlerden wotira fa- iner Gi a teksif etmek or. Binaenaleyh şarki Akdenizde mü EL ağ pin bu kısmına harbi Yüymak Kir diğer yerlerde olduğu rimel a da mübim bir rol oynuyabilir, R Muhasamat başlamazdan evvel Şark m ordusu, pek mahdud miktarda Mi askerini, Fransız zabitleri Mara. > rar talim ve ödere edilen yerli kuv- etleri ihtiya ediyordu. Bu ordu, memile- pale mizanı korumağa, Suriye çölünde e inen izi görmeğe ve Fransız man- 8 altına konulmuş olan memleketlerin zar Yapi temine kâfi idi. , Sali da Şark F, i d i ransız ordusu cid- ek iz takviye edilmiştir. Müstem- e Erleri avclar, sipahiler, lejyon- LA 6 b vu orduya ilhak pe ear Par k astanu iyesi, Şark yaam Sanam ba taksiyi, oem hükkında beslenen her ane bir were aticdilmemek lâzımdır. “Fran. “P tehdidi vardır. Almanya, Hollan- | , Sanın Balkanlarda bir çok dostları var- dır. Türkiyeye bir ittifak müahedesile bağlanmış, Yunanistanla Romanyaya ga- ranti vermiş ve Yugoslavya ile eskidenberi dostane münasebetler beslemekte olan | Fransa, icabına tashhüdlerini yerine ge- tirmek mecburiyetindedir. Kolaylıkla anlaşılır #ebeblerden dola- yı, Şarkta bulunan Fransız kuvvetlerinin miktarı ifşa edilemez. Almanca Frank. furter Zeiteng gazetesi, bu kuvvetleri .n aşağı 150;000 tahmin ediyor. Sovyetler iso 400,000 kişi zikretmişlerse de bu rakam mibalâgalıdır. “Bu hadise, bu iki devletin Şarkta bu- lünan kuvvetlerimize ve oynıyacakları role 'atfettikleri &hemmiyeti gösterir. Fa- kat her ne olursa olsun imparatorluğu- muzun muuzzam kaynakları sayesinde münasib zamanda her ihtimale karşı koy» mak için icap eden kuvvetleri bulundu. vabileceğiz. Şarktaki bu ordünün buşında mareşal Foş'un en yakın mesal arkadaşı, sabik Fransız büyük erkfinı harbiye reisi ve sabık Suriye fevkalâde komiseri general Weigand bulunuyor, Almanlar, Şarkta- ki Fransız ordusunu Balkan devidetlerini Fransa ile İngiltereye iltihaka icbar ode- ek bir urnacı ibi gösteriyorlar. Halbu- ki hakikat, bambaşkadır. Fransa her ih- male karşı hazır bulunmak ve Alman tehdidinin hiç dürmakewm çöktüğü kü- gük devletler yanında derhul müendele- | ye ykiemek için icab'oden ihtiyat tedbir- aşar.» z ILK ADIM RI. REFİK HALİD BE Saz başlar, çengiler oynar, kehribar ağızlıklı çubuklar tüttürülür, Kakuleli kahveler içilir, buzlu hoşaflara bağa kaşıklar daldırılıp hararet söndürülürmüş Bizim £ yetiştiğimin Abdülhamid miş, küçülmüş, sefilleşmiş, müthiş bir renk ve lezzet fakirliğine uğramıştı. İçinde bulunduğumuz köhne ev, karşımızda oturup ağızları değilse bile gözlerinin feri esniyen kadınlar ve biz, zavallı vitaminsiz ruhlu genç- ler bu tereddinin örnekleriydik. Ba- balarımız yaşındaki gün görmüş adamlardan işittiğimize bakılırrn O tdarenin ilk ve orta çağlarında İstan- bulun göbeğinde, yüksek dereceli ve bol paralı zevk ehlinin sere serbes de- vam ettikleri büyük eğlence konuk. ları varmış; gelenleri kapıdan terbi- yeli uşaklar karşılar, merdiven bâaşın- da hotozlu halayıklar etekler, salon- 'Top avizeler yanar, Saksonya ta- kumlara külfetli sofralar kurulur; misafirlerin önüne atlas bohçalar açi- lir, keten gecelikler, şal hırkalar se şerbetleri sunulur, buzlu hoşaflara bağa kaşıklar daldırılıp hâraret sön- dürülürmüş. (İngres) in (Oğelık) tablolarındaki kadar tenasüplü, m6- Mâhatli olan kızlar mücevherler için. P de yüzerler, ev sahibeleri Fransızla- nın Markiz dueriers tesmiye ettikle- ri, sülâlenin servet ve esalet varisi <yaşlı kadını azametile köşede müesse- senin İdüre ve intizamma nezarelie bulunurlarmış. İşte o debdebeli konuklardan bu çürük dam altı, o saltanatı çnar dan bu deve dikeni kalmıştı. — Evde bir ud vâr suymın, bilmem. ki telleri tamam mu? Arkadaşlarla uyuşmuşlar, saz yâ pacgklar. Ud? Musiki âletlerinin için- de şeklile, sesile, mizrabile en fazla kanıma dokunanı, dinliyen ve çalan senletli çehrelere bile ölçüsüz bir pas- payelik veren en tenasipsürü... Ti- tizlik göstermemek için sesimi çikâr- madım. Üstü kasnak işlemeli sölük bir torbadan, malarya çekmiş şiş da- A&klı hasta karmuna benziyen güsto- suz Âleti, sanki anncılı barsakları örs selenmesin diye itina gösteriyorlar mış gibi koruya koruya çıkardılar, Bir mahalle doktoru odasında gi- biyiz; ud “bir sıska çocuk, anası ve ablası onu muayene İçin soyuyorlar! 'Telin birisi noksanmış; fakat sax ça- Jan üçüncü arkadaşımız yarım sani uğraşarak, başka 'bir telin yarısı, anlamadığım “bir meharetli dalavere e onun yerine Koydu ve âyni sesi çıkardığını ileri sürdü. Belki... Çok şükür Ki ortada tef görmüyondum. 4Bir oğlum var, yüzü deriden, kulak- Işri demirden...» İşte bu, Ve! bilme- cesldir ve bilmece, o sevimsiz nesne nin bütün çirkindiğini gösterecek mahiyettedir. Bilmem ki şu folklor asrımızda, dil işlerine ve kültüre hayli himmet ve bilhsssa masraf edilirken 'bilmecele- rimizin bir dergisi yapıldı nn? İçinde pek hoşları vardır; meselâ körüğü anlatan: «Ağzı var, dili yok; nefesi var, canı yok; derisi var, kanı yok» gibi... Bilmecelerimizi iki kisma ayır mak lâzım: Birincisi tariflerile med- Tülleri arasnda sXı münasebet ve benzeyiş olanları ki yukardaki kö. “ük, bu kasının bir mişalidir. İkinei kasımdakiler akıl yormakin ve müsa- behet, mütabakat aramakla bulun. maz; sırf semeldir, yani öyvelceden öğrenmiş olmaniz icap eder: «Yer'altın. An babam başı» nevinden... Niçin lâha- aa yer altında babam başı olsun? Bir kere lâhana yerin altında değil, üs tündedir; şalgam dense, eh, pek azi- Cık da olsa tutar, Fakat bundan dar hr aykırı düşenlerini bilirim: «Hac oğlu hocs, kolu budu kiste tavşan bilmecesidir; bütün ömrünüzce dü- şünseniz bulamazsınız. Size ne oldu- ğu söylenince: «Ha, sahil; dedirten- iler, yahut bir nebze İncelik ve şiir taşıdığından dolayı güzel gelenler ekseriyeti teşkil eder. «Bir kızım var, gelen öper, giden öper» bu hoş olan- lardan bir tanesidir; bilmiyorsanız ve merak ediyorsanız söyliyeyim: Bar- dak. «. Şimdi akord başlamıştı; bütün o kalınlı incel! tıntınlatı ve bükülen rida, gıcırtılarile... Uydurma çürük telin bir ucu beynime takılı, öbürü ayağımın baş parmağına, sanki göğ- sümde geötiyorlâr ve mızribi kamı- man üstünde oynalıyorlardı; o kadar huylanıyor ve aymeâ, tel birdenbire kopup suratıma çarpacakmış gibi muhataralı bir intizar içinde sinirle- niyordum. Hava kararmış, odaya yaş bir Toşluk dolmuş, içime büsbütün garipsilik çökmüştü; karanlık ve yağ- mur gönlüme dosdoğru iniyordu; çatı altımdan, pencereden, vasıtalar aşarak değil Dağ yamacında, tek ba- şir, gittikçe ıslak geceye karışıp si- Mnen bir kuru dalı eliz ağaç gibi hüzün, bikeslik timsali idim; sürü sünden ayrı düşmüş bir körpe kuzu yanıklığile, etrafımdakilerin yüzleri- ne bakıp bakıp melemek'iğim eksikti! Ud hAlâ akord ediliyor, hâlâ, ka famda gıcırtılar ve göğsümde tırnak» lamalar... Şöyle, usulcacık, kimseye sezdirme- den kapıyı âraladım; ayaklarımın ucuna basarsk sofayı geçiyorum; merüivenlerin basamağındayım; yarı karanlıkta düşmemek için trabzan tuttum, Ne kadar sesli, gıcırtılı, bi- raktığım udun azmanı bir fazla akisli ev bu... Neresine dokunsan çatırdıyor. Birinci basamaktâyım, iniyorum, gi- diyorum, kaçiyorum , Tam bu bir kol belimden yakaladı ve bir el ağzımı örttü, Korkmayınız, o kol yumuşak, o el şebboy kokuluydu... Ve bir ses, (8 ku- Tağımın yarında fısıldıyordu: — Nereye, niçin? Geliniz, dönünüz! Arkamdan beni takip ettiğini an- fadığım şaireye fizıl fısıl, ilk adımım- da, İlk yalanımı söylüyordum: — Bırakınız gideyim, ben sizinle yapayalnız, onlarsız, ayrı konuşmak İsterim. yürın, ayni saafle Bonmar- seye gelinle, yeri tayin ederiz, imkân Nerede ise (Aşkı Memnu) roma. GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ Lekeli humma 4Tırta. denen lekeli humma ile müeağe- âdi bibtir, Bu böcek hastalığı vücudunda besleyip sirayet ettirir. dü mikrobu şimdilik üldür. Bir düzineden »iyade #lim, İk milik- yoplardan şüphelenmişlerdir. Fakat bun- ların hiçbiri lekeli bumunanm hakiki mü- sebbibi olarak kabul edilememiştir. Meselâ, (Proteus X — 19) isimli mikrobun evwelos iekili humma nükül olduğu sarılmış, faka$ eden bayyani mikroplar sinıftma ve huğu- sile hayvan ve insanların birçok ağır has- talıklarına sebep olan ematoznerler arasına dahildir. Ematozosrler canlı hayvanların vücudlarında tufeyli olarak yaşarlar, Ha- rada, suda, öprakta bulunmarlar, Bunların hir kum tekâmli ve devrele, 'hummayı meydana getiren meç- hul mikrop, vücudunun neşvüremaa için mının en son satırlarını da ezberden tekrarlıyacaktım: — Yaşarken ve ölürken! Benim duha ciddi, daha gönülden, bir tutulunca bir daha ayrılamaz kıs- kanç ve müstebid ruhlu bir genç ol- duğuma hükmeden, husuşile para pul sahibi bir sile çocuğunu avucuna almaktan fayda uman kadın - belki de yukarıda Kalanları daha saf, âv- lanmağa daha müsaid gördüğünden oyun bozanlığımdan korktuğu için - anlaşmağı tercih etti. — Yarn, sekizde, gene orada... Sözlerile coşkunca vedalaştık; pal- tomu tuttu. Lâstiklerimi çevirdi, kapa sürgüsünü açtı: — Allaha ısmarladık! Gene fısıltı halinde cevap: — Güle güle, selâmetle... Ve sami- miyetini, şefkatini, alikasını göster- mek için şiddetlenen yağmuru işa- retle bir nasihat: — Caddeye çıkınca hemen arabay& bininiz, ıwlanmayınız! Kendimi pelerinli paltoma, kalaş- Jarnma rağmen o derece hafif hisss- diyor ve bozuk bir arnavut kâldırı- mından hile mahrum çamurlu, ka- pak, karanlık sokağı öyle dümdüz, rahat buluyorum ki eteklerim gil ça- hp pelerinimin yenleri oynayarak uçuyorum; ayrica bastonumu da fırıl fırıl çevirmek, çarhı felek gibi dön- dürmek ihtiyacını duyuyorum. İşte cadde... Manay açık; fakat ba- na artık me bıyıkları, ne de, demin kurban kesmeğe hazırlanmış gibi görünen peştemal endişe veriyor; belli ki kendi helinde, babayan! bir zdam, Dükkânmın önünde bekliyo. TUM. — Arabacı! 'Bindiğim sraba gittikçe duha &y- dınlık, daha kalabılık, daha alıştığım yerlere doğru gidiyor: Valide camisi, Tâleli, Aksaray... Geçerken bâkıyo- rum; Feyziye kırasthanesinin camla. rı buğulu Ye içerisi müşteri ile dolu... Şehzade camisinin yanından Bur. malımesçit sokâğına saplık; eyimi- Zin kapısındayım. Koca konağın, selâmlik tarafında- ki pencereler müslesna, kalın perde- lerle örtülü camlarından dolayı, dı» şarıdan dörtte üçü kapkaranlık, boş gibi. Fakat biliyorum ki içerisi ay- Amlik, sesli, hareketli, tertemiz, gü- ter yüzlüdür; odam sıcacık, yatağım sabun kokuludur. Bu cennete giriyorum. lâkin kurtulduğum afacık “bir hasretini cehennemin çekmekteyim; ağrıma âdi şebboy pndrak elin rayi- bulursak beraber gideriz, beraber... | #mkı tadı geldikçe... vasıta olarak kullandığı bitin isırmasile is