13 Ocak 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5

13 Ocak 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Edebiyatta yeniler mi | eskiler mi? Şair B. Yusuf Ziya kalemini bırakmıya taraftar değil “ Edebiyat henüz Duglas bıyıklı, sesleri genç horozlarınki gibi çatlak çatlak çıkan çocukların harcı değildir. ,, Şair Halid Fahri Ozansoyun oğlu yine şair Gavsi Ozansoy genç edib arkadaşlarının hissiyatına tercüman olarak yazdığı bir yanda edebiyat âleminde bir tasfiye istemiştir. Bazı imzaların gazete ve mecmua sütun. larını tuttuklarından, gençlere edebi hayat sahası kalmadığından acı acı şikâyet eden gen; muharrir «Bu va- Ziyet. karşısında hikâyede bir Sad Faik'in, nesirde bir Cahid Yamaç'ın, resimde bir Abidin Dinonun, şilede bir Melih Cevdet, İlhami Bekir, Ca- hid Saffet Nal W'nin mevcudiyetini kimden öğrensinler; diyor. Dün neşredilen bir listeye göre tasfiyesi istenen edibler şunlardır: Yahya Kemal, Reşad Nuri, Fazıl Ah- med, Mahmud Yesari, Mitat Cemal, Peyami Safa, Aka Gündüz, VâlA Nu- reddin, Halid Fahri, Burhan Cahid, * Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Yusuf 21. ya, İbrahim Alâeddin, Şüküfe Nihal, Behcet Kemal, Esad Mahmud Kara” kurt, Edebi hayat sahasını yeni yetişen. lere kapamakla ilham edilen edibis Tin. gençlerden yükselen bu tasiiye talebi karşısındaki durumlarını ve ileri sürülen fikirler etrafındaki dü- şüncelerini öğrenmek istedik, Dün ilk-olarak ziyaret ettiğim Ak- baha sahiplerinden şair B. Yusut 2i- Ya Ortaç -gençler hesabına maalesef- tasfiye talebi karşısında kalemini elinden bırakmaya, ve badema sükü- çtu ihtiyar etmeğe hiç de taraftar görünmedi. Hatta biraz siniri! idi denebilir. Gülerek: — Azizim, deği, biz bir kere niçin Ahtiyar olalım? Genç nesil biziz. On- | Jar henüz çocuk nesil. Bizim de bü. Yüklerimiz var, İnşallah yakında üs. | tadımız Hüseyin Rabminin yüzüncü Yılını kutlayacağız. Hüseyin Cahid bizleri çok geride bırakan bir velâ- Giyetle taze Laze yazılar yazıyor. Bü- Yük romancı Haltd Ziya, hâlâ hikâ- Ye kitapları neşrediyor. Onlar genç- Mklerini riuhafaza ederken biz ne. | den ihtiyar oluyoruz? Etfiamdülllâh | her cihetçe genciziş ce: — Doğrusu bunu hiç anlamıyo- Tum, diye başladı, ne yapalım yani? Mesleğimiz serbes meslektir, Bizi «Ö- bunlara hükümet, tayin etmiyor. Son #amanlarda bir Basın birliği kurul- du. İşte o kadar. Patron yazımızı alı” Yor, kitapçı eserimizi basıyor. Halk Yazdığımızı okuyor, Sonra gençler Şıkıyorlar, «Bıfakın, yazmayın, Su- Sun» diyorlar. Bunu bize söyilyecek- lerine gazete sahip) inler, ipierine gidip söyle- | bişi Reşad Enis Vakit gazetesinde ça- vaktadır, zannediyor Behçileri yorum. Haklı v yazmış, büyük rağbeti görmüş Mehmed Ra. utu bilen yok. Nasıl olsa susacağız. Ölüm hepimizi süküta mahküm ede- cektir. Pakat bunlar «Hayır, ölmeden susün!s diyorlar, Bu yakışmaz, Sa. hat nani” i Yyorsunuz? n | Bütün bu çocukların görünmesine Ve söz tasfiye bahsine intikal edin- | | lebiz dargınız, Fakat «AKŞAM» da bir! | aramız açık, fakat şiir güzel ne ya- Şair Yusuf Ziya nır, Vakit idaresinde alın te- dir?» diye sormaz. Kolay mı zannedi. B. Yusuf Ziya bu ckolay mis sözü. nün arkasından Pikretten okumaya başi Kolay mi?.. Sanstı siz öyle kendi kendi. sine s eyliyorsunuz? Fakat heyhati 1 mağarınd Olur biter mi kıy vü Ne da, gelmek o Arar Kola, Ve başını acı acı sulladı; Evel kolay değildir! Edebiyat henüz Duğlas bıyıklı, sesleri geng horozlarınki gibi çatlak çatlak çıkan çocukların harcı değildir, Sen eski. sin yazamazsın, ben yeniyim yaza- rım. Bunlar çocukez lâflar, Zaten sade türkçe cereyanı, aruz vezninden ayrılmak edebiyatın aley- hine oldu. İş parmak hesabına dökü- ince kalem bulan şiir yazıyor. Aru- zun cenderesine girselerdi görürdüm ben onları... Saya saya beşisim sayıyorlar... mani olan bu beş isim midir? Ne kuvvetli adamlarız yahu. — İddim eskilerin artık işe yara madık'arıdır. — Bunun açıkçası biz onların işi- ne geimiyoruzdur amma bunu söyl yemiyorlar, Dostluk, düşmanlık baş- ka, sanat başkadır. Ben güzel bir şilr okuduğum zaman hazların en büyü- Yünü duyarım, Meselâ Yahya Kemal | gilri çıktığını görünce âdeta bayram İ yapıyoruz, biribirimizi telefonlarla | arayarak haberdar ediyoruz. Sabibile palm?» B. Yusuf Ziyaya «Gençler arasın. da istidatı bulduğunuz, eserlerini takdir eltiğiniz isimler var mı? Sua- Mini sordum. — Tabit var, dedi, meselâ Said Faik hakkında iyi düşüncelerle dolu, yum. Fakat nesirde Cahid Yamaçın mevcudiyetinden haberdar değilim. Behcet Kemali, merasim şiirleri müş- tesna, beğenirim. Şair Ahmed Muhl. Vİ çok beğeniyorum. Onun bir Yemen türküsünü okudum. Fevkalâğe idi. Fakat çoktandır yazmıyor. Herhalde bizi birdenbire bir sürprizle karşılaş- tıracak. Sonra Celâleddin Ezine var. İşte bu isim son zamanlarda yazdığı eserlerle meşhur oldu ve edebiyatın Beşler çetesi orun tanınmasına mani olamadı. Yazmcak yer aradıklarını iddia eden bu gençler şiirlerini de istedik. leri gibi neşrediyorlar. «Yazık oldu Süleyman efendiye» mısraı Türk ede- biyatının en meşhur mısradır. Ge çenlerde bir doktora <Hastanız nami oldu?, diye sormuşlardı. Doktor onun ILK ADIM a STANBUL HAYATI YAZAN: ——— EFİK ALİD R H 30 sene evvel kadına epeyce şeyler atılırdı: Söz, çimdik, iftira mektup... Ben bile, bir kerre, o sonuncu cürmü işlemiştim Evet, otuz şu kadar sene evvel... O zaman, mağazaların birinde, yabancı müslüman kadınlarına râğ- İayıp iki çift lAkırdı etmek, beraber yürümek, bir yerde bir müddet bulu- şup konuşmak mesele idi; muhatara- larla dolu bir sergüzeşt, neticesi keş- tirilmez bir vaka, zorlu bir işti. Dün- yanın gözü üstünüze dikilirdi; sanır- dınız ki etrafınızdakiler - birdenbire bâreketi durarak perdede muhlanip kalan eski filimlerdeki insan tasvir leri gibi - birer heykel kesilmişler, alış veriş, gidiş geliş durmuş, derin bir #üküt, müthiş bir donukluk... Ve bu buz kesmiş kâinat ortasında tek canh sizsiniz; göze siz batıyorsunuz; yalnız sizin ayaklarınızın sesi, hattâ yüreğinizin çarpıntısı duyuluyor. O derece şaşırır, yürürken kösteklenir, | Konuşurken kekemeleşirdiniz. Husu- sile bizler gibi tüysüz, toy, terübesir Üç genç olursanız... Bonmarşe'nin Tepebaşı cihetindeki mermer merdivenlerini bu halde in- dik. Gözlerimiz arkada idi: Geliyor lar mı, gelmiyorlar mı? Geliyorlardı. Heyecanımız son haddine vardı; zira kapıyı iter itmez kendimizi onlarla beraber, yanyana caddede bulacak- tık. Atlı tramvayların sürüklendiği bu daracık cadde bize, beş bin Kişinin birikip seyrimize hazır durduğu bir meydan tesirini yapıyordu, Maama- fih içimizden, bütün endigeleri basta- ran bir benlik gururu da duymakta idik; Artik adam, erkek, çapkın, ho- varda olmuştuk. Ah, başka arkadaş İara, merak arttırıcı bir takım kapalı geçmelerle bu muvafakıyeti, ikbali, zaferi ne lezzetle anlatacak, nasl hayret ve hasedlerini celbedecektik! Nihayet, işte caddedeyiz, birbirimi. Ayin yanındayız, beşimiz bir grup ol. muşuz, fakat yabancı yabancı duru yoruz, Söze baslamak cüretini bu se- fer ben gösterdim: — Ne yapacağız, nereye gidebili- İ ri? dedim. Dolgunca kadın peçesini kaldırdı; baktım: Pudralı, sürmeli, oldukça yorgun, dişleri intizamsız, tebessüme rağmen meyus bir çehre... Vakit geç, dedi, karşıya dönelim, isterseniz, ölmüz mi beyefendi? Olmaz olur mu? Olur, hay hay, pek münasip, pek muvafık... Bura daki evakit geç» sözüne dikkat edi. İ niz; daha güneşin, hem kış güneşinin batmasına iki saat var; amma kadı- nın #karşış tabirle anlattığı İstanbul tarafı ölçin akşam olmak Özeredir; ikindi ezanı evlere çekilmek saatidir; oralarda sokaklara çoktan hüzün çökmüştür, akşam satıcılarının me- lânkolik sesleri tenhalaşan mahalle aralarında inliyor. Silivri yoğurdu he nüz çıkmamışsa bile boğuk, matemli bir âvsxe, otur, kırk sene sonta ayni mahzunlukla hatırladığım her mev. #imin şaşmaz İniltisi yüreklere çökü- yor: — Gari Gaz! Bu ışıktan haber salan ve iyi te- Yffuz edilse hiç de gam vermiyecek olan kelime, önünde iki teneke, bir kaç huni yüklenmiş eşekle geçen sâ- acının ağzında bir son nefeş enini kesilirdi, tüyler ürpertirdi; insanı baş- MEEEE EEE EENUEEKSE NESET ENEŞANAN GEĞİN) di ve «Yazık oldu Süleyman efendiye» deği, Bu şöhrete biz mani olabildik mi? 'B. Yusuf Ziya ile konuşmamız onun söylediği «Bütün bu çığlıklar ratele- İçmek zere bir sigara çıkardım; kibritimi gazetede unutmuşum, Bana verdiği notlar azmış gili B. Yusuf Ziyadan bir de kibrit rica ettim: — Ben kullanmıyorum, dedi, Os han Seyfide bulacaksınız! Ve ilâve etti; — Benim ateşim öyle için değildir; Sigaralar lıyacak geceden ürkütür, uzayacak hayattan bezdirirdi. «<Karşoya geçecektik, âlâ, fakat nasil? Bugünün gençlerine pek garip gö lecek ve onları isyana ve bize karşı da merhamete sevkedecek bir şey söyliyeceğim: Otuz şu kadar yil önce kadınla erkeğin bir arabaya binmesi şehir içinde yasaktı; kendi çoluğile, çocuğlle de olsa yasaktı. Araba vesi- kası göstererek bir mahalleden bir mahalleye gidilmez a... Hem, böyle bir vesikanın fotoğraflı olması icap &der. Kadın teslim çıkaramazdı ki... Resmi ele geçen bir kadın kocasın- dan boş bile dilşerdi. Bu boş düşmek tabirindeki pratik, kolay, şöyle ken- dinden şıp diye hemen oluverme ma- rifetine dikkatinizi çekerim; enstan- tane, otomatik bir hali var Ki car. mud piş, ağzıma düş, sözünü hatır. Jatıyor. Karşıya geçelim, âlâ, fakat nasl? İmdadımıza, kim bilir kaç yıllık tec- rübelerin yardımile gene kadın ye- titiz — Azapkapısına sandala bineriz! İtiraz etmedik. Sandal kelimesinin bir sihri de vardı; dillerde bir «âle- mliâb edelim» şarkısı dolaşırdı; ka- din, deniz ve sandal? Tâ haşre kadar birbirlerine bağlılığı bitip tükenmiye- cek olan üç imtizaçlı unsur! İki çarşaflı şekli öne düştü; fesli, bastonlu ve eldivenli üç züppe çocuk da arkaya... Ağır ağır, kafileler ara- smda hiç münasebet yokmuş gibi sahte tavırlar alıp sağa sola bakarak hem gidiyor, hem fısıl fısil paramızı hesaplıyorduk, Üstümüzde sekiz al. tın kadar çıktı; bugünün piyasasına göre her altın on yediden, yüz otuz altı lira eder. Bilhassa o devirde, kal- dırımlarda kuvvetli kuvvetli basarak yürümek hakkı veren bir para... Ka- zaen bir mağaza camı kırmak ihti malinden korkmıyabilirdik. Nedense, gençliğimde ben bu uzak, hemen he- men imkânsız ihtimalden daima Ür- kerdim; baston taşımamak âdeti o korkuya son verdi. Azapkapısı denilen yer, senelerden- beri yolsuzluğa, köprü hasretine uğ- radığı için belki unutulmuştur diye söylüyorum, Unkapanı köprüsünün Galata tarafındaki meydanlıktır. O zamanki Altıncı daire, şimdiki Beyoğ- lu kaymakamlığı önünden Meyyit yo- kuşuna çevrildik. Burası, eskiden, İneriz, oradan ben o yoldan gidip geldiğim için - bil hassa evo dönüşte değil de mekteb gidişte - hüznünü senelerce duymuş bu ahret sağnağı altında sinirlerimi gerilmesinden senelerce eziyet çek miştim. Tek kelime konuşmadan, işte b yokuşu indik. Önümüzdekilere birka bahriyeli, bir tulumbacı, İki soft söz atmışlardı amma biz oralı olma mıştık, Otuz sene evvel kadına epeyce şeyler atılırdı: Göz, söz, çimdik, ifti ra, mektup... Ben bile, ayrı hikâye dir, bir kere o sonuncu cürmü iş. lemiştim. Serveti Fünun edebiyatın. da âşk mektupları ehemmiyetli bir mevki tutar, hatâ zarfın ve kâğıdın cinsleri, renkleri, şekilleri, kokuları da tasvir olunurdu; meselâ «hafif bir verven rayihssı neşreden müstatli şckilde leylâki etamin kâğıt» gibi bir tarif... İmrenerek, böyle bir kâğıda yüzünü, gözünü sürmek arzusuna şiddetle kapılmamak mümkün mü? Sonradan arkadaş olduğum merhum Salfeti Ziya bu mektuplaşma şube- sinin o edebiyatta mütehassıs şefi idi. Yeni edebiyat kitapları ve hocaları muharririn (Hanım mektupları) vu ve öbür eserlerini sahte, suni bulu- yorlar. Benim gibi eskiye yetişmiş ve kibar afle hanımları muhitine sürü- nebilmiş olsalardı bu mektuplarla hi- küâyeler içinde realist birçok noktalar bulabilirler, hattâ tanıdıklarla da karşılaştıklarını görürlerdi. Şu var ki Baffeti Ziya'nın çok ciddiye aldığını daha evvelce Recaizade Ekrem bey (Araba sevdası) romanında büyük bir muvaffakıyetle hievetmişti. Kad- ri bilinmeyen değerli bir eser de odur. ... Her ne ise, deniz kenarına geldik ve hep beraber bir sandala bindik Neden kadın erkek bir arabaya bi- nilmesi yasak da sandalınki değil? Şimdi, bu ciheti ben de düşünüyorum ve sebeplerini buluyorum: 1 — Ara- banın, hususile kupa olursa dört tü- rafı kapalıdır, sandalıniki açık 2 — Arabacının arkası müşteriye dönük- tür, sandalcının önü. 3 — Deniz korkusile sandalda uslu durmak 7a- tur, arabada (Mhtiyari . Vaktiniz ! varsa siz düha düşününüz, ben hikâ- | hıristiyan mezarlarına mahsus mer. | | müsald şart teklif edene gazino Kiraya ve- dükkânlarının dizildiği çekiç sesli bir | © dnr sokaktı. Mermere İnen çekiç sesi | mer lâhid, heykel yapan bir sıra taşçı billâr ahenkli, kıvrak, taze, genç ve dinç olmasına rağmen ne kadar hü- zün vericidir. Galatasaray lisesine yeme devam edeceğim. Refik Ha'id Taksim gazinosu kiraya Mail Belediye, Taktim bahçesindeki Belediye gasinosunu iç sene müddetle kiraya ver- mek Üzere bir arttırma İlân etmiştir. Wa Belediye filin gezinonun idaresine işti- rak edeceği gibi gezinonun munmelelerind de kontrol edebilecektir. Ah Erzincan, Vah Erzincan! — Aziz arkadaşıma — Göz yaşım Pırat gibi coştu, çağladı durdu; Kara haberin beni hsbersiz yere vurdu, Ah püzel Krripcanım! Vah derdii Erzincanım! Ah güzel Ersincanım! Vah derdi Ersincanıml Zerdali bahçeleri meyva vermez mi oldu? Gelin kızlar buğlarda çiçek dermez mi oldu? Gayri orda murada kimse ermez mi oldu?... Ah güzel Ersincanımi Vah derdi Erzincammi Yavrusuz ayacıklar bağrına basarken taş, Anasız yavruların sel olmuş gözünde yaş. Ölümü özlemekte sağ kalan her kuru baş. Ah güzel Ersincanım! Vah derdi Ersincanımi aKazankaya.dan güneş, şehre bakmasın gayri, Ay beyaz fenerini gökte yakmasın gayri; Göğsümde coşkun Fırat gülüp akmasın gayri, Ah güzel Erzinesnım!i Vah derdii Erzincanımi Anarken hatıralı toprağını, taşım, Bir yumdum da bin döktüm gözlerimin yaşım. Ne acıklı bitirdin toprakla savaşını, Ah güzel Ersincanım! Vah derdli Ersincanımi!

Bu sayıdan diğer sayfalar: