HER, AKŞAM BİR HİKÂYE Süleymanın hemen hemen benden başka derd ortağı yoktur. Hayatındaki en büyük müşkülleri, başına gelen vakalar hemen koşup bana anlatır. Geçen smbah yatağım- dan henüz kalkmıştım. Kahvemi içerek gü- Meteye göz gezdiriyordum. Kapı acı acı ça“ İndi, baktım. Sileyman.. Yüzü sargılar Eetirttik. Bir yandan çayları içer, bir yan- dan pastaları yerken öteden beriden konu- Şuyorduk Karımın âdetidir. Hiç bir filim- deki kadın artistleri öyle son derece beğen- Mez. Her birine bir kusur bulur. Hele ben kadın artistlerinden birini beğenmeğe kalk- İ sam hemen çenesi açılır, biraz sonra da "i- Bimdeki kadını dili ile yerin dibine geçirir. Meselâ kimisi : «Güzeldi amma pek idi İdi.» yahud: «O kadın güzel görünyor am- ma bir yeri çirkin. Fakat neresi,.. İşte >u belli değil... Onda gizli bir çirkinlik var. İlk bakışta insanın dikkatine çarpıyor. Çok s0- uk kadın» der işin içinden çıkardı. O gecer de pastahenedeki masanızın bâ- Şında gördüğümüz filim hakkında çene za- Miyorduk. Tam yanımızda duran masada ca genç, güzel bir kadınla iri yarı bir erkek oturuyordu. Bir aralık yanımuızdakiler gar- sonu çağırdılar. Hesaplarını gördüler. Git- mek üzere ayağa kalktılar. Bu sırada karım telâşla beni dürttü: — Bşarpımı!.. Ben şaşkın şaşkın sordum; — Ne oldu eşarpına?... O genc ayni heyecanla cevap verdi: — Görmüyor musun? Yanımızdan kan kadının boynuna baksana... Baktım, hakikalen karımın biraz evvel portmartoya astığı eşarpi bu kadının boy- idi, Lâkin bu 6 derece İyi yüzlü, ve nniş bir kadındı ki, bir eşarp te- lığa kalkkışacağı In3w- A gelmezdi. Bunun için — Canım, dedim, belki kadınm eşarpı 4 niğinin aynıdır. Karım hemen doğruldu. Eşarpını asalığı Portmantoyu şöyle bir göz ut Orada da > yoklu, Bu sefer âdeta sesini yüksel- erek: — İşte, dedi, eşarp orada yok... Artık hiç güphem kalmadı. O kadın benim eçarpı çal- — Kadın kibar, zarir, iyi bir insanı andı- Tiyor. Hiç senin eşarpına tenezzül eder mi? Bunda bir yanlışlık olacak... Karım kızmıştı: — Sen zâten bütün kadınları kibar, zarif bulursun... Göz önünde karının eşyasını ça- Myorlar da sen bana karşı hırsızları müda- fan ediyorsun ha?.. — Aman etme karıcığım, dur, bu kadar İlâşa, heyecana lüzum yok. Nihayet bu- Mun alk ucu bir eşarp değil mi? — Öyle ya senin için ehemmiyetsiz bir- #eY.. Kibar, zarif bir kadına böyle pahalı bit *şarp feda olsun değil mi? Biz böyle münakaşa ederken yanımızdaki Kadınla erkek pastahanenin kapısından dı- Tefrika No. 127 Çalınan eşarp şanya çıkıyorlardı, Karım artık kendini tu tamadı: — Canım, sen ne uyuşuk kanlı bir erkek» sin. Hâlâ rm duruyorsun? Koş, git şunlar- dan eşarpımı âl.. Birşey değil, eşarpı çal- dıklarına yüreğim yanmıyor, şimdi şu da» kikada onlar bizim budalalığımıza gülüp dr- rüyorlar. İşte bunu sinirleniyorum. Koş “i- yorum sana... Eğer eşarpı ele geçirmen uzun sürerse beni merak etme. Ben buradan eve dönerim... İcap ederse polise müracaat et... — Peki, peki... dedim. Yerimden fıriadım. Çünkü başka türlü karımı teskin etmeğe imkân yoktu. Doğrusu benim de biraz si- nirlerim oynamıştı. Hakikaten karımın de- diği doğru idi. Göz göre göre eşyamızın ça- lunmasına müsaade edemezdim. Pastahane- den çıktım. Bir polis hafiyesi gibi onları ta- kibe başladım. Güzel kadının yanındaki ef- kek de o derece iri yarı, pehlivan kılıklı bir insandı ki... Lâkin herşeyden evvel kadının boynundaki eşarpı bir kere daha gayet ya- kından görmem, bunun bize ald olup olma” dığını iyice anlamam lârımdı. Adımlarımı sıklaştardım. Onlara yakiaıştım. Yanların- dar geçerken başımı çevirip kadına dikkat- 4 dikkatli baktım. Bu esnada gözüm, iri ya- n, pehlivan kılıklı aradama İlişmişti. He- rif bana öyle dehşetli gözlerle bakıyordu ki, derhal kendime geldim. Yolumu değiştir. dim. Eşarpı da İyice görmemiştim. Bir ara- lık yanlarından uzaklaşıcağı düşündüm, Lâ- kin kendi kendime cesaret verdim. İçim- den: «Süleyman... Aptallık etme. Sen *- lardan değil, onlar senden utansınlar.. Eğer #garpı almazsan evde karma ne cevap Ye- rirsin?.» Böyle düşünerek karşıki yaldırıma göç- miştim. Pakat gene gözlerim onlarda idi. Bir sralık genç kadınla erkek bir şekerci dükkünuna girdiler. Mutlaka şeker alacak lardı. Eşarpı dükkânın aydınlığında göre bilmek için bu iyi bir fırsattı. Onların a: Sindan bülün cesaretimi topluyarak ben de dükkâna girdim. Aksilik işte genç kadın 78- kerci ile konuşurken bana arkasını dönmüy- tü. Eşarpı göremiyordum. Bir manevra vap- tam. Onun sağına geçerek yan taraftan boy» mundaki eşarpa bakacağım sırada iri yarı adam beni gördü. Horif âdeta yiyecekmiş gi- bi bana bakıyordu. Kendi kendime: «Yay rezile vay... Hem eşarpımuzı çaldılar. Hem de şimdi herif gözleri ile beni tehdid ediyor. diyordum, Maamafıh aşırı derecede bir cesaret zös- termeğe lüzum görmedim. Dükkândan çik- tım. Eşarpı İyi görmek için bir sokak lâm- basının altında durarak onlar? beklemeğe başladım. Genç kadın buradan geçerken Manıbanın ışığında boynundaki eşarpı iyi- ce görecektim. Biraz sonra önümden geçi- yorkardı, Güzlerimi genç kadına dikmiştim. Pakat bu esnada iri yarı adam önümde dur- du. Bana: «- Seni kepnze seni. Jdedi;tâ pilstahans- denberi ne diye peşimizi urakmazsın. Ne di- ye durup durup ba h le diyorun: saha... Şimdi gözlerin! pa cağım. Söyle.. Aklım başımdan gitmişti, kekeledim: — Eşarp. Eşarp, dedim. Bizim eşarpi almışsınız. Pehlivan kılıknı adam büsbütün köpür- — Ne? Şimdi de bizi hırsız yerine mi ko- yuyorsun? Vay alçak rezil!.. diyerek sura- dehşetli bir yumruk savurdu. Karısı ayırmağa daha doğrusu beni herifin şalışıyordu. Bu esnada eve geldim. Karım çok- dönmüş ve yatınıştı. Yatağında uykulu dâksız diyordu. .. Ay o gözünün bali de ne?.. Bikmet Feridun Es Radyodifüryon Postaları ! TÜRKİYE SAATİLE ÇARŞAMBA 15/11/99 | 130 Program ve memleket saat ayari, 1486 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1260 Türk müziği (PL), 1530 - 4 Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın) 1 - Frederik- sen: Groenland sulti, 7- Delibes: Manba « Balet sulü, 3- Zikoli: Romaneska (Fan- tesi), 4- Becce: İtalyan sulti No, 2. 18 Program, 18,06© Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 1825 Türk müziği; (Fasl heyeti), 1025 Konuşma (Dış politika hadiseleri! , 1640 Türk müziği: Ça- lanlar: Vecibe, Fahire Fersan, Refik Fersan, Cevdet Çağia, I— Okuyan; Radife Ertan, 1» Lemi - Hicaz şarkı: (Sorulmasın bana ye- sim), 2- Tanburi Cemil - Hicax şarkı: (Hep sayel yaslında gönül), 3- Şevki bey - Hicaz şarkı: (Pirakınla zâlim), 4- Hicaz türkü: (EJâ gözlerine kurban olduğum, 2 — Oku- yan: Necmi Riza Ahiskan, 1- İzmali Hakkı bey - Rast yürük semai: (Gülşende yine ahu enin eyledi bülbül), 2- Lemi - Rast şarkı: (Anlatayım halimi dildare), 4- De- de - Rast şarkı: (Yine bir gülnihal), 5- Rast saz semaisi, 20,20 Temsil: Aile dostu « Yaran: Ekrem Reşit, 2050 Konuşma (Haf- talık posta kutusu), 21,10 Müzix (Riyaseli- cümhur bandosu - Şef: İhsan Künçer), I- J. Fucik: Marş, 3- F. Suppo: Hafif süvari Bvertürü, 3- A, Bİ Konser valsı, 4- Saint - Sacns; Sel Henry operasın- dan, a) Aşiretlerin girşi, b) İskoçyalı sev- dasi;, c) Çiğan dansı, d) Final, 22 Memleket Saat ayarı, Ajans haberler), ziraat, osham — tahvilât, kambiyo - nukut borsa (fast), 22,20 Serbes saat, 22,30 Müzik (Opera ar- yaları - Pİ), 22,55 Müzik (Carband - PL), 23,20-2330 Yarınki program ve kapanış. BULMACAMIZ 1 - Ekin biçme âleti - Kimyevi. 2 — Üstünde top bulunan araba. 3 — Kolun üsi başi - Nola - Güzel sanal * Girik. Nida » Tersi demdir, — GEN Küsur. T vet - Terbiyesile, » Aşikâr olarak. Başına «As gelirse arka de- Eski zamanın idam haçı - Eraliçe Yukardan ayağı: 1 — Motörlü nakil vasıtalarından. 2 -- İtalyanın merkezi - Tersi nazari de- 3 — Resmi elbise omuzundaki işaret - Tersi terektir. 4 — Mesele - Tersi notadır, 5 — İstignali 6 — Patlamış mermi parçaları, 7 — Tersi Peygamberdir - Tersi bir erkek ismi, 8 — Su - Açık denizlerde. $ — Bir Peygamber - Familya. 14 — Parçalanmış - Boyunun arka ciheti, Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Daladier, 7 — Atınarkası, 3 — Likı- dasyon, 4 — AHt, Lâ, 5 — Çilingir,6 — Ka, Naç, Esb, 7 — Irk, Rih, Ta.8 — Rauf; Nam; 9 — Abraş; Karı. 10 — Nitratile Yukarıdan aşağı: 1 — Dalgakıran 2 — Atİ, Arabi,3 —Ta- kaç, Kurt, 4 — Anilin. Fear, 5 Dadılar, Şa,6 i Haki; $ — Ray, Ge, Mal, 9 10 — Pınarbaşı, SEVİLEN KADIN Bir hoca, kolundan tutmuştu: — Nereye böyle matmazel... OL maz... Ayakkabı ile yürünmez... Dur, sana terlik vereyim... O esnada, bir adamın ayakkabıla- Tın çıkararak eline aldığını gördü. Camle kendi gitmemişse de, usulün Müslümanlarda böyle olduğunu işit- mişti, Papuccuya: — Ben müslümanım... dedi ve Onu hayrette birakarak, son moda İskarpinlerini çıkardı. Namaza yetişmek üzere koşanlara Yan gözle baktı. Onları taklid ederek Manikürlü parmaklarını İskarpinlie- rİNE geçirdi. Yumuşak hahlara ipek SOraplarile basarak yürüyordu. , Sota Sinan'ın şaheseri, heran kal- bindeki heyecanı arttırıyordu. Önündekiler gibi yaparak, o da İs- karplnini papuçluğa bıraktı, Kilisede kadin erkek yanyana dururlardı. Bu- Teda başka bir kadının bulunmadı. ğına dikkat bile etmeden namaz için kalkanların arasına katıldı. Fakat kır sakallı biri: Nakleden : ( Vâ - Nü) — Evlâdım... - dedi, - Sen bizimle beraber olmazsın, Kadın olduğu için böyle söylüyor. du. Zira iki cinsin ayni safta ibadet- deri müslümanlıkça caiz değildir. Bu- I nu Süzi başka mânaya anlıyarak, | | mahzun, geri çekildi. Muazzam sütunlardan birine da yandı. Namaz kılanları seyre daldı, «— Beni aralarına kabul etmiyor- Jar... Fakat ben onlardanım... Onlar gibi olamadımsa kabahat benim mi?...» diye gözlerinden yaşlar boşa- nıyordu. Kendi öğrendiği şekilde, diz çöktü. Avuçlarını o biribirine kavuşturdu. Başmı kilisede gibi önüne eğdi: «— Allahım... Bütün peygamber- lerin Allatı olan Allahım... Ben he- yim?... Kendim de bilmiyorum... Fa- kat sen beni herkesten iyi tanıyor. sun... Bedbahtlığımın derecesini pili- yorsun... Hiç suçum yokken sen bu mukadderatı bana lâyık gördün... Bundan sonraki hareketimle de gü nah işlersem affet beni... Bu dünya- Tetrika No, 117 LEYLÂ ie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Hatice elile kazdığı kuyuya nihayet kendi düştü, bahçeye çıkınca aç arslanlar onu parçaladı — Yalmz üst kapıyı aç. Hayvanlar bizim, nereye gittiler? Diye haykırdı. Abdullahın sesine kalın mermer duvarlardan başka cevap veren ©- Adaletin bu kadar çabuk yerini bulaca- ğını kim tahmih edebilirdi? * Leylâ annesine haber gönderdi. Fakat, lanla karşılaştı. Aç hayvan, eariyeyi bir hamlede yere sermiş ve bir kolunu kopar- mıştı. Leylâ kaplanların saray içinde dolaş- tıklarını görünce kapısını sımsıkı kapadı. — Eyvah, Hatice de meydanda yok. Za vallı kızcağız. eğer bahçeye çıkmışsa, sağ kalmıyacak. Loylâ pencereden bahçeye baktı. havuz başında ve ağaçlar arasında biribirini ko- valıyan aslanları gördü. Şimdi babasının nöbetişleri de, Şeyh aldin adamları da bem kaçışıyorlar, hem de aslanlara ok atı- yorlardı. Bahçede dolaşanların birkaçı ok- laria yere devrilmişti. Fakat saray içinde dolaşanlara ok atmak imkânı kalmamıştı. Hangi canavarın nereden ve kimin karşısı" na çıkacağı belli değildi. Hatles o gece maymunları de aç biraktır- muştı. Maksadı Abdullahı ilk önce onların kafesine ağtırmaktı. Maymunlar aç olmak- la beraber bir insanı parçalamakta o kadar istical göstermezler, bir müdâst ölüm mah- kümile alay ederler, etrafında koşuşup eğ- Jenirlerdi. Hatice bu sahneyi seyrettikten sonra Abdullahı maymunlar kafesinden al- dinp aslanların ağzına attıracaktı, Maymunlar bu sebeple aç bırakılmıştı. Sa“ rayda serbes dolaşırken onlar da önüne gelene saldırıyorlar, biran evvel midelerini doyurmak istiyorlardı, Aslanlar sarayda bir bayll insan parçala Leylâ bila: — Hatice.. Nerdesin? Sen ölürsen, bana kim yardım edecek? Bana kim teselli vere- cek? Diye bağırıyor, pencereden pencereye koşarak çırpınıyordu. Leylâ, küçük bir muharebe meydanını an- dıran bahçenin manzarasını gördükçe tif- riyor: — Babam nerede?... Anneme ne oldu? Hiç biris meydanda yok. Ben! neden ara- yıp sormadılar. Bu canavarları serbes bi- Takan kimdir? Sarayın içinde amcamın giz Mi bir eli mi vardı yoksa?. Diye düşünüyordu. Leylâ, sarayı saran Şeyh Saidin adamlarını tanımıştı. — Bu adum zaten babama vergi verme- mek için ikide birde baş kaldırır. sonra def- olup gider, diyordu, fakat bu #efer sarayın içine kadar girdiler. Babamın muhaf- larından da hiç biri meydanda yok. * İki kardeş arasındaki kavga devam edi- yordu. da çok perişan oldum; öteki dünyada €za ve İşkence etme...» diye yalvardı. Namaz bitmişti. Cemaat dağılıyor- du. Deminki kır sakallıya merak ok muş. Yaklaştı. Nedir bu halin kızım?... Sende bir şey var... Namaz kılmak istedin, kılmadın... Ağlıyorsun... Bir arzun mu var?... — Müslüman olmak istiyorum. Adam, Süzi'nin omuzunu sıvazlıya rak kendisine kelimel şehadet söy- Jetti, — Şimdi oldum mu? — Oldun... Fakat bir de resmi tes- elli lâzım... — Onun ehemmiyeti yok... Allah kabul etti rai? Adam: — İnşallah... - dedi, Fakut bunun bir lâtife olmasın- dan, günaha gireceğinden ve belki de bu kızla alâkasından dolayı konu- komşunun dedikodu yapacağından korkarak çekildi. Kayyum, öksürerek dolaşıyordu. Süzi de, camiden çıktı. Otomobiline binerken, şoför; — Namaz kıldmız mı? « diye şaka etmek istedi. Dansöz, gayet ciddi: — Hayır... Fakat dua ettim, — Şimdi nereye?... — Armavulköyünel... Burasını gayet iyl biliyordu. Zira, hovarda dostu Vehbi onu buraya gö- türmüştü. Bir işret esnasında da: — Buraya düşen kurtulamaz! - di- ye bir bahis geçmişti. Şoför: — Akıntıburnu gâzinolarına mi 7- suâlini sorup da: — Evet! - Cevabını alınca: — Sizin de bir gittiğiniz yerle öteki biribirine uymuyor matmazel! -di. ye şakalaştı. - Kiliseye... Oradan cami... Derhal çalgılı lokanta gibi bir eğlence yerine... Süzi ses çıkarmadı. Fakat içinden: «— Oradan da gene o çalgılı Jokan- taya hiç benzemiyen bir yere...» diye düşündü. Taksi Köprüyü geçip de 'Tophane- den Ortaköye doğru akarken: — Şoför efendi! - dedi. - Ben in- sandan anlarım. Siz gâyet namuslu bir insansınız. Bir iş havale edece ğim... Yapar mısınız? — Hay hay... — Saatin yazdığından Üç lira faz. Ja vereceğim. Beni bıraktıktan sonra sana vereceğim adrese gidetek şu zarfı bırakacaksın... Ve sonra, ihtiyaten: Şeyh Mehdi yataktan çıkamadığı için bi. kendi. bekliyordu. Şeyh Sald kılıcını çekmişti. kar. deşi Mehdiye sordu: — Bu kaltağın burnunu n:den her iş sokturuyazsun? — O benim gözdemdir. Kendisi dilediği iş le meşgul olabilecek bir zekâya maliktir. Onu biç bir zaman rencide etmek istemem. — Ben, kırmak istemediğin gözdenin bü ini almadan dönmiyeceğim, Bütün çöldeki kabileleri biribirine düşüren ve yurdumu- un dört köşesine fesad ve fitne kımdakları sokan bu melâhenin saltanatına nihayet vermeğe geldim. ” — Benim birşeyden haberim yok. Sen ya- lan söylüyorsun, Sald! Bu 4rdar güzel bii kadına malik oluşuma İoskaniyorsun.. cwu benden bu maksağia ayırmak istiyorsun. değil mi? Bald Gür bir sesle haykırdı: — Hayır. Benim kadında ve sefahette gö züm yok. Eğer büyle olsaydı, bana gönder- diğin Eminenin başını koparıp sana Yol: Yamasdım. Pekâlâ bilirsin ki, Emine de>2e- kâ ve güzellik hususunda Haticeden geri kalmazdı. Şeyh Mehdi biraz yumuşar gibi oldu. Bi- ricik gözdesinin başını hem de kendi sile kolay kolay koparamazdı. — Bana birçok hediyeler vereyim. Atlar. köleler, zahireler vereyim. Onu benden uyır- ma, Saidi Şimdi nasılım eline fırsat düş- müş. sarayıma kadar girmişsin! Fakat, biraz sonra muhalızlarım yetişir de seni ve adamlarını burada görürlerse, ejlerin- den güç kurtulursunuz. Şeyh Sald omuzlarını silkerek güldü: — Budala! Hâlâ muhafızlarından yardım m) umuyorsun ? Ben şehre girerken anların hepsini yere sördim, Görüyorsun yâ, sana sadakat gösteren bir $ek adamım yokmuş! Dumadın bile benimle beraberdir. Bana şehir kapılarını o açtı. Bana 0 yol gösler- a Şeyh Mehdi bu haberi doyunca sersemle- Mmişti: İ — Ne diyorsun, Sald? - diye bağırdı « Şs- hir kapılarını sana Ömer mi açtı? Sana yol gösteren o müdur? Pekâlâ, Alacağı olm onun. — Artık bu Lehdiilerinin hiç bir mânası yoktur. Çünkü onun yüzünü bir daha gö- Femiyeceksin! Ö ve ben, çölle cağız. Yakmda Türklerle de nin zaviyeni dağıtacağız Şeyh Mehdi, Haticenin kopmuş başını görünce.. Hatice, elile kazadığı kuyuya nihayet Rön- di düşmüştü, Elkönce cellâd, bir kolunu üz- larlara kaptırdı. — Dahu emin bir yere saklanalım.. Diyerek, başka bir dehlize geçtiler, Bu- rada birkaç kaplanla karşiayiylar, Cehhd kaçamadı. yakayı kaplan'arın pençesine verdi.. çabuk parçlandı Fakat, Halice u deklizden de kurtulmuştu. Küçük bir kapı» dan bahçeye çıkacak ve aklınca oradaki ad betçilerden yardım istiyecekti. Bahçeye 51- kar çıkmaz vahşi hayvanlar sürüsile karşı- laştı, Buradan kaçmağa imkân yoklu, Ha- tice birdenbire kendin! yere attı. kumla- rın üstünde sindi, Fakat, hayvanlar 0 ka“ dar açtılar ki., ele geçirdikleri avları der- hal parçalayıp yemekte âdeta yarış edi- yarlardı. Haticeyi ilk önce bir küçük kaplan gördü, Üzerime atıldı, Bundan sonra: «Bu büyük Jokmayı sana bırakamayız!» der gibi ho- murdanan aslanların höcümu takip etti. Çok kısa bir zaman içinde Haticenin kuru kafasile kemiklerinden başka ortada birğej kalmamıştı (Arkası var) — Alınız, fakat hacet yök... İçiniz rahat etsin... Mutlaka mektubunuzu yerine götürürüm. Şoför: «— Bir âşığını buraya davet ediyor galiba...» diye düşündü. Ve Akıntıburnunda Süzi'yi bırak- aktan sonra Nişantaşına doğru ara- basını sürdü. Genç kız, bir müddet, korkunç si- yah sulara baktı, Cadde kâh kalaba- lıklaşıyor, kâh tenhalaşıyordu. Bazan yedekçilerie kayıklar geçiyordu. Bir motörün kalbi tâ ileride çarpıyordu. Balıkçılar uzaktan biribirlerine hay- kırıyorlardı. Ve sular, baş döndürücü bir süratle akıyor, âkıyordu, Kıvl kı- wi bir kaynaşma oluyordu. Süzi, bir an içinde bütün hayatım düşündü. Son heyecanlı yirmi dört saati, tekmil tablolarile gözlerinin önünden geçirdi. «— Karanmı doğru verdim... Hiç pişman değilim... Ölmek, benim için en selâmetli yoldur... Bunda tereddüt bile edemem... Çünkü mektuplar gitti...» diye düşündü. Birdenbire, kendini kaldırarak sulara fırlattı. Gazinodan koşuşmalar oldu: — Bir kadın!... Bir kadın kendini denize atlı, (Arkası var)