Avrüpa meçmüalarını karıştırırken, sün- gülü askerlerin ortasında, silâhları alınmış bedbaht bir kafile gördüm: Esirler... Kimi mahzun, kimi gülümşemeğe uğraşı- Benimle beraber fotoğrafı tedkik cden ve gârp edebiyatını çok iyi bilen bir ahbabım anlattı: Meşhur ediplerden birinin 1914 harbine da- Ar bir yazısını okumuştum. Bir esir tipini can- landırıyor. Arkadaşları kaçmağa uğraşırlar- ken, o ân çarnaçar kendilerile birlikte yeraltı yolunu kazıyor amma, içinden de: «Keşke bu teşebbüsümüz boşa çıkm.., Yakalansak ve burada kalsak...» diyormuş... Zira, çok yor- gun, hayat gallesi ile çok zedelenmiş bir insandir. Düşünüyor ki: «Burada ne bak- kalın hesabı var, ne dul hemşiremin nafa- kası için irad toplamak, ne de mesleğimde muvaffakıyet elde edeyim diye çırpın- mak... O sefalette, o #sarette bir nevi sas- det duyuyor... Bu söeleri dinledikten sonra: — Bizim esirlik hakkındaki ananevi nok- tal aazarımız tamamlle bunun ztddınadır! - dedim. - Beylerbeyinde bir halam oturur- du. Şimdi merhurn olan zevci, zabitsi, Bal- #kan harbinde he mektup,ne de haber ala- bildi. Üzülüyor, iki gözü iki çeşme ağlıyor- du, «Bir yerden çıkar, geliri; diye kendisi- ni teselli edenlere bu temânnilerinden do- Jayı minnetle bakar; sonra, ellerini sema- Yara kaldırarak: «İnşallah!.. Aman yarab- bi bana o günleri göster!» derdi. Fakat birdenbire: oNasl olur?... Bütün riçat hat- ları kapalı... Mutlaka şehid düşmüştür! diye hayıflanırdı.... Şüyet tssellide devam için: «Canım! Niçin okünduruyorsunuz, Makbule hanım? Beliğ esif olmuştur!» de- necek olsa, bütün vüvüdü ürperirdi. Kâbus görmüş gibi: «Allah esirgesin... Allah esir- gesin..» diye baykırırdı. Pek çokları şaşar- dı: «Şekld olması daha mr iyi?» Minas bir sual sorulmuşçasına hayretle ömürlü. rını kaldırır; dudaklarımı baruştururdu «Tabii, değil mi? Esirlikten kötü ne var- dir Ölünceye kadar çarpışmak! Katiyyen kendini diri diri teslim etrmemek! Bu es- ki Türk ananesi, sabit karisı olan halama mukaddes bir düstur halinde intikni etmiş bulunuyordu Ren bunu anlatınca, dostum Cemal Na- dir de başka bir olmuş hikâye nakletti; Moda harp bu... Eskilerine berimemml yor... Şeralt bambaşka... Umumi harpte de bir tarafta zafer, öte yanda mağlübiyet derken, İngilizler, Pilistin cephesinde bi- im bir kılamızı çevirerek esir almışlar. Bu meyanda yakalanan bir münevver dostum anlatıyor: Kendisi ingilizce bildiği için, millettaşlarile muhafızları arasında bir nevi irtibat rolü oynamağa başlamış. / Türkler arasında bir de pehliran Kara Osman varmış. Tipik bir yağı güreşçi... Domuz önseli, çelimii, çalımlı bir Anadolu çocuğu... Amma, bu felâket uğruna bütün meşesi kaçmış.. Ah ediyor, of ediyor: — Yanıklar olsun bize,.. Yuf, bana... « diyor, Âdeta dokunsalar ağlıyacak: — Dayanamıyacağım ben bu hayata Gebersem daha iyi... -diye lâhavleler, ya sa- burlar çekiyor. 'Tel örgüler arkasında, kafesteki aslan- lar gibi beş aşağı, beş yukarı erir Zihninde bir şeyler kurduğu besbelli. Aradan bir müddet geçmiş. Herkes İngi- Mizlerin usullerini, âdetlerini öğrenmiş. Bu meyanda Kara Osman Ga olup bitenleri ve olup bitmesi muhtemel olanları gözden ka- çırmamış. Bir sabah fki elinde iki baston, doktorun karşısına dikilmiş: “Tercüman” — Hayrola? — Görüyorsun işte. Bu yesirlikte böyle olduk. — Nedir olduğun diye soruyor doklar. — Artık bilemem.. Gamdan mı, kasa- yeten mi, yoksa rütubetten mi, re basamivorum. — Aman deme, Osman pehlivan!.. He- kim böyle hastalık olamaz diyor. — Kitapları iyi karıştırsım.. Sorsun, #0- ruştursun... Belki bilen daha usta dokter- lar var. — Temaruzmuş seninkisi... — O nasıl isterse öyle sansın... meydanı . — lâbat ederek yalandan yaptığın... — Alnı karışlarım. İki mangz asker getirmişler. Kimi veh- livanın dizine basıhış, kimi ayağına yapış- mış... Çek bre çek. Fakat diz kapağı bir santim kumıldamıyor. Mütehasaslar düşünmüş, taşınmış, da- yamışlar raporu: «Bir garip hastalıktır ki, fende emsaline raslanmamış!» diye. Muamele yürümüş. Komlsyonlar, istinaf- lar temyizler, tasdikler, mühürler... Tahak- kuk etmiş.. Kara Osman pehlivan da hâ- lâ uskurlu gibi, bir ayağı arkaya kalkık, değnekelerine dayana dayana yürüyor. İngilizlerin bir âdeti varmış: All olan askerleri, beynelmilet teşkilât vasıtasile. » Salibiahmerle ve Hilâlishmerle - mem- leketlerine Jade. Ikinci âdetleri de: Bir kere katiyet kes- beden bir kararlarını - aksi filtyatta isbat edilse dahi - geri almamak... Türkçesi; Tü- kürdüklerini yalamamak... İşte pehlivan bunu öğrenmiş ve oyunu- MU oynamış, Halim Tercüman onü beşyi için istasyona kadar gitmiş ki dir de ne görtün?... Kara Osman. er meydanında güreşe çıkınışçasına, salına salına yürüyor... Ne baston, ne koltuk değ- neği! — Aman bu he?.. — Kündeden atmak bizim zanaatın şü- nındandır. — Demek ayağında bir şey yoktu? — Vardi, —? — Kuvvet vardı... Bükemediler! — Peki, ya burada seni böyle yürür gö- rürlerse?... Osman pehlivan, hareket eden trenin penceresinden elini sallamış: — İngilizler de bizim gibi. Bir kere «peki, dediler mi, artık caymıyorlar.. (Vâ - Nü) 8. İmsak Güneş Öğle Tina Akşam Yatsı E. 1201 140 700 942 1200 1 450 639 1158 1440 1657 1831 İdarehane: Babıdli civarı Acımusluk sokak No. 13 KÜÇÜK İLÂN okuyucularımız arasında EN SERİ, EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım satım, kira işlerin- de iş ve işçi bulmak için İstifade ediniz! İstanbul muhteliti Ankarada bir maç yapacak Önümüzdeki şeker bayramı tatilinde İs- tanbul mühtelili bir maç yapmak Üzere Ankaraya davet edilmiş ve bu mürncaat Kabul edilerek takımın Ankaraya gitmesi tekarrür etmiştir. İstanbul muhtelilinin en kuvvetii bir şekilde Ankaraya gitmesi be- den terbiyesi umum müdürlüğü tarafından bilhasn İstendiğinde oyuncuların lig maçlarındaki vaziyetleri göz önünde tutu- larak mümkün olduğu kadar kuvveti! biz kadronun Ankarada şehrimizi temali etme- #i için icap eden tedbirler alınmış ve aşa- Eidaki tebliğden anlaşılacağı veçhile buzün- kü formları iyi vaziyetle olan oyuncular devet edilmişlerdir. Bu maçın revanşı için kurban bayramın- da Ankara muhteliti şehrimize gelerek muhtelitimizle bir maç yapacaktır. Muhte- İller arasında yapılacak olan her iki ma- çi İzmir hakemlerinden bsy Mustafa Ba- loz'un idare etmesi tekarrür etmiştir. Muhtelit oyuncuları davet İstanbul bölgesi futbol ajanlığından' 1 — İstanbul tutbol muhtelitinin 15/11/9329 çarşamba günü Ankarada Ankara şehir muhteliti ie bir mwç yapması ve reranşının. da kurban bayramında şehrimizde icrası iki bölge arasında karar altına alınmıştır. 2 -— Takım 14/11/9839 salı akşamı hareket, edecek ve 14/11/939 salı akşamı ha- reket edecek ve 15/11/939 çarşamba akşa- mi Ankaradan avdet edecektir. 3 — İsimleri aşağıda yazılı idmancıların ikişer adet fotoğrafla acilen bölge merke. zine müracaatları rica olunur. Beşiktaştan: Hüsnü, Mehmet Ali, Şeref, Hakkı, Fenerden: Cihat, Esat, Basri, Melih, Galatasaraydan: Faruk, Cemil, Enver, Salâ- bhattin, Celği, İskrim antrenörlüğü Evvelce teşktht emrinde vazife almış olanı Rober Kolej imusllimlerinden B. Nadolski bu ay başından itibaren tekrar İstanbul iskrimcilerini çalıştırmak sre İstanbul bölgesi iskrim antrenörlüğüne tayin edil- miştir. Yeni antrenör badema haftada iki akşam Beyoğlu Halkevinde iskrimeileri ça- Batımcaktır. — İstanbul bölgesi iskrim ajanlığından: 10/11/9039 cuma günü skşamı bütün isk- rimeilerin saat 18 de Beyoğlu Halkevinde ajanlığımıza müracaatları tebliğ olunur. İstanbul Demirspor takımı Konyaya gidiyor İstanbul ikinci küme Klüplerinden De- mirspor bayram tatilinden istifade ederek biri Adana diğeri Konya kiüplerile iki maç yapmak üzere cuma günü Konyaya hareket edecektir. 20 kişilik bir kadro ile gidecek olan De- mirsporlulara klüp başkanı B. Nuri riyazet, etmekte ve kafileye emektar aporculardan Necip Şahin refakat etmektedir, Demirspora muvaffakiyetler dileriz. Spor eğitmen kursu talebleri Ankaraya gidecek Beden terbiyesi genel direktörlüğü tara- fından monitör yetiştirmek üzere Çengel- köyünde tesis edilen spor eğitmen kursu ta- lebeleri bayram tatilinden istifade ederek Ankaraya gidecek ve Gazi Beden Terbiyesi talebeleri ile hondbol ve 4X1509 bayrak ya- yapacaklardır. Kafileye mektep idaresilerinden Hüsa- meddin Güreli riyaset edecektir. Mer iki mektebin “yapacağı hendbol müsabakası bayramın üçüncü günü Istanbul - Ankarş mahtelitleri maçından ©vvel olacaktır. 4X1500 bayrak yarışı atlelizmin yayılma- ina yardım maksadile muhtelitler maçı- nın iki devresi arasında yapılacaktır, Vatanın emniyeti bizden bol kanat ve bol uçucu istiyor. (Fit- re) lerimize bu İsteğe cevap ve rebiiriz. Tefrika No, 113 Yazan: İskender Fahreddin Haticenin önünde boyun eğmez ve bu dik kafalıkta devam edersen bir daha dünyayı göremiyeceksin mem. anladınız on? Haydi gidin, Haticeye haber verin! İşkencecilerden biri Abdullahı göğsünden iterek yere devirdi; Çinkü,* işimde cesaretimi (arttıran | ir “duygu var; Sevgilime kavuşacağı- mi, onu bir daha dünya gözile göreceğimi sanıyorum. Acaba bu, her ölüm mahkümu- nun dusuğu gibi, boş bir teselliden iba- — Bu zindanın kulakları ber sesi işitir ret midır” Yoksan Tanrının bir ilhamı mı?. | dedik ya, Prkülâ, mademki hakikati söy- Her ne olursa olsun, ns ölümden korkuyo- | lemekten çekiniyorsun.. bu inadın sonu, gözlerini kaybetmekle bitecek. Bu sefer ikisi birden ateşten birer kızgın $iş aldılar, ve bir anda Abdullahın çiplak vücudüne yapıştırdılar, Acı, boğuk bir ses yükseldi. — Ahhh.. Hainler. Abdullah demir iskaraların üzerine yuvar- landı. — Vürudümü lokma lokma parçalayıp aslanların ağzına atsanız, onu gene sevmi- yeceğim... Anlıyor musunuz? Haydi gidin, Haticeye haber yerin. ben sevgilimin aşkile öleceğim, Zebanilerden biri: — Haber vermeğe lüzum yok - diye mi- rıldandı. onun Kulağı buradadır Her sesi “duyuyor. Abdullah boğuk bir sesle haykırdı: — O halde ovun gözü de burada olup bi- tenleri görüyor, değil mi? — Şüphesiz... — Bir kadın, sevdiği erkeğe bu kadar iş- kence yapıldığını görür de nasl taham- mül eder? — Seni yölr getirmek için her işkenceyi yapacağız. Aklın varsa; «Haticeyi seviyo- rum!e diye bağır! O zaman elimizden ve bu zindandan çabuk kurtulursun! Abdulleh inci gibi beyaz dişlerini göste- rerek bağırdı: — Pekâlâ... Işte onun kulağına, hay yorum: Hatice, bön senden nefret ediyo- rum.. seni sevmiyorum. Benim yakamı bi- rak! Zebaniler hayretle birbirilerine bakışta İni ram,. ne de şu vahşi hayvanların açlıktan, köpürmüş ağzında didiklenmekten. * Demir kapının önünde ayak gesleri var. Abdullah, ecllâdların sert yürüyüşünü uzaktan tanıdı. — Ölüm yaklaşıyor bana... Babam gibi metin olacağım. Bir haftadanberi ben de şa mezarın içinde diri olarak yatıyorum, Her dakika ölümle kurşı karşıya, Azralı ile Söz göze geliyorum, Bugün, ya o beni yene- cek, ya ben onu. Kapı açıldı. One? Kızıl elbiseler içinde korkunç çeh- reli İzi cehenrem zebanisi, Birinin elinde bir kazan ateş. Ötekinin elinde birkaç de- mir giş, Zebanilerden biri sordu: — Bir diyeceğin var mı? — Neden soruyorsun? — Ölümün yaklaştı da... — Bir diyeceğim varsa bile, bunu sana söylemekten ne çikar?... — Unutma ki, her duvarın bir kulağı var- dır. Bir diyeceğin varsa, söyle!... — Hiç bir diyeceğim yok. Ölümümü bek- liyorum.. haydi, canımı alınız! — Canını almak için emir almadık. Bu- raya niçin geldiğimizi şimdi anlarsın! Demir şişleri ateşin içine #okmuşlardı. Kapının dışında ayrıca iki nöbetçi bek- Hyordu. Bu sırsda Ahdullahın bacaklarını | | l zincirle bağlamışlardı. Abdullah — Ölüm yoksa, yapacağını işkenceden korkmam. Tahammül ederim, dedi, fakaf bu işkenceyi yapmaktaki maksadınız ne- dir? Benden ne Jetiyorsunuz? — Şeyh embetti.. hakikati sözleyinceye kadar, kızgın şişlerle vücudünü dağlıyaca- gız. — Hangi hakikatim bahsediyorsunuz? Ne söylememi, hey itiraf etmemi istiyor. sunuz? - Bunu #en bilirsin! Biz bilmeyiz. Cel- lâdia konuştuklarını unuttun mu? Abdullah dişlerini gıcırdatarak bağırdı: — Gene mi o? Gene mi Haticenin hilesi? Fakat ben onu sevemem... Benim başka gev« gilim var, Anlıyor musunuz? Ben sevgilimin aşkını mezara kadar değil, mesardan öte yana da beraber götüreceğim, Haydi, dağla- yın vicudümü.. ateşleyin aşkımı! Ne duru- yorsunuz: Zebaniler omuzlarını silkerek güldüler; Haydi, biz işimize bakalım, Abdullahı birdenbire yere yatırdılar, ateş- te kızmış şişlerden birini çekip Ahdullahın göğsüne yapıştırdılar. Abdullah titredi. Bir anda göğsünün Üs- tünde uzun siyah şirld gibi bir çizgi belir- di ve derisinin üzerinden yemyeşil bir su aktı. Abdullahın canı yanmıştı. — Alçaklar, köpekler... Size bu emri vers- nin de, sizin de Allah belânizi versin. Diye bağırmağa başladı. Duvarların kulakları olur mu hiç? Çellâdinr soğuk soğuk gülerek, ellerinde- ki şişi tekrar ateşe soktular, Bunlardan bi- ri sordu: — Hakikati söyletinceye Kadar dağlıya- cağız, Eğer söylememekte israr edersen, en sonunda gözlerine de kızgın mil çekeceğiz. Dünyayı ebediyen görmiyeceksin! — Ne inadcı genç... ien korkmuyor.. Abdullah başını salladı: — Evet, İşkenceden, ölümden, ıztıraptan yılmıyan bir genç. Haydi şimdi istediğinizi yapınız. İşkenceciler tekrar harekete geçetiler. Demir şişleri ateşe sokup kızdırdılar. Abdullah, insan oğlunun karşı koyamıyi cağı bu işkencelere nasil tahammül edi- yordu? Buna kendisi de şaşıyordu. O, eskiden çok zayıf bünyeli, tahammül- süz, cılız ve hastalıklı bir adamdı. Fakat, Ur dağından döndükten sonra o kadar de- Gişzügü Xi... Yüsudüne her ktşın sip yapıştıkça. Ur dağındaki (Can) beyi hatırlıyor ve — Beni bu gençliğe kavuşturan o dur. (Tusımlı sudan içtikten sonra, sevgilimi eskisinden fazla sevmeğe başladım. Aşkımı tazeliyen Tanrım, bana her türlü işkencs- ye karşı tahammül kudreti de verdi, Kim- den ve niçin korkuyorum? (Can) bey gibi mahif vücudlü bir genç, Leylânın aşkile dağ- ların koynunda her türlü yoksuzluğa ve 1z- tıraba tahammdl ederek yaşiyor da ben, Hatice gibi bir fettanın önünde boyun mu eğen ? eğim Diyordu. Zebaniler: — Bu seferki işkencemiz çok ağır olacak, diyorlardı, suna #on defn söylüyoruz; Ha- tisenin önünde boyun eğmez ve bu dik ka- falılıkta devam edersen, bir daha dünyayı göremiyeceksin! — Beni öldürecek misiniz? Haydi, ne du- ruyorsunuz? Ölümümü bekliyorum, Vakiğ geçirmeyiniz. Dünyayı görmekten usandım. Güzleriii ebediyen kapamafa razıyım. — Otelerin ebediyen kapanacak.. fakat, gene yaşıyacaksın! Seni üldürmiyeceğiz. Sadece gözlerini söndüreceğiz, Abdullah cesaretini ;memişti. Kuv- Dışardan hafif bir boru sesi aksetti. vuli bileklerile boğuşmak istediği #ebanilere Zebanilerden biri Abdullahin kollarından. saldırıyor: tuttu. Öteki, ateşte kızdırılan mlli yakaladı, — Benimi yeryüzünde biricik sevgilim var, diyordu, ber ondan başka bir kadın seve- Abdullahını göslerine çekti, Cürkası var) Tefrika No. 123 SEVİLEN KADIN Süzan başını yöre eğdi. Cevap ver- medi. Nasıl unutmamışlardı?... Ken- dini bildiğindenberi onu arayan ol- mamiştı ki... Necile: — Anneniz kimse ondan nasil nef. ret ediyorsunuzdür kim bilir?.... diye sordu. — Hayır efendim. — Buna rağmen sizi terketmiş ol- makla, o, çok kabahatlidir. — Eğer zarurette Kalmasa, bir an- ne evlâdını terkedemez, Kim bilir ne ıztırap çekmiştir. i — Orası da doğru, Süzan, heyecanla: -- Demek annemi tanıyorsunuz? - diye sordu. — Evet. — Beni düşünüyor mu? »— Tabii... Dünyada en büyük acı- sı sizi kaybetmesidir. En büyük se- vinci de size kavuşmak olacaktır, Artık tahammül edemedi, Âni bir hareketle genç Kızı kendine doğru Nakleden : ( Wâ - Nü) — Dinleyin beni... - dedi. - Her şeyi öğreneceksiniz. Anneniz asil bir aile- ye mensuptu. Yetim bir kızdı... , Ve böyle başlıyarak, Mihrinur ha- nımefendi meselesini, Acıbademde başlayıp çiflikte biten aşk macerasi. nı, elemleri, aldatmaları, aldanmala- rn, hepsini anlattı. Sönra: — Suzancığım! Yavrum! Anneni zi affediniz! - diye yalvradı. - Gerçi 0, İzlırablarınıza ve hayatta çektiği- niz bütün bu acılara istemiyerek s8- bebiyet verdi; fakat gene de kendini size karşı hatalı hissediyor. Onu can ve gönülden affediniz... Onun bü- tün emeli, size saadet verebilmektir... — Nerede şimdi? — Kendisini göreceksiniz... Sizi bekliyor... Babanıza da kavuşacaksı- nız... İkisini de kalbinizin bütün sev- — Babâm? — Gelesek... Kavuşucaksınız... Esasen kendisini tanıyorsunuz... — Tanıyor muyum? — Çok asil ruhlu bir Insandır, Genç kızın bütün hüviyeti sarsıl- mıştı, Kendini rüyada sanıyordu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Bu macerayı bir romana benzetiyordu. Fakat ha. yır, ne rüya, ne roman! Hakikatin tâ kendisiydi bu! Muhatabi olan bu ka- dının sözlerinde bir samimiyet vardı. Hem ne kadar da heyecanlanıyordu! «— Acaba?...» Bu sırada kapı tekrar açıldı. Ara. lıktan görünen Seza: — Giriniz, beyefendi... Necile ha- nimefendi sizi bekliyor! - dedi. Kendini kurtaran, ona bu derece âlicenapça hareketlerde bulunan ada- mi görünce, genç kız, Âni bir hare. ketle ona doğru birkaç adım altı, Erkek kendini zapledemiyerek kol- larmı açtı. Suzan da ne yâplığını bilemeden bu kucağa atıldı. Hiç bir şey söylememişlerdi. Fakat Suzan, bir bakışta bütün meseleyi anladı. Babası, kendisini, ruhundan coşan bir aşkın taşkınlığı ile sıkıyordu. Su- zanı bir tüy gibi kaldırmış, annesi- nin yanına getirmişti. Necilenin diz. leri üzerine oturtlu. Zavallı kadın, arlık kendini tutamıyordu. Göz yaş- ları oluk oluk boşanıyordu. Evvelce söylediği gibi, lâhzada, bü- tün şefkatini birden evlârlına vermek istiyordu. bıraktık da şimdi bir saat, bir gün, bir hafta bile senden ayrılmak bana giran geliyor. Bir felâkete uğrarsın diye ödüm Kopuyor... Suzancığım... Hayatta yapacak bazı işlerim var... Bu vazifelerimi başarmam için şimdi senden azıcık ayrılmak mecburiyetin- deyim. O zamana kadar sırrmızı muhafaza edeceğiz. Bü teklif esüsen genç kızın bütün şahsi düşüncelerine uygun geliyordu. — Ne emrpderseniz söyleyin... Ar zularınızdan haârice çıkmıyacağım! - « Tiyatro sahnesi gibi olup biten bu macera esnasında başka vakalar da birbirini takip etti. Cemil: — Suzan! Evlâdım! -dedi. - Bu an- dan itibaren bütün sefaletlerden, müzayaâkalardan, meşekkatli hayat- tan kurtulmuş bulunuyorsun. Zira pek zengin bir anne böbanin evlâdı- sın... Mesud olacaksın... Bize geli© ce, bizlerin yapacak daha bâzı işleri- miz var... Senin bir kardeşin var- dır... Onun yanına koşmak mecburi yetindeyiz. dedi, — Kardeşim mi? — Şimdilik seninkilere yardım et- — Evet... Hem de sana pek benzer. | meni istiyorum. Sen zenginsin... Lâkin tesadüf kendisini bambaşka bir yola atmış. Kendisini oradan çekip kurtarmak mecburiyetindeyiz. Suzan bir an düşündü: — Bana çok benzediğini Söylüyor- sunuz, öyle mi? — Tıpkı... İki damla suyun biribi- rine benzemesi şeklinde... .— Öyleyse kendisini tanıyorum. — Sen mi? — Adı Süzl, değil mi? — Evet... İyi bildin... Şimdi sana bir şey sorayım, Suzan. . Burada em- niyettesin, değil mi? — TTabil... Kimden körkacağım... Suzan, bir kere daha babasının ku. — Bilmem... Senelerden, tâ çocuk- | cağından annesine atıldı, luğundanberi senl başıboş ve tesa- Ayrıldılar. düflerin her türlü tehdidine maruz Hem de tasâvvur edemiyeceğin dere- | cede... Bülün aklına gelenleri yapa- bilirsin yavrum... Cebinden bir portföy çıkarıp Su- zanın eline sıkıştırdı. Bu cüzdanın içi, yüzlük, beş yüzlük, hattâ binlik banknotlaria doluydu. — Evvelâ şu Bedri bey ailesini mü- reffeh bir hale sokarsın tabil... Anne, gözlerile evlâdını içmek ister gibi bakıyordu. Hayalinde canlandır- dığından da daha lâtif, nezih bir kız- cağızdı bu. (Arkası var) e