Ahmed Macldi evlendiği zamandanberi görmemiştim. Onun pek mesud olduğunu Uzaktan işitiyordum. Evlendiği kadınm gü- şel, zengince ve gayet iyi kalbi olduğunu söylüyorinrdı Halbuki zavallı Ahmed Macidin bekârken » hemen hemen hiç akrabası, böyle © Işinde kendisine ön ayak ols- cak hiç bir bildiği de yoktu. Sonra kendisi de pek sıkılgan bir adamdı. Ahmed Maci- din nasıl evlendiğini, bütün urkadaşları gi- bi ben ör merak ediyordum. Geçen gün ona tramvayda ras gelince hemen sordum; dığım söylerdin. Nasıl evlendin? Ahmed Macid güldü: — Garip kuşun yuvasmı Allah yapar der- ier bitmez misin?.. Maamafih bu hoş bir hikâyedir. İstersen sana anlatırım. Tâ Emin- üründen Bebefe gideceğimiz için Du uzunca gezintide Macidin hikâyesini rahat rahat dinliyebilindim. Tramvay biletlerimizi pen- cerenin kenarındaki kertiğe sıkıştırdık. Macid hikâyesi. anlatmağa başladı. — Bekârlık hayali artık canıma tak et- mişti, Evlenmek istiyordum. Fakat candan bir akrabam yoktu. Kendim de sıkılgan bir sdamdım. Girgin bir insan değildim. Şim- diki gençler, hiç bir vasıtaya Yüzum gör- meden evleniyorlar. Bekârken. evlenmek İs- teyen birçok genç kızlarla, genç kadınlar- la tanışıyorlar, hayat arkadaşı olarak bun- lardan birini kendilerine seçiyorlar. Fakat ben böyle değildim ki. Birkaç arkadaşım- dan maada hiç Kimse ile ahbaplığıma yok- tu. Aileler arasma girip çıkmıyordum. Ken- di Balimde münzevi bir bekâr hayati ya- şıyordum. Bir aralık oturduğum evi değiştirdim. Kü- çük derli toplu bir apartiman tuttum. Yeni evimin herşeyi güzeldi. Yelnım bir kusuru vardı. Apartımanın duvarları imi ince 141? Ne idi bilmiyorum. Bitişik dairede biraz hız- Mh konuşulan şeyler benim odamdan İşitiM- yordu. Evvelâ apartımanın bu mahzurun- dan şikâyet etmiştim. Fukal sonru bu iş bars saadet getirdi. Bir gün yeni apartımanıma bir arkada- şım misafir gelmişti. Dışarıdan öteberi al- mıştım. Niyetimiz bizim eyde yemeği yiyip tiyatroya gilmekti, Arkadaşıma kendi elim- We yemek hazırlıyacaktım. Bir bekârın ya- pacağı yemek ne olabilir ki?.. Ben gayet Ayi çilbir pişirmesini bilirim. Bunun için gene bir cılbır yapmak, bu yemekteki mu- vaffakıyetimi arkadaşıma göstermek isti- yordum. Mutfağa girdim. Hava “e ocağını yak- mak için kibrit lâzımdı. etrafıma baktım Kibrit yok. her tarafı YAR SM. Ev- de Wâç için bir tek çöp kibrit kalmamıştı. Pena halde canım sıkıldı. Çünkü bir kibrit âlmak için sokâğa çıkacaktım. Bakkal da çok uzakta idi, Arkadaşı- ma sordum: — Bizim evde kibril kalmamış sen de vaz mı? — Ben cigara içmem ki... Yanımda da kib- Hit taşımak âdetim değildir... Cecavını ver- di Can sıkıntısı içinde biraz yüksek sesle; — İşte bu fena.. Bir kibrit için şimdi te nerelere gideceğim. demişim. Ben bunu söyledikten biraz sonra kapı çalındı, Açtım, Bitişik dairenin küçük ev- Idlığı bana bir kutu kibrit uzattı; derdiler... Teşekkür ederek aldım. Lâkin büsbütün tanım sıkılmıştı, Demek bütün konuştuk- Jarınumı bitişik daireden işitiyorlardı. Ar- kadaşım da bu işe şaşmıştı. Elimdeki kibrit kutusuna bakarak sordu: — Nereden gönderdiler onu?... İşi şakaya vurmak için güldüm: — Kuşlar getirdi. dedim. iyi su meraklısıdır. Susuzluktan dudakları” çatlasa fena su içmez... Halbuki tesadüf işte, o günü de iyi su- yamuz bitmişti. Fakat ben bunun farkın- da değilim. Sürahi boştu. Küpten su alma- miş... Halbuki sen de başka su içmezsin. Şimdi işittirmek işin yüksek sesle cevap verdi; olsan... — Ben sudan gayet iy! anlarım... Halis Taşdelen !. dedi. Artık evin içinde yüksek sesle birşey ko- nuşamaz olmuştum. Hele evde birşey eksik- 86 ve ben bunu biraz hızla söylersem hemen kapım çalmıyordu Koraşumun küçük hiz- metgisini elinde, bizim evde eksik olduğu- nu söylediğim şeyler karşımda buluyordum. Bunun için mümkün olduğu Kadar evde alçak sesle konuşuyordum. Bir taraftan da bitişik dairenin klenatkaramı pek merak edi- yordum. Nihayet bu mink hallettim, Yanım- daki dairede oturan komşularla tanıştım, Bu ihtiyar bir karı koca idi. Pek tattı dili, iyilik sever insanlardı. Bir gün bir arkadaşımla bizim apartı- — Bekârlıktan son derece bıktım. Evlen- mek istiyorum. Fakat elimden tutup bana yal gösterecek kimsem yok. demiş bulun- dum, Aradan bir hafta geçti. Bitişik dairede oturan ihtiyar komşum: — Evlâdım. dedi, yanyana Merin otu- biribirimizi | Incir, üzüm Satışı İngiliz mümessillerinin cihan piyasa fiatleri üzerinden mübayaayı kabul etmeleri isteniyor İzmir (Akşam) — İngiliz ve Fransız Sir- maları, memleketimirden mühim miktarda Üzüm, incir ve tütün satın alacaklardır. Fiat Üzerinde anlaşmak için Ankarada bu- tür. Bu flatder 9 numaralı üzüm için 22, ce- nevin nevi incirler için 29 şilindir. Görülü- yor ki, bu fiatler, cihan Üzüm ve incir fint- İerile ahengildir. Fakat İngiliz mümessli- Jer, bu flatlere nazaran 3-4 şilin daha as Sg > » Tefrika No, 112 Abdullah kendi kendine al görüyorum, belki biraz sonra onunla İskender F: ahreddin «İşte ölümü şimdi Üzcükbiğiseğmiki Cellâd geniş sırtını demir kapıya dayadı: — Şeyhin kırı hâlâ Ur dağındaki maymu» nu seviyor mu? — Ne dedin... Maymun mu? (Can) bey bi kabile reisinin oğludur. rinin kucağına atılır mı? — (Can) bey Laylâyı candan seven Âşık- tar, Eğer Şeşh Mehdi kızını ona verseydi, (Can) bey dağlara düşmez ve yarın baba- sinin yerine geçerdi? — Sen tanıyor musun o serseriyi? — Yakından tanırım. Akh başında, sevim- Hi, temiz yürekli bir genç. Leylânın aşkile , Kimseye zararı yok. başkalarını bırak da kendi- ni düşün. Buradan Kurtulabileceğini umu- yor musun? — Hayır. yi bir umgum yok. Tanri- ya sığınmış bir zavallıyım. — Çok yakışık, günel bir gençsin! As- anlara yem olarsan ücirim sanal — Peki. buradan kurtulmak için ne yap- ? — Haticeyi memnun etmek, ondan af di- lemek yeler.. — İnsan bir suç işlerse af diler, Bon suç- suz bir adamun, Af dilersem, ancak şeyh- ten dileyebilirim. — Haticeye boyun eğmek istemiyorsun demek? — Evet. Aslanların ağzına atılmağa, kap- lanların pençesinde can vermeğe razıyım. Fakat, Haticeye yalvaramam. — O halde birkaç gün sonra sen de öle- kiler gibi öleceksin! Sezin de kemiklerin şu karşıki Sal Dareemizzi — Onların hepsi Haticenin kurbanları, öyle mi? — Evet. Hepsi de senin gibi suçsuz Se- nin gibi budalalar.. — Ben budala değilim Aklı başında bir insanım, ” — Akim başında olsaydı, Haliceyi gücen- 'dirmezdin! Çölde şehyten fazla nütuzu olan kabil midir? Ve eğer bu desti ağrıma kadar Su ile dolu ise. ayni miktarda bir başka su- yu bunun içine koyabilir miyiz? Benim onu seveblmem işin, içimdeki ateşi boşalmam Cellâdın yüzüne dikkatle baktı: — Sen ömründe bir kere olsun kadın sev- din mi? — Hayır. Sevmek bir hastalıktır. Ben ba tutulmadım . görüyorsun Mi er — Baban ne iş yapardı lr iy eg İN yü- zen bir kasap. — Hergün elinde bıçak, hayvan kesen ve yüzen bir adam (aşk)tan ne anlar? — Babam çok duygulu bir adamdı. Öm- ründe bir kere nasılsa anamı sevmiş, ben doğmuşum, Fakat, ondan sonra hiç bir ka- re ea — Ya sen?.. — Ben babama benzemedim Kasaplığım a Aci AE alk yi” yaştan vi Galli yü kudurmuş hayvanların ağrına atarken için sızlamaz mi? — İçim sızlasaydı, beni cellâd yaparlar muydı7! Ölüm mahkümunun suçu varmış, yokmuş bundan bana ne! Benim vazilem, adam öldürmek$ir. Cellâd birdenbire geri döndü, kapıyı ka- padı. Abdullah gindanda yalnız kaldı, Zindana rü. Abdullah yavaş yavaş, aslanların kükreyi< şine, kaplanların , MAYmmnİK- Belliydi ki, o gece aslanlara yem verme. mişler, aç bırakmışlardı. Abdullah gözlerini uğuşturarak, zindarın loş duvarlarına bir göz attı. — Cellâd bana geçen gün: «Aslanların ağ- Zina bir ölüm mahkümu atacağımız zaman onları yirmi dört saat aç bırakırız.» demiş- Hi. Demek ki, ölüm sırası bana geldi. Aslanlar, açlıktan birbirlerini yiyecek gi- bi bağrışıyorlar ve düz duvarlara tırmanıs yorlardı. Abdullah © dakikada bile sevgilisinden başka birşey düşünmüyor: — (Can) bey Ur dağında yapayalnız yaşi yor da, ben burada neden ölümden korküs Yorum? diyordu. Abdullahın dalma göz önünde tuttuğu kimselerden biri'de (Can) beydi. Abdullah; -- İnsanlar (Gan)dan ibret almalı, Se- vince, onun gibi sevmeli, derdi. Abdullah ölümden niçin korkmuyordu? Çünkü, onün babası da ölümden korkn: yan ve ölümle cernkleşen bir adamdı. A dullahın. babüsi hayatin iken bir mezar yap tarmıştı. Sabahleyin uykudar uyanır uyün- maz elini yüzünü yıkar, abdest alır, nama- sını kıldıktan sonra -İşine gitmeğen- evi- »ln bahçesindeki mezarın içine girip ya- nm sani tek başını bu mezarda yatar ve Aazralle hitaben: «İşte, ben her dakika ölü- me hazırım. Artık senden korkum yok. Öl- dükten sonra gireceğim mezara, ölmeden de girebiliyorum, derdi. Abdullah babasını hatırlarken kendi gon- dine söylendi: Bir gün babamı arudun. işine henüz Anneme babamın nerde oldu- koştum, mezarın başına gittim. Babam ber sabahki gibi mezarın içinde boylu boyunca yatıyordu. Yavaşşa seslendim: «Baba! Be- lâl bir alacaklı geldi. Annem korkudan ölecek. Ben de savmağa muvaflak olama- dım. Haydi gel de meram anlat şu herife!» dedim, Babam cevap vermedi. Biraz daha hızlıca bağırdım. Gene cevap alamayınca şüpheye düştüm, mezara girdim, babamın alnına elimi sürdüm. ve işte o dakikada ben de Azrail ile karşılaşmış gibiydim. Ba- bamın alnı bur giti soğuktu. O kendi ha- arladığı mezarının içinde ölmüştü. Zavallı babacığımla bir daha konuşmak nasip olmadı. Ondan sonra ben de babam gibi, Azrail ile dost olmağa çalıştım. Ölür kadar metin olmak hiç de Tena değilmiş. Bugün, ölümden korkmuş bir insan olsay- dım, kimbilir ne kadar sarsılacak, tilreye- cektim. İşic, ölümü şimdi gözlerimle gö- rüyorum. Belki biraz sonra, onunla Ku- caklaşacağım, Fakat, babamla benim ölü- müm arasında büyük bir fark var, O, kendi elile kazdığı mezarda işkercesiz öldü. Ben, başkalarının hazırladığı bn mezarda işken- ce ve ızlırap çekerek, ölümle pençeirşerek can vereceğim. Böyle olduğu halde, şu â5- Janların kükreyişi, şu kaplanların biribirine saldırışları, şu maymunların müstehzi ba- kışları beni neden korkutmuyor? Kimbilir, eğer ccel erişmezse, belki de bunların hep- sile boğuşup pençeleştiğim halde gene öl- miyeceğim... (Arkası var) Tefrika No. 122 SEVİLEN KADI Derken, makastar, ellerini oğuştu- rarak, mütebessim durdu. Bu istih- famkâr halile emir beklediği belliydi. Mei süyordu. — Ne a bir hizmetinizde bulu- mabilirim? - diye sordu. Vehbinin karısı titriyen bir sesle: — Seza hanım... - dedi, - Bakınız, isminizi gayet İyi hatırlıyorum, Seza hanım,.. Üstüme bir leke sıçrama- masi için tedbir alamayacak kadar muztaribim, — Siz mi, hanımefendi?.. Leke sıçraması nası mevzuubahs olabilir? — Burada bir randevum var. —? — Bir dostumla, pek mühim bir meseleyi halledeceğiz... —! — Anası, babası malüm olınayan bir kızı aramaktayız. Bize yardım ediniz. Zira aradığımız kız bu mües- sesedeymis, — Tarif eder misiniz? — Bu genç kız, on sekiz yaşların. Nakleden : Vâ - Nü) dadır. Gayet güzel, rabıtalı, uslu ve akıllı imiş. Haydi, rica ederim; bu evsafta kim varsa etrafınızda arayıp bulunuz. Böylelikle bana'çok büyük iyilik etmiş olursunuz. Müesseseniz- de böyle biri var mı? — Bilmem Ki, hanımefendi... — Ailesi olmayan kimse aklınıza gelmiyor, değil mi? Bu söylediğim gibi olanların anneleri, babaları var. — Evet. — İhtimal aldanıyorumdur. Israr etmiyorum... Birazdan Cemil Aciba isminde bir zat gelecek; ondan tah- kik ederiz. Seza, aklına bir şey gelmiş gibi, ainma vurdu. — Durun bakayım... - dedi. - Ce- mil Aciba ismini işittim... Kimden?... Hah... Biraz müsaade edin, hanım- efendi... Zile bastı. Giren hizmetçiye: — Süzan Bedriyi çağırınızl... Gel di mi? - diye sordu. — Geldi efendim, çağırayım başüs- tüne... Necile kıpkırmızı, sonra sapsarı kesildi. Kalbi hızlı hızlı atiyordu. Bir müddet süküt oldu. İkisi de bekliyorlardı. Nihayet kapı açıldı. Anne, soğuk kanlılığını muhafaza etmek için hu- dutsuz bir gayret sarfediyordu. Eşikte beliren Süzanın üzerinde gayet basit fakat basitliği içinde za- rif bir iş elbisesi vardı. Seza, ona: — Gel, yürü kızım... - dedi. - Ne- cile hanımefendi seni görmek ve se- ninle konuşmak istiyor. Süzan, hayretle bakıyordu. Birkaç adım daha attı, Hürmetkâr bir selâm verdi. Neciie de bir baş hareketile ona mukabelede bulundu, Sonra ma- kastara dönerek: — Şayet Cemil Aciba ismindeki zat j gelirse onu iğ bizim yanımıza İ gönderiniz! - — Peki, Pe Bu söz üzerine Seza çıktı, Anne, kendi evlâdıydı. Süzi ile benzeyişi bu- nu isbat ediyordu. Fakat bu, daha mütevazi, daha basit... Gözleri de daha parlıyor... Daha zayıf... Maa- mafih, heyeti umumiyedeki cazibe onunkinden eksik değil Vehbi beyin zevcesi; — Gelin çocuğum... Şu tarafa... - dedi - Oturunuz... Size birkaç sual sorarsarı lütfen cevap verir misiniz? — Buyurunuz efendim. — Emin olun ki merak salkasile hareket etmiyorum, Benim hayatım- da bazı esrar vardır... Belki sırları mın sizinle de alâkası mevcut, v! — Nerede doğdunuz? — Bilmiyorum, hanımefendi. — İsminiz? — Süzan Bedri. — Bedri pederinizin hakiki ismi mi? . — Uzun zaman bunun böyle oldu- Eunu zannetmiştim. — Şimdi? — O kanaatte değilim. — Niçin? — Bir vaka cereyan etti... Ben de Bir saniye kadar tereddüt göster- di, Yüzü kıpkırmızı kesildi. — Ben tamamlayayım öyleyse kü- çük hanım... <Allesiz» bir çocuk ol duğunuzu öğrendiniz. — Evet... Anası babası tarafından terkedilmiş ve yabancılar tarafından bulunmuş bir çocuk. — Anne babanızın kim oldüklarını öğrenmek hevesine kapılmadınız m? Araştırmaya çıkmadınız mı? — Hayır efendim. — Sizi büyüten insanlarla vzun zaman ırı beraber yaşadınız? — Uzun zaman, — Hayatta bedbaht mısınız? — Çok bedbah: oldum, Fakat be- ni büyütenler yüzünden değil... Çün- kü onlar da benden ziyade mesut de- Eillerdi. On üç, on dört senedir İs- tanbulda didinip duruyorlar; hayat- ta muvaffak olamadılar, — Fakir oldukları anlaşılıyor. — Fem de pek fakir. — Kendilerine yardımda bulunsa- niz memnun olursunuz elbette, — Pek memnun olurum, efendim. — Umarım ki elinize böyle bir fır. Genç kız başını salladı. — Ben ummam, hanımefendi... Beni reddedenler bunca yıl beni tanik madıktan sönra şimdi mi hatırlayıp peşime düşetekler? Hem belki ölmüş” lerdir bile... Necile: — Hayır! - diye âdeta Haykırdı, « ! Hayattalar... N — Ne diyorsunuz? — Yaşadıklarını saniyorum... Sizi unutmuş olmalarına imkân yoktur, — Ben öyle zannetmiyorum, — Niçin?... İnsan eylâdını unutun mu? j (Arkası var)