PN yal sevdiğim bir arkadaşım vardır. Ken- — artık işten çekilmiş ihtiyar bir doktor- tur. Gön derece şakacı. Sözü sohbeti yerin» de bir adamdır. Arasıra onunla karşı kar- Wa geçip uzun uzun konuşmağa bayılı- m. Onda ne hikâyeler, ne garip hatıralar Vardır. Geçer, gün gene buluştuk. Kski günlere BİA tatlı tatlı konuşuyorduk. Bir aralık ib- doktor: Aman, dedi, sana başımdan geçen tu- bir vakayı anlatayım da dinle... çıkararak bana uzatâı. Biraz #onra, slgaralarımızı tüttürürken İhtiyar dostum anlatıyordu: — Elendim bundan epeyce evvel, henüz bırakmamıştı. bar bip oldukça perişan, pek yaralı tavırlı adam. Müşterimin, içeriye girer girmez ilk sözü: —- Aman doktor bey göğsümü muayene ettirmek istiyorum. Filimler için kaç para « diye sormak oldu. Arkadaşım fakir bir adam olduğunu 8öy- İemişti. Bunun için: siye Ura! dedim. a sözüm müşterimi fena halde ürküt- Müştü: — Ne baş lima mu? Beş lira hal... Dünya- da ben bu parayı veremem. . imkânı yok... gibi fakir bir adam!, Aman doktor bey şundan bana biraz ikram ediniz... Beş kim ben kim?. Müşterime adamakıllı acımıştım. İçim- «Zavallı fakir adam... diyordum, her- mühim bir hastalığı var. Fakat biça- renin parası da yok... Bari şundan hiç de- Tet alımyayım...» diyordum. Hastamn sordum: — Ücret meselesini bir tarafa bırskalım... Biz şimdi söyleyiniz bakalım.. Neniz var? Sikâyetiniz nedir? Müşteri anlatmağa başladı. Göğsünden Zoru varmış. Bazan öksürüyormuş. Zaman Zaman ateş basıyormuş. Işlihası yerinde İmiş, Uykusu munlazammış. göğsünün Tüntgenie tedkikini istiyormuş. — Peki, dedim. soyununuz Ceketini, gömleğini filân çıkardı Baktım Minde bir kemer... Onu işaret ettim: — Lütfen şu kemeri de çıkarınız... dedim. Dik dik yüzüme baktı: — Kemeri de mi çıkarayım?.. — Evet... dedim, kemeri de çikarınız.. Yüzüme kendisine acındırır gibi bakarak: — Kemerimi çıkarmasam olmaz mı? de- di. içimden: «Galiba sinirli, dedim, kemeri- | Bİ çıkarmak istemiyor.» ona döndüm: — Peki, dedim, fakat şu kemerinizi biras Aşağıya indiriseniz... Hastam gülümsedi: — Peki, onu yaparım!... Kemerini aşağı indirdi, Kendisini Tönt- gen makinesinin önüne geçirdim. Adamın göğsünü tedkik ederken bir aralık kemer tarafına görüm ilişti, Az daha hayretimden i#facaktım. Adamın belindeki kemer tık- bm toklım altınla dolu idi. Fakat fena hal- de de sinirlenmiştim. Kemeri tıklım tıklım Altınla dolu olan bu adam ücret vermek- ten çekiniyordu. Bu arada ciğerlerine filân da baktım. Hiç birşey yoktu. Hastaya: — Peki... dedim, siz giyininiz. Ben biraz dışarıya çıkıyorum. Dışarı çıktım. Bu hastayı bana getiren el a odasında oturuyordu. Onu gör- — Yahu, dedim. bu adamın hall nedir? Kemeri altınla dolu, fakirliğinden, zavallı- ğından. parasızlığından bahsedip duruyor. Bu ne rezalettir? Bana isüşteriyi getiren adam boynunu büktü; ç7 Ah, efendim, dedi, sormayınız. Bu he- TİE benim akrabamdandır. Lâkin cimri, ha- 4s bir adamdır. Onun elinden bizim çekti- timizi sormayınız. Kusuruna bakmayınız. Bu zat fevkalâde çingtnedir. Parayı dirhem SEVİLE Cemil gözlerini bu muzlarip anne nin siyah gözlerinden kaçırmağa ça. Annenin acısı elbet kendi. ninkinden de büyük olacaktı. Söyli- Yecek lâf — Rica ederim... acı... . dedi, Necile Cemilin bu şaşkınlığının iti- Taf manasına geleceğini anladı. giğemiini Kanapenin üstüne bıraku- — Ah... diye bir feryad kopardı. Dirseklerini masaya dayadı; başı- Di avuçları için? aldı. — Artık biliyorum... Hepsini an. ladım! - diye devam etti. - Siz istedi- Ğiniz kadar susunuz, istediğiniz ka- dar beni oyalamağa çalışmız, ben her şeyi öğrendim, Zavallı metrük €vwlâdım, hovardaların iştihalarını tatmin eden bedbahtlardan olmuş. Kimbilir bizden ne kadar nefret edi- Kendi kendine — Hayır! — Zavallı Süz!!... Bize karşı kin VE nefret hissederek buradan gitti. — Emin ol ki hayırl | Adamın hiç birşeyi olmadığını biliyordum. Fakat onunla biraz slay edeyim dedim, Ce- vap verdim: çinizde gördüğüm şeyler mühim, çok — Aman hastalığım ehemmiyetli mi? — Ehemiyetli, çok ehemmiyetli... Bundan kan çıkar! Alikas gitikçe artayordu: — Nedir bu hastalığın ismi? Aklıma «Daüzzehepe tabiri geldi. Yani altın hastalığı. — Bu hastalığın adına «Daüzzehep» der- ler.. dedim — Bu haslalık insana neler yapar?.. — Her yaman vücude bir ağırlık verir. Banki insan ağır bir şey taşıyormuş gibi olur. Yemez içmez, eğlenceye gitmez, kan- disini bir hırs bastırır. Ne üstüne, no bagı- ehemmiyet na, ne yiyeceğine, ne içeceğine verir. — Peki bu geçer mi? — Geçer... — Bunun için ne yapmak lâzımdır? — Evvelâ şu belinizdeki kemeri çıkarmak. Böyle ağırlık taşımamak... Bolca para har- camak. keyfe bekmak.. Bol yemek içmek, sola sürmek, İşte tedavisi budur. Adam giyindi: — Amma da garip hastalık he... Ben ke- merimi nasıl çıkarırım. Diye söylene söyirne çıktı, gitti. Hikmet Feridun Es BULMACAMIZ . 3 — Minarede okunur - Üfürük. 4 — Rakiplik - Sahip, 5 — Hararet. 6 — Avrupada bir sıra dağ - Beğenip ar- zu et. 7 — Sorgu edatı - Yeniçerilerin bir bölü- gü. 8 — Keder - Tersi beyazdır - Lokmanın başı 9 — Kaplıca - Arzı tabiyet etmek. © W 10 — Bıçağın başı - Zıpla. - Fenni tababet, 3 — Kapı sürüşü - Başını «BE» gelirse Antalya tarafında bir kaza olur. 8 — Küçük salonun medhali 4 — Bir ecnebi kadın ismi - Merhamet et, 5 — Sabahın başlangıcı - Sebep. 6 — Yapmak. * — Defterin dış kısmı. 8 — Başına «D> gelirse hocanın talebe- sine verdiğidir - Gece - Nüşeyle. 9 — On ikilik iısımlar. 10 — Sıtma ilâcı - Musiki yazısı, Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Ağla, Kalde, 2 — Fransızlar, 3 — Rabataz, 4 — İvaher, Ab, 5 — Kına, Ar- mez, & — Ayaluk, hin, 7 — Ye, İz, Krom,8 — Org, Lokanta, 9 — Adelatta, 10 — Ulzot, Sak. Yukarıdan aşağı: 1 — Afrikayolu, 3 — Gravıyer, 3 — Laha- na, Gaz, 4 — Anahali, Do, 5 — Ste, Uzlet, 8 — Kısrak, Ol, 7 — Azı, Rukkas, 8 — İlsam Rata, Da, Bomon$i, Ers, Zamtak. N KADI Nakleden : ( Nü) — Onu ebediyen kaybettik, — Hayır diyorm ya... Yarın bula- cağız; kurtaracağız... Yarın... o - Necile, âşıkına yaklaştı, Elini onun koluna dayıyarak: — Öbürü? - diye sordu. — Öbürünün adı «Suzan»... Şim- di ayrıldığımızın da «Süzanş amma, kısaca «Suzis diyorlar... İki kızımız da ayni güzelliktedirler, Bir çift kü- pedeki tek taşların benzemesi şeklin. de bisibirlerini andırıyorlar. «- Suzan nerede? — Uzakta değil. — İstanbulda mı? — Evet. — Muhtaç vaziyette mi? — Çok fakir, — Öyleyse? — Fakat bataklıkta yetişen bir be- yaz çiçek gibi bütün safiyetini, bü- tün güzideliğini muhafaza etmiş... Seni teselli için Cenabihak onu ko- rumu$... — Kendisini ne zaman göreceğim? — Yarın, İ — Ah, ikisini ds öyle seveceğiz ki... Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1648 m. 182 Ke./s 120 Kw. Ankara Radyosu T. A. P. 317 m. 9465 Ke/s MK.O. TÜRKİYE SAATİLK Her gün yalnız kisa dalga 31/7 m. B4$ Ke/s postamizla heşredilmekte. olan ya- bancı dillerde haberler saatleri aşağıda gösterilmiştir: İranen sant 13,06 ve 18,45 de Arapça saat 13,15 ve 19,45 de Fransırca saat 1346 ve 20,15 CUMARTESİ 4/11/9339 1530 Program ve memleket saat ayarı, 1345 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1350 Türk müziği: Çalanlar, Vecihe, Ruşen Reğat Erer, Cevdet Kozan, 1 — Okuyan: Sa- di Hoşses, 1- Kast peşrevi, 2- Dede - Rast ta gönül), 5- Şemsettin Ziya - Mahur şar- kı: (Şu güzele bir bakın), 6- Mahur saz 88- malsi, 2. Okuyan: Melek Tokgöz, 1- Refik Fersan - Tabirbuselik şarkı: (o (Canlandı hayalimde o şuh sazı), 2- Refik Fersan - Kürdilihisazkâr şarkı: (Gözlerin mai mi- ne), 3 - Refik Persân - Nihavent şarki: (Sen pek güzelsin), 4- AFIf bey - Kürdil- hicazkâr şarkı: (Güzelim hiç aramaz ma), 1430 Müzik (Riyaseticümhur bandosu »- Şef: İmsan Künçer), 1- E. C. Bagley: Marş, 7- G. Pares; Yıldızlar altında (Serenad), 3- 'H. Villette: Les Burgraves uvertürü, 4- Ver- di: Ayda operasından Fantezi, 5- Rachma- ninoff: Prelüd, 1515-1530 Müzik (Dans müziği - PL) 18 Program, 18,05 Memleket saat ayarı, Ajans ve meteoroloji haberleri, 16,25 Müzik (Radyo caz orkestrası), 19 Türk müziği; Haik türküleri - Mahmut Karındaş ve Sadi Yaver Ataman, 19,15 Türk müziği; Çalan- Jar; Vecihe, Reşat Erer, Ruşen Kam, Cev- del Kozan, 1ı— Okuyan: Radife Neydik, 1- Şevki bey - Uşşak serki: (Dağlar dayan- maz eninine), 2. Şevki bey - Uşşak Şarkı: (Düçarı hleri yar olalı), 3- Hicaz koşma: (Ebrularının #alımı), 4- Arif bey - Uşşak şarkı: (Saki yetişir uyân aman gel), 2 — Okuyan: Muzaffer İlzar, 1- Nihsvent peş- revi, 2. Alı Rifat - Nihavent beste: (Ah zil- fün görenlerin bahtı siyah olurmuş), 3- Arif bey - Nihavent şarkı: (Yunılma ateşi a$- ka), 4- Udi Cemil - Nihavent şarki: (Ez- vakı cihan), 5- Vecihe: Kanun taksimi, 6- Sadettin Kaynak - Nihavent şarkı: (Sevgi kanunun aldım o ilâhi sesini) 7- Münir Nu- rettin - Nihavent şarkı: (Sensiz ey şuh göz- lerim avare), $- Tanburi Ali EK. - Nihavent yürük semai: (Bilmezdim özüm), 9- Niha- vent saz semalsi, 20 Konuşma, 20,15 Türk müaiği (Fasıl heyeti), 21 Müzik (Küçük or» - Şef: Necip Aşkın), 1- Ponehlelii; Gilocen, Pepi Müller: sı üzerine fantezi), 4- Walter Sehrader: Ak- am Üzeri (Hazin parça), 5- İtalo Nucci: İlkbahazın çiçekleri dİntermezzo marş), $- Ziehrer; Viysnalı küçük kız (vals), 22 Mem- Jeket saat ayarı, Ajans haberleri, zircat ha- berleri, 22,15 konuşma (Ecnebi dillerde), 2145 Müzik (Cazband - PL), 23.25 - 23,30 Yarınki program ve kapanış, Bize (Fitrenizi Türk Hava Ku- rumuna veriniz) dedikleri zaman hiç tereddüd edebilir miyiz, Gök- lerin korunmasına tercih edebi- leceğimiz hiçbir mesele var mıdır. —————— KÜÇÜK İLÂN okuyucularımız ürasında EN SERİ, EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım satım, kire işlerin. de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! z — İkisini de mi? — Evet, Cemi... İçlerinde en bed. baht bangisi ise, Onu daha ziyade şimartırız!... Yarına erişmeği öyle istiyorum ki... Gözlerinde iki damla yaş belirdi: — Bu intizarm bana nasıl uzun geleceğini tahmin edemezsin! — Bu gece yanımda kal, — Olamaz... Yarına... Allaha ıs marladık. Cemi, sevgilisinin arkasından ba- karken titredi, Süzi de ayni sözleri süyliyerek böyle aynlıp gitmişti, Yü. rüyüşleri de biribirlerine nasıl ben. .siyordu. ... Vehbi, pastaneden ayrıldığı zaman küplere biniyordu. Hayatında bu de- rece kızdığını batırlamıyordu, Hele bu kepazeliğin umum Muvacehesinde olması onu kudurtuyordu. Bu Ce mille karşılaşmış Olmak sinirine bir dokunuyordu ki... Karsı onu hayatta bu derece serbes ken şimdi hayatında bir baş belâsının belirmesi yenir, yutulur herzelerden değildi, Mazi gözlerinin önünde can- lanıyordu. Or sekiz, on dokuz sene evvelki çehreyi teferrüaiile * hatırla. mağa uğraşıyordu: Şüphe yok, oto- mobildeki adam Cemildi! Çiflik civarında yaralı bulduğu delikanlı o zaman bu zamandır şüp- Tefrika: No, 108 temiz yürekle ve iyi bir maksadla gitmiş- tim. Böyle bir adam Ur dağındaki (Tilsm- hı su)dan içerse, gençleşir ve güzelleşirmiş. (Can) bey bana verecek bir bediye bula- madığı için: «Gel sana bir iyilik yapayım, ölünceye kadar beni unutmazsın!. dedi, taltimlı suyun başına götürdü.. o sudan iç- tim ve bu hale geldim. Leylâ, ayın ön dördü kadar güzel olan bu sevimli delikanlıyı görünce: — (Can)ı görmüş gibi sevindim şimdi, de- di, Allah senden rözi olsun. Demek benim mektubumu ona kendi elinle verdin, öyle mi? — Evet, sultanım! Elimle verdim, Ur da- lerce birkaç kere okudu. Ve beni yanında alıkodu, av etleri ikram etti, Üç gece dağ- da öna misafir oldum. O yeryüzünde eşi bulunmıyan bir insandır, sultanım! Sizi candan seven öyle bir erkeğe gönül verdi- ğiniz için sizi tebrik ederim. Leylânin dizleri titremeğe, kalbi kopar- casına çazpmağa (Canjın gön- derdiği düğmeyi bir çiçek koklar gibi yüzü- ne götürdü: — Onun kokusunu duyuyorum, Abdullah Şimdi o yanımda imiş gibi, sevinç ve neşe içindeyim. Bu dakikada bütün dünyayı ba- na dı bu kadar sevinmezdim. Zaben ben dünyayı onun bir tek kılma bile değişmem. Benim gözümde onun kadar kiy- metli hiç bir şey yoktur. Leylü düğmeyi koklaya koklaya elğerleri- ni şişirdikten sonra: — Şimdi görlerimin içine dikkatli bak, Abdullah! dedi, Senin gözlerinin içinde 0- nun hayalmi canlanmış görüyorum. Demek üç gün, üç gece onun yalnda kaldın. onun- Ja konuştun, öyle mi? — Evet, sultanım! Üç gün, üç gece baş- başa kaldık, derdleşlik. Ondan ne demek olduğunu öğrendim. Şimdi sevgili- mi eskisinden fazla seviyorum. Leylâ, içinde yaşadığı bu Latlı rüyadan uyanmak lu. Dalma (Can)dan bahsedilsin.. dalma onun adı geçsin istiyor” besiz hayli yaşlanmıştı. Fakat belli ki oydu. Oltomobi'in penceresinden biran gördüğü çehre onundu! Pastaneye Vehbi ve Süzi ile birlikte giren grup bu çıkan tatsızlık üze rine dağılıvermişti, Fakat doktor, ahbabına sadık çıktı. Beyoğiu cadde- sinde birlikte yürüdüler. Vehbi, son tereğdüdünü yenmek için: — Cemil miyd. bu? - diye tekrar sordu. — Tabit deği mi ya?... Kim olsun istiyorsunuz? Süzi ile bu derece kim alâkadar olur? — Ben oluyorum ya... — Buda başınıza dallı budaklı belâlar açıyor. — Adam sen de... — Vallahi bilmem amma, birader, şayed ben sizin yerinizde olsaydım kendimi korurdum, Ayrıldılar. Vehbi, zihni allak bullak, klübe gitti. Bozulan keyfini tamir için bir kaç el bakara oynadı, Bir banka açtı; sağa sola boyuna kaybetti. Bunada fena halde içerleyip klüpten metresi. nin evine gitti. Kapıcıyâ: Matmazel Süzi döndü mü? - di- ye sordu. — Hayır efendim. İkiye doğru, evine döndü, Zevcesi- Yazan: İskender Fahr-4din Leylâ, güzel delikanlıya, kolundaki bileziği hediye olarak vermekten çekinmedi.. Bu bir oyundur. yalan söylüyor. Diye bağırmak istedi. Leylâ, Haticeye ellle işaret verdi; | du. Hatice. Abdulahın sovgilisini duyunca ürperdi: — Ben de mi âşıksın, Abdullah? Hatice bu sözleri söylerken, sesinde mâ» Dal bir ihtizaz vardı, Leylânm arkadaşı inler gibi konuşuyordu. Abdullah önüne baktı: » - Evet, sitil Her kalbte bir aslan yataf derler. Gerçi ben (Can) beyi gördükten #onra, kalbimde bir aslan yatlığımı iddia edecek kadar budala değilim. Fakat, itiraf ederim Kİ, benim yüreğimde de bir köçük tavşan yavrusu yatmaktadır. Çoktanberi sevdiğim bir kızın şimdi delice âşıkıyım. — Ur dağından döndükten sonra buluş- tun mu sevgilinle? götürmek dim. Arık tahammülüm kalmamıştı. Bu geş ce bir genç Arap kizi kılığına girerek bu- raya gelmek ceşuretini gösterdim. Abdullah birdenbire yere eğilerek Lay- anın ayaklarına kapandı: — Sultanımuı beni affedeceğinden emi. nim. Leyih, Abdullahı elinden tutup kaldırdı: — Senin bize karşı gösterdiğin sadakat ve fodâkârlik hiç bir hediye ile ödenmiye- cek kadar büyük ve kıymetlidir, Abdullah! Beni (Can) da, ben öce ölünceye kadar unuf Kolundaki - Evwelee vadettiği - bileziği çıkararık Abdüllahai uzattı; — Al bu hediyeni. ister sat, paraya kal- bet. İstersen olâı gibi sevgiline ver.. onü sevindir! Ve bâşın a bana haber göndermeyi ihmal etme, Sana her zaman yardım etmek borcumdur. — Henim de size söylenecek bir sözüm daha vardı: Sevgilim kavuştuktan sor hemen onunla evlenmek niyetindeyim. bu meselede zorluk: görürsem, nikâhımı çabuk kıyılması için bana yardım edebilir misiniz? — Bu işte ne gibi yorluklar tasavvur edi- yorsun — Eski Abdullah olmadığım için, beni tanumazlarsa... — Tanımazlarsa, sen de yepyeni bir adam olarak ortaya çıkar ve Allahin emrile sev- gilini kimseye sormadan babasından isteye” bilirsin! Buna küm karışır? Leylâ, Abdullahla konüşurken, Hatice içinden dişlerini gıçırdatıyor ve: «— Bu işi benden başka kimse bozamaz!» Demek isteyen bir eda ile Abdullahın yü- bakıyordu. Hatice, ayın'on dördü kadar güzel bu delikanlıyı elbette elinden kaçırmak içte- miyecekti. Ona, ilk gördüğü gün gönül ver- mişti. Ur'dan bu kadar güyelleşerek dönen bu delikanlı, Haticeye pekâlâ eş olabilirdi. Fakat, ne yazık ki -kendi tabirince- onun kalbinde de bir tavşan yatıyor, o da bir bas ka kadın seviyordu. Abdullah gece karanlığında saraydan ay“ rilrken, Hatice, onu sevgilisinden ayırmak ve avucunun içine almak için her hileya baş vurmayı düşünüyordu. Bakulım talih ona yardım edecek miydi? Çöle bir haber geldi: «Mecnun'un babası ölüm döşeğinde!» Leylânın babası sağdan #oldar tazyik g0- rüyotdu. Kardeşi şeyh Sald çöl ortasında kurduğu saltanatı genişletmek için Mehdi- nin bâzinesine göz koymuştu. Mehdi onun- Ja uğraşırken, şimdi de damadı Ömerle ara- « bozulmuş, onu da teskin için çareler ara- mağa başlarmisla. Şeyh Saldin. istediği malimdu. Yükat, Ömer ne istiyordu? Ömer ki, şeyh Mehdinin da mi şeyhin pastumda gözü vardı yoksa? Fakat, Ömer, şeyh Mehdiye fikrini açık» ça söylemişti: (Arkası var) nin dairesinde ışık olduğu dikkatini celbedince: — Demek bizimki burada? - diye düşündü. Kapıları açık bulup içeri daldı. Hizmetçi, onu görünce, bir adım ge riledi. — Ay, seni korkuttum mu Suzinak? — Kabil mi, beyefendi? — Ne bileyim? Haline baktım da.., Orada bir geniş koltuk vardı. Erkek kuruldu. Bacak bacak üstüne attı, — Sen yalnız mısın burada? — Tabii yalnız değilim efendim. — Hanım nerede? Görünmüyor... — Henüz sokaktan dönmedi. — Son vapurla dönse bile gene gel — Zennetmem. — Nası! çiflikte bir fevkalâdelik yol tu ya, Suznak? — Yoktu efendim. iii — Ötekiler? — Hepsi iyi, — Demek böyle... Çifliğe bayılıyorsun? — Hanım neredeyse oraya bayılırım | o — Demek kendisine bu kadar sadık sn? — Öl dese ölürüm... Ah, ne iyi kaib- Midir. Altın gibidir hanımcığım! (Arkası var) Memnunsun..,