71 Teşrintevvel 1939 . Buradaki Almanlardan Berlindeki “ylendiğine göre şehrimizde oturan Almanlar Berlindeki akrabaları- akrabalara gönderilen hediyeler rin gıda maddeleri bakımından çektikleri müşkülâtı biraz olsun ha- Jilletmek üzere onlara bu kara a günlerinde makbule geçecek bazı hediye- ler Mi eek v6 penil yek li alm Srayoği koyup âlâ fındık ve ceviz içlerimizden üçer, beşer kilo alarak kutulara #men, dayı ve halalarının adreslerine göndermeğe başla bir r. Hediye olarak gönderilen şeyler arasmda sabun da oldukça mühim teşkil ediyormuş. olup dir ve ulak Yokumlarımızı vasıtasile memleket haricine bu nevi hediyeler göndermenin kabil bilmiyorum. Postaya verilen paketleri muayene etmek âdet- mikyasta olursa her halde caizdir. Nitekim bir vakitler meşhur posta vasıtasile Amerikalı dostlarına tattıranlar bulunuyordu. Fakat öğrendiğime göre şehrimizdeki Almanlar son günlerde Berline İı, fındık, ceviz ve sabun nevinden hediyeler göndermekten vazgeçmiş- tin - Çünkü bu hediyeleri yola çıkardıktan sonra yazılan mektuplara Ber- den gelen cevaplar: «Hediyeleri aldık, sağ olun» şeklinde bir cevabı ihtiva » Nihayet yapılan tahkikat öğrenilmiştir ki tereya- ği. fmdl, ceviz ve sabun kutuları Alman bududlarından içeri girince memur- dar içlerini açıp bakiyor ve bunlar: «Vesika usulüne tabi kıymetli eşya» sayı- e devlet emrine alınıp doğruca halka yiyecek dağıtan umumt mağazalara ediliyormuş. Hevesle gönderilen hediyelerin maruz kaldığı bu muamele şehrimizdeki Almanlarm neşesini kaçırmıştır. Şevket Rado ei Gölayasie Dir kann eyya, hatt imal nun ge, mötleketlerde do azalmıştır. Bu o İŞİN öski şeylerin kıymeti artmıştır. te küğı olarak orta Avrupada gaze- taliir dları birçok ev işlerinde kullanılmak» liraya camlar artık gazete kâğıdı Bu Gl ile yıkanmakta ve kurutulmaktadır. lena vede camlar bes istimalinden siyade ig Peyda etmekte imiş. mutfay başka mustuklar ve diğer madeni Serası kâğıd tomarı ile temizlen- Gazete kağıtları ne işler görür diği takdirde başka temirleyici ve parlatıcı tozların ve ilüçların istimaline hacet kal- mamaktadır. Taze sebzeler birkaç gazete klğıdına sa- rılıp serin bir mahalde tutulduğu zaman günlerce tabtaze kalmaktadır. Halının &)- tına brikaç gazete yaprağından bir tabaka konulduğu saman hatı buz gibi durmayıp sitasık oluyor. Hilâsa şimdi bu memleket- lerde gazete kâğıdı her ihtiyacı aşağı yu- karı tatmin etmektedir. Dünyanın altınları — yapılan tedkiklere göre bütün dün- mi sırası ile İngiltere, Pransa, Hol- mi Belçika, İsviçre, İsveç, cenubi Af- birliki Dominyonu ve Kanada Domin- Yonu geliyor. Umumi harpten evvel dünya altınlarının tesihe tediye vamtası olması #tibarile bü- buygan memleketlerinin içine girmesi ve lardan çıkması itibarile tediye muvs- * genesini temin etmekte 5di, Fakat altınlar sayılı sekiz memleketin elinde Kalması üze- rine ticari muvzacne vasıtası ortadan kalk- mıştır. Altınları topliyanlar kaybedenler kadar sıkıntı çekmektedirler. Meselâ Ame- rikanın İthalâtının geçen sene son derece- do azalıp Ihracutinin çoğalması DU Muvaze- nesizlik yüzünden ileri gelmiştir. Altın mev- cudu bütüh dünya memleketlerine eskisi gibi muayyen bir nisbet dahilinde Levgi edilmedikçe muvazenesisliğin önü almamı- yacaktır. A a MN ARA m Satye binası muhakemesi Dün B. Refi Bayar dinlendi “Satye binaer hakkında teklif mahiyetinde bir şey söylediğim im binasının Denizbank tarafından | tan alınması işinde yolsuzluk yapmak- dig yen sabık Denizbank umum mü- Tü iner Ziya Önişle diğer maznunla- | Kör uhakemelerine dün ağır ceza mah- | dini inde devam (edilmiştir. Bu celsede €n sabık Mili Reassurans umum mü- Reti Bayar şunları söyledi: m #eyden evyol şunu söylemek is- alkadar bu dava ile hiç bir suretle Atina gez, olmadım. Geçen celsede benim Batha zahatinden bahisle, bunun müteakip dia eti benim komlayon aldığımı id- edildiği, er. Bu varid değildir. Ben, iddia Görüşmesi bu seyahatte B. Piyosia hiç ve taz sdim. Bon, Yusuf Ziya Önlüle tasli dolayı mun siede müteallik bazı işlerden Ola uhtelif © vesilelerle temas etmiş Batya aramızdaki konuşmada, geçmiş olabilirse de bir şey söylediğim id- a arr. Sonra, avukat Atıf Ödüle ema dair makbuz imzalama da da hiç bir şey söylemedim. Mina ge çeeselesinden malümatım olma, kominyon Katiyetie. söylüyorum. Aldığım Dara gan, (018 şeklinde, emanet dairesine Bun, Böndermedim. (Matayg Sönen Jerans öirketi müdürü “ kı bu hasarla daha tafsilâtiı. kem. vi nra sö ne dei U Tevkitten sonra Atıf ÖdüL e ti Bayar bu paranın Kendisi ta- Alinacağın, Kk, öç öz en de Ral ayarın sidiği ÜS em böyle karar verdik.» dedi, kapılarak A5 olan bu zatın telkina- GA kin an elen ifademi bu yar A ik - pi inn Mm ik ifa, etrafını *ME, binanın keşif raporu Miktar ay azmanlardan teker izaha al- Günlür, Möyiegi, Min suali üzerine Mateos — Teyki Bitmaş, kenan 2e9e ik defa girmiştim. Şa- Me Atıf Güre egtletim. Bu sebeple rektifine göre hüre- işim GaYelşiri bir halde İfade vere e Mateaya Paz, Min. ARA AE Ödül terkithane- verme ama e asılsızdır,, diyor -—- Ben komisyon parasını yazınanede Atıf Ödüle verdim ve hazır getirdiği mak- buzu aldım. Defterlerimizde de bu para- nın Atıf Ödüle verildiği kaydi vardır. Diye iddiasında israr ci4i. Bundan son- ra rels, diğer mamunlam, tevkifhanede Atıf Ödülün Mateosa telkinalta bulunup bulunmadığını sordu. Hepsi de böyle bir şeyden haberdar olmadıklarını, kendi yan- larında böyle bir şey komuşulmadığını söy lediler. Mazmun Neşet Kasımgl de: — Tevkifhanede bulunduğumuz müddet sarlında ben Mateos Tamele; «Yahu, sen buraya niçin geldir?.» bile demedim. Cevabını verdi. Keşif raporu hakkında kendisine tekrar sual sorulan Yusuf Ziya Öniş şimdi Bele- diye imar müdürü bulunan mühendis B. Hümüntn, evvelce denizden dolma arsa- rın metre murubbama altmış lira kıymet takdir edildiği halde bilâhare satın alınan binanın kıymetini düşürmek maksadile asıl arsanın metre murabbaima on beş lira ve denizden dolma arsaya da iki buçuk Hira kiymet takdir edilmesinde âmil oldu- gunu ve dolarıslle bunun, kendisile arka- daşlarının buraya getiçilmesinde Tol oy- nadığını ileri sürdü ve: — Bu sürelle, sataş bedeline nazaran, satın alınmış olan şeyin kıymeti billtizam düşürülmüştür. Dedi. Maznunların istievapları bitmişti. Mahkeme, Belediye ve tapu dairesinde bulunan bu davaya ald bam evrakın gö- tirtilmesi için müzekkere yazılmasına ve şahidlerin çağırıp dinlenmesine karar veyirek muhakemeyi 20 Ikincileşrin pazar. tesi gününe talik etti, Denizbankın lâğvı üzerine onun huku- ki vecibeleri kendisine devredilen Devlet limanları işlekmesi umum müdürlüğü ta» rafından, Safiye binasının satışının feshi hakkında Satye şirketi tasfiye heyeti aley- hine aşılan davaya dün birinci ticaret mahkemesinde bakılmıştır. Bu celssde Satye heystinin vekilleri, bina vesaire alış verişinde Denizbank ka- nununun 21 inci maddesindeki istimlâk kaydirlin behemehal tatbiki şart olmayıp pazarlıkla da alinabileceğini ileri gürmüş- ler ve binanın satan alınması hakkında sabık Denizbank idare meclisi kararile, Denizbank kanununun Büyük illet Mec- lisinde o müzakere zabıtlarının, © esbabı mucibe lâyihasının ve Satye binasının ta- pu kaydi suretinin mahkemece getirtilme- sini istemişlerdir. Mahkeme bu talebi ka- bul ölerek Mi başka güne bi- AKŞAM Sanat seferberliği 1914 dünya harbi faciasının ted- kike değen insani safhalarından biri garp ordularını eğlendirmek için sar natkâr ve amatörlerin cephe arkasın- daki gönüllü teşkilâtı ve faaliyeti idi, O zaman garp cephesi askerlerini eğ- lendirmek için ilk konseri veren İn- giliz tiyatro dünyasının büyük sima- larından Sir 8. Hicks'di. Bu sanatkâr o harbin ilk senesi ve (Noel) inde yanında on iki arkadaşla Fransaya geçiverdi. Ve bu On ikiler arasında Gladys Cooper gibi bugünün meşhur artistleri de vardı. O zaman 8, Hicks'in cebinde beş para yoktu, belki henüz «Bire ünyanını alacak kadar tanın» mamıştı, her halde (Lejyon donör) nişanının kırmızı kurdelesine de sa- hip değildi. Fakat hiç şüphesiz ki içinde, cephede ölümle boğazlaşanla- ra, son damlasına kadar bedava ver- mek istediği bir muhabbet ummanı vardı. Bugün de İngilterede orduyu eğ- lendirmek teşkilâtının başında gene Sir $, Hicks bulunuyor. Geçen hafta Drury Lane'de yani Londra tiyatro merkezinde Theatre Royal'in geniş sahnesinde en meşhur sahne sanat- kârları toplandı, içlerinden yüz kişi seçildi, bunlar onar onar olmak üzere on kısma ayrıldı. Orduyu eğlendir- mek teşkilâtı bu defa da gönüllü, fa- kat bir kadro içinde bulunuyor. Bunların kostüm ve sahne levazı- mN.A,A. F.T, (1) markalıdır. Bu on- luk cüz'lerin hepsinin nereye gidecek- leri, cephelerin nerelerinde hangi ak- şamlaârı oynıyacakları tesbit edilmiş- tir, Bunların hiç biri bu cephe - tur- nesi devam ettikçe gilelerine yazmıya- yasak, adreslerini kimse bilmiyecek. Bu havadisi ve tafsilâtını okurken göçen harpte Amerikan kızlarının, kadroya yı idi, Üniversiteli, dükküncı, milyo- ner kızı, misyoner kızı, her sınıfın kızı harp zamanında her kadının ana, kardeş ve sevgili gibi sevdiği askerleri güldürmeğe koştu. Belki ağlatan da olmuş, fakat orası burada lâzım de- gil. Fransaya gelen bu amatör genç kızlar arasında Ruth Draper isminde biri bugün dünyanın dört bucağında en büyük tulüatçı sanatkârdır. Bu kız Nevyorkta içtimai ve ilmi mey. kii yüksek olan bir doktorun karde- şiydi. Onu çocukluğundanberi bilen, yahut kendi yaşında olan bazı müş- terek dostları bana onun hayatını te- sadüfen öğretti. Çocukluğu sönük bir kızcağızdı. Güzel değildir. Bizim arka sokakta oluran yerli İstanbul kızlarının es mer, küçük, sessiz bir örneğidir. Mek- tepte de fazla bir istidad ve zekâ gös- termemişti. Yalnız fevkalâde mukal- Hd ve fevkalâde mütecessis, etrafını içinden tedkik eden bir kızcağızdı. Geçen büyük harbe Amerika girme- den evvel Nevyork Sosyetesinin ver- diği hayır müsamerelerinde amatör olarak oynamıştı. Ruth Fransızcayı Fransız gibi bi- lir, belki daha fazla, çünkü kitaptan ve kibar cemiyetlerinden öğrendiği- ne ilâve olarak Fransizlârın bin bir çeşid konuşan vilâyet evlâdını da ta- nımıştır. İspanyolca, İtalyanca ve Almanca da bilir. O kadar bilir ki meselâ Fransızcayı ve Almancayı ha- Mis bir İspanyol telâffuzu ile konu- şur. Fakat onu sanatkâr yapan bik diği dillerin sayısı değil, hayatın en karanlık, en korkunç müzaheretini görmesi... Estağfirullah anlamasıdır. Maamafih bu kadını cidden büyük yapan şey sanatını sırf hayatın facia ve çirkinlik tarafının tercümanı yap- mamasıdır. Ruth ayni zamanda İşçiler, aris tokratlar, yeni zenginler, envai çok olan Snob'larla da alâkadardır, on- ların her çeşidini tedkik etmiştir. Ruth'un güldürmesini ben daima ağ- latmasına tercih ettim. Çünkü bana gülünç oyunlarında insaniyetin za- vallılığını, çocukluğunu daha fazla anlamış göründü. Ruth ne sinemaya girdi, ne de her hangi bir piyeste bir rol aldı. O daima kendi sahnesinde, kendi yaptığı pi- yesleri oynar, Dekor yok gibidir, koş- (1) Balıriye, ordu, haya kuvvetleri enisti- ov. Yazan; HALİDE EDİB Bunlar İngiliz ordusunu eğlendirmeğe giden sanatkârların bir kaçıdır tüm birkaç saldan ibarettir. Bir tek eski İspanyol sahnesi müstesna. Ora- da bir İspanyol sarayı dökoru içinde, arkasında muhteşem bir on altıncı asır kostümile oynar, Sarayın içi se- | firler ve İspanyol asilzadelerile dolu- dur. Sefirin her birile kendi lisanını söyler, arada saray kadınlarile dedi- kodu yapar, fakat seyirciler için birer hakikat olan bu eşhas yalnız Ruth'un muhayyilesindedir. Pakat bu mu hayyile o kadar yarutıcı ve saridir Ki onu seyrederken konuştuğu adamla- rı ayrı ayrı tanıyorum zannedersiniz. Nevyorkta bir (İtalyanca ders) sah- nesi oynadığı züman İtalyan hoca- sn, telefonla konuştuğu dostlarmı, o aralık. tırnaklarını yapmak için ge len manikörü ve en nihayet telefon- da konuştuğu âşığını görmüş gibi olursunuz. Ruth Londraya geldiği zaman en büyük tiyatrolardan birini tuttu. Ga- zeteler Londrada dekorsuz, tek nu- maralı tiyatro müsamerelerinin tut- miyacağını, zavallı Ruth'un verdiği müthiş kirayı bile çikaramıyacağını müttehiden söyledi. Fakat bir iki is- kemle, bir şezlong, bir iki şal ile ida- re ettiği oyunlarının birincisini vo- rir vermez gazeteler lisanını değiştir- di. Altı hafta süren bu oyunlarda yer bulmak imkânı yoktu. Sahife 5 ve tulüatçılık Ben Ruth'u ilk defa orada gördüm. Tarihi sahnesi müstesna hepsi hayat- tan aldığı örnekler ve sahnelerdi. O zaman birdefa daha tulüatçılığın sanat hayatında en yaratıcı belki de en ezeli ve elzem bir şube olduğuna inandım, Bunları yazarken Sakarya İle İzmir arasındaki hep bir örnek ve meşekkatli günleri düşünüyorum, O günlerin yükünün, endişesinin iki de- fa en çok hafiflendiğini duydum. İkisi de gençlerin verdiği oyunlar ve numa Talar esnasında oldu. Biri Polatlıda merhum Kemaleddin Sami paşanın hemşiresinin düğünü esnasında ordu geriçlerinin verdiği müsamere idi. Hiç unutmam «Bican Efendi» yi oy- namışlar ve hayli muvaffak olmuşlar. dı. Fakat en çok memleketin dört bu- cağındaki tipleri, oyunları ve şiveleri ile-sahneye çıkardılar. Biri bir süvari karargâhındaydı. Numaralar ekse. riyetle spora, kılıç ve yumruğa da- yanan müsabakalardı, Kıç oyunun. da hayli çarpıntı çektim, çünkü kılıç oyununu yapan genç çok zayıf bir ç0- cuktu. Gerçi ne yaptığını pek iyi bi- liyordu. Fakat bana kendi kendini yaralıyacak korkusu gelmişti. Fakat hatırımda en derinizi İstanbul Sesleri» diye bir genç İstanbullu zabi- tin icad ettiği bir numaraydı. Sol- gun, zayıf, uyanık yüzlü... İstanbul sokaklarını o kadar bütün hususiyeti ile gösterdi, işittirdi ki ne zaman gurbet günlerinde İstanbul hasreti bir diş ağrısı gibi tahammül edilmez bir bele gelse o çocuğun sahnesini hafızamda yaşalmâkin teselli bul. dum. Belki o (Türkiye şerefile yaşa- sın) diye canını verenler arasındadır. Öyle ise nur içinde yatsın! Bu makaleyi evvelâ garp orduları nın Sânat seferberliğinden, yani sa- natkârm ölüm ve meşakkat günlerin- deki vazifesinden bahsetmek, sonra Ruth'u tanitmak için başladım. Fu ka$ asıl maksadım tuldatçılığın, ya- ni'bizde büyük örnekleri yetişen, fa- kat nasılsa kıymeti bilinemiyen sanat şubesinin ne kadar büyük rol oyna- dığını bir daha tekrar etmekti. Bana öyle geliyor ki iyi bir tiyatro muhar- riri birçok tulüalçı halk sanatkârla- rınm mürekkep bir timsalidir, büyük aktör onların ayrı ayrı yaşattıkları tip ve sahneleri birbirine bağlıyandır. Bunları yazarken tabil olarak bizde- ki tulüatçıların Son büyük siması olan Naşid'i düşündüm. Fakat Naşid kendi başına sahifeler işgal edecek mili bir mevzudur. GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ Kurtuluş yıldönümünü kutladığımız istanbulun tarihçesi Dün İstanbulun işgal orduları tarafın- dan terk edildiği günün 16 moi yıldönü- münü kutladık. Bu münasebetle tarihi devirler içinde İstanbulu tedkik edelim: İstanbul milâddan 658 sene evvel Yuna- nistanda Meğar hükümdarı (Vizas - Bi- 4004) tarafından kurulmuş, yeni gehre bu hükümdarın adı verlimiştir. Bizans sonra İstanbul olmuştur. İstanbul şehre ve şehir. de mânasmna gelen İstinpolis'den bozma- dır, Osmanlı Türkleri bu adı sonradan «İslâmbol> 2 çevirmişlerdir. Bizanslılar “tetmeden evvel bu sahada oturan Traklar Bizanslıların mütemadi hücumlarile rahatsız etmişler, sonra şehir diğer Yunan kavimlerile İranlıların. Ro- malıların eline geçmiştir. Bu devirlerde İs- tanbul küçük bir kamabadan ibaretti; bü- yük bir şehir haline getiren Büyük Koş- tantindir. Romays her gün biraz yaklaşan barbar- lardan kurtulmak için Kostantin bunların tesirinden uzak bir yerde yeni bir hükü- met merkezi kurmayı düşünüyordu. Liçi- nlüs'ile Edime civarında yaptığı bir mu- barebede Liçinlüs kaçarak müttefiki Bi- zanelılara sığınmış. Kostantin de arkasını birakmamıştı. Bu harp dolayısile gördüğü İstanbulun yerini pek beğenen Kostanlin buraya yerleşmiş, etrafını surla çevirmiş ve imara başlamıştı. Kostantin milidın 880 senesinde burayı Roma İmpuratorluğunun merkezi Hân et- miş ve ervelâ (Nea Roma - Yeni Roma), sonra kendi ismine İzafetle Kostantinopolis adını vermiştir. Milâdın 395 senesinde Teodos Roma im- Paratorluğunu farki ve Garbi diye ikiye ayırmış ve İstanbulu Şarki Romaya mer. kez yapcıştır. Barbarlar milâdın beşinci asrinda Garbi Roma imparatorluğu eraxi- sinl tamamen istilâ ettiler, sonraları Tu- nayı geçerek İstanbula inmek istedilerse de şehre giremediler, Müâdın altıncı asrında Araplar islâmi. İlkönce Şarki Roma imparatorluğile çar- pıştlar, Suriyeyi ve Misir aldılar, Küçük , Araplarla İstan- bulu 9 defa muhasara , Selçok Türkleri Kadar gelmişlerdir. Os- manlı Türkleri de bu şehri dört defa mu- hasara ettikten sonra beşincisinde Fatih ikinci Mehmed dünyanın bu on müstah- kem şehrini elli gün muhasaradan sonra 29 mayıs 1453 de zaptedip Türklere hükü- met merkezi yapmışlar. İstanbul alındığı zaman şehrin nüfusu 50 binden fazla değildi. Türkler Anadolu ve Rumeliden binleroe ehaliyi İstanbula getirdiler. Bir tarıllan şehrin nüfusunu arttırırken bir taraftan da İmar ederek İs- tanbulu dünyanın en yüze şehirlerinden biri haline getirdiler. İstanbul 29 mayıs 1453 den 23 nisan 1920 ye kadar 407 sene Osmanlı Türklerine merkez olmuş, bu tarihten sonra Ankara yeni Türkiyenin merkezi kabul edilmiştir. tiler, diğer müslümanlar etmişlerdir. Dinamitle balık avlarken kolu koptu İzmir (Akşam) — İzmire bağlı De- ğirmendere nahiyesinin Gümüldür köyü halkından bakkal Ali, köy civa- rındaki derede dinamitle balik avla- mak üzere iken elinde tuttuğu dina- mit birden ateş alarak patlamış, sağ kolu kopan ve vücudu muhtelif yer. lerinden tehlikeli suretle yaralanan Ali, İzmir memleket hastanesine ge