aslandan non MA birlerine anlatayorlardı. Remzi, — Durun, dedi, size tuhaf bir aşk mace- ramı anlatayım. Bundan ön on ikisi sene evveldi. Boğazda oturuyordum. Deha o za- manlar henüz genç sayılırdımı. Üstüme ba- gıma son derece merakım vardı, Macera pe- ginde koşmağa bayılırdım. Ber zaman İstanbula indiğim vapurda arasıra genç, gözel, esmer bir kadına ras- yordum. O kadar tatlı, o kadar sıcak ba- seçmiştim. | Ona ras gelebileceğim yerlerde fır dönüyor- dum. Hiç lüzumu yok iken ebelki onu gö- Yürüm!e diye vapura atlıyor. İstanbula ka- dar usanıyordum. Sonra vapurdan çıkma- | dan köye dönüyordum. Lâkin aksi şeytan | işte... Bütün bu gayretim boşa çıkıyordu. O günlerde ona hiç bir yerde raslamıyor- dum. Acaba hesta mıydı? Yoksa uzak bir Jere misafirliğe filân mı gitmişti? İsmini, möresini bilsem herşeyi gözüme alarak ona mektup yazmağı bile düşünüyordum. Ne çare ki ne ismini, ne de adresini bilmiyor- dum. Artık köyden taşınmamıza bir gün kal- miştı. O günü bir takım İşler için İstan- bula inmem lâzım gelmişti. Hiç unutmam, dehşetli yağmurlu bir gündü. İskeleye ka- dar şemsiye geldim. Vapurs girdim. Bir Köşeye oturdum. Lâkin birdenbire heyecan İçinde kaldım. Ne zamandanberi kendisini aradığım genç kadın bana doğru yaklaşı- yordu. Yanında da Ihtiyar bir kadıncağız daha vardı. Geldiler, tam karşıma oturdu- lar. İkisinin de ellerinde birer şemsiye var- dı. Bunları oturdukları kanapenin köşesi- pe dayadılar. Konuşmağa başladılar. Ara- Sira genç kadınla ben gözgöze geliyorduk. Bakışlarımızda tatlı bir anlaşma vardı. Şüp- he yok kt, bu ihtiyar kadınm yanında onun- la konuşamazdım. Lâkin bu tesadüften mutlaka istifade etmek istiyordum. Birdenbire aklıma bir fikir geldi. Hemen tebimden küçük defterimi çıkardım. Bir Bahife kopardım. Bu kâğıdın üzerine şunla- n yazdım «Kenai pek gülünç oluyor amma ne yapayım ki, başka çare bulamadım. İçimde âlze kargı beslediğim hislerimi anlaimak için ne ya- pacağımı bilmiyorum. Sizi herhalde bir ye- re götürmem lâzim. Meselâ yarın sizi on birde Istanbula inen vapurda bulabilir mi- yim? Buna imkân varsa sizden birşey rica ize bu İargdr takdim etmem | edeceğim. Işte telefon numaramı yazıyo- Tum. Eğer bana güzel bir cevap vermek !s- Üyorsanız bu akşam telefonu açınız ve ba- na «Peki... Yarın 1l vapurunda bulunaca! ğım» deyiniz. Beni bu cevap dünyanın en büyük saadetine kavuşturacaktır.» Bu küçük mektubu yazdıktan sonra bir köşesine de telefan numaramı ilâve ettim. Bundan sonra küçük aşk mektubunu Kat- adım, Sanki yerden birşey almak-için eği» Byormuşum gibi yaparak mektubu karşım- da duran genç kadının şemsiyesinin belno Attım. Kendimi Kuşdili çayırında sevgile- rinin arabalarına aşk namesi atan eski z4- man âşıklarına pek benzetmiştim. Fakat bence yapılacak başka şey yoktu. Birdenbire müthiş bir yanlışlık yaptığımı Anladım. Küçük mektubunu esmer sevgi- Mmin yanındaki Yaşlı kadınm şemsiyesine Bimiştim. Şimdi ne yapacaktım” Deli ol- mak birşey değildi. Yaşlı kadın şemsiyeşini Tefrika No. 71 SEVİLEN KADIN Nakleden : ( Vâ - Nü ) «-— İşte bahçe ortasında bir harabe- yi dünyanın parasına satın aldın, Fa- kat buna mukabil, Necileyi gördün!» Mühendiş Cemil, arkadaşının elini sikti. Genç kadını hürmetle selâmla- dı ve daireden ayrıldı. Birkaç dakika sonra da Necile çık- tı. Şoförüne: — Benim biraz işim var... Öteberi alacağım... Sen git! - emrini verdi. Sonra, Tünelin önünden geçerek köprüye doğru yürüdü. Şimdi artık yazıhanede avukatla ya- ninda slaj gören kâtibi kalmıştı. Ragib: «— Beyefendi! riniz var mı? — Seni yordum, oğlum. — Bilâkis... İstifade ediyorum, bir çok şeyler öğreniyorum. Demek ki artık kararını verdin. Hukuk tahsilinin semeresini avukat olarak alacaksın... Baroya kaydedilip serbes mesleğe atılacaksın? — Beni böyle daima himayeniz al- tında bulundurursânız, hayatta mu- vajfak olurum, Üstadım. - dedi. - Başka bir em- — Bilmez olur miyım? dedim. Telefonda bir kahkaha koptu. — Peki.. dedi yarım on bir vapurunda bulunacağım!, İşte hepsi bu kadar. Telefondaki kadın bunları söyledikten sonra sustu, Telefonu Tabii ertesi günü on bir vapuruna kim gider? Yaptığım feci yanlışlığa son derece Üülüyordum. İstanbula taşındık. Bir daha Esmer sevgilimi senelerce görmedim. Bundan bir hafta evvel, yani tam 12 99- Ben onu derhal tanıdım, o beni hemen hatırladı. Lâkin on iki sene içinde çok de- Bişmişti. Maamefih hâlâ gözleri eski güzelliğini muhafaza ediyordu. Onunla ahbaplığı iler- etmemiz hiç de güç olmadı. Hatfâ aramıs- da büyük bir samimiyet de başlamıştı. Bir aralık bana sordu; — Size birşey sormak istiyorum. Niçin hem bana mektup yazdınız, hem de ertesi günü saat 11 vapuruna gelmedin!z? Onun bu sözü üzerine şaşırdım: — Pekj amma, dedim, benim mektubum sizin elinize geçti mi? Gülümsedi: — Tabii geçti ya... Onu şemsiyemin içine atmamış muydinız? — Ah.. ben mektubu yanlışlıkla yanınız- daki yaşlı kadının şemsiyesine attığımı sanmaştam. — Yöoo, Mektubunuzu benim şemsiye- min içine Rtmıştınz. O zamıan on iki sene evvel esmer sevgi- ilmin en gençlik güzellik çağında kaçırdı- gum fırsata ne kadar yandığımı tabil tah- min edersiniz Hikmet Feridun Es Kiralık Konforlu Küçük Apartıman 'Tramvay caddesinde 3 oda, mutfak, banyo, Kalorifer, her gün seâk su, asansör. Taksim Topçu caddesi 2 nu- mara Uygun aparlamanı kapıciana müracaat. Taşra gazete bayilerinin nazarı dikkatine Bazı taşra bayilerinden aldığı. mız mektuplardan «AKŞAMşı mutlaka şu veya bu mutavassıt- lardan tedarik etmek hususunda kendilerini mecbur addettikleri anlaşılmaktadır. Bu zehab hakikate uygun de- — Tabii, tabii. Sen himayeye de muhtaç değilsin, kendin yetişirsin.. Fakat bana da bir vazife terettüp eder. se tabiatile yaparım. Patron, kasadan üç tane on liralık çıkararak kâtibe uzattı. - -— Buyurun... - dedi- - Şu ufak ik- ramiyeyi lütfen kabul ediniz. Muay- yen bir aylığınız olmadığı halde bu- rada en fazla iş gören sizsiniz. Fakat. katladı. Memnuniyetle yan cebine — Bana artık ihtiyacınız yok mu? » diye sordu. — Hayır oğlum... Güle güle... Da- ha fazla çalıştırarak sizi helâk etmek niyetinde değilim! Gidip yemeğinizi yiyiniz... Korkarım açık lokanta bu- lamıyacaksınız... — Allaha ısmarladık. Şapkasını ailp dışarı çıktı, Yolda Radyosu TAG 1874m. W105Ko/a 20Ew. Radyosu T.A. P. 3170 m. 9465 Ke./s, 30 KG SAATİLE 16/9/9339 Cumartesi 1340: Program, 1335: Türk müziği: Okuyanlar; hur şarkı (Bu sevda ne tatlı yalan), 4 — - Kemençe taksimi, ki - Uşşak şarkı (Bir gün geleceksin diyo bekler), Sadeddin Kaynak - Puselik şarkı (Baçlarıma ak düştü), 10 — Mik saz semaisi, 21,40: Konuşma Mtika hadiseleri), 21,55: Müzik (Velselr), 22: Haftalık kutusu (Ecnebi ajens haberleri, ziraat, esham, tAbvilât, kambiyo - nukud borsası (flat), 2320: -<PL), 235 - MW: Ya- amearuanan sanansasassasranasansasasunssass anam MÜSAMERE Temini bünde verilmek Üzere tehir edilmiştir. Ev. veler bilet ve davetiye alan zevatın mez- kür tarihte Dağcılık klübüne teşrif etme- lerini rica eder ve bir yanlışığa mahal bırakmamak üzere keyfiyeti ilân ederiz. 15 Eyiği 939 1933 Madrid 100 Pezeta — Varşova 100 Zioti - Budapeşte 100 Pengo — Bükreş 100 Ley — Belgrad 100 Dinar — Yokohama 100 Yen — Btokholm 100 İsveç Pr. 311075 Moskova 100 Ruble — Otuz lira... - diye kendi kendi- ne söylendi. - Otuz lira... Tam zama- nında geldi... Aman Allah razı ol sun...» Oturduğu evin kapısına geldi: — E, madam... - diye sordu. - Ba- ne. bir şey yok mu?... Mektup falan? — Yoktur, Ragıp bey... Yoktur lâ- kin size kıyak bir komşu gelmiştir. — O da kim öyle? — Yeni kiracımız vardır... Sizin — Kimmiş bu? — Matmaze) Suzan'dır. — Hiristiyan mi? — Yok... Türktür... Suzan Bedri doorlar... — Ne işteymiş? — Terzi imiş. Ve çalıştığı yerin adresini söyledi. — Verdiğiniz malümattan dolayı çok teşekkür ederim madam Hayga- nuş! İnsanın güzel bir küçük hanım- dan komşusu olması daima iyidir, Ragıp, basamakları dörder dörder çıktı, Fakat Suzan odasına girmiş, kapıyı kilitlemişti bile... Meçhul ada- mun kendisine aldığı mobilyeleri hay- san ve memnun bir halde tedkik et- mekle meşguldü. Bu pirniç karyola, bu yepyeni ör- tüler, bu halılar, bu iskemleler, bu koltuk... Ve nihayet her şey, her şey; kendisine ne lâzımsa hepsi burada 'Tefrika: No. 62 — Ömer — Dağa tırmanırken karşımıza çıkmıştı, Fakat dönüşte görmedik. — O kartala ihtiyacımız olacak, Ömer. İyileşince onu bir daha görebilir misin? Güdea'nın hazinesi de her zaman elimizde demektir. Leylâ, anahtarın karta! tarafından alın- dığını söylemedi. — Hele biraz daha iyileşip kalksın da o saman konuşuruz. Dedi. Lâfı değiştirdi. — Örümeek seni nasıl sehirledi? Kosko- ca öküzleri öldürdün. birşey olmadın da, küçücük örümceğe nasil yenildin, Ömer? — O gün (Esrar dağı)nı devirecek kada kuvetliydim, Leylâ! Karşıma çıkan cana- varların hepsini parçalayıp yere seriyordum. (Güdesinin hazinesini gene güçlükleri ye- nerek bulmuştuk. Kapıdan çıkarken, yu- vasmı bozduğum örü benden öç al- mak için fırsat beklediğini aklımdan bile geçirmemiştim. Mel'ân hayvan ensemi 80k- fu ve beni zehirledi. Bundan sonra yer- yüzünde en büyük düşmanım örümcekler. dir. Onların bütün yuvalarını bozacağım. — O halde bütün dünyunın örümcekleri sana düşman olacaklar. Onlarla tek başına mücadele edebilecek misin? Ömer gülmeğe başladı. — Şakayı bırak. Leylâ! (Gudea)nın ha- zinesi görülecek bir yerdir. Senin istediğin (tlsımlı taş) kralın gözlerinin içinde du- ruyor, Tıpkı hakiki bir insan görü gibi öyle ışıldıyor ki. mağarada korkunç sesler duy- duk. Göze görünmez yumruklar, tokatlarla yere devrildik. Aklımızı oynatmadan nasıl dündüğümüze hâlâ şaşıyorum. Leylâ bu sözleri dinlerken, (Gudea)nın hazinesini görmek merakına düşmüştü. — Sen iyi olunca, oraya beni de götür mez misin, Ömer? Diye sordu. Ömer, karısile beraber ilk de- fa bir yolculuğa çıkmanın zevkini ve dt. — Çıkabiliriz, dedi, yanımıza orman bek- çisile birlikte birkaç de muhafız alırız. (Gudes) nın hazinelerini sen de yakından görürsün? Ömer yataktan kalkınca (Esrar dağına Leylâ ile beraber çıkmağa karar vermişti. Leyl. (Esrar dağılna babasından gizli çıkacaktı. mevcuddi Hayallerinin de fevkin- de bir nimetti bul... Çekmeceyi açtı. Ve birdenbire Velinimeti para da bırakmış!... Ömründe bu kadar toplu bir pa- raya, bir arada kendi nefsi için se- hip olmuş değildi. Birdenbire içinden şu kararı verdi: «— Anneme götürürüm... Ne sevi- nirl...> Bunu düşünür düşünmez yüreğine hüzün çöktü. Şimdi biliyordu ki, ba- yatta annesi yoktur, Kimsesi yoktu. Piçti! Yeni karyolasınm önünde diz çök- tü. Yüzünü yastığa kapadı. Sessizce ağlamağa başladı. Gözlerinden iri damlalar süzülüyor, çarşafı ıslati- yordu. 'Terzihanede çok meşgul olduğu için o sabahki feci sahneyi unutmuş- tu. Lâkin işleri bitip te öğleyin azı- cık serbes kalınca hatıraları canlan- muştı. Kurtarıcısının mektubu nasıl iksir gibi tesir etmişti. Bu adam onu ikinci defa kurtarmış oluyordu. Ah, basız!... Yazan: İskender Fahreddin Urman seferde iken, Seyid Ahmet sarayda cariyeler ve rakkaselerle gönül eğlendirerek vakit geçiriyordu BEŞİNİCİ KISIM Türklerin (Irak) tan Seyid Ahmed o gece sabaha kadar genç — koynunda yatmıştı. Saruyda eğlen- ler tertip ederek © gün Urman'ın gelece- Bini hesaba katmamıştı. Seyid Alımed, Duranı Iraka gönderdiği gündenberi müsterih yaşıyordu. Duran'ın nasi olsa Urmanı öldüreceğinden emindi, Ordu döner dönmez reisin yerine kendi ge- gecekti. Urmahın veliahdından da hayır Sai (Can) bey Leylânın sevdasını yene- miyerek dağlara düşmüştü. Beyid Ahmed, Urman'ın sağ olarak dön- miyeceğine o kadar inanmıştı Ki.. Reisin sa» rayını bile kendi malı gibi benimsemişti, Kendi kendine kaldığı zaman: — Duran'dan bir haber elamadım, di- yordu, fakat o bana söz verdi. Kendisini -bu işi becerehilirse- vezir olarak yanıma alamağım. Duran haris bir adamdır. Urma- nı öldürmeden dönmez. * Reisin karısı ve (Can) beyin anası, Ur- manı dört gözle bekliyordu. Aradan geçen aylar Aygeye yıllar kadar uzun gelmişti, Ayşe kocasının sağ olarak döneceğinden emindi. Atalarından kalan (Uğur taşını Duran ile göndermemiş olsaydı, Urmanın shhasi hakkında belki şüpheye düşecekti. Fakat, Urman, bütün ömründe (Uğur taşı) sayesinde ne kadar harbe pgiriştiyse muvaffak ve muzaffer olarak dönmüştü. Ayşe, Beyid-Ahmedin yavaş yavaş Urma» nın yerini benimsediğini görüyor ve ber gece gözyaşı döküyordu. (Can) beyin dağlardan inmeyişinde Ge Beyld Ahmedin parmağı olmadığını kim te- min edebilirdi? Ayşe vaziyeti yakından görüyor ve: — Oğlumu büsbütün sersemleştiren, dağ» lardan şehre inmesine mâni olan Seyid Ah- med imi. Diyor ve Ahmede içinden diş biliyordu. Ayşenin artik tahammülü kalmamıştı. Oğlunu haftada bir kere bile göremez ol- muştu. Seyid Ahmede: — Can nerelerde?... Onu neden şehre ge- tirtmiyorsun? Dediği zaman, Ahmed şu ceva vörirdi: — Veiahdımızın gönlünü saran sevda ateşini hiç bir kuvvet söndüremez. Onu, ba“ basi gelinceye kadar kendi haline bırakma- Uyız. Üstüne düşersek, Can beyin izini kay- bederiz, İşte Ayşe bu endişe ie oğlunun üstüne düşmezdi, faxat gece gündüz onun nrkasine dan gök yaşı döker, inliyerek ağlardı. Ayşe, kocasının zamanında kabile ara- sında oldukça halırı sayılır, nüfuz sahibi bir kadındı. Urman Irâka gittikten sonra, Beyid Ahmed, Ayşenin elinden bütün kuv- vetleri almıştı. Ona: — Siz artık müslüman oldunuz. Müslü-, manlıkta nüfuz ve salâhiyet dalma erke- Bin elindedir, Kadın evinde işile, çocukla. rile meşgul olur, derdi. Halbuki, Türk kabileleri arasında erkek- Jer kadar çalışan, bazen onların yapamadı. Bı işleri bile yapan kadınlar vardı. Türk ka- dını, kendi kabilesi içinde hiç bir zaman ayak vazifesini görmezdi. Erkek vücudün sağ kolu ise, kadın da sol kolu sayılırdı. * Seyid Ahmed son günlerde Ayşeyi serbes- çe dışarıya çıkmaktan bile menetmişti. Kadının çarşıda, pazarda işi yoktur. Bayısız uşaklarınz. varken, neden sokağa çıkıyorsunuz? Derdi. Ayşe gezmeğe bile çıkmamağa bağ» lamiştı, Seyid Ahmed. aylar geçtikçe tazyi- kini arttırıyor ve relsin zevcelerini tarayın bir köşesine kapatarak, kendisi cariyeler ve rakkaseletie gönül eğlendirerek Yakit geçiriyordu. (Arkası var) o iki serseri herife bir dâha rasla- mâktan öyle korkuyordu ki, şimdi bu oda, onu böyle bir tehlikeden de masun bir hale koyuyordu. Bu herifler tek durmıyacaklar, ona yeniden saldırmak istiyeceklerdi. Bu- nu biliyordu. Şimdi arasınlar! Yollar- da beklesinler!... Bulacaklar mı ba- | kalım... Eve gelir gelmez, gayet tabi bir halle, kapıcıya gitmişti. Onunla be- raber odaya çıkmışlardı. Burada yal- nız kalınca etrafa bir göz atmşı, bal. konu da görerek pek sevinmişti, Pek güzel olan mânzaranın seyrine dal. muşlu. Şimdi de tekrar kalktı; bu çok yıl dızlı saf semanın altında Halicin lâtif manzarasına baktı. Ayaklarınm al tında bir caddenin kalabalığı akıyor, akıyordu... Kendini sarayda zannetti, — Safa geldiniz efendim... komşum sizsiniz demk? Buzan cevap vermemek istedi, Fa- kat bu erkeğin sesindeki terbiye, hür- met ve kibarlık bu niyetine mâni ok du. Mahcubane cevap verdi: — Teşekkür ederim evet efendim... (Arkası