Beş aylık bir izdivaç hayatından ponra bay Ferid Morova birav ke Bazında ölmüştü. Beş ayl Bu müddet marfında insan bütün bir hayat imti- Andımea beraber yaşıyacağı insan hakkında tam fikir bile edinemes, Kocası kendini harikulâde göstermek kin bütün tedbirleri almıştı. Onun için bayan Mebrure Morova da dün- yanın en mükemmel kocasını, en harikulâde âşığını kaybettiği kanaa- tindeydi. Pek bedbaht, pek gamlı idil Çok güzel bir kadındı: Biraz uzun boylu, sarışın, pembe tenli, eşkâlı iti- barile mütevazin, güzelliğinin kendi de farkında! Bedeni ve fikri tefevvu- kunu bilmesi ona aynca bir vakar veriyor; zihninde Ilâhlaşlırdığı ko- casının da kiymetli, nazarında, bu sebeple bir kat daha artıyordu. Dü- günüyordu: «— Ondan sonra bana kim lâyık Olabilir?» İşte hatıraya karşı sadık kalması- na bu fikir başlıca sebep teşkil et- mekteydi. Bu fikir onu günden güne manevi bir hayata sevk ediyordu. Zuhur eden bütün güzel macera #htimellerini reddettikçe hattâ ciddi teklifleri de geri çevirdikçe Mebrurs- de büyük bir gurur ikinci tabiat hük- müne girdi. Bu da İnsanalrı hırslara ve mukâdderata karşı en iyi müdafaa eden kalkandır. Hayır, kalkan da değil, kale!... Şimdi, Mebrurenin yüksek şahsi- yeti, bu kalenin emin duvarları ar- kasında gizlenmiş, bütün dünyayı #eyrediyordu. Baştan çıkarmak için kendisini vâlse kaldıran delikanlılar, bu afif kadını her ne pahasına olur- sa olsun almak İstiyen mevki sahibi erkekler, hep, birer birer imtihanın- dan geçiyordu. Hepsinin bir kusuru dikkatine çarpıyordu: Kimi Adi ruh- Yu, kimi gösterişçi, bodbin, yahut biçimsiz... Şu da hasis, üstelik ken- dini beğenmiş... Her cümlesine bir bahane buluyordu. Salonlarda Mebrure hakkında ve rilen hüküm şuydu: — Ölü kocasma âşıktır. tan çıkarmak kabi! değil! Hakikaten de, kendi kendine ver- diği not dolayısile, pek güç fethedilir bir kadındı. İzseti enfsi, mişta. Fakat'gün geçtikçe, bu «müşkil kadın: ın etrafındaki perestişkârlar eksildi. Cesaretleri kırılmış: «— Olamaz! Olamıyâcak!» diye çe- kilmişlerdi. Mebrüre de bu azalmanın biraz hayretle farkına yarıyordu. Ne olu- yordu? Ne vardı? Henüz farkede- miyordu ki, bu azalma sırf talipler, Aşıklar arasında bir eleme netice siydi. Bu srada Mebrure kendine bir sır- daş edinmişti. Bir senedenberi bi tün samimi hislerini ona söyleyip du- ruyordu. Muhitindeki yaşlı kadınlar arasından böyle birini seçmişti. Reddettiği erkekleri ona anlatır ve anlattıkça gurur duyardı. Bu ihtiyar kadın da senelerdenbe- ri duldu. Prensip itibarile dindar bir kadındı. İlk aşkına sadık kaldığını söyler, bundan memnuniyetle bahse- derdi. Namusa düşkündü. Şimdiki derin serbes halinden ancak felâket doğacağını iddia eder; gençlerin gi- dişini beğenmez, boynu ve kolları sımsıkı kapalı elbise giyerdi. Mebrure belkide bu ahlâkından Golayı onu seçmişti. Tekrar evlenme- mesinin talip yokluğundan İleri gel. mediğini anlatırdı. Her hafta baş ba- şa kalırlar; modern bir çay masası ba- gında, Medrure, kendisine vaki olan teklifleri nasıl reddettiğini sebeplerile beraber anlatır; tereddüdlerini haklı göstermeğe çalışırdı. Onu baş- yegüen aşkı halini al Hürmete şayan bulduğu yaşlı sr. | daşına tarzı hareketini dalma makul göstermek, onun takdirini celbetmek başlıca emeliydi. Anlatır, anlatırdı. İhtiyar kadın: — Aman kendini gözet, evlâdımi - derdi. Fakat bir seferinde: — Sizinkinden biraz başka türlü olan sebeplerle ben de vaktile sizin gi- İ lee bi hareket etmiştim! - diye, sırdaşı da ona açıldı - Kendimi ağır tartım. Btrafımdakilere müşkülât çıkarttım. Kısım! Mademki beni kendinize mah- remi esrar saydınız, öyleyse bundan oesaret bularak bir de nasihat verece- Öyle bir zaman olacak ki, sise: «Artık eiveriri Mücadeleyi kesini; tavsiyesinde bulunacağım. Talipler arasında muvafık birini seç, İnce ele- yip sık dokuma. Yoksa sen de benim gibi kalırsın. Başkalarının tecrübesi bir şey ifade etmez! derler amma, ber sefer doğru değildir. Şayet saç- ma bir tavsiyede bulunacak olurlarsa cidden dinlememeli. Fakat bazı tec- rübeler ehemmiyetlidir. Onları gös den kaçırmamak gerektir. Gözünü Aç, çocuğum, vaktin yaklaşıyor. — Ne gibi? İhtiyarlıyor muyum? - diye genç kadın bir kahkaha attı. Zannetmem, hanımefendi. Fakat ben 8iz6 kaç kere söyledim, Şayet her ei. hetçe idealim olan bir erkek bulamaz- sam evlenmiyeceğim... (o İstemiyo. Bir sene sonra, âyni çay Masasi nın etrafında iki kadın gene oturu- yordu. İhtiyar kadın sitemlerde bu- Tundu: — Bir aydanberi neredeydin, evlâ- dım? Seni hiç göremedim. Telefon ediyorum, bulamıyorum. Cevap vermesine vakit bırakmadan devam etti: — Anlatılanlara inanayım mi? Bi. lemiyorum... Her halde halkın dedi- kodusu olacak, değil mi?,.. Diyorlar ki sade bir tane değil, beş tane âşı- ğın varmış... İsimlerini de sayıyorlar. Ben bu tevatürlere inanmak isteme- dim. Fakat kalbim cız ederek sonra. dan hatırladım: Galiba günün birin- de sana bir nasihat vermiştim. On. dan ters hisse kapmış olmıyasın &a- Xn?... — Evet, hanımefendiciğim, hisse kaptım... Verdiğiniz nasihati dinle- dim, İyice düşündüm, Benliğime hâ- kım olan o müstebid gururdan nasıl kurtulacaktım? Başka çare bulama dım, Ömrüm geçip gidiyordu. Seneler- denberi «ideal erkekx hayali peşinde koş- tum. Öyle bir erkek ki kalbimi, hisle. Timi, lüks arzumu, çılgınlıklarımı, hül. yalarımı, kaprislerimi, hülâsa her şe. yimi tatmin etsin... Böyle bir ankayı bulmak ihtimali yoktu. Fakat bütün bu ibtiyaçlarımdan da feragat edemi. yordum. İşte kararımı verdim. Bu mükemmel erkeğin evsafını bes altı Aşıkta topladım. Biri, ötekini tamam- yor. — Ah, evlâdım, seni baştan çıkmış görüyorum” — Hayır... Santin çalmasından ev- vel davrandım. Nakleden: Hatice Süreyya Taşra gazete bayilerinin nazarı dikkatine Bazı taşra bayilerinden aldığı- mız mektuplardan «AKŞAM; ; mütlaka şu veya bu mutavassıt- Jardan tedarik etmek hususunda kendilerini mecbur oaddettikleri anlaşılmaktadır. Bu zehab hakikate uygun de- ğildir. Binaenaleyh taşra bayile- kiralamak için «Akşamsın KÜÇÜK İLANLARI En süratli ve en ucuz vasıtadır. ağu 148 m. 182K0/5.120Kw. Radyosu TAÇ. 1974m. 1818 Ke/s, Kw. Radyosu T.A. P.3LT0 m. 0850 Ko/s M0KG TÜRKİYE BAATİLE 10/9/9389 Pazar 1130: Program, 1235: Türk müziği (Pasil heyeti, 13: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 13,16: Mü- sik (Küçük orkesira - Get: Necip Aşkın, 1 — Raffasle Valente: Uzak bir memlekei- ten serenad, 1 — Fritz Recklenwald: Vi- yana müzikleri, 3 — Josef Lanner: Balo dansları, 4 — Rio Gebhardi: ninni, $ -—- Hans Mainzer;: Viyana pol- kası, 6 — Franz Lahar: Ubellentanz ope- retinden potpurri, 1415 - 1450: Müzik (Dans müziği - PL). 18/30: Program, 1849: Müsik (Pazar ça- yı - PL), 1905: Çocuk saat, 19,35: Türk müsiği (Pasl beyeti), 20,10: Müsik (Dans müziği - PL), 2030: Memleket saat ayarı, Ajans ve meteoroloji haberleri, 2045: Türk müziği: Çalanlar: Refik Fersan, Fahire Fersan, Reşad Erer. Okuyan: Mefharet Bağnak. | — Şevkefza peşrevi, 2 — Niko- go - Şevkefzu şarkı (Geçip te karşıma görlerin sünme, 3 — Reşad Erer - Acem- aşiran şarkı (Ey benim güzel kuşum), 4 — Udi Ahmed - Acemkürdi şarkı (deli aifi nazar halime çeşmin dilberi, $ — Bedri Hoşgör - Uşşak şarkı (Gel Aşık gü- cenme), Ji — Okuyan Necmi Rıza ahıs- kan: i — Mahmud Celâleddin paşa - Bayati şarki (Narı firkst şulepaş olduk- ça), 2 — Suphi Ziya - Hüseyni şarkı (Fer- yad ediyor bü gül bülbülü şeyda), 3 — En- deron!i Yusuf - Hüseyni şarkı (Saçın bü- kümleri), 4 — Fahire Persan - Kemençe taksimi, 5 — Şevk! bey - Hüseyni şarkı (Bieran oku), 6 — Dede (Gülizar şarkı (Nazlı nazlı sekip gider), 2130: Müzik (Ri- yasetleümhür bandosu - Şef: İhsan Künçer): 1 — Prancis Popy: Marş, 2 — Jean Sibelius: Valse Triste, 3 — E. Lalo: Ie Rot d'Ys operasının uvertörü, 4 — Wagner: Lohengrin operasından fantezi, 2220: Müzik (Cazband - Pl), 2245 - 23: Bon ajans haberleri ve yarınki program. BULMACAMIZ : — Bir riyaziye kitabı. — Barm - Yok etme, — Kaldırma - Bilâfasıla, 4 — Kurtuluş - Başına «Ts konursa Beddet demektir. 5 — Alçaklar - Buşina «As gelirse üst değil. 6 — Bir erkek ismi - Sonuna eN» gelir- se hicap et demek olur. (7 — Yunanlı - Yanmış kömürü, B — Cani - Büyük bıçak. $ — 'Tersi meşgüliyetiir - Kuş mesken- leri, 10 — Behemehal - Tersi yemedir. Yukardan aşağı: 1 — Güzel yenkli ve kokulu bir çiçek. 2 — İdrarda bulunân zehir - Deliller, $ — Kadın hukukunu müdafaa cemiye- tine mensup kadın. — Tersi dördüncü hartimizin okunu- şudur - Hodbinlik. 5 — Pakt - Bir peygamber ismi, & — Bir Türk parasi. 1 — Cefa - Yapışkan 8 — Kü! kokusu - Yükselme. 8 — Abdallaşmak. 10 — Zudlık - Ödünç verme. Gecen bulmasamızın halli Boldan sağa: 1 — Yağhbörek, 2 — Akait, Mera, 3 — Var, Lâfibal, 4 — Araka, Rize, 5 — Baki, 6 — Elektrik, 7 — Antetli, Mi, 8 — Velime, Biz, 9 — Eçeta, Ri, 10 — Şerik, Grip, Yukardan aşağı: 1 — Yavaşyayaş, 2 — Akar,Ne, 3 — Garabetler, 4 — Li, Kaleiçi, $ — Italaket- mek, 8 — İklet 7 — Ömür, TL Ağ.8— 110 sal 5 px 15.48 Noktürno - R. | Tefrika No. 57 Yazan: İskender Fahreddin Ben yırtıcı kuşlardan daha çok korkarım, onlar insanın tepesine yıldırım gibi inerler RİNE yerdi KN | rim. mı? Diye sordu. Leylâ papağanını omuzuna aldı: — Bilmem... Biraz düşündükten sonra ilâve et- ti: — Belki yarın gelir.. belki de hiç gelmez. Hatice hayretle baktı: — Eiç dönmemesi ihtimali de var demek,?! — Şüphesiz. Bir insan tekbaşına «Esrâr Deği nın tepesine çıkmağa kalkışırsa, oradan sağ dönebilir mi? -— Ne diyorsun, Leylâ? Ömer «Es- rar Dağı; na mi gitti? — Evet. Bunu sana söylemek iste- mezdim. Fakat, sen benim bütün sırrımı bilen samimi arkadaşımsın. Artık senden hiç bir şey saklamıya- cağım. Papağanı ağacın dalına bıraktı. Havuzun kenarına oturdu: — Ömer geçen gün ayaklarıma ka- panmıştı. Hatice! Bana: «Seni delice seviyorum. Ben sensiz yaşıyamam. Benden neden uzak kâçıyorsun?» di- ye yalvardı, Ben de onu başımdan savmak için, kendisine: «Esrar Dağı- Leylânın yüzüne | nın tepesindeki tılsımlı taşı alıp ge- tirirsen, Can beyi unutur ve senin olurum! dedim. — İyi amma, şimdiye kadar «Bs rar Dağı» nın tepesine hiç kimse çık- mağa muvaffak olamamış, Ömer ora- ya nasl çıkabilir? — O, cesaretine güvenen bir kah- ramandır. Belki muvaffak olur. — Ya tılsımlı taşı alıp getirirse?... Ben de sözümde duracağım, — Ömerin olacaksın. Can beyi unutacaksın demik?! Leylâ içini çekerek gözlerini yere indirdi: — Ona da acıyorum, Hatice! Ken- disine kaç kere; «Beni bırak. Ben derdlerimle, aşkımla yaşamak ve Öl- mek isterim!» dedim. Bırakmıyor: «Ben senden ayrılamam!» diyor. Onu sevmek, onun olmak istedim. Kendi- mi çok zorladım. Kabil olmadı, İçim- deki ateş öyle derinleşmiş, öyle kök- leşmiş ki... O nasıl bensiz yaşıyamı- yacağını söylüyorsa, ben de (Can) sız yaşıyanuyacağımı anlıyorum. — Fakat (Can) bey senden çok Leylâ, Haticenin sözünü kesti: — Sen öyle sanıyorsun! Halbuki (Can) her zaman benim yanımda, mızı dinliyor. Onun aşkı benim kal bimden damarlarıma geçmiş.. (Can)ı yalnız kalbimde ve kafamın içinde değil, kanımın her zerresinde hisse- diyorum, Hatice! O, benim içimde ya- şıyor. Kendimi kaç kere zorladım. düşünmemek, onun etrafımda dola. şan hayalini görmemek, onunla meş- gul olmamak istedim. Elimde değil. Allah onun gölgesini benim yanım- dan ve gözümün önünden ayırmıyor. Her yerde, her dakika onun sesini, onun nefesini duyuyorum. Ah, ben (Can) sız yaşıyamam, Hatice! Ben onsuz yaşarsam, bir mezar taşı gibi hissiz ve hareketsiz kalırım. Ömer «Esrar Dağına tırmanırken.. — Haydi, sür hayvanını! Neden ge- ride kalıyorsun? — Arkaüstü yuvarlanacağım, si hipl Hayvarım çıkamıyor artık. Haydi dön geriye. Ben yalnız çıka rım dağın tepesine. — Çıkamazsım, sahip! Biraz ileri de, ömründe hiç görmediğin bir ta. kım uzun boynuzlu vahşi hayvanlar. la karşılaşacaksın! — Önüme çıkanı kılıçtan geçiri- Ömerin adamı atını bir ağaca bağ- adı. — Ben sizi yaya olarak takip ede ceğim. Fakat, altan İnseniz daha iyi olur. Atınız ürkerse, dağdan aşağı yuvarlanırsınız! Ömer dinlemedi, atını sürdü. Beş on adım daha tırmandı. Fakat, daha fazla ileri gidemedi, Ömerin hayvanı yürümüyordu. Kulaklarını «dikmiş ve kişnemeğe başlamıştı. Ömerin adamı orman O bekçisiydi. Dağların esrarını herkesten iyi bilir. di. Arkadan seslendi; — Ya sahip! Attan çabuk in. ki- kei çek. bir canavar geliyor yuka- ndan. Ömer attan yere atladı. Fakat kı- İıcını çekinceye kadar uzun boynuz- Yu bir yaban öküzü Ömerin atına sal. dırmış ve boynuzlarını bıçak gibi, bir hamlede atin karnına saplamıştı. Ömerin hayvani derhal yere yu- varlandı. Ömer kılcmı çekmekte ge dikmişti Orman bekçisi yayını ger- di. yaban öküzüne nişan aldı ve at- tığı ok öküzün tam alnına saplandı. Yaban öküzü homurdanarak yere düştü. Ömer: — 'Tam vaktinde yetiştin! diyerek kılıcını hayvanın boynuna indirdi. Yaban öküzü kanlar içinde vere yuvarlandı. Orman bekçisi tekrar yayını gerdi; — Şu karşıki ağaca sıçra.. öküzün eşi geliyor. Diye bağırdı ve yayını boşalttı. Yaydan çıkan ok öteki öküzün kar nına saplanmıştı. Öküz Ömerin üze- rine doğru koşuyordu. Ömer ağaca sıçrıyamamıştı. Ömerin adamı: — Sahip! Kayanın arkasına sin. ecel başında dolaşıyor. Diye haykırıyordu. Ömer şaşkınlıkla kayanın üstüne çıkmıştı. Bereket versni ki, orman bekçisi ikinci oku da çabuk yetiştirdi. Yaban öküzü debrenerek yere yuvarlandı. Ömer kılıcını boşuna sallıyordu. Orman bekçisi iki öküzü de yere sermişti. Ömer geniş bir nefes &ldı: — Daha çok yolumuz var mı? — Geldiğimizden fazla. Dağ yolu- nun henüz ortasındayız. — Dağın tepesinde bu büyük göv- deli canavarlar nasıl yaşıyorlar? — Biraz daha yukarı çıkarsak, ya» ban öküzlerinden uzaklaşmış oluruz. Fakat, yukanya çıktıkça yırtıcı kuş- larla karşılaşacağız. —— Onların hakkından geliriz, Sen | merak etme! Benim gözümü yıldıran yaban öküzleridir. Orman bekçisi acı ve mânalı bir gülüşle başını salladı. — Ben; yırtıcı kuşlardan daha çok #orkarım. Onlar insanm tepesine yıldırım gibi inerler. — Peki. ne yapmalı? — Birimiz gözcülük yapacağız. Bi- rimiz de yayımızı gerip hazır dura- — Pekâlâ. Ben benedn daha çok iyi nişancısın! Yayını ger.. hasır ol yaparım, yorlar. — Ağaçlıklar görünmeğe başladı. — Biz o meydancıkların yanıbaşın- dan geçip tepeye çıkmağa çalışacağız , Ağaçlıklara dalarsak, dağm hâkime- sile karşılaşırız. (Arkası var)