Bir Roman Hulâsası NORVEÇLİ KIZ Taurent, delikanlı iken kralın mü- b hafız kıtaatında bulunmuş, iyi terbi- çe ye almıştı. Kendisinden üç yaş bü- yük, Ragnfrid isimli mağmum bir kızla evlenince çifliğine çekildi. Bir- “biri ardısıra üç erkek çocukları do- (ğup ölmesi üzerine kadın büsbütün “münzevileşti. Sonra üç kızı dünyaya geldi. Bun- tin en büyüğü olan Christine kü- çük yaşındanberi babasına son de- “tece > merbuttu. Yedisine © bastıktan © sonra Lorent adamlarile birlikte s6- yahale çıktığı zaman onu yanına alınca son derece sevinirdi. Hepsi sta binerler, en uslu hayvana çocuğu Pin oturturlardı. Bir seferinde Christine | dağın mavi sisleri arasında ateş yâ- kıp uyuyan kafileden uzaklaştı. Ko- yu ormanların ve kayalıkların ara- sından akan derenin kenarına kadar, atile beraber geldi. Hayvan kişneyip | kaçmağa başladı. Çocuk suyun öbür tarafında mavi gözlü, sari saçlı, vü- cudü yeşil yapraklarla örtülmüş, gâ- © yet güzel bir kadının kendisini çağır- İÜ < diğini farkedince ağlıyarak babası- nın yanına kaçtı. Gördüklerini an- lattı. Erkek, dehşet içinde; «Susl» de- 4. di. Ve kızının boynuna bir haç asli, | tu pörilere karşı muhafaza et- di i zaman İlk işleri kiliseye gi- rip dua etmek olud. Yaşlı papaslar- dan birinin çocukla meşgul olması Üzerine kız bu ihtiyara alıştı. Babası İş peşinde koşarken 0, pâpasın ya- nında oturur, dini hikâyeler dinlerdi. Rahip ona: — Sen büyüdüğün zaman manaş- tıra mı gireceksin? - diye sorunca: — Hayır, ben babamın büyük kız yım, evleneceğim. Ortanca kardeşim sakatlır. O marabet olacak! - dedi. Papas hömurdanarak: — Din kalmadı. Sakatları rahibe yapıyorlar. Asü tendürüst ve güzel alanlar. Allahım hizmetine. aymlasalt - diye söylendi. Al! kardeşini iyileştirmek için her çarey baş vuruyorlardı. Hekimlerden fayda görmeyince, köyde. kimsenin ülfet etmediği büyücü kadını çağır- | dılar. Amcası kazarâ düşürmüş ok | duğundan çocuğun beli tutmuyordu. , Yalakta upuzun yalıp. inliyordu Büyücü kadını tavsiyesi veçhile bâkir bir kızın şafak atarken vebnemleri top- © laması lâzım geliyordu. Bu işi Chris- tine yaptı, Sonra o suyla kâynattığı ilâcı hastaya verdiler. Kız tamamen İyileşmediyse de koltuk odeğneğiyle odanın içinde yürüyebildi, İşte Christine böyle bir muhitte büyüdü. Genç kız olunca babası onu kardeşinin oğlu Simon'la nişanladı. İyi yüzlü bir gençti bu. Genç kız ona lâkayd olmakla beraber bâbasına ita- İ at etmemek de aklından geçmiyordu. Köyde Arne isminde, “bir az daha Aşağı muhitten, bir delikanlı vardı ki çocukluktan beri beraber büyü- | müşlerdi. Bu oğlan memleketten ay» rılaoğaıı, gitmeden evvel kızla bir kere konuşmak istediğini söyledi. Uzakça bir ormanda (buluştular. Christine oraya ana ve babasından gizli kaçmıştı. Zira Arne'yi çok sever- di. Genç erkek kıza aşkından bah- setti. — Benimle evlenmeği tercih etmez miydin? « diye sordu. — Tercih ederdim. Çünkü sizi da- ha iyi tanıyorum. Delikanlı kızın omuzuna kolunu atarak: — Çok güzelsin. Seni kaybetmenin | bana nasıl ıztırap verdiğini bilemez | sin. Beraber büyüdük, Sana bağlan- dım. Bu dünyada sensiz bahtiyar ola- Cağımı tasavvur eedemem! - dedi, Christine ağlıyordu, Erkek devam- la: — Babanı kandıramaz mısın? O $eni çok seviyor. Bir kaç sene bekle- mesini rica et. İkimizde genciz. Belki talihim yaver olur, zenginleşirim. — Yapamam. Ana babama karşı koyacak kadar hiç bir erkeği seve- — mem sanıyorum. Ağlama Arne'ciğim benim sevgili arkadaşım. Norveçli edip Sigrid Unset'in Nobel mükâfatını kazanmış hristine Lavransdatte isimli eserinden hülâsa edilmiş- tir. Sıkı örf ve âdata rağmen bir insan ruhunun ne hamleler yapabileceğini gösteriyor. Mevzu Norveç'in on. dördüncü asırdaki hayatından alınmıştır. Fakat Norveç Avrupanın en az değiş- miş memleketlerinden (biridir. Binaenaleyh bu roman aşağı yu- karı bugünkü Norveçi tasvir edi- Biribirlerinden ogyrıldıktan sonra kız atla giden genç erkeğin arkasın- dan baka kaldı, Çamurlarda ayakla» rının izleri görünüyordu. Yüzünü gö- zünü sildikten sonra o da evine doğ- ru döndü. Fakat yolda yürürken bir. denbire ahlâkının bozokluğuyle meş- hur Bentelin'e rastladı. Erkek kızı bu tenha yerlerde görünce saldırdı. Altaita, üstüste çamurlara yuvarlan- dılar. Herif sarhoştu. Christine koca taş atarak onu yaraladı; güç- lükle kendini kurtarıp kaçtı, Fakat kirlenmiş, parçalanmış elbiselerle evine girmeğe korkuyordu. Bentin'in annesine müracaat etti. hikâyeyi an- Arne'yi görmek için git li, Kadın ağlıya ağlıya kızın üstünü başını temizledikten sonra evlâdını aramağa çıktı. Christine ona — Ne yap yap, oğlun buradan ay- rılsın. Köyde bir daha görünürse herşeyi babama anlatırım, Başına İş açılır! - dedi. Hadiseden bir hafta sonra Bentein | muhiti terkedip gitti, ... Köyde bayan Aashild isminde bir ! de aslizade oturuyordu Kİ, âilesi onu reddetmişti; uzun müddet herkes ta- Bira koca sının üzerine birini sevip kaçmıs, Şimdi kocası ölüp dostile evlen- diğinden ve gayet muntazam bir ha- yat yaşadığırdan artık kendisile gö- rüşülüyordü. Bir gün Aashild, Chiris- tine'in zarafetini beğtnerek: — Sen şövalye tarzında gayet İl ce bir erkekle evlenmeliydin! - dedi. - Yeğenim Erlend gibi bir adamla: O sıralarda Arne'nin cenazesini köye getirdiler, Bentein onu öldür- müş. Bir akşam sarhoşken kavga et- miş; elinden kaza çıkmış. Christine babası ve nişanlısı matemli eve git- tiler, Cenazenin başında dun eder- lerken Oğlanın annesi etti; — Bu felâkete sebep sensin, Ben- tein'in annesine sorunda anlat- sın. Ormanda oğluma randevu ver- mişsin, Evlâdım namuslu bir gençti, sana tecavüz etmedi amma, Bentein- le aranızda her şey olmuş. Laurent eliie kadının ağanı rafından alaramianımıla. ka- pattı. Tabutun üstüne sarılıp ağla. | yan Christinei nişanlısı Genç kız kolunu uzatarak; — Allahım şahit ki hiçbir günahım yoktur. Bütün manesile temiz bir kızım! - diye mumun alevi üzerine, ta yanıncaya kadar avucunu tuttu, Sonra bayılıp yere düştü. Gerek babası, gerek nişanlısı genç Kıza inanıyorlardı, Bu hâdiseden an. nesine bâhsetmemesini tenbih etti. ler. Gece geç vakit Taurent kızının yatağı kenarına oturdu. kolunu ok- sayıp sordu: — Bü kadının sözlerindeki doğru ve yalan tarafı bana anlatır mısın yavrum? - dedi. Christina macerayı olduğu gibi hi- i ın boynuna sari- kaldırdı. — Arne'nin ölümüne ben sebep oldum. Çünkü benim yüzümden kav- ga elmişler. Artık köyde kalmağa cesaretim yok. Âlemin yüzüne bak- mağa ulanıyorum. Baba kızını teselli etti, Dedikodu- ları kapatacağını söyledi. — Arne'yle evlenmek isteseydin seni ona verirdim. Çünkü namuslu bir gençti ol - diye ilâve etti. kizi tahkir | Kızcağız bir müddet manaslırda kalmak istediğini katiyetle bildridi. Nişanlısı da, babası da bu arzusuna karşı koyamadılar, İki erkek Chris- tine'i alp Nonnester rahibelerine götürdüler, ... Manastırın alış verişi için şehre inen sörlerden biri Christine'le bir arkadaşını birlikte götürmeğe kalk- tı. Fakat son dakikada başka bir işi çıktığından iki genç kız müsande alıp yalnız gittiler, Geri dönecekleri sırada kasabada ahalinin kaçıştığını gördüler. Meğer canbazhanenin kap- lanı kafesinden kaçmış. İki genç kız dehşet içinde koşmağa (başladılar. Ormana saptilar; yollarını kaybetti- ler, Orada gördükleri küçük ahşap bir evin kapısını çalıp yardım istedi. ler. İki genç erkek yol göstermek bahanesile tenha bir yerde kızlara saldırmağa teşebbüs ettiler. Fakat tam o sırada at nalı sesi işitildi, Kı- yafetinden asilzade olduğu anlaşılan bir delikanlı maiyetile beraber gö- ründü ve kızları kurtardı. Bu adam bayan Aashild'in yeğeni Erlenâ'miş. İki gi arasında mua. şaka başladı. bir tesadüfte, kız Kendis sevgilisine teslim etti — İstediğiniz müddetçe sizi seve- nra da muhabbetimi eğim! - dedi, Manastırdan çıkmak için Christine birçok bahaneler buluyordu: Fıkara hastalara bakmak maâksadile onları dolaşıyor, sevgilisine tandevu veri. yor; kâh samanlıklarda, kâh köy er. lerinin tavan aralarında birleşiyor- lardı. Bazan de erkek, amcası isteli- yor yalanile kızı meyhaneci bir ka- dın vasıtasile çağırtıyor; lokantamsı bir randevu evinde birleşiyorlardı. Erlend vaktile evli bir kadını baş- tan çıkarmıştı, Ondan İki çocuğu ol- muştu. Son derece büyük günahkâr İ telâkki edildiği için “ailesi onu da reddetmişti. Herkes indinde fena bir şöhreti vardı Bunları bildiği halde Christine'in muhabbetine zerre ka- dar halel gelmiyordu. Esasen < deli- kanlı da kızla evlenmek niyetindey- di. Halbuki düğün zamanı yaklaşıyor. du. Kızın lâkaydiiğini gören Simon onu sıkıştırdı. Christine de her şeyi itiraf etti. Zavallı genç bu neticeden pek üzüldüyse de nişanlısını fena mevkte düşürmemek için ayrılmak kabahatini Üzerine alacağını vaadet- ti. Şu şartla ki kız babasına hakikati söyliyecekti. — Ben söz verdim, Hürmet ettiğim babana karşı yalancı mevkiine düş- mek istemem! - diyordu. Ayrıldılar, Oğlan başkasile evlen- di. Babası Laurent'e karşı son derece mahcup vaziyettey Sözlerini tut- madıklarından dolayı kendilerini suçlu sayıyorlardı. Erlend kıza amcası yani Simonun babası vasıtasile talip oldu. Fakat Laurent bu günahkâr damadı iste- | medi, Asil delikanlı servetini, çiflik. lerini kıza vereceğini vaadediyordu. Bu izdivacla kız seviyece de yüksele- cekti, Halbuki baba: — Ben kızımı işine sahip, munta- zam ve aklı başında bir erkeğe vere- ceğim! - diyordu. - Onunsa mesuli- yeti var. Bir evli kadını baştan çi- karttı. İki çocuk babasıdır. Böyle birleşmenin neticesi olmaz. Christine ağladı, yalvardı. Fakat bir türlü babasına «Evet!» dedirte- medi. O sıralarda gebe olduğunu anla- mıştı, Ne yapacağını bilmiyordu, Er. lend akrabası bayan Aashild'e misa- fir gelerek kızı kaçırmak istediğini söyledi. Yardım etmesi için ricada bulundu. Kadın önce itiraz ettiyse de mes lenin ne derece ilerlediğini anlayınca razı oldu. Laurent seyahate çıkmıştı. Kadın kızı alarak evine getirdi. Fakat ön- ce nasihatte bulundu. Zira babanın razı olmadığı, bir izdivac nikâh sa. yılmıyordu. Herkesin nazarında men- fur kalacağını, kendi başından ne Hülâsa eden: (Vâ-Nü) (Devamı 13 ncü sahifede) LEYLÂ ie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Yolda giderken Fıratın aramızda olduğunu sezersen hemen bana haber ver, sana bir inci daha veririm Tefrika No. 46 — Beni gebertiniz.. etimi kemikel- rimden ayırınız. Fakat, emin olunuz ki o benden ayrılmıyacak. Ebu İsmali, Tahiri bir hayli döğ- düğü halde ağzından bir lâf alamı. yordu. Davetliler. dağılmağa. başlamıştı. Elharis odasına çekildi. Urman, davetlileri uğurladıktan sonra, saray muhafızının dairesine indi. Kapıdan bir ses duydu: — Karımı kimseye vermiyeceğim. Ben onu tatlik etmedim. Tahir boğuk bir sesle bağırıyordu. Urman birdenbire kaşlarını çata- Tak düşünmeğe başladı: — Oğlum, bu kadının yüzünü gör- medi. (Fırat) yerine başkasını da götürebilirim. Mademki Tahir, El harise iyilik yapmış.. onu öldürmek İstiyenleri vaktinden önce kendisine haber vermiş. O da (Fırat) ı Tahire bağışlamış. Ben de oğluma (Firat) yerine (Zehra) yı götürürüm, Oda Fırat kadar güzel ve sevimli bir kız. Hattâ Fırattan daha güzel, Urman bunları düşünerek kapıyı açlı.. içeri girdi Urman, Ebu İsmalle: — Ne yapıyorsun? dedi - Blharisin gözbebeği kadar sevdiği neden dövüyorsun? Ebu İsmail, Urman'a yaranmak için: — Fırat'ı nereye sakladığını şimdi söyleteceğim, dedi, hele biraz bekle- yiniz. Urman sokuldu, nöbetçilerin elin- deki kamçıları alıp yere attı.. ve Ta- hiri ayağa kaldırdı: — Haydi çekil, git buradan, (Fi- rat) ı sana bağışladım. Ben oğluma başka bir cariye götüreceğim. Tahir sevindi; — Türklerin bu kadar merd oldu- ğunu bilmezdim. Teşekkür ederim. Diyerek saraydan çıkıp gitti. Ebu İsmailin hayretinden ağzı bir karış açık kalmıştı. — Karısını tatlik etliğini şahidler- Je isbat ettim. Daha ne istiyordunuz? (Fırat) bir Türk kızıdır. böyle bir şe- rirle ömrünü geçirebilir mi? O ancak sizin gibi bir kahramanın oğluna lâ- İ yıkar. Dediyse de, Urman fikrini değiştir. mişti. Ebu İsmallin sözlerine cevap vermedi ve Tahiri serbes bıraktıktan | sonra, odasına gidip yattı. ös.” Türkler Bağdad'dan ayrılırken.. Şehirde ve şehir etrafındaki kabi. leler arasında sükünet ve asayiş var- dı. Âsiler tamamile tedip edilmişti. Elharis Şamdan gelecek yeni valiyi bekliyordu. Halife ordusu Bağdadda kalmıştı, Urman askerlerini hazırlamıştı. Türkler o gün Bağdaddan aytılıyor- du. Türk akıncıları Bağdad sarayının önündeki büyük meydanda toplan- mıştı. Urman, Elharisle ve diğer Arap rüesasile vedalaşarak saraydan çıktı,, beyaz atına binerek, Türk akıncıları- nın önüne geçti. Türkleri teşyie gelen yerliler sokak. ları doldurmuştu. Türklerin gitmesin- den memnun olanlar yok değildi. Fa- kat, gidişinden müteessir olanlar da vardı. Türkler Bağdadda kaldığı müd- detçe, zenginlerden hiç birinin burnu kanamamış ve servetlerine yan gözle bakan olmamıştı. Bağdadda, (akirler ile zenginler ara- sında ötedenberi devam eden gçim- sizlikler Urman'ın aldığı tedbirler sa- yesinde ortadan kalkmıştı. Zenginle- rin servetine güz dikenlerin yarın ge ne baş kaldırması ihtimali vardı, Bu- nu düşünen zenginler tekrar endişeye düşmüşlerdi. Gerçi Elharis, şehirdeki sükünot ve asayişin devamı için, çok şiddetli ka. nunlar vazederek, birtakım baldır çıplaklara karşı insafsızca davran- maktan geri durmuyordu. Fakat, şe- hir etrafında müthiş bir sefalet vardı. İ lerden mütemadiyen | bu adamı | tenbeller sinifi gittikçe büyüyor, çalı- şanların sayısı azaldıkça yiyecek dar- lığı yüz gösteriyordu. Urman şehrin batı kapısından çi- karken, Türkleri sevenler pencereler- den ve taraçalardan bağrışıyorlardı: — Yolunuz açık olsun, şanlı Türk erleri! Akıncılar arasında, etrafı kırmızı af larla çevrilmiş bir esir kafilesi vardı. Bunlar Elbaris tarafından Türk kah- ramanlarına hediye edilmiş Arap ca- riyeleriydi. Zehra da bunlar arasında bulunuyordu. Cariyeleri develer üze- rinde kurulan tahtırevanlara ikişer ikişer bindirmişlerdi. Atlılar, develeri muhafaza altına almışlardı. Urman, Bağdaddan muzaffer olarak dönüyordu. Orduda esir kafilesinden başka, kırk kadar deveye yüklenmiş ganaim kafilesi geliyordu. "Türkler, muzaffer oldukları cenk. lerden ganaim almadan dönmezlerdi. Urman maiyetindeki muhariplerin yol yiyeceğini de Bağdaddan almıştı. vve Zehra bir aralık deveciye sordu: — Kadınlar kafilesinde (Fırat) da var mı? — İsimlerini bilmiyorum.. fakat, muhafızlarından (Fırat) adlı bir ka- dın duymadım, - Çok güzel, ince uzun boylu, s8- vimli bir kadındır o, — Cariyelerin hepsi güzel.. hepsi 38- vimli, Lâkin itiraf edeyim ki, sen on- ların hepsinden güzelsin! — O halde (Fırat) aramızda yok demektir. Zehra şüphe ve tereddüd içinde yü- rüyordu. Urman'ın oğluna götürmek istediği (Fırat) nasıl olur da bu kafilenin di- şında kalabilirdi? Zehra biraz sonra deveciye yalvar- dr — İlk konak yerinde bana, (Fr rat)ın aramızda olup olmadığını anlı- yabilirsen, sana bir inci tanesi hedi- ye edeceğim, Deveci inciyi duyunca başını salla. dı: Merak etme, İlk konakta fIK işin bu olacak. Sen hemen inciyi hazırla!,.. *. (Fırat) geliyor mu? O akşam Geştun kabilesinin hâkim olduğu topraklarda, bir hurmalık önünde konakladılar, Zehrayı getiren deveci ilk fırsatta (Fırat)ı aramağa başlamıştı. Kafile- leri ayrı ayrı dolaştı. Kime sorduy- in: — Fırat, Tahirin karısıdır, Burada ne arıyorsun onu? Cevabile karşılaştı. Bütün devecile. re sordu, Ayni cevabı aldı.. Zehraya koştu: — Fırat adlı bir kadın yok aramız- da. Zehra sevindi. Derhal, biraz önce hazırladığı inci tanesini deveciye uza» tarak; — AL, dedi, bu senin hakkındır. Eğer yolda giderken, aramızda böyle bir kadın bulunduğunu sezersen, he- men bana haber ver, Sana bir inci da- ha veririm. “”” O geceyi Geştun zaviyesinde geçire. ceklerdi. Urman arkadaşlarile konuşuyordu. Türk akıncılarının ileri gelenlerin- den biri Urman'a sordu: — Halife acaba bizim muzafferiya. timizden haberdar mıdır? — Şüphe yok. Elharis bütün harp safhalarını ve Bağdada gtrişimizi Ha- Wfeye bildirdi. — Bütün bunları bildirmiş olabilir amma, bu harbi Türklerin kazandı. Bini açıkça yazmış mıdır dersiniz? — Şüphe mi ediyorsun? Elharis çok namuslu bir adamdır, Güneşi ça» murlâ sıvamağa ceraret edebilir mi? Çünkü buna muvaffak olamıyacağı- nı, hakiaktin bugün değilse yarın meydana çıkacağını kendi de çok iyi bilir, (Arkası var)